Denge Welat Radyosu’na konuşan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, “İmralı sistemi, bir işkence, soykırım ve yok etme sistemidir. Şüphesiz bu, Önder Apo’nun şahsında bütün Kürt halkına dönük uygulanmaktadır. Kürt Halk Önderi’ne karşı geliştirilen bu düşmanlık, işkence ve soykırım, aynı zamanda bütün Kürt halkına karşı bir tutumdur” dedi.
Türk devletinin stratejik olarak gerilla karşısında yenildiğini de belirten Karayılan şöyle konuştu: “Türk devleti gerilla karşısında yenilmiştir. Gerillayı tasfiye edemediler. Gerilla her gittikçe büyüdü, bütün Kürdistan’a yayıldı ve bugün Ortadoğu düzeyinde bir güç ve irade olmuştur.”
Kürtlerin önündeki en hayati sorunun birlik olduğunu da dile getiren Karayılan, “Kürdistan halkı ve siyasetçileri olarak kendi aramızda tartışıyoruz, tartışmalıyız. ‘Bu referandumun zamanı uygun muydu, değil miydi; referandum gerçekten çözüm müdür, değil midir; kararı nasıl alındı ya da alınmadı’ vb. çerçevelerde Kürtler olarak kendi içimizde eleştiriler yapabiliriz; tartışabiliriz. Bu, bizim halk olarak kendi içimizdeki bir sorundur. Fakat bugün Kürt halkına dönük saldırı, tehdit ve işgal hazırlıkları vardır. Referandum, nasıl ki bütün halkların hakkıysa, Kürt halkının da kaderini kendi belirleme hakkı vardır” dedi.
Türk devletinin Güney Kürdistan’a saldırması durumunda Apocu Savunma Kuvvetleri olarak Türkiye’nin saldırganlığına karşı Güney Kürdistan halkını yalnız bırakmayacaklarını da kaydeden Karayılan, “Halkımızı savunacağız. Yine süreç böyle giderse, bu yük bizim omuzlarımızda olacaktır” diye konuştu.
Karayılan’ın Radyo Denge Welat'a konuşması şöyle:
“Türkiye devletinin İmralı’da geliştirdiği sistemin, dünyanın hiçbir yerinde bir benzeri yoktur. İmralı sistemi, bir işkence, soykırım ve yok etme sistemidir. Şüphesiz bu, Önder Apo’nun şahsında bütün Kürt halkına dönük uygulanmaktadır. Kürt Halk Önderi’ne karşı geliştirilen bu düşmanlık, işkence ve soykırım, aynı zamanda bütün Kürt halkına karşı bir tutumdur. Türk sömürgeciliğinin Kürdistan halkına karşı yaklaşımını ortaya koymaktadır. Bu, Önder Apo’ya dönük, dünyada eşi benzeri bulunmayan ne Türkiye ne de dünya hukukunda ve hiçbir etikte yeri olmayan bir biçimde gerçekleştirilen bir saldırı, bir yok etme konseptidir.
Halkımız da bunun farkındadır ve bilmektedir. Bunun için de sadece tecrit olarak adlandıramayacağımız bu siyasete karşı eylemler geliştirmektedir. Başta Avrupa’da yaşayan halkımız olmak üzere tüm Kürdistan’da bu yönlü çabalar vardır. Bu eylemlerde yer alan herkesi selamlıyorum. Tabi daha çok güçlendirmeleri gerekiyor. Özellikle de Kuzey Kürdistan halkımız bilmeli ki, Önder Apo’ya dönük devrede olan bu uygulamalar, tüm halkımıza yöneliktir ve düşman bu biçimde bazı sonuçlara ulaşmak istiyor. Bunun için de halk olarak düşmanın bu türlü vahşi uygulamalarına karşı tavır sahibi olmalıyız ve üzerimize düşen görevlerin gereklerini yerine getirmeliyiz.
Diğer yandan; bugün İmralı’da Önder Apo’ya karşı yapılan şeylerin sorumlusu bizleriz. Zamanında görevlerini yapması gerekenler bu görevlerinin hakkından gelseydi, yani biz zamanında gerekli görevleri yerine getirmiş olsaydık, bugün düşman Önder Apo’ya karşı bu biçimde hukuk ve ahlak dışı bir işkence sistemini geliştirmeye imkan bulamazdı. Özellikle de bu hareketin yönetimi ve militanları olarak bizler bundan sorumluyuz, bunun farkındayız. Gerçekten sorumlu yaklaşma ve sorumluluklarımıza sahip çıkma yönünde bir çaba vardır. Yani gerektiği gibi yanıt olamadık ama iddiamız ve kararlılığımız bugün daha güçlüdür ve bugünkü koşullar daha müsaittir. Bugün, Önder Apo’nun ve kahraman şehitlerimizin beklentilerine yanıt olma imkanlarımız vardır. Bu konuda kararlılığımız güçlüdür ve mücadelemiz devam etmektedir. Hareket ve halk olarak Önderliğimizin ve şehitlerimizin beklentilerine yanıt olursak, işte o zaman İmralı sistemini aşabilir, ortadan kaldırabiliriz.
Yani bu bir mücadele sorunudur. Mücadele içerisinde doğru yol ve yöntemleri geliştirme sorunudur. Aynı zamanda bir görev ve sorumluluklarına sahip çıkma sorunudur. Bu, en fazla bizim için geçerli olduğu gibi, her bir Kürdistanlı ve demokrasi yanlısı herkesin de böyle bir görevi vardır. Çünkü bugün faşist AKP-MHP devletinin İmralı’da yürüttüğü sistem, sadece Önder Apo’yu ilgilendirmiyor. Hatta sadece Kürdistan halkını da ilgilendirmiyor. Yani onlar bu şekilde faşizm sistemini yerleştirmek, Kürt toplumunu teslim almak ve bu şekilde artık Türkiye’deki faşist sistemi kalıcılaştırmak, hatta bölgede güç haline getirmek istiyorlar. Başta hareket ve halk olarak bizi ilgilendiren bir sorun olduğu gibi, bu, aynı zamanda bütün Türkiye’nin de meselesidir. Bu işkenceci faşist sistem kırılmadığı sürece, Türkiye’de de özgürlük ve demokrasi gelişmez. Şu anda Türkiye’de de özgürlük, eşitlik ve demokrasi için mücadele eden birçok kişi ve çevre vardır. Gelişen çabalar vardır ama herkes bilmeli ki, İmralı’daki bu işkence sistemi olduğu sürece, Türkiye’de hiçbir demokrasi ve özgürlük adımı başarılı olamaz ve gelişme kat edemez. Kısacası, genel bir sorun olmakla birlikte her şeyden önce tabii ki bizim görevimizdir ve bizler de bu görevin farkındayız; sorumluluklarımıza sahip çıkmak adına bugün tarihi ve stratejik bir mücadele içerisindeyiz.
TÜRK DEVLETİ STRATEJİK AÇIDAN GERİLLA KARŞISINDA YENİLMİŞTİR
Türkiye devleti, 34 yıldır gerillaya karşı savaşıyor. Bu 34 yıl boyunca hep, ‘bu yıl bitirdik; filan ayda bitiriyoruz, vuruyoruz, yakalıyoruz, öldürüyoruz’ demiştir. Bu bağlamda sürekli propaganda ve psikolojik bir savaş da yürütmüştür. Fakat esas olarak stratejik açıdan Türk devleti gerilla karşısında yenilmiştir. Gerillayı tasfiye edemediler. Gerilla her gittikçe büyüdü, bütün Kürdistan’a yayıldı ve bugün Ortadoğu düzeyinde bir güç ve irade olmuştur. Şimdi AKP-MHP devleti kaybedileni geri kazanma çabasındadır. Bunu nasıl yapıyorlar: Esas olarak karada gerillaya karşı savaşabilecek hiçbir güçleri yoktur. Gerilla bu konuda bir etki yaratmıştır ve onların gerillaya karşı göğüs göğse savaşacak takatte olan bir güçleri yoktur. Çok sefer diyorlar ya, ‘Tendürek’te, Zagros’ta, bilmem nerede kahraman askerlerimiz göğüs göğse savaşıyor’ diye; bunlar doğru değildir. Göğüs göğse savaşta Türk devleti yenilmiştir ve o savaştan artık çekilmiştir.
GERİLLADAN KAÇAN ASKER UÇAKLARA SIĞINIYOR
AKP-MHP devleti bugün, teknik, istihbarat ve psikolojik yöntemlerle savaşıyor. Teknik nedir? Havadan vuruş sistemi, yani uçaklardır. Şu an Kürdistan’da yaşanan savaşın yüzde 90’ı uçaklarla gerçekleşiyor. Yani uçaklarla savaşıyorlar. Karada bir şey yoktur. Doğrudur; asker operasyonlara çıkıyor. Mesela Amed’de 10 bin asker operasyona çıkıyor; Zagros’ta da şu an iki hatta, yani Cîlo ve Govend-Barzan alanına dönük devam eden operasyonlar var. Buralarda askerler niye araziye çıkıyor? Eskilerde olduğu gibi, gerillayı arayıp, bulup, onunla savaşmak ve gerillaya darbe vurmak için araziye çıkmıyor. Gerillayı küçük temaslara koyup yerini tespit ettikten sonra geri kaçmak ve ardından uçakların gelip vurması için araziye çıkıyor. Yani onların görevi gerillayı keşfetmektir. Gerilla nerededir, onu tespit etmek, koordinatını çıkarmak ve ardından geri kaçmaktır. Şimdi araziye çıkan o askerlerin görevi budur. Halihazırda kimse güçlerimize karşı savaşmamıştır. Bunlar gerillayı görünce geri kaçıyorlar ve ardından uçakları çağırıyorlar. Yani şu an savaş buna dönmüş.
Tabii bunun için istihbarat gerekiyor. Bu çok övdükleri ve methiyeler dizdikleri keşif uçakları tek başına, belirttikleri gibi fazla bir şey görmüyorlar. Onlara karadan istihbarat gidiyor. Mesela bir şekilde gerillayla temas halinde olan ajanları, gerillanın nerede olduğuna dönük bilgi veriyorlar. O keşif uçakları da gelip o yerde geziyor ve bu şekilde koordinat tespit ediyor. Veyahut da arazide gözcü biçimindeki küçük birlikleri yoluyla tespitler yapıyorlar. Yani istihbaratı güçlendirmek istiyorlar; teknikle vurmak istiyorlar ve bir de psikolojik savaşı çok fazla uygulamak istiyorlar.
21 EYLÜL’DE CÎLO’DA NE OLDU?
Gerçekten bu 34 yıldır Türkiye devleti bu yönteme hep başvurmuştur ama AKP döneminde, özelikle de bu son 2 buçuk yıldır ağırlığı psikolojik savaşa verdiler. AKP’nin psikolojik savaştan anladığı yalan konuşmaktır. Her daim toplumun iradesini kırmak için, hep, ‘çaresizsiniz, başaramazsınız; biz hakimiz; sizi yeneceğiz; hiç umut etmeyin’ biçiminde bir algı yaratmak istiyorlar toplumda. Şu an da hep böyle yapıyorlar. Mesela şimdi bir bakan var; hep çıkıyor ve konuşuyor, hiç kendi kayıplarından bahsetmiyor. Mesela sorabilirim; eğer o bakan her şeyi doğru şekilde açıklıyorsa, o zaman buyursun da 21 Eylül’de Cîlo Dağı’nda gerillanın pusu eyleminde askerlerine ne olduğunu açıklasın! O savaşta askerleri 20’den fazla kayıp verdiler. Kalanları o dağlarda dağıldılar, kayboldular, perişan oldular. Yani kırıldılar. Halen bu operasyonu sonuçlandırmadılar; operasyon devam ediyor ama kırılmıştır. Ama bakan bunlardan bahsetmiyor.
Yine hemen bundan 2 gün sonra, 23 Eylül’de hem Çelê-Colemêrg yolunda güçleri pusuya düştü, darbe yedi ve 10’ndan fazla kayıp verdiler; hem de aynı gün Oramar-Gever yolunda da güçleri pusuya düştü, savaş yaşandı ve ağır darbe yediler. Gerillanın tespitine göre bu iki günde 40’tan fazla kayıpları yaşandı. Hiç bundan bahsediyorlar mı? Hayır. Sanki bu savaşlar hiç yaşanmamış! Bahsetmiyorlar; çünkü psikolojik savaş yürütüyorlar. Hep, ‘biz kazanıyoruz’ diyorlar. Bunlar tabii ki doğru değildir ama yaşanan bir savaş vardır; bu da bir gerçektir. Bazen gayrı ihtiyari bir biçimde kabul ettikleri de oluyor. Erdoğan, ‘onlardan 10 gidiyor, bizden 1 gidiyor’ dedi. Bu, savaşı kabul etmektir. Tabi bu belirttiği de yalandır. Bütün kayıplarını vermiyor; kendisine göre ilan ettiği savaş bilançolarına göre veriyor. Ama gerçek böyle değildir. Fakat ciddi bir savaş vardır ve bu savaş stratejik bir savaştır; artık bir zirvedir. Yani bu sefer de AKP-MHP devleti sonuç alamaz ve kırılırsa, artık Türk sömürgeciliği, Kürdistan’da barınamaz; yıkılır. Bunun için de gerçekten savaş bugün böyle stratejik bir dönemde yürümektedir.
Tabii ki bunlar bizim kayıp vermediğimiz anlamına gelmiyor. Bizler de kayıp veriyoruz. Verdiğimiz kayıpları da ilan ediyoruz. Belki imkanlardan kaynaklı tam tespitini yapamadığımız ve bunun için de ilan edemediğimiz kayıplarımız da olabilir; bunlar tabii ki tespiti yapıldıkça ilan edileceklerdir ama düşmanın dediği gibi bir savaş bilançosu da yoktur.
TÜRKİYE DEVLETİ SİVİLLERİ ÖLDÜRMEYİ BAŞARI GÖRÜYOR
Artık en üst düzeyde bile sivil insanların öldürülmesini savunuyorlar. Erdoğan açık bir şekilde köylülerin katledilmesini savunuyor. Colemêrg / Talê’de insanlarımız şehit edildi ve yaralandı; yine Lice’de aynı şekilde sivil insanlar vuruldu. Geliyor, silahsız-sivil insanları kendi köylerinde, bahçelerinde vuruyor ve sonra ‘onlar gerillaydı’ diyor. Yalan söylüyor. Bir de bunu başarı olarak görüyor. Bu da Türkiye devletinin ne hale düştüğünü gösteriyor. Yine AKP-MHP’nin gerçekliği nedir, bunu da gözler önüne seriyor. Bunlar bu halkın düşmanıdırlar. Onların yaptıkları şeyler açık düşmanlıktır. Son olarak Başur / Behdînan’da da insanlarımızı vurdu. Türk devleti Kürtleri öldürmeyi kendisine bir hak olarak görüyor ama bunun ne zamana kadar süreceği bize kalmıştır. Artık bunların hesabını sormalıyız. Bizim soracağımız hesap, tarihi bir hesaptır. Artık bunlara ‘dur’ demeliyiz. İşte gerilla bunlara yanıt olmaya çalışıyor.
GÜNÜMÜZ SAVAŞLARI DAHA FAZLA PROFESYONELLİK İSTİYOR
Halkımız ve tüm kamuoyu bilmeli: Gerçekten içinde bulunduğumuz dönemde savaşlarda bir değişim yaşanmıştır. Bundan sadece Türkiye’deki ve Kürdistan’daki savaşta bir değişim olduğu anlamı çıkmamalıdır. Hayır. Tüm dünyada savaşlarda bir değişim söz konusudur. Yeni savaşlarda teknoloji ve elektroteknik çok kullanılmaktadır. Bunun için artık savaşlarda klasik-sıradan yöntemler tutmadığı gibi, sıradan askerler de artık savaşamamaktadırlar. Günümüz savaşlarında ancak yetişmiş-profesyonel askerler savaşabilirler. Gerilla bu savaşları kazanabilir ama eskinin klasik yöntemleriyle bunu yapamaz. Gerilla kendisini çok daha fazla yetiştirmeli, çok daha bilinçli olmalı, çok daha disiplinli olmalı; bir hayalet gibi sessiz, fırtına gibi keskin olmalı ki vurduğu zaman tam sonuç alabilsin. Şimdi biz bunun üzerinde yoğunlaşıyoruz. Bizler gerillada yenilenmeyi geliştirmeli, modern-profesyonel bir gerilla yaratmalıyız. Gerilla artık sadece yenilmez olmamalı; aynı zamanda zafer gerillası olmalıdır. Bunun yolu da çok daha derinleşmekten, çok daha fazla kendini eğitmekten, çok daha güçlü ve kaliteli insanı yaratmaktan geçmektedir. Unutmayalım ki, en büyük teknik insanın kendisidir. Eğer insan yaratıcılığını geliştirirse, aklını zengin bir şekilde kullanırsa, her şekilde tekniği boşa çıkarabilir ve kendisi kazanabilir. Şimdi Kürdistan özgürlük gerillası bu yöntemlerde derinleşiyor, derinleştiği her yerde sonuç alıyor, düşmanı boşa çıkarıyor ve bu biçimde çok daha fazla kazanacaktır.
İÇİŞLERİ BAKANI HİÇBİR ZAMAN DOĞRULARI SÖYLEMİYOR
İçişleri bakanı hiçbir zaman doğruları söylemeyen bir yalancıdır. Kendisini bir psikolojik savaş yürütücüsü olarak görmektedir. Yani hepsi yalan söylüyor; zaten Türkiye devletinin Kürdistan’daki temelleri de yalan üzerine kurulmuştur. Çünkü en eski ve zengin bir kültüre sahip bir ülkeyi inkar ediyorlar ve ‘yoktur’ diyorlar. Bunun için her belirttikleri şey, daha baştan yalana dayalı. Ama o bakan, daha fazla yalan söylüyor. En son, “20 Kasım’a kadar onların tepesinde olacağız; onların kış hazırlığı yapmasına müsaade etmeyeceğiz ve kışın da onları yok edeceğiz” dedi. Aynı kişi, aynı yalanı geçen kışın da yine tarih vererek söylemişti. Hatta, ‘Nisan ayında kimse PKK’nin adını ağzına almayacak’ demişti. Şimdi de ‘biz sonbaharda onların üzerine gideceğiz; onlara darbe vuracağız ama onların da eylem yapma ihtimali vardır’ diyor. Yine endirekt bir şekilde savaşı kabul ediyor. Çünkü yaşanan savaş büyük bir gerçekliktir; gizleyemezler. Bu biçimde itiraf etmek zorunda kalıyorlar. Bu konuda bir kez daha belirtmeliyim ki, düşman tamamen bir algı yaratmak istiyor, buna göre propaganda yapıyor. O işi olan yalanı üretiyor; bizim de görevimiz, ciddiyetle çalışmalarımızı geliştirmek ve büyük zaferin temellerini sağlamlaştırmaktır.
TÜRK SÖMÜRGECİLİĞİ BÜTÜN İMKANLARIYLA KÜRTLERİN KARŞISINDA
Güney Kürdistan’daki referandum vesilesiyle Türk sömürgeciliği bütün imkanlarıyla devreye girmiş ve tehditler savuruyor. Kendisini hazırlıyor. Bu 2 haftadır Silopi Ovası’nda tatbikat yapıyorlar. Hatta bir kısım Irak askeriyle birlikte bu tatbikatın yapıldığı belirtiliyor. Bir bunu yapıyor. Bir de dikkat çekici bir şekilde 27 Eylül günü Govendê Dağı ile Adilbeg Köyü arasında kalan alana dönük bir operasyon başlattılar. Burası sınırdır. Bir yanı Güney Kürdistan’dır. Adilbeg, Şîrvan’a bağlı bir köydür. Yani Barzan mıntıkası olarak adlandırılan bölgeye bağlıdır. Burada da Silopi’deki tatbikat benzeri bir şey yapıyorlar. Bu amaçla bu operasyonu geliştiriyorlar. Silopi ovadır; biz orada yokuz. Bir de hududu geçmemişler. Fakat Adilbeg hattında yer yer sınırı geçtiler; elbette gerilla da cevap verdi. Orada savaş yaşandı. Operasyon ve çatışmalar halen devam ediyor. Adilbeg’de 3 arkadaşımız şehit düştü; 5 kişilik bir arkadaş grubumuzla da şu an ilişkimiz yoktur. Yani savaş içerisindedirler. Ayrıca orada bir dizi farklı düzeyde eylemler gerçekleştirildi. Düşman tıpkı daha önce dediğimiz gibi ağırlıklı olarak hava güçlerini kullanıyor. Bununla hem bize darbe vurmayı hem de tehdit mesajlarını Güney Kürdistan yönetimine iletmeyi amaçlıyorlar. Özellikle de Barzan bölgesi özel bir bölge olmaktadır. Yani adeta, ‘bakın ensenizdeyim’ demek istiyor. Çünkü teslim almak istiyor. Yani bu tehditlerin ve çabaların hepsi ‘teslim olun’ demek içindir. ‘Benliğinizden vazgeçin; referandumdan vazgeçin; tek çareniz var; o da teslim olmaktır’ demek istiyorlar. Bu operasyonu da bunun için yapıyorlar. Fakat gerilla gerekli cevabı vermiş durumda. Şu an savaş devam ediyor; düşman biraz ilerledi ama darbe yedi. Bunun için de şimdiye kadar ciddi bir ilerleme kat edemediler. O hatta gerillanın direnişi devam edecek ve gereken cevap verilecektir.
KÜRTLER BİRLİK OLSA KİMSE KÜRTLERE DİL UZATAMAZ
Kürdistan halkı ve siyasetçileri olarak kendi aramızda tartışıyoruz, tartışmalıyız. ‘Bu referandumun zamanı uygun muydu, değil miydi; referandum gerçekten çözüm müdür, değil midir; kararı nasıl alındı ya da alınmadı’ vb. çerçevelerde Kürtler olarak kendi içimizde eleştiriler yapabiliriz; tartışabiliriz. Bu, bizim halk olarak kendi içimizdeki bir sorundur. Fakat bugün Kürt halkına dönük saldırı, tehdit ve işgal hazırlıkları vardır. Referandum, nasıl ki bütün halkların hakkıysa, Kürt halkının da kaderini kendi belirleme hakkı vardır. Ama ‘nasıl siz böyle yaparsınız; Kürtler olarak böyle yapamazsınız’ deniliyor ve Güney Kürdistan’a çok dil uzatılıyor. Özellikle de Türk devleti herkesten fazla dil uzatıyor. Sanki Güney Kürdistan Irak devletine bağlı değil de Türk devletine bağlıymış gibi ele alıyorlar. Zaten Türk devletinin bu yaklaşımları olmasaydı, Irak ve İran bu kadar sertleştirmezdi. Türkler bunları daha çok tahrik etti. Tahran’a gittiler; görüşmeler yaptılar telefon üzeri Ebadi ile konuştular; yani bu işin başını Türkler çekti. Sanırsın Hewlêr ve Kerkük bunlarındır da onların elinden gidiyor. Bu şekilde öne çıktılar.
AKP KONUSUNDA KDP’Yİ UYARDIK; DİNLEMEDİLER
Biz AKP devletinin ve AKP-MHP ittifakının gerçekliğini önceden Güneyli güçlerle paylaştık. Onlara, ‘siz bizim kadar AKP’yi, Erdoğan’ı tanımıyorsunuz. Erdoğan yeni Saddam’dır; hatta Saddam’dan daha tehlikelidir. Çünkü ırkçı bir kişidir. Bizi birbirimize düşürmek için, ilişkilerimizi bozmak için, sizden istifade edebilmek için sizinle dostluk yapıyor gibi görünüyor ama öyle değildir; sizin de düşmanınızdır. Doğru; onlar şimdi kendilerini yalnızca PKK düşmanı gibi gösteriyorlar ama bunlar bütün Kürtlerin düşmanıdır’ dedik. Özellikle de AKP ve MHP arasında gelişen konsepti anlatmak istedik. ‘Türk devleti yeni bir konsepte girmiştir; bu yeni konseptte stratejileri Kürt halkının bütün kazanımlarını yerle bir etmektir. Bunun için bu kadar Rojava’ya karşı duruyorlar. Rojava halkının haklarına kavuşmasını istemiyorlar. Çünkü onlar Kürt halkının bütün kazanımlarının elinden alınmasını istiyorlar’ dedik. Ben kendim Sayın Mesut Barzani’ye iki sefer bunları bizzat anlattım. Ama maalesef bizi dinlemediler. Belki de, ‘PKK Türkiye karşıtıdır; bu yüzden öyle diyor’ diye düşünmüşlerdir. Halbuki biz Türkiye devletini çok yakından izliyoruz ve 2015 yılında AKP’nin ateşkesi sonlandırmasıyla hemen yeni bir konsepte ulaştığını anladık ve sadece PKK’ye karşı değil, bütün Kürtlere karşı bir saldırıya geçeceğini gördük. Biz bunu iyi anladık. Zaten Önder Apo da 5 Nisan 2015 tarihinde yanına giden heyete, ‘bu son görüşmemiz olabilir’ dedi. Hatta, ‘sizin de yaşamınız tehlikeye girebilir’ dedi.
Yani hem Önder Apo işaret etti hem de yönetim olarak bizler bunu iyi anladık ve bunu kavratmak istedik. Özellikle de KDP yetkilileriyle bunu paylaştık ki, onlar da bu konuda dikkatli olsunlar ama bu çabalarımız maalesef sonuç almadı. Gittiler; Türk devletiyle derin dostluklar geliştirdiler. Şimdi Güney’de o kadar Türk özel kuvvet elemanı vardır. Türk Özel Kuvvetleri’nin yarısı Güney Kürdistan’dadır. Bundan dolayı Türklerin sesi bu kadar çıkıyor. Bundan dolayı, bu bölgeler sanki kendilerine bağlıymış gibi konuşuyorlar. İnsanın düşmanına bu kadar güvenmemesi gerekir. Bu doğru bir siyasi yaklaşım değildi. Eğer Türkiye’ye bu kadar güvenmeseydiler ve 2013’te beraber başladığımız ve çalışmalarını yürüttüğümüz Ulusal Kongre çalışmalarını başarıya taşıyabilseydik, bugün durum böyle olmazdı. Örneğin; referandum, bir ulusal karar olarak gündeme girseydi, Türkiye’nin durumu da hesap edilir ve ona göre gündeme girerdi. Tedbiri alınırdı ve ondan sonra gündeme konulurdu. Yani durum böyle olmazdı. Ama bu biçimde bir yaklaşım oldu. Dikkat edin; bizim sözlerimiz (ki ileride imkan olursa bu konu üzerine daha fazla konuşurum) bir bir doğru çıktı. Bizim AKP-MHP üzerine olan sözlerimiz, Erdoğan üzerine dile getirdiğimiz konular bir bir doğru çıktı. O zaman biz, ‘Kürtlerin nerede bir kazanımı olursa, bunlar saldırırlar’ dedik. Çünkü bunlar Kürtlerin bir saç teline bile tahammülleri yoktur. Hatta, ‘bütün dünya kabul etse de Türkiye devleti yine de kabul etmez’ dedik. Kürtlerin varlığını kabul etmek istemiyorlar; nasıl Kürdistan’ın bağımsızlığını kabul edecekler! Şimdi eğer Irak devleti ‘ben uğraşmıyorum’ dese de bunlar saldıracaklar. Böyle görünüyor.
TÜRK DEVLETİ GÜNEY’E SALDIRSA SEYİRCİ KALAMAYIZ
Güney Kürdistan halkımız bilmeli ki, biz PKK olarak eğer Türkiye devleti saldırırsa, buna seyirci kalamayız. Biz, Kürdistan’ın savunmasını yapan Apocu Savunma Kuvvetleri olarak, Türkiye’nin saldırganlığına karşı Güney Kürdistan halkımızı yalnız bırakmayız. Halkımızı savunacağız. Yine süreç böyle giderse, bu yük bizim omuzlarımızda olacaktır. Biz bunun farkındayız. Ama burada açığa çıkan gerçeklik, doğru yolun ulusal birlik olduğudur. Bizler, kendi içimizde olan sorunlarımızı, ister Güney özgülünde olsun, isterse de genel ülke kapsamında olsun, çözmeliyiz. Yine ortak bir stratejimiz olmalı. Artık Kürdistani bir strateji olmalı. Bunun için adı kongre mi, konferans mı, çalıştay mı; ne konulursa konulsun; geliştirilmelidir. Halkımızın Ortadoğu’daki mevcut koşullardan istifade etmesini ve bu davanın başarıya gitmesini istiyorsak, o zaman ortak bir stratejimiz olmalıdır. Bunu derken, ‘yönümüzü düşmana verelim’ demiyoruz. Ne zaman ki düşmana bel bağlanmışsa, o zaman Kürdistan toplumu kaybetmiştir. Tarihte onlarca kez ispat edilmiş olan bu şey, işte bu dönemde de ispatlanmıştır. Bu nedenle bütün Kürdistanlı siyasetçiler, bu açığa çıkan gerçekliği göz önünde bulundurmalı ve ulusal yaklaşımı daha fazla geliştirmelidirler. Çünkü tek yol Kürt halkı olarak omuz omuza vermek, gerçekliğimizde ısrar etmek ve düşmana karşı geri adım atmamaktır.
MADEM BİR ADIM ATILDI; O ZAMAN ARKASINDA DURULMALI
Neçîrvan adeta Türkiye’ye ‘yalvarır’ gibi konuşuyor. ‘Biz hiçbir zaman çıkarlarınız karşısında tehlike oluşturmadık; şimdi de tehlike değiliz’ vb. şeyler söylüyor. Adam sopasını kaldırmış tepende bekliyor; sen niye öyle konuşuyorsun! Ayıptır. Yani birisi gelip karşında tankla duracak; sen de sonra gidip ona yalvaracaksın. Madem adım atmışsın; o zaman devam etmelisin. İnsan böyle şeylere tenezzül etmemeli, geri adım atmamalı. Doğru; politik konuşmalar gereklidir ama bu biçimde karşı tarafın politikayı bir tarafa bırakıp askeri devreye koyduğu bir ortamda tehditler savururken; o zaman biz de tutum sahibi olmalıyız. Bu halkın da bir şerefi ve onuru vardır. Yani bu halk adına konuşanlar, bu konularda ölçülü olmalıdırlar. Politika adı altında bu kadar şeye tenezzül etmek bizce doğru değildir. Halkımız bugün Ortadoğu’da gerçekliğini ispat etmiştir. Artık bir aktördür. Bunların bize yaptıkları tehditler bizi daraltmamalı. Bundan sonra herkesin bugün ortaya çıkan bu gerçeği göz önünde bulundurup buna göre tutumunu yenileyeceğini; bu biçimde halkımızın kazanımlarını daha iyi savunabileceğimizi düşünüyoruz. Bu tarihi dönemde Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ni bu şekilde sonuca götürmeliyiz. Bu topraklar üzerinde Kürt halkının da özgür ve bağımsız bir biçimde yaşama hakkı vardır ama bu meşru ve doğal hakkın yerine gelebilmesi için bizler doğru yöntemlerle, doğru siyasetle hareket etmeliyiz ve bir de düşmana karşı gerçekten cesaretli bir biçimde durabilmeliyiz. Madem bir adım atılmış; o zaman bedeli ne olursa olsun bu göze alınmalı ve saldırılara karşı gerekli tutum takınılmalı. Bu çerçevede gelişmelerin olacağına inanıyoruz.
Biz hareket olarak ulusal tutum ve duruş bağlamında her daim halkımızın arkasındayız. Fakat yanlış çizgide ısrardan hiç kimsenin faydası yoktur. Önemli olan gerçekten bu halkın çıkarları için ulusal-demokratik bir siyaset yapabilmemiz ve bu temelde bu tarihi dönemde Kürt özgürlük davasını başarıya ulaştırmamızdır.”