Kürdistan 1. Alevi Konferansı Diyarbakır'da başladı

Kürdistan 1. Alevi Konferansı Diyarbakır'da başladı

DTK öncülüğünde Alevi federasyonu ve derneklerinin katılımıyla düzenlenen Kürdistan 1. Alevi Konferansı başladı. Konferansta konuşan DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk, Kürdistan ve Alevi kelimelerinin bir arada zikredildiği bu konferansın çok önemli olduğunu belirterek, "Alevilerin özgürlüğü Kürtlerin özgürlüğü, Kürtlerin özürlüğünün ise Alevilerin özgürlüğünü olduğunu bilmeli ve ortak mücadele etmeliyiz" dedi.

DTK tarafından düzenlenen ve Demokratik Alevi Federasyonu, Özgür Demokratik Alevi Derneği, Pir Sultan Abdal Derneği Diyarbakır Şubesi ile BDP'li Milletvekilleri ve sivil toplum örgüt temsilcilerinin de katıldığı Kürdistan 1. Alevi Konferansı Diyarbakır'da Cegerxwin Kültür Merkezi'nde başladı. Konferansa, Araştırmacı-yazar Piri Er, tarihçi Erdoğan Aydın, Necdet Saraç, Demokratik Alevi Federasyonu Başkanı Ali Köylüce, Dr. Golmorad Muradi, Federal Kürdistan eski Kültür Bakanı Felekatin Kakeyi, Özgür Demokratik Alevi Derneği Başkanı İmam Balsever, DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, DTK Daimi Meclis üyesi ve BDP Muş Milletvekili Demir Çelik, BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Başkanı Kemal Bülbül, Prof. Dr. Celilê Celîl ve Dersim Belediye Başkanı Edibe Şahin, çok sayıda Alevi dedesi ve şahsiyetleri ile delege ve konuklar katıldı.

Demokrasi ve Kürdistan mücadelesinde şehit olanların anısına bir dakikalık saygı duruşundan sonra başlayan konferans'ta, Türkçenin yanısıra Kürtçe'nin Zazaki, Kurmanci ve Sorani lehçeleriyle konuşmalar yapıldı. Mazlum Doğan,  Sakine Cansız,  İbrahim Kaypakkaya,  Seyit Rıza ile Dersim isyanının askeri liderlerinden Ali Şêr'in eşi Zarife'nin fotoğraflarının asıldığı konferansın açış konuşmasını Kürtçe yapan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, son 100 yıldır bu topraklarda kültürlerin, dillerin, büyük bir zorluk ve baskı altında bırakıldığını söyledi.

Halkın 30 yıllık direnişiyle bu topraklarda yeni bir anlayışın filizlendiğini belirten Baydemir,  "Ancak, Allaha şükürler olsun ki, bu mazlum halkın 30 yıllık direnişiyle, Şeyh Sait'ten Seyid Rıza'ya, Mazlum Doğan’a bu halkın yürüyüşüyle yeni bir anlayış yeşerdi, filizlendi. Zalim ve zulümkarlar kendi etkilerini göstermek için bu halkı, bu kültürü parçalamak, dağıtmak istiyorlar. Bizler Mezopotamya halkı olarak, Kürdistan halkı olarak her şeyden önce halkımızın özgürlüğü için birlik olmalıyız. Bizi topraklarımızda birbirimize düşman etmek isteyenlere karşı ben inanıyorum ki, bu halk birbirinin kardeşidir, birbirine düşman değildir. Bizi birbirimize karşı düşman etmek isteyenlerin oyunlarını Kürt halkı Seyit Rıza'dan ta Mazlum Doğan'a kadar boşa çıkarmıştır. Gelin canlar bir olalım, gelin canlar birliğimizi oluşturalım. Allahtan dileğim bu konferansın Kürt halkının birliğini oluştursun" dedi.

DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk ise, Kürdistan ve Alevi kelimelerinin bir arada geçtiği bu konferansın önemine dikkat çektiği konuşmasında, egemenlerin tarihin her aşamasında ezilenlerin birleşmesine engel olduğunu belirtti, "Çünkü egemenlerin ve sömürgeci sistemin en çok çekindiği şey, ezilenlerin birliğidir" dedi.

"Türk egemen sistemi yıllarca Kürt özgürlük mücadelesiyle Alevilerin eşitlik mücadelesinin birleşmemesi için elinden geleni ardına koymadı. Kimi zaman tarafları bir birine karşı kışkırtma yoluna gitti" diyen Tuğluk, iktidarın bunu yapmasının nedenini Kürt özgürlük mücadelesiyle, Alevilerin eşit yurttaşlık mücadelesinin aynı anlama geldiğinin bilincinde olması olarak değerlendirdi.

Tuğluk ortak mücadelenin önemine değindiği konuşmasının devamında Kürtlerin ve Alevilerin mücadelesinin bir olduğunu ifade ederek, "Mevcut durumda  iki mücadele arasında belirli bariyerler olduğu gerçek. Kuşkusuz bunda herkesin olduğu gibi bizimde payımız var. Ancak bunu aşmalıyız, aşmak zorundayız. Ortak mücadele etmeliyiz. Çünkü bu inkarcı ve imhacı sistemin yöneldiği iki temel hedef var; Kürtler ve Aleviler. Ve Kürtlere yıllardır uygulanan inkar ve imha konsepti Selçuklu'dan Osmanlı'dan bu yana aynen Aleviler'e de uygulanmıştır" diye konuştu. 

Alevi kimliğinin Selçuklu'dan Osmanlı'dan bu yana ağır baskı görerek yok edilmek istendiğini kaydeden Tuğluk, Alevilerin yine yüz yıllarca dağ köylerine mahkum edilerek dışlandığını ve içe kapanmaya zorlandığını söyledi. Alevi kimliğinin, inancının ve geleneğinin itibarsızlaştırılmaya çalışıldığına işaret eden Tuğluk, "Alevi kimliği ve inancı inkar edildi. Kabul edilmeyerek asimilasyon politikaları uygulandı. Sistemin Aleviler üzerindeki baskısı salt inkar ve asimilasyon politikaları ile sınırlı kalmadı. Bizzat Alevilerin varlığına kastedildi. Aleviler inkar politikalarının yanı sıra büyük askeri seferlerle toplu katliamlara, vahşetlere maruz kaldı. Alevilere karşı yoğun imha pratikleri uygulamaya konuldu. Selçuklu'dan Osmanlı'dan bu yana Alevilere inkar ve imha pratikleri uygulandı" dedi.

Alevilerin maruz kaldığı bu politikaların cumhuriyet döneminde de devam ettirildiğini kaydeden Tuğluk, "Selçuklu'dan Osmanlı'dan elen bu tarihsel, geleneksel bakiye cumhuriyet rejimine geçilmesiyle birlikte devralınarak bu defa inkar ve asimilasyon politikaları modernist kılığa büründü. Kapitalist modernitenin ulus devlet aygıtı Alevilere karşı uygulanan politikaları devam ettirildi. Kapitalist modernitenin ulus devlet aygıtı ve paradigması topluma yönelik bir saldırıdır. Ulus devlet inşası mutlak iktidar eliyle devletin merkeziyetçilik ve tek tipleştirme temelinde kendi ulusunu yaratma pratiğidir. Türkiye Cumhuriyeti ulus-devlet aygıtı da kapitalist moderniteye büyük bir bağlılıkla inşa edilmiştir.Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti de kendi ulusunu yaratma yoluna gitmiş, homojen bir toplum tasarımını pratiğe dökmüştür" diye konuştu.

Türkiye Cumhuriyeti ulus-devletinin sadece Kürt halkı için değil Alevi toplumu için de inkar ve imha politikalarını yoğun biçimde sürdürdüğünü vurgulayan Tuğluk, Selçuklu'dan bu yana hakim olan zihniyetin Alevi inancına yönelik tahammülsüzlüğünün devam ettiğini ifade ederek, Cumhuriyet rejimi ile birlikte, modern ulus yaratma girişimlerinin tekçi bir mantık üzerinden kurgulanarak Türk-İslamcı bir hat üzerinden yürütüldüğünü kaydetti. 

Tuğluk, "Türkiye Cumhuriyeti'nin katı modernleşme pratiklerinin "devlet dini" oluşturma çabasının Türk-İslam parolasında vücut bulduğunu ifade ettiği konuşmasını, "Türk-İslam anlayışından ne kastedildiğini, bugün değin uygulanan devlet politikalarından ve kavramın yapı sökümünden anlamak mümkün. Bugüne kadarki uygulamalar açık bir biçimde göstermiştir ki, ‘Türk’ vurgusuyla diğer etnik grupların varlığı, ‘İslam’ denilerek de diğer inançsal gruplar varlığı reddedilmektedir. Yani modern Türkiye Cumhuriyeti ulus-devleti Türk-İslam kavramındaki ‘Türk’ sözcüğü ile devletin ulusunu, ‘İslam’ sözcüğü ile de devletin dinini inşa etmeye yönelmiştir. Dolayısıyla ulus-devletin tek tipleştirme politikalarının iki temel ayağı konumundaki Türkleştirmek ve İslamlaştırmak inşa edilmek istenen toplumun niteliğini göstermektedir. Ancak burada hemen bir parantez açmakta fayda var. Bu politikalar, erken cumhuriyet döneminde uygulandığı biçimiyle, mütedeyyin Sünni Müslüman yurttaşlarımızın dinine de sert bir müdahaledir. Bu yaklaşımla “devlet dini” oluşturma gayretiyle Müslümanlık şekillendirilip kontrol altında tutulmak istenmiştir.

Homojen bir toplum yaratmak adına uygulamaya konan sosyal mühendislik projelerinde, toplumun inançsal, kültürel, etnik zenginliği hedef tahtasındadır. Türkiye Cumhuriyeti ulus-devletinin bu projeleri neticesinde de Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile Alevilerin dergahları kapatılmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı kurularak devlet dini temelinde, Alevi inancı kamusal alandan çıkarılmıştır. Zorunlu din dersleri getirilerek Alevi çocuklara zorla Sünni-Hanefi inancı öğretilmiştir" diye sürdürdü. 

Alevilerin toplumsal hayat içerisinde maruz kaldıkları politikalara da değinen Tuğluk sözlerini şöyle sürdürdü: "Kürtler ve Aleviler ise hiçbir zaman bu ülkenin eşit ve asli yurttaşları olarak görülmemiştir. Hatta öyle ki ülkenin müesses nizamı yıllarca korku politikalarının temeline 4K’yı yani Kürt, Kızılbaş, Komünist, Kadın kategorisini yerleştirmiştir. İç mihrak olarak tanımlanan bu kategoriye karşı kırmızı alarm seviyesinde olunmuştur. Devlet aklında Kürt ile Alevi tehlikeli, hem Kürt hem Alevi ise çok tehlikeli konumunda olmuştur. Yaratılmak istenen ideal yurttaş prototipinin önündeki en büyük engel olarak görülmüştür.

İşte bu nedenle, Kürt hareketi ile Alevilerin buluşması istenmemiştir. Oluşturulmak istenen ideal vatandaş tipolojisi ve devletin ulusu için Kürt ve Alevi birlikteliği korkulu rüya olmuştur. Hatta bunun için yani Alevilik ile Kürtlük arasındaki bağı koparmak için 'Anadolu Aleviliği' ve 'Anadolu İslam’ı' gibi kavramlar uydurulmuştur. Bu kavramlarla söylenmek istenen açık: 'Alevilerin hepsi Türktür, Kürtler Alevi olamaz!' Amaç Alevilik’i Türklük etnik kimliğine sıkıştırmak suretiyle, 'farklı halklardan Alevi olmaz' iddiasının kamusal kabulünün sağlanmasıdır. Yani bu 'Anadolu Aleviliği', 'Anadolu İslam’ı' gibi kavramlar, Alevilik ile Kürtlük arasındaki bağı koparmak amacındadır! Evet, yıllarca Alevilik kılığında Türkçülük propagandası yapılmaktadır. Alevilik ile Kürtlük arasındaki bağ, yok edilmek istenmekte, Alevi hareketi ile Kürt hareketinin buluşması istenmemektedir!"

İnkar ve imha politikalarının Türk-İslam hattının son halkası olan AKP ile devam ettiğini belirten DTK Eş Genel Başkanı Tuğluk, AKP döneminde ileri demokrasiye geçildiği iddia edilmesine rağmen Alevi toplumu açısından dahi değişen bir şey olmadığını ve AKP eliyle şiddetlenerek devam ettiğini söyledi ve ekledi: “Çünkü 12 Eylül’ün paltosundan çıkmış AKP zihniyeti de, Türk-İslam sentezinin katı bir uygulayıcısı. Kemalist zihniyet ve onun neo versiyonu olan AKP’nin, Kürt sorunu ve Alevi toplumuna yaklaşım hususundaki politikaları zıt değil, bilakis paraleldir. Zaten AKP zihniyetinden farklı bir şey beklemek de saflık olur. AKP yöneticileri ve başbakan farklı inanç gruplarının isimlerini küfürmüş gibi kullanıyor. Kötü bir sözcükmüş gibi, hasımlarına sarf ediyor. Güya aşağılamak maksadıyla Ezidi diyor, Zerdüşt diyor, Alevi diyor! Bu açıkça bir nefret suçudur. Ve bunun da ötesinde, AKP’nin zihinsel arka planı ele vermesi açısından ibretliktir. Bu ülkede Aleviler, yıllarca nefret kusan, zehir saçan, her satırında ve sözcüğünde aşağılayan o efendi diline maruz kaldılar. Meydanlarda, seçim konuşmalarında adeta bir suçmuş gibi Alevi kimliğine sahip olanları güya ifşa ederek yuhalatan bir iktidardan, Alevi toplumunun sorunlarını çözmesi beklemek mümkün mü? Suriye’deki rejimi eleştirirken dahi mezhebine, Aleviliğe vurgu yapan bir iktidardan, gerçek anlamda bir Alevi açılımı beklemek mümkün müdür? Yargı reformu yapılırken ‘yargıyı Alevi tekelinden çıkaracağız’ mantığıyla hareket edenlerden samimi bir biçimde Alevi açılımı yapması beklenebilir mi? Sivas’ta insanları diri diri vahşice yakanların davasının zamanaşımına uğramasından sonra 'hayırlı olsun' diyen bir zihniyetten gerçekten de inanç özgürlüğünü sağlaması, cemevine ucube deme cüretini gösterenlerden Alevilerin eşit yurttaşlık haklarını savunması beklenebilir mi? Valilerinin Alevi katliamlarına ilişkin anmalarını yasaklayan bir hükümetten samimiyet umulabilir mi?"

AKP Hükümeti'nin, kendi Alevi’sini yaratmak istediğinin altını çizen Tuğluk, AKP'nin samimiyet sınavından geçemediğini söyledi. Tuğluk Alevilerin taleplerini dile getirdiği konuşmasının devamında, "AKP, tüm bunlar yetmezmiş gibi, şimdi de Türk-İslam sentezi temelinde gelecek nesilleri planlamak istiyor. ‘Dindar nesiller’ yetiştirmekten söz ediyor. Buradan soruyorum: dindar denirken kastedilen nedir? Alevi yurttaşlarımız kendi çocuklarına kendi inançlarının eğitimini dahi veremezken, siz devlet motivasyonuyla ne türden bir ‘dindar’ nesil yetiştireceksiniz? Hangi dinsel inanç temelinde, neye göre dindar bir nesil yaratacaksınız? Kastettiğiniz Türk-İslam sentezinin yeni versiyonunun yeni pratikleri midir? Açıktır ki dindar nesil yetiştirme hedefi, yeni devlet dini tanımlamasıyla yeni bir asimilasyon dalgasının habercisidir. Bu söylemin altında Aleviler için yeni bir asimilasyon politikası vardır. Bu tür söylemler Alevi yurttaşları tedirgin etmektedir" dedi. Ve Adıyaman’da, İzmir’de, Erzincan’da, Antep’te, Didim’de ve son olarak İstanbul’da Alevilerin evlerinin işaretlenmesinin Maraş'ı, Çorum'u hatırlattığını ve bu tedirginliğin yersiz olmadığını söyledi.

"Aleviler tedirgin olabilirler ancak asla çaresiz değillerdir" diyen Tuğluk konuşmasını şöyle tamamladı:"Alevi mücadelesiyle Kürt halkının mücadelesi aynı yoldur. Kürt özgürleşmeden Alevi özgürleşmez. Alevi özgürleşmeden Kürt özgürleşmez. Bizler, bir tarafta Türk’ün Kürt’e üstünlüğünü savunanlara karşı, diğer tarafta Sünni’nin Alevi’ye üstünlüğünü savunanlara karşı, tüm inançsal-kültürel-etnik farklılıkların bir arada, eşitçe yaşamasının mücadelesini veriyoruz. Ve bunun adına demokratik özerklik diyoruz. Bizler herkese demokratik özerklik istiyoruz. Gelin canlar bir olalım."

Tuğluk'un konuşmasının ardından DTK Başkanlık divanından Nurhayat Altun, konferansta alınacak kararların sürece katkı sunacağını ifade etti.

Birçok Alevi dedesi ve kurum temsilcilerinin de katılımıyla gerçekleşen konferans verilen aranın ardından basına kapalı olarak devam ediyor.