‘Köye dönüş yolu açılsın’
‘Köye dönüş yolu açılsın’
‘Köye dönüş yolu açılsın’
Kürt özgürlük mücadelesinin yoğunlaştığı 1990'lı yıllarda Kürdistan'da vahşet boyutuna varan uygulamalara yönelen devletin; Askerlerin postalları altında ezdiği, yiyeceklerini, eşyalarını tarumar ettiği, hayvanlarını telef ettiği ve yakıp yıkarak boşalttığı binlerce köyden birisi de Mardin’in Kızıltepe ilçesine bağlı Xurs (Uluköy) köyü.
Xurs köyüne yönelik devletin zulmü 12 Eylül darbesi ile birlikte başladı. Darbeden hemen sonra Xurs köyünde onlarca kişi gözaltına alınarak tutuklanıp cezaevine kondu.
Cezaevine götürülenler arasında olan Mahmut Yalçınkaya (60) “10 yıl boyunca Diyarbakır zindanında maruz bırakıldığımız insanlık dışı darbe uygulamalarıyla bu defa tahliye olduktan sonra geldiğim köyümde karşılaştım” diyor.
1990lardaki durumu “her seferinde PKK'liler var gerekçesiyle askerlerce basılan Xurs Köyünde 'İnsanlar toplu halde falakadan geçiriliyor, hayvanlar telef ediliyor, eşyalar baltalar ile parçalanarak yiyecekler yakılıyordu” şeklinde anlatan Yalçınkaya köyden 1993 Ağustos ayında birlikte gözaltına alındığı üç kişi ile götürüldüğü Kızıltepe Jandarma Komutanlığında katledilmek istendi.
Gözaltında altmış dokuz gün işkence edildikten sonra 93 yılı Ekim ayında köyüne dönen Mahmut Yalçınkaya köyün yakılmış yıkılmış manzarası ile karşılaştı.
Yanında eşi ve dört çocuğu ile birlikte binlerce Kürt gibi göç yollarına düştü. Geldikleri metropol kentin yoksul kırsal bölgesine yerleşen Yalçınkaya ailesi tarım işçiliği yaparak yıllarca naylon çadırda yaşadı.
Şu anda yaşadıkları İzmir'in Gaziemir ilçesinde özlemini duydukları köy yaşamını sürdürmeye çalışan ancak 'şehir koşullarında bunu sürdürmekte zorlanan Yalçınkaya ailesi başlayan 'Çözüm ve diyalog' sürecinden beklentilerinin 'Kanın durması, barışın gelmesi ve zorunlu olarak sürüldükleri kent yaşamından kurtularak köylerine dönmek' olduğunu söylüyor.
'KÖYÜME DÖNDÜĞÜMDE DİYARBAKIR ZİNDANINDAKİ UYGULAMALAR İLE KARŞILAŞTIM'
Diyarbakır cezaevinde 10 yıl kaldıktan sonra 90'lı yılların başında tahliye edildiğini aktaran Yalçınkaya köylerinin yakıldığı dönemi şöyle anlattı: “Cezaevinden tahliye olup köye geldiğim dönem baskıların da artmaya, artık çığırından çıkmaya başladığı bir dönemdi. 92 yılında bir gün etrafımızda bulunan Heftéxuha (Yedikardeş) ile Meşkina (Erdemli) köylerinin ablukaya alındığını gördük. Ablukaya alınan köylerden kadınların, çocukların çığlıkları yükseliyordu. Bunun üzerine Xurs köyünden toplu halde bu köylere doğru yürümeye başladık. Köylere yaklaştığımızda askerlerin ellerindeki baltalar ile köylülerin eşyalarını kırdıklarını gördük. Buzdolaplarını, televizyonları dışarı atarak baltalarla kırıyorlardı.
Köylere yaklaşırken üzerimize ateş açıldı. Bunun üzerine köyümüze doğru çekildik, Köy meydanında toplandık. Evlerimize girmedik çünkü evlerimize dağılsaydık askerler tek tek basarak bizleri işkenceden geçirir; kadınları taciz eder, eşyalarımızı kırıp dökerlerdi. Bunu daha önceki tecrübelerimizden biliyorduk.
Köyden sivil toplum kuruluşlarına yardım istemek için haber göndermemiz gerekiyordu. Köyün bir yaşlısını kalp krizi geçirmiş gibi araca bindirdik, ve Mardin merkeze gitmemiz gerektiğini söyledik, O zaman önümüzü bir komutan kesti ve bize izin verdi. Önümüzü kesen komutanın daha sonra JİTEM tarafından öldürülen Yarbay Rıdvan Özden olduğunu öğrendik.”
Yarbay ‘bize sizlerin PKK li sakladığınız ve isyan ettiğiniz söylendi’ dedi. Biz ona öyle bir şeyin olmadığını söyledik. Bunun üzerine beni yanına alarak köye geldi ve askerleri geri çekti.”
'KAPIDAKİ KÖPEĞİMİ KURŞUNLARLA PARÇALADILAR'
Bir sabah köyün ağır silahlarla adeta kurşun yağmuruna tutulduğunu söyleyen Yalçınkaya askerlerin kendilerini zorla evlerinden çıkarıp evlerini yaktığını anlattı. Ahırların da içindeki hayvanlarla birlikte yakıldığını belirten Yalçınkaya avludaki köpeğini de tarayarak paramparça ettiklerini belirtti.
'GERİLLLA CESETLERİ YERLERDE SÜRÜKLENDİ'
Bütün köyün falakaya yatırıldıktan sonra köy okulunun bahçesinde toplandığını askerlerin kimi gençleri yüzüstü yere yatırarak sırtlarında tepindiklerini anlatan Yalçınkaya “O sırada ikisi kadın üç gerilla cesedini sürükleyerek, insanlık dışı bir şekilde köy meydanına getirdiler Köyün bir yaşlısının ‘bu şekilde davranmanız günahtır' diyerek tepki gösterince askerlerce sopalarla dövüldü” dedi.
Askerlerin oracıkta bir çukur kazarak üç gerillayı toplu halde çukura gömdüklerini kaydeden Mehmet Yalçınkaya şunları anlattı: “Ertesi gün köye gelen dönemin DEP Milletvekilleri Mehmet Sincar, Zübeyir Aydar ve beraberlerindeki heyet ile birlikte cenazeleri çukurdan çıkararak dini vecibelere uygun olarak gömdük”
'KIZILTEPE JANDARMA KARAKOLU BİZLERİ KATLETMEK İSTEDİ'
Yalçınkaya daha sonra yaşananları şöyle anlattı: “Köyümüz 93 yılı Ağustos ayında tekrar basıldı. Benimle birlikte Emin Aslan, Mahmut Aslan ve Abdurrahim Aslan isimli köylüleri de alarak Kızıltepe jandarma karakoluna götürdüler. Biz götürülürken köyden feryatlar, imdat sesleri yükseliyordu. Kızıltepe Jandarma karakolunda serbest bırakıldığımıza dair kağıt imzalatıp tekrar nezarethaneye attılar. Artık öldürüleceğimizi anladık.
Nezarethanedeki küçük bir delikten karakol inşaatında çalışan bir işçiye sesledik. Ona hemen köyümüze ve dönemin DEP il başkanı Mehdi Aslan'a ulaşarak burada bulunduğumuzu ve öldürüleceğimizi söylemesini istedik. Mehdi Aslan'a haber gittikten sonra yapılan başvurular üzerine bizleri Mardin Alay komutanlığına götürdüler. Burada 69 gün boyunca işkenceden geçirdiler.
'ACI GÖÇ YOLCULUĞU BAŞLADI'
Ekim ayında köye döndüğümüzde köy yakılıp yıkılmıştı. Kızıltepe ilçesine geldik o kışı orada geçirdik 94 ilkbaharı ile birlikte metropollere doğru acı göç yolculuğumuz başladı.
Bursa'ya geldik, bir naylon çadır açarak tarım işçiliği yapmaya başladık. Karlı havalarda, yazın kavurucu sıcağında, tuvaleti suyu banyosu olmayan bu çadırlarda yıllarca yaşadık.”
Mahmut Yalçınkaya'nın bıraktığı yerden anlatmaya başlayan eşi Emine Yalçınkaya (55) “O naylon çadırlarda neler çektik? Dört çocuğuma nasıl baktım? Bunu dile getirmem çok zor” diyerek şunları söyledi: “Yıllarca orman ve tarım işçiliği yaptık, çocuklarımı bu yüzden okutamadım. Daha sonra İzmir'e gelerek Gaziemir ilçesine yerleştik. Burada da çocuklarım garsonluk ve tekstil işçiliği yapıyor.”
Başlayan 'çözüm ve diyalog' sürecinden memnuniyet duyduklarını da sözlerine ekleyen Emine Yalçınkaya şunları kaydetti: “Şehir hayatına hiç alışamadık. Köydeki yaşama duyduğumuz özlem nedeniyle tandır yaptırdık. Küçük bir ahırda hayvan besliyoruz, Köyden getirttiğimiz fidanları bahçemize ektik. Her gün onlara bakarak, koklayarak avunuyoruz. Köyümüze olan özlemimizi gidermeye çalışıyoruz.”
Köylerine dönüş yapmak istediklerine vurgu yapan Emine Yalçınkaya sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Barış olmasını, aramızdaki bu kavganın artık bitmesini istiyoruz. Biz de bu sürecin sonunda uyum sağlayamadığımız şehir hayatından kurtularak köyümüze, bağımıza bahçemize kavuşmak istiyoruz.”