Kopenhag 'Türk' kriterleri-Mahmut Şakar

Kopenhag 'Türk' kriterleri-Mahmut Şakar

Danimarka'da 18 Eylül 2012 tarihinde 8 Kürdün gözaltına alınması ve sonrasında yaşanan gelişmeler Kürt basınında hak ettiði yeri bulamadı. Oysa Danimarka polisi bir basın toplantısıyla bu gözaltıları, basın ve kamuoyuna bir başarı öyküsü olarak sundu. Ýşin aslını araştıran, Kürt toplumunun bu olay karşısında neler yaşadıðına dönüp bakan olmadı O cenahta. Söylemeye gerek yok zaten, Türk basınının 'etekleri zil çalıyor'du.

Bu ülkede bir süredir vuku bulan olayların üzerinde ciddiyetle durulması lazım. Yaşananların yeni ve ilk olduðunu iddia etmiyorum aksine başka bazı ülkelerde de denenmiş bir takvim burada da yürürlüðe konuluyor. Kopenhag'a kısa bir ziyarette yaptıðım gözlemler Kürt toplumuna yönelik NATO'nun kararı, Danimarka ve Türk güçlerinin ortak yürüttüðü saldırının geldiði noktayı anlamama yol açtı.

Konuya açıklık getirmeden, başta şunu ifade etmem gerekiyor. Danimarka'daki Kürt toplumu özellikle 99'dan bu yana gerek kurumsal örgütlenmelerinde gerekse de gerçekleştirdikleri eylem ve etkinliklerde bugüne kadar Danimarka polisi ile herhangi bir sorun yaşamamış, her etkinlik başvurusu anında kabul görmüş, ülkenin politik ve sivil kurumları ile ilişkili ve yakın olmuştur. Toplum ve siyasal cenahtan buradaki Kürt toplumuna yönelik herhangi bir rahatsızlık yaşanmamıştır.

SALDIRININ BAŞLANGICI ROJ TV DAVASI

Saldırı konseptinin başlangıcını bilindiði gibi ROJ TV’ye yönelik açılan dava oluşturuyor. Bu davanın nasıl bir siyasal iklim içinde başladıðını zaten Wikileaks belgeleri yeterince izah ediyor. Hem ROJ TV'ye yönelik kapatma davasının iddianamesi hem de bu davanın pratik yürütülme biçimi, Türkiye'nin verdiði ve işaret ettiði konulara odaklanması, 'itirafçıları' bir hukuki mekanizmaymış(!) gibi işin merkezine oturtması ve daha pek çok olgu aslında Türk bakışının savcılık makamında oturduðunu ve bilfiil bu davayı baştan sonra yürüttüðünü ortaya koymaktaydı. Sadece politik ve ekonomik boyutuyla deðil aynı zamanda adli olarak da Türk devleti bu saldırı konseptinin merkezine oturmuş durumda.

ROJ TV ve sonrasında olası tüm hukuki saldırılara zemin hazırlanması için öncelikle olan bitenin 'terör' eksenine oturtulması gerekiyordu. Yasalara göre mahkeme, terör örgütü olup olmadıðına kendisi karar vermeliydi. Bu durum ROJ TV davasının başlangıcında çabucak karara baðlandı. Danimarka Ýstihbaratının bir 'uzmanı'na hazırlatılan raporla Kürt siyasal hareketi 'terör' ile yaftalandı. Bir şehir mahkemesi, bir gizli servis raporuna dayanarak 30 yıl aşan bir politik mücadeleyi, Kürt halkının ve siyasetinin görüşlerine başvurmadan, terör örgütü olarak tanımlama hakkını kendisinde bulabildi. Ve ROJ TV davası da zaten bu olgu üzerine yerleştirilmiş ve propaganda yaptıðına hükmedilerek para cezasına mahkum edilmişti. Dava şu an temyiz vesilesiyle Eyalet Mahkemesinde görülemeye devam ediliyor.

YENÝ BÝR SUÇ TÝP YARATILIYOR

Bu ilk ana adımdan hemen sonra, bu ülkede tanınan, sevilen, iş ve sosyal yaşamda bilinen şahsiyetlerin ev ve işyerlerine baskın düzenleyerek 8 Kürt şahsiyeti gözaltına alınıyor. Gözaltına alınma gerekçesi de şu; 'Terör Örgütü' olarak tanımlanan PKK'nin propagandasını yaptıðı iddia edilen ROJ TV'ye maddi yardım toplamak...Yani suyunun suyunun suyu misali...

Ýşin daha garip bir yanı da var: Ýçerde olan şahsiyetlere (isimlerini yazamıyoruz çünkü mahkeme yasaðı var) yönelik para toplama iddiası 2009-2010 yıllarına denk geliyor. Ýsnat edilen suçun işlendiði tarihler bunlar. Ama gelin görün ki bu tarihler arasında (iddia doðru olsa bile) ROJ TV hakkında herhangi bir mahkeme kararı bulunmuyor. Defalarca Radyo Televizyon Üst Kurulu'na şikayet edilmiş ama bu kurum her defasında ROJ TV yayınlarında bir suç görmemiştir. Yani, para toplamayı yasadışı kılan bir durum yok ortada. Danimarka lisanslı bir TV'ye yardım toplanması, iddia edilen tarihler arasından gayet normal bir durum...

Tabi savcılık devam ediyor, ROJ TV'ye aktarılan paranın bu kurum üzerinden PKK'ye aktarıldıðını da iddia ediyor. Toplandıðı iddia edilen para miktarı günlük deyimle söylersek TV'nin 'dişinin kovuðuna sıðmıyor'. Yani toplanan paralar TV'nin yıllık giderini karşılamıyor bile. Nerde kalmış ki, para artacak ve PKK'ye aktarılacak. Giderler ortada, faturalar vs...

HALK MECLÝSÝ HEDEFTE

Ama savcının hayal gücü burada durmuyor. Avrupa'da yaşayan Kürtlerin yakınen bildiði, en küçük bir taramada bile yüzlerce Avrupa şehrinde 'Halk Meclisi' adı altında Kürt toplumunun sivil örgütlenmelere gittiði görülebilir. Yereldeki Kürtler biraraya gelerek kendi ihtiyaçlarına paralel, yerel özgünlüklerini de hesaba katan oluşumlarına giderler. Bu kurumlar yerel otoritelerle muhatap olur, sivil kurumlarla, politik parti ve şahsiyetlerle ilişkiye girer, entegrasyon ve benzeri sorunlarla uðraşır, Kürt dili ve kültürü üzerine çalışmalar yapar. Bu kurumun Danimarka'da da kurulması için uzun zamandır hazırlıklar vardı. Nihayetinde ROJ TV kararının verilmesinden sonraki bir tarihte bir okulun salonu tutuluyor, yereldeki tüm Kürt şahsiyetlerine telefonla, maille veya bizzat giderek davet de bulunuyor, dostlar çaðrılıyor, ilanlar veriliyor. Nihayetinden toplantı gerçekleşiyor, seçimler yapılıyor ve halk meclisinin kuruluşu kesinleşiyor. Basında da haber olarak yer alıyor.

Bizim savcı tüm bu hikayeyi nasıl yorumluyor? ROJ TV'den sonra para toplama olanaðı kalmıyor, para toplamak için özel bir illegal birim oluşturuluyor. Üstelik adına da 'Kürt parlamentosu' diyor. Böyle 'davul zurna çala çala' illegallik mi yapılır ?

Bu iddialarla gözaltı kararını verip soruşturma başlatabilmek için bir savcının ancak örneðine KCK iddianamelerinin cemaatçi savcılarında bulunabilecek bir gözlüðe, zihne ve hastalıklı bakışa sahip olması gerekir. ROJ TV davasında da görüldüðü gibi bu soruşturma da Türk devleti ve yargısının gözüyle, aklıyla yapılıyor. Başka türlü zaten böyle bir soruşturma başlatmak da mümkün deðil.

GÖZDAÐI, TEHDÝT VE KORKUTMA

Tüm olan bitenler bununla sınırlı deðil. Bu gözaltılar ile birlikte yürüyen farklı bir yönelim de var. Öncelikle çok sert hatta saldırgan diyebileceðimiz bir usul ve öfkeyle ev ve iş yeri aramaları yapılıyor. Çocukların gözleri önünde, onları korkutacak tarzda daðıtıcı bir arama yapılıyor. Aynı şekilde dernekte insanlar olmasına raðmen kapı kırılarak içeri giriliyor ve daha sert bir tarzda daðıtılıyor.

Dernekte duvarda asılı bulunan Kürt halk Önderi Öcalan'ın fotoðraflarını gerekçe göstererek savcılıðın kapatma talebinde bulunduðunu da ifade edersem sanırım Türk izleri daha belirginleşecektir. Türk Konsolosu, derneðe yapılan baskından iki saat sonra polise başvurarak 'birlikte çalışma' talebinde bulunuyor. Bunu ifade ettikleri zaman derneðin tüm üye kayıtları, adres, telefon ve diðer belgelerine polis tarafından el konulmuştu. Bu durum dernek üyelerinde fişleme ve kaygıları yaratmamış da deðil tabi.

EKONOMÝK YIKIMA UÐRATMA

Kürt şahsiyetlerin gözaltına alınmasından hemen sonra ekonomik olarak da yıkıma uðratmayı hedefleyen uygulamalar sözkonusu. Mesela temizlik şirketi bulunan birinin hemen aldıðı işlerden vazgeçiliyor, Ýşyerleri sık sık vergi memurları gidiyor artık, bir başkasının bankada çalışan eşi işten kovuluyor, mahkemeye çıkarıldıklarında dışarıda toplanan kitle içinden bir genç Danimarka TV'lerine verdiði demeç sonrası, 'Danimarka'ya uygun biri olmadıðı' için hemen işinden kovuluyor.

Nerdeyse tüm esnafların Restorant ve imbislerine gidilmiş durumda. Gün ortasında, işlerin en yoðun olduðu zamanlarda, müşterilerin gözü önünde işyeri sahiplerinin ifadesi alınmak isteniliyor. Hatta üç-dört kez ifade vermemekte direnen bir işyerine yine gündüz vakti köpekleriyle girip, 'silah ihbarı' aldık arama yapacaðız deniliyor. Haliyle tüm müşteriler kaçarcasına çıkıyorlar oradan. Amaç içeride bulunan tutuklular aleyhine ifade almak, onların zorla para topladıklarına dair beyanda bulunmalarını saðlamak. Bunun için de ekonomi üzerinden tehtid oluşturmaktadırlar. Sözde hukuki açıdan ifade vermeye de mecbur olmadıkları halde... Bu yöntem ile birlikte sadece içeride tutulanlar deðil önemli bir esnaf kesim şimdiden ciddi ekonomik zarar görmüş durumdadır.

ARAMA KARARI DA YOK

Bu arada ne gözaltı esnasında ne de ev, işyeri ve dernek aramasında bir arama kararının olmadıðını da vurgulamam gerekiyor. Danimarka yasaları 'delillerin karartılması' ihtimalinin olduðu durumlarda polise izinsiz arama yapma yetkisini veriyormuş. Aynı saatte sekiz kişinin ev ve işyerine, derneðe yapılan baskının acil olduðunu herhalde akıl, izan sahibi kimse iddia etmez. Kaldı ki, soruşturma evraklarında bir hafta öncesinin tarihleri mevcut.

Bu davayla ilgili ilginç bir olgu daha söyleyeyim: Bu soruşturma kapsamında, Danimarka'da oturmayan ve hakkında arama kararı çıkarılan bir şahıs bura polisinin talebi üzerine Ýsviçre'de gözaltına alınıyor. Kendilerine önce 24 saat sonra da birkaç gün daha zaman veriliyor ve gerekçe isteniliyor. Danimarka polisi tarafından gönderilen ve söz konusu şahsın iadesi talep edilen yazıdaki gerekçelere bakan Ýsviçreli polisler bile şunu diyorlar: 'Biz bu belge ile hakimlerin karşısına çıkamayız. Siz suç olarak belirttiðiniz fiiller bizde suç deðil' ve gözaltına aldıkları şahsı serbest bırakıyorlar.

“BATMAN” KOPENHAG'DA

Bu operasyonun adını sona sakladım: BATMAN. Evet, Danimarka polisi, sivil ve yerleşik Kürt şahsiyetleri üzerinden, ülkesi dört parçaya bölünmüş ve zulüm altında olan bir halkın evlatlarına yönelik saldırısını böyle sembolize ediyor. Başta da dedim ya; bunlar tamamen 'Türk aklı'nın ürünü.

Bitirmeden şunu vurgulamalıyım; gözaltına olayı duyulur duyulmaz, etkinliklere gelmeyen, kenarda kıyıda kalmayı yeðleyen Kürtler dahi mahkeme önünde toplanmışlar. Her zamankinden daha kitlesel ve kararlı bir şekilde bu haksızlıða karşı durmuşlardır. Tüm bu baskılar ve yıldırmalar halkın gözünü korkutamamıştır. 1 Aralık'ta yapılan 'yıldönümü' etkinliðinin de hem kitlesel hem de son derece coşkulu geçmesi de bunun bir örneðidir.

Danimarka'da yaşananları daha önce Almanya'da, Fransa'da denenenlerin bir başlangıcı olarak görmek gerekir. Uluslar arası güç dengeleri gereði yapılan fiili saldırılar, ekonomik işbirliði ve ihale paylaşımıyla eş güdümlü yürümüş ve giderek Kürt toplumuyla Kürt siyasetinin kriminalize edilmesi ve izolesiyle sonuçlandırılmak istenilmiştir. Hukuk veya yasa şemsiyesi altında politik saldırılar kurgulanmış, Kürt toplumu baskı altına alınmıştır. Danimarka'da uygulanan bu bildik oyuna karşı duyarlı olmak gerekiyor. Bu vesileyle Kürt şahsiyetlerin davası boyunca duruşmaları izleme, burada gerçekleşecek etkinliklerde yer alma, destek verme, ziyaretlerde bulunmanın, bu saldırılara karşı halkımızın yanında olmanın önemine vurgu yapmak istiyorum.