Kritik süreç-Selahattin Erdem
Kritik süreç-Selahattin Erdem
Kritik süreç-Selahattin Erdem
Bu belirleme İmralı’da yeni bir süreç başlatmaya çalışan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a ait. Aynı zamanda ‘Tarihi bir süreç’ de deniyor. İmralı kayalığında iğne ucuyla kuyu kazarcasına yeni bir umut, yeni bir barış ve demokratik çözüm süreci geliştirilmeye çalışılıyor. Ancak zemin o kadar kaygan, engel o kadar çok ki, ne olacağını kimse bilmiyor. Süreci kritik ve tehlikeli kılan bu.
Önce Kürt direnişi karşısında başarısız kalan AKP Hükümeti tarafından İmralı’da Kürt Halk Önderi ile diyalog kapıları açıldı. Ardından cezaevlerindeki açlık grevlerinin sona erdirilmesi gereği fırsat bilinerek tartışmalar başlatıldı. İlk BDP milletvekili heyetinin görüşmesiyle hem kararlılık mesajları verildi, hem de görüşmeler açık edildi. Sonrası biraz sancılı geçse de, ikinci milletvekili heyeti ardından Kürt Halk Önderi’nin mektuplarının BDP ve PKK’ye ulaştığı basına duyuruldu.
Şimdi sadece Türkiye siyaseti değil, Türkiye ile ilgili tüm dünya siyaseti bu olayı tartışıyor. İmralı’dan çıkan umut mektuplarını taşıyan BDP heyetleri Avrupa ve Güney Kürdistan’ın yolunu çoktan tutmuş bulunuyor. Bugünlerde TV ekranlarına en çok çıkanlar, bir zamanlar ekran yasağı yaşayan BDP milletvekilleri oluyor. Bir yandan mektuplar izlenirken, diğer yandan Oslo görüşmelerinde olduğu gibi İmralı görüşme tutanakları da basına sızdırılmış bulunuyor. Bu durum siyaset tartışmalarını çok daha hareketli hale getirmiş görünüyor.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan gönderdiği mektupların yeni bir yol haritası olduğu kesinleşmiş bulunuyor. Yol haritasının amaçları bile basına yansımış durumda. Bilindiği gibi, ilk kapsamlı yol haritasını Kürt Halk Önderi 15 Ağustos 2009’da AKP Hükümetine verdi. Bu, oldukça kapsamlı, derin, somut ve çözümleyici görüşler içeriyordu. İkinci yol haritası Mayıs 2011’de üç protokol halinde hazırlanıp hükümet ve PKK’ye sunuldu. PKK Yönetiminin “Evet” demesine rağmen, AKP Hükümetinin protokollere “Hayır” demesi Temmuz 2011’den sonraki savaşı doğurdu.
Şimdi bu, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın barış ve demokratikleşme için hazırlayıp sunduğu üçüncü ve sonuncu yol haritası oluyor. Sonuncu olduğu için de, Kürt Halk Önderi tarafından “Mutlaka başarıya ulaşması gerekir” görülüyor. Bundan önceki iki deneyimden ders çıkarılarak bu üçüncü yol haritasının çok daha dengeli ve çözümleyici hazırlandığı anlaşılıyor. Görüşme yapanlar, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çözüm yaratmakta son derece net, kararlı ve ısrarlı olduğunu söylüyor.
Kürt Halk Önderi gibi diğer Kürt taraflarının da baştan beri birlik halinde çözümden yana olduğu biliniyor. Görüşmeler başladığından beri BDP’nin son derece yapıcı davrandığı ve gelişmelerin olumlu yönde seyretmesi için seferber olduğu ortada. Üzerindeki her türlü baskıya rağmen bu tutumunu kararlılıkla sürdürüyor. Kamuoyu tarafından PKK’nin ne diyeceği merakla beklense de, PKK yönetimi tarafından karar merci olarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan birçok kez belirtilmiş bulunuyor.
Kürt tarafı birlik içinde ve mevcut gelişmelerden yana olsa da, Türkiye siyaseti aynı birliğe sahip ve çözümden yana görünmüyor. Medyanın da ifade ettiği gibi, adeta toz duman. Terbiye sınırlarını da aşan bir histerik saldırganlık içinde. Kuşkusuz bu durumun çok önemli bir sorumlusu AKP! Çünkü, her ne kadar AKP sözcüleri geri adım atılmayacağını ve bu yolda yürümeye devam edeceklerini söyleseler de, bu konuda yeterince net, kararlı ve cesur görünmüyorlar.
Bu durum AKP’ye dönük güveni sarsıyor. Çünkü ne üslûbu, ne de zihniyeti çözümleyici görünmüyor. AKP yönetimi baldıran zehiri içmekten, barış için her türlü bedeli ödemekten söz ediyor, fakat barışın ve çözümün esası olan Kürt halk varlığını bile halâ açıktan ve cesurca kabul ettiğini söyleyemiyor. Deyim yerindeyse hem nalına hem mıhına vuruyor. Alışılmış inkârcı ve milliyetçi söylemi tam aşamıyor. Eğer Türkiye toplumunun kafası karışıksa, eğer CHP ve MHP sözcüleri bu kadar pervasızca AKP’ye saldırıyorsa, bunun önemli bir nedeni AKP’nin bu muğlâk ve ürkek tutumudur. Faşist milliyetçilik bu tutumdan cesaret alarak bu denli saldırgan hale geliyor.
Bu noktada CHP ve MHP, Türk faşist milliyetçiliğinin ne kadar saldırgan ve ölçüsüz olduğunu çok net bir biçimde ortaya koyuyor. Bundan dolayı çok kimse MHP’yi sorumlu tutmuyor. Çünkü MHP gerçeği biliniyor. Baştan beri faşist milliyetçi çizgide gelişiyor ve devletin faşist çekirdeği tarafından sürekli en karanlık işlerde kullanılıyor. 1970’li yıllardaki kontrgerilla güdümlü faşist terörü hatırlayalım. 1981’deki Papa suikastını ve benzer profesyonel faşist terörü göz önüne getirelim. Aslında devletin faşist çekirdeği dışında başka bir MHP’nin olmadığını rahatlıkla görürüz. Kürt katliamlarının önemli bir kısmını da bu zihniyetle onların yaptığını çok iyi biliyoruz.
Burada esas CHP üzerinde durmak gerekiyor. Gerçi denebilir ki, devletçi MHP böyleyse, bu devleti kuran CHP nasıl olacak? Onun da ikinci ya da maskeli MHP olacağı açık. Fakat 1950’den sonra sözde değişim geçirmişti. Ortanın solu, sosyal demokrat, demokratik sol olmuştu. Kemal Kılıçdaroğlu yönetimiyle katı ulusalcı çizgiyi aşıp sözde demokratik bir yapı kazanmıştı.
Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesi yönündeki çabalar ve bu yönde başlatılmaya çalışılan yeni süreç, CHP gerçeğini çok daha iyi aydınlattı. Aslında CHP içindeki bazılarının MHP’den daha faşist ve saldırgan olduğu ortaya çıktı. Kürdü inkâr eden zihniyetin esas olarak CHP’ye ait olduğu görüldü. Aslında karmakarışık durumda. Kendisinin sürece katılmadığından söz ediyor. “Gel katıl” denince de reddedip her türlü hakarette bulunuyor. Sözde Kürt sorununu çözmesi için AKP’ye kredi vermişti. Tutarlı veya tutarsız, ancak AKP’nin bu yönlü her türlü söz ve adımına sahip çıkıyor.
CHP deyim yerindeyse çizmeyi aşıyor. Bu kadar inkâr, hakaret ve saldırı kabul edilemez. Bu kadar Kürt düşmanlığı, barış ve demokrasi düşmanlığı sahibine hiçbir şey kazandırmaz. Sadece maskesini daha çok düşürür ve halktan daha çok tecrit olmasını getirir. Nitekim yaşadığı durum da budur. Mevcut yaklaşımlarıyla tüm halk tarafından CHP daha iyi tanınacak ve tecrit edilecektir.
Siyaset dünyası bunları yaşarken, gerçeği daha çok netleştiren iki olay daha yaşanıyor. Biri Türk ordusunun askeri operasyonları daha da yoğunlaştırmasıdır. Öyleki, basına yansıyan haberlere göre Kürdistan’da her gün askeri operasyon var. Sınıra askeri yığınak kesintisiz devam ediyor. Güney Kürdistan’da PKK gerillasının üslendiği alanlar gece ve gündüz topa tutuluyor, savaş uçakları tarafından vuruluyor. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın ifade ettiği gibi, Kandil’e bir yandan mektup, diğer yandan savaş uçağı gönderiliyor. Süreci kritik yapan işte bu durum oluyor.
Acaba bu neden böyle? Ordu veya içindeki bir kesim AKP Hükümetine rağmen mi bunu yapıyor? Eğer böyleyse durum ciddi demektir. Yoksa söz konusu askeri saldırılar hükümet emriyle mi oluyor? Eğer böyleyse durum daha da ciddi demektir. AKP’nin “Çözüm süreci” bu durumda Kürt katliamı anlamına gelmektedir. İmralı’da ilk tartışmalar yapılırken Paris katliamı yaşandı. Kürt tarafına mektuplar giderken de uçak saldırıları oluyor. KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı’nın belirttiği gibi, “Baskı ile mektuplara evet dedirtme” çabası oluyor bu. Elbette çok tehlikeli ve katliamcı yaklaşımdır bu. Kürtler bunu iyi görmeli ve asla rehavete kapılmamalıdır.
Güncelde yaşanan ikinci olaysa kadınların görkemli 8 Mart kutlamalarıdır. Kürt kadınları meydanları dolduran duruşlarıyla Türk siyasetinin çözümsüzlüğüne medyan okumaktadır. Kürt halkının çözüm gücünü ve Önder Abdullah Öcalan’a bağlılığını netçe ortaya koymaktadır. Paris’te katledilen üç kadın devrimciye atfedilen bu yılki 8 Mart kutlamalarının tüm yılları aşacağı anlaşılmaktadır.
Başta Sara, Rojbin ve Ronahi olmak üzere tüm kadın özgürlük şehitlerini saygıyla anıyor, tüm kadınların 8 Mart özgürlük bayramlarını kutluyoruz!..
*Bu yazı Yeni Özgür Politika gazetesinin bugünkü sayısında yayınlandı.