Kavramları yerli yerine oturtmak - ANALİZ

Kutsal kitapların bir ortak noktası; söze öncelik ve önem vermeleridir. Örneğin, Tevrat; “Önce söz vardı,” der ve kelamına başlar. Hz. Muhammed’e söylenen ilk sözler; “Oku, oku, oku”dur. Zerdüşt’ün meşhur sözü ise: “Doğru düşün, güzel söyle, iyi yap”tır..

Söz yani kelam bir anlamda kavramdır, kavramlardır. Söz, dil ile ifadeye kavuştuğunda anlatmak istediği bir amacı vardır. Söylenmek istenenler bu bağlamda sözlerle, kelimelerle dile gelir. Sözleri kullandığımız andan itibaren, mesajımızı yani kelamımızı vermiş oluruz. Kelamımızın doğru anlaşılması için de sarf edilen kelimelerin doğru kullanılması çok fazla önemlidir.

Kapitalist modernist kültür her şeyin özünü boşaltan bozucu bir kültürdür. Ve bu kültürün esası ise tüketmektir. Var olanı, alındıra-pullandıra bir şekilde piyasaya sürerek, satma sanatıdır. İnsanlık değerlerinin piyasaya sürülmesi özü itibariyle bir yozlaştırmadır, oynamadır, bozmadır. Ve gerçek manada toplumsallığı tahrip eden bir kültür daha doğrusu kültürsüzlük olarak, insanlığın özünü karşıdır.

Kapitalist modernist kültür bir tüketim kültürüdür. Kapitalist modernist kültür en çok da sözü yani kelamı tüketerek kendisini var edebilmektedir. Her şeyi, rastgele, yerli yersiz kullanması, satması, her şeyin ham maddesi yaparak pazarlaması bu gerçeklik ile bağlantılıdır. O zaman yapılması gerekli ilk iş, bir de kavramları yerli yerine oturtarak başlamalıyız ki, pazarlamanın, yozlaştırmanın, bozmanın önüne geçebilelim.  Kapitalist modernist yaratımı olan ulus devletin milliyetçiliği ve dinciliği temelinde kendisini var etmiş olan TC sömürgeciliğinin de en fazla üzerinde oynadığı gerçeklik kavramlardır. Kültürel Soykırım rejimi olarak kendisini var eden bu sömürgecilik bu kırım rejimini ileri düzeyde kavramlarla yürütmektedir.

Bu bağlamda; hem kapitalist modernist kültürün bozuculuğuna hem de sömürgeci rejimin kültürel soykırıma karşı da durabilmek için, önce kendimizden başlayarak kavramları yerli yerine oturtmamız gerekmektedir. Bilelim ki her kavram rastgele kullanılamaz.

Örneğin, bugün Türkiye’de faşizmin kendisini adım adım kurumsallaştırdığından söz ediyoruz. Yine Türkiye’de bir dikta rejiminin olduğunu dile getiriyoruz. Bir kere bir yerde faşizm varsa ve söylediklerimize inanıyor isek o zaman yapılması gerekli olan, her mekanda- şartlar ne olursa olsun- ciddi bir karşı koyuşu göstermemizdir. Türkiye’de bir faşizmin olduğunu söyleyeceğiz, ancak sıradan eylemlerle yetineceğiz. Halbuki faşizm demek insanlığı un gibi öğütmek demektir. Eğer bir yerde insanlık un haline getirilip öğütülüyorsa yapılması gerekli olan, bu un olma haline getirme eylemine karşı ciddi bir karşı koyuşu sergilemedir. Aksi taktirde, faşistlerin yaptıklarının normal imiş gibi bir kanıksamaya yola açarak, toplumları refleksiz ve tepkisiz bırakabiliriz. Yani bizim kavramlara karşı lakaytsız duruşumuz, başkalarını savunmasız bırakır. İstemeyerek hatta niyetlerimiz öyle olmasa bile, bir şekilde faşistlerin değirmenine su taşımış oluruz. Evet, onun için kavramları doğru kullanmalıyız. Ve bir kere kullanmış isek o kavramlara denk de bir yaklaşım içerisinde olmalıyız.

Psikanaliz ve pedagojide şartlı refleks diye bir kavram vardır. Sovyet bilim insanı bu şartlı refleksi çeşitli deneylerle ispatladığı için bu şartlı reflekse Pavlov refleksi denilse de, köpeklerin üzerinde denendiği için Pavlov Köpekleri kavramı kullanılmaktadır. Nedir bu şartlı refleks? Denekler üzerinde denene denene ve kimi uygulama yöntemleriyle de deneklerde belli bir şartlandırma yaratılmasıdır. Benzer bir şekilde kurbağa efekti diye bir efekt de vardır. Kurbağayı suyun içerisine bırakarak, ancak suyun ısısını ise derece derece yükselterek fark etmesi engellenir. Kurbağa suyun ısınmasını fark ettiğinde ise zaten kurbağanın suda atlayacak, sıçrayacak refleksleri öldüğü için atlayamamaktadır.

İşte bizler de yerinde kullanmadığımız bir kavrama göre yaklaşım sergilemezsek ya da kullandığımız kavrama denk hareket etmezsek, o zaman başkaları ve kendi üzerimizde şartlı refleks ve kurbağa efekti oluşturmuş oluruz. Böyle bir duruma yani kapitalist modernistlerin kültürsüzlüğüne düşmek istemiyorsak, kavramları yerli yerine oturtmamız gerekiyor.

Başka bir örnek TC devleti Kürdistan’ı sömürge altına almıştır. Bu bağlamda bu sömürgeci rejimin Kürdistan için bir meşruluğu yoktur. sömürgecilik gayri meşrudur. Gayri meşru olan bir sömürgecilik rejimine karşı kavramlarımızı nasıl kullanacağız, sorusuna verilecek cevap son derece önemlidir. Bir kere sömürgeciliğin tüm kurumları Kürdistan’da gayri meşru oldukları için yok hükmündendir. Zoraki kendilerini var ediyorlardır. O zaman TC devletinin her biri kurumu sömürgeci ve işgalci bir kurumdur. Ve sarf edeceğimiz kavram da öyle olmak durumundadır.

Bu durumda TC devletinin başındaki cumhurbaşkanına cumhurbaşkanı mı diyeceğiz, yoksa faşist sömürgeci rejiminin baş temsilcisi mi diyeceğiz?

Yine sömürgecilik Kürdistan’da bir çok kuruma zoraki el koymuştur. Bu el koyma ise Kayyum demiştir. Yani bu el koyma ve gasp etmeye “En iyi Bilen” ismini koymuştur. Biz bu el koyma ve gaspa, gasp mı diyeceğiz yoksa aynen sömürgeciler gibi Kayyum mu diyeceğiz?

Yine günlük olarak Kürdistan’a tecavüz eden bir askeri gücü var. Böylesine tecavüzcü bir sömürge ordusuna Türk Ordusu mu diyeceğiz, yoksa sömürgeci faşist Türk ordusu mu diyeceğiz?

Bu ve buna benzer birçok kavramı sıralamak mümkündür. Bilelim ki kavramları nasıl kullanıyorsak, öyle de düşünüyoruzdur. Öyle de algılıyoruzdur. Faşist sömürgeci orduya faşist sömürgeci Türk ordusu demeyen bir zihniyet özü itibariyle bu faşist sömürgeciliği yaşamıyordur. Hissetmiyordur. Bir halka dayatılan kültürel ve fiziki soykırımı görmüyordur. Ve özü itibariyle bir şekilde o sömürgeciliği kendi içerisinde, zihninde duygu dünyasında ya yaşıyordur ya da bu durumu içselleştiriyordur.

Evet, bunun için önce kavramların düzeltilmesi gerekiyor ki, sömürgecilerin bizde yarattığı zihin dünyasını aşabilelim.

Dikkat edersek, halkların karşısında tam faşist bir diktatör var. Ve bu diktatörün kullandığı tüm kavramlar kendince oluşturmak istediği topluma ait kavramlardır. Sergilediği kavramları etrafında bir toplumu örgütlemeye çalışıyor. Bu kişi ve kişilikler Kürt siyasetine, Türkiye devrimci demokratik hareketine hep bir şekilde “sözde” kelimesini kullanmaları bu bağlamda boşuna değildir. Ya da gerillaya karşı sürekli aynı tonda ve bir süreklilikte “terörist” demesi de benzer amaçladır.

Kürtlerin ulusal renkleri, bayrakları söz konusu olduğunda ise boşuna “paçavra, bez parçası” da denilmiyor.

Halkın paralarını çalarak devasa kaçak bir saray yaptırmış ancak ardından ise “külliye” diyerek herkese yedirmesi de hakeza. 

Yine Güneyde yapılan referanduma da boşuna “gayri meşru” yapılan referandum denilmemiştir.

Sözü uzatmayalım ve belirtelim ki, kavramlar hayatidir. Ne var ki, Kürtler ve benzer bir şekilde sol ve sosyalistler gibi kimi demokrat çevrelerde kavramları doğru ve yerinde kullanmıyorlar. Kavramlara yüklenen anlamlara denk anlam vermiyorlar. Bu yaklaşımlarıyla özü itibariyle sömürgeciliğe başta olmak üzere kapitalist modernitenin değirmenine su taşıyorlar. Bu değirmene su taşıyarak, ona can veriyorlar.

Dile getirdiğimiz çevreler içerisinde ise kavramlara ve ifade ettikleri anlam gücüne en az dikkat edenler ise yazanlardır, ekranlara bir şekilde çıkanlardır, basıncılardır, düşünce üretenlerdir. En az dikkat edenler ise Kürt basınıdır, basıncılarıdır.

Evet, bırakalım sömürgecileri doğru tanımlanmayı bu faşist sömürgeci diktatörlerin kullandığı kavramlar bile yaşamımıza sirayet ediyor. Dilimiz bu milliyetçi dinperest yapıyla neredeyse aynı oluyor.

Dikkat edelim, Fettulah Gülen ve Erdoğan en yakın duran iki kişilik iken, aynı düşünceyi paylaşan bu iki yapı, çıkar ve iktidar ilişkilerinden kaynaklı kılıç kalkan oldular. Ve dikkat edersek ilk günden sonra da Fetö ve Fetöcü deyip kendi dillerini oluşturdular. Trajik olan ise güya Erdoğan gibi faşist bir yapıya karşı durduklarını söyleyenlerin de Fetullah Gülen’e Fetö diyerek özü itibariyle tam da Erdoğan’ın yapmak istediğini yapmış olmalarıdır.

Kavramların gücü işte budur. Kavramları sürekli ve peş peşe kullanarak yaratmak istedikleri algı böyle oluşturuluyor. Tersten kullanmak ise tersten etkide bulunuyor.

Evet, yukarıda ifade edildiği gibi birçok çevre -bunlara özgürlük hareketine gönül verenler de dahildir- kavramları çok fazla rastgele kullanmakta, yerli yerine oturtmamakta ve sonuç itibariyle ise faşizmin, sömürgeciliğin psikolojik özel savaş değirmenine su taşımaktadır.

Unutmayalım ki, önce söz vardı deyip, bu ilk ve önce olanı doğru kullanma temennisiyle...