Karasu: Türkiye Kürt soykırımını tamamlamak isteyecektir
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Karasu, "Eğer mücadele edilmezse AKP-MHP faşizmi 12 Eylül faşizminden daha uğursuz biçimde Kürt soykırımını tamamlamak isteyecektir" uyarısında bulundu.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Karasu, "Eğer mücadele edilmezse AKP-MHP faşizmi 12 Eylül faşizminden daha uğursuz biçimde Kürt soykırımını tamamlamak isteyecektir" uyarısında bulundu.
Demokrasi cephesi kurulmadığı takdirde AKP'nin tüm muhalif kesimleri ezip bitirmeyi hedefleyeceğini kaydeden Karasu, 'tek tip elbise'ye karşı direnişin sadece tutsaklara bırakılmaması gerektiğini de söyledi. Karasu, Türkiye'yi bölen AKP politikalarının bir kırılma yaratacağını belirtirken, 'AKP'den kurtulmanın mümkün olduğuna' vurgu yaptı.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi'nin ardından AKP'nin üstlendiği role ilişkin ANF'ye değerlendirmede bulundu...
'SİYASAL İSLAM İLE KÜRTLER SOYKIRIMA TABİ TUTULMAK İSTENDİ'
Bazı değerlendirmelerinizde bugün iktidarda olan AKP hükümeti gibi İslam maskeli güçlerin 12 Eylül’le birlikte sistem içine alınmaya başlandığını belirtiyorsunuz. Bu kesimler 12 Eylül gibi bir süreçte neden ve kime karşı sistem içine alındı?
Bu konunun değerlendirilmesi çok önemlidir. 12 Eylül Askeri Darbesi esas olarak da Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etmek, Kürdistan'da bir daha Kürt Özgürlük Hareketi'nin gelişmesinin koşullarını ortadan kaldırmak için gerçekleşmiştir. Kuşkusuz Türkiye'deki devrimci hareketin de gelişmesi vardı, Türkiye solunun mücadelesi vardı. Bunları inkâr etmek, küçümsemek için söylemiyoruz; ama en temel amacı, bu darbeyle birlikte bir daha Kürtlüğün ağza alınmayacağı, Kürtlüğün tarihten silinmesi yönündeydi. Böyle bir politikayla, bir anlayışla 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi geldi ve uygulamalar da bu yönlü oldu. Bu darbe olduktan sonra bu darbeciler siyasal İslam’ın sistem içine alınmasını hedeflediler. Cumhuriyet üç kesime karşı kurulmuştu. Bir Kürtlere karşı kurulmuştu. İki siyasal İslamcılara karşı, yani İslami güçleri etkisizleştirme üzerine kurulmuştu. İslamcıları batının desteğini almak için devlet dışına atan bir politika izlenmişti. Yine solu dışlayan ve ezen bir programla hareket ediliyordu. Birinci Dünya Savaşı içinde Sovyetler'de 1917 Ekim Devrimi olmuştu; batının, İngiltere’nin sola karşı bir mücadelesi vardı. Kemalist hareket ve cumhuriyeti kuranlar ilk önce belli yönleriyle Sovyetler'e yanaştılar ve destek aldılar. Ama özellikle 1922’den sonra tamamen İngiltere ve batıya yanaşan bir politika izlediler. Ona dayanarak da sola, sosyalistlere, komünist hareketlere karşı bir saldırı başlattılar. Yani cumhuriyet Kürtlere, İslamcılara ve solculara karşı bir sistem olarak geliştirildi.
1970’lerde Kürt Özgürlük Hareketi gelişince ve Türk devletini sarsınca şöyle bir karara vardılar; Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etmek için, tümden ortadan kaldırmak için hem siyasal İslam’ı sistem içine almak, hem de solu etkisizleştirmek ya da olabiliyorsa sistem içine almak amaçlandı. Böylelikle Kürtleri yalnızlaştırıp tasfiye etmek istediler. 12 Eylül faşist askeri darbesi böyle bir planlama yapmıştı. Zaten o dönemler ABD’nin Ortadoğu'da etkilemek için işbirlikçi ılımı siyasal İslam’ı kullandığı dönemdir. Siyasal İslam’ın 12 Eylül’den sonra sistem içine alınmasının nedeni, Kürtleri yalnızlaştırıp soykırıma uğratma politikasıdır. Siyasal İslamcıları da sistem içine alacaklar, onları da Kürt soykırımına ortak edecekler. Böylelikle Kürtler daha kolay ezilecek, tasfiye edilecek. Solun da bir kısmını ezecek, bir kısmını da devletin yedeğine alacaklar, onları da Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı kullanacaklar. 12 Eylül’ün siyasal İslamcıları sistem içine alması böyle olmuştur. Fethullahcılar başından beri sistemle uzlaşma arayışı içinde olduğundan 12 Eylül sonrası devlet bürokrasisi için en fazla onlar alındılar.12 Eylül’ün Özal’ı başbakan yardımcısı yapması da bu projeyle bağlantılıdır. Özal’ın başbakan ve cumhurbaşkanlığı sırasında Fethullahçılar başta olmak zere siyasal İslamcı kesimler devlet içine yerleştirildiler. Özal öyle klasik Kemalist bir siyasetçi değildi. Demirel gibi, Çiller gibi, CHP’liler gibi bir siyasetçi değildi. Özal’ın ABD ile ilişkisi vardı, kapitalizmle ilişkisi vardı, ama diğer taraftan İslamcıydı; İslami yanı vardı. Özal da bu İslami kesimleri bürokrasi içine, devlet içine aldırdı. Bu alışın nedeni kesinlikle Kürtleri yalnızlaştırmak, siyasal İslamcıların da desteğini alıp Kürdistan’ı soykırıma uğratmaktır.
12 Eylül sonrası neden siyasal İslamcılar devlet içine alındı sorusunun cevabı böyledir. Bugünkü iktidarın da, AKP'nin de iktidara gelmesinin yolu o zaman açılmıştır. Zaten 2016’daki 15 Temmuz darbesi, devlet içinde örgütlenen ve güçlenen siyasal İslam’ın hangi kesimin kontrolünde olacağı mücadelesinin yansımasıdır. Siyasal İslamcı devlete kim hakim olacak mücadelesi içine girilmiş, bunda Erdoğan başarılı olmuştur. Bu hiziplerin, devlet içine girmesinin başlangıcı 12 Eylül’dür.
'SOYKIRIMCI-FAŞİST SİSTEMİ DAHA ORGANİZE HALE GETİRİYORLAR'
Bugünkü AKP pratiğine bakıldığında 12 Eylül’ü aşan insanlık dışı uygulamalarda bulunduğu yönünde değerlendirmeleriniz oldu. Kişi olarak Tayyip Erdoğan ve öngördüğü rejimin Kenan Evren ve 12 Eylül faşizminin bir devamı ve yeni koşullarda uygulama biçimi olduğunu mu söylemek istiyorsunuz? Bu anlamıyla Erdoğan-Bahçeli iktidarı 12 Eylül’ü yeni bir aşamaya taşımakla mı görevlendirildi?
Şöyle bir durum var; tarihte de böyledir, biz de on yıllardır sürdürülen mücadeleden bunu öğrendik: her dönemin faşizmi Kürt düşmanı, soykırımcıları, öncekilerinden aldığı tecrübelerle savaşı yaygınlaştırıyorlar, soykırımcı faşist sistemi derinleştiriyorlar. Soykırımcı faşist sistemi daha organize hale getiriyorlar, daha da zenginleştiriyorlar, çok boyutlu hale getiriyorlar. Bu bakımdan AKP iktidarının, Tayyip Erdoğan’ın Devlet Bahçeli ile kurduğu ittifakla birlikte Kürt soykırımı saldırısı daha da kapsamlı hale getirilmiştir. Bu yönüyle şu andaki Kürt soykırımı saldırısı 12 Eylül faşizminin saldırısından daha kapsamlıdır, daha çok boyutludur. 12 Eylül faşizmi de Kürdü soykırıma uğratmak istiyordu, ama bu kadar organize değildi, bu kadar birçok çevreyi içine alan bir saldırı içinde değildi. Kuşkusuz Kürt Özgürlük Hareketi'ni ve devrimci güçleri ezmek istiyordu, bastırmak ve susturmak istiyordu; fakat bugünkü kadar bütün tecrübeleri sentezleyen, bütünleyen, çok yönlü saldıran durumda değildi.
12 Eylül gelmeden önce de PKK güçlüydü, etkiliydi, toplumu etkiledi. Ama Türk devleti bu dönem kadar Kürt halkının özgürlük mücadelesini tehlikeli görmüyordu. Gerilla savaşı bu kadar gelişmemişti. Bu düzeyde serhıldanlar oluşmamıştı. Kürt siyasi partiler ortaya çıkıp Kürdistan'da yüzde 80-90 oranında oy almamıştı. Bu yönüyle Kürt halkının özgürlük mücadelesi bugünkü düzeyde gelişmemiş, Kürt halkının özgürlüğü bu kadar yakınlaşmamıştı. Demokratik ve özgür yaşamı yakınlaştıracak düzeyde bir güce ulaşmamıştı. Bu açıdan soykırımcı sömürgecilik de tehdidi bu kadar yakın hissetmemişti. Ancak Kürt isminin telaffuz edilmesi bile o dönemde devleti çok rahatsız ediyordu. Ancak şu andaki durum o dönemden çok çok ileridir. Bu nedenle AKP-MHP faşizmi, Erdoğan-Bahçeli faşizmi 12 Eylül faşizminden daha saldırgan ve en ağır faşist yöntemleri kullanmaktadır. AKP-MHP iktidarının her bakımdan konumu zayıflamıştır. Ama kendilerini var eden ulus devlet anlayışını ayakta tutmak için saldırmaktadırlar. Gerçekten de 12 Eylül faşizminin aklına gelmeyen yöntemleri uygulamaktadırlar. 1990’lı yıllarda kirli savaş vardı, köyler yakılıp yıkılmıştı, faili meçhul cinayetler işlenmişti, onların bile kullanmadığı yöntemleri bugün AKP-MHP faşizmi kullanmaktadır. Bu bakımdan eğer mücadele edilmezse, durdurulmazsa şu andaki AKP-MHP faşizmi 12 Eylül faşizminden daha uğursuz biçimde Kürt soykırımını tamamlamak isteyecektir.
12 Eylülcüler, 'PKK'yi ezersek Kürtleri soykırıma uğratırız' planıyla darbeyi yapmıştı. Şimdi sadece PKK'yi değil, halkın da iradesini kırmayı esas alan saldırılar yürütüyorlar. Kürt halkının nefes alacağı tüm olanakları kapatmayı hedefliyorlar. 12 Eylülcüler, 'biz geldik, kısa sürede PKK’yi tasfiye ederiz ve bu temelde soykırımı hızlandırırız' biçiminde kendilerini kandırıyorlardı. Özgürlük Hareketimizi tasfiye edemedikleri gibi, bu süreç, Özgürlük Hareketinin güçlenmesiyle sonuçlandı. AKP iktidarı güçlenen Özgürlük Hareketimiz ve halk karşısında ya sorunu çözecektir ya da eskisinden katbekat bir faşist saldırı yürütecektir. Şu anda AKP-MHP iktidarının yaptığı budur.
'ERDOĞAN TÜRKİYE'Yİ TAMAMEN BÖLDÜ'
Erdoğan sürekli olarak tek millet, tek vatan, tek dil, tek bayrak diyor. Yine idamı çok gündeme koyuyor. 'Tek tip elbise' de gündemde. İktidar bu haliyle Türkiye'yi nereye götürüyor?
Hiçbir iktidar bu kadar tek millet, tek vatan, tek bayrak demedi. Yemeğe ya da her işe başlarken Bismillah-ir-rahman-ir-rahim der gibi bu kadar tek millet, tek vatan, tek devlet denilmiyordu. Tayyip Erdoğan ve AKP’nin Amentüsü bu olmuş. Sürekli olarak idamdan söz ediyor, tek tip elbiseyi dayatıyor. Bu, aslında güçsüzlüğün ifadesidir. Kürt Özgürlük Hareketi'ni ve özgürlük mücadelesini iktidarını alaşağı edecek güç olarak gördüğünden ağır bir saldırı yürütüyor. AKP iktidarı Kürt Özgürlük Hareketi'ni ezmeden iktidarda kalamayacağını görüyor. Türkiye'de Kürt sorununu demokratik yollardan çözemiyorsan, ya da demokratik zihniyetin yoksa iktidar olmanın kanunu hâlâ Kürtler üzerinde baskı kurma, Kürtleri kontrol altına alma kapasitesidir. Kürtleri egemenlik altına tutma kapasitesi olmayan hiçbir siyasal parti iktidar olamaz. Erdoğan da şimdi bunu herkese göstererek iktidarını ayakta tutmaya çalışıyor. Bu bakımdan yöntemleri çok sert olduğu gibi herkesin üzerine gidiyor. Yani Türkiye'yi tam bölmüş. Kendisi var, MHP’nin bir kısmı var. Hüda Par’ı yanına almış. Bir de marjinal faşist bir ulusal çevre olan Doğu Perinçek var. Bunlar bu iktidarı güçlü kılmıyor, zayıf kılıyor. Zayıf kıldığı için de herkese saldırıyor. Kendisine güvenmiyor. Kendine güveni olsa bu kadar saldırgan olmaz, herkese saldırmaz. Kim biraz muhalefet yapsa ya da eleştirse onun üzerine gidiyor. Biraz muhalif tutum içinde olan ve eleştiren aydın, gazeteci ve akademisyenin üzerine gidiyor. CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu hava araçlarının sivilleri katletmesini gündeme koyuyor, onun üzerine gidiyor. Amerikalı ya da batılı bir şey diyor, onlara tepki gösteriyor. Bu, zayıflığından ileri geliyor. Güçlü olsa bu kadar hemen her şeyde herkesi karşısına almaz.
'TÜRKİYE AKP'DEN KURTULACAK'
AKP iktidarı bu tutumuyla içeride de dışarıda da Türkiye'yi daraltmış, herkesi kendisine düşman yapmış. Tek güç kaynağı da şu; şovenizmi şahlandırarak ayakta kalmaya çalışıyor. Kürt düşmanlığı üzerinden şovenizmi şahlandırıp toplumun desteğini almaya çalışıyor. Bu da onun zayıflığını ifade ediyor. Şovenizmi şahlandırarak toplumun desteğini almak bir süre için güç kaynağı olabilir, ama uzun süreli olamaz. Eğer kısa sürede sonuç alamazsa yıkılır. ABD, Avrupa ve Ortadoğu'daki ittifaklarıyla da araları bozulmuştur. Neden? Kürt politikasından dolayı! Kürt politikası o kadar sert ki, Kürt politikası o kadar başkaları tarafından bile kabul görmeyecek düzeyde inkarcı ve soykırımcı ki artık herkes bunu desteklemiyor. 20. yüzyılın siyasi ortamı ve soğuk savaşın sert kamplaşma döneminde Türkiye'nin desteğini almak için göz yumuyorlardı, destekliyorlardı. Şimdi o sert soğuk savaş dönemi bittiği için, Türkiye’yle ittifak olmazsa olmaz gibi bir yaklaşım içinde olmadıkları için Türkiye'nin Kürt düşmanlığına eskisi gibi destek olmadıklarından Türkiye ile karşı karşıya geliyorlar. Ya da Türkiye herkesle karşı karşıya geliyor. AKP'nin bu tutumu Türkiye'ye büyük zarar vermektedir. AKP iktidarı bunu uzun sürdüremez, bu durum Türkiye'de bir kırılma yaratacaktır. Türkiye eninde sonunda AKP iktidarından kurtulacaktır.
'TEK TİP ELBİSEYE KARŞI DİRENİŞE GEÇİLMELİ'
Tek tip elbise giydirme konusuna özellikle değinmek istiyoruz. 12 Eylül’de böyle bir uygulama var mıydı? Bu uygulamayla tutsaklar özgülünde topluma dayatılan nedir? Toplum nasıl bir duruş içinde olmalı?
12 Eylül iktidarına askeri faşist bir darbe, cunta diyoruz. Bu karakteriyle 'benim dediğimin dışına kimse çıkmayacak' anlayışındaydı. Kenan Evren öyle bir anlayıştaydı. Ama Hareketimiz ve zindan direnişi onu boşa çıkardı. Onun havasını kırdı. İstediği sonuca ulaşamadı. İddialı konuştu, ama bu iddiası tersine döndü. Bu nedenle 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi'nin tek tip elbise giydirme dayatması anlaşılır bir durum! 12 Eylül’de tek tipi dayattılar. Bize de dayattılar, Mamak’ta dayattılar, Metris’te dayattılar, her yerde dayattılar. Kısa süreli giymeler de oldu. Askeri faşist bir darbenin bu tür dayatmalar yapması anlaşılırdı. Ancak AKP’liler yıllardır askeri darbelere karşı olduklarını söylediler. Darbeler şöyledir, böyledir dediler. Darbelerin insanlık, halk ve demokrasi düşmanı olduğu konusundaki yargıya kendileri de katıldılar. Tek tip elbise darbe koşullarında dayatılan bir durumdu, o koşullarda bile başarılı olamadı. Sonunda vazgeçmek zorunda kaldılar. Tutsakların direnişi, halkın direnişi, demokrasi güçlerinin direnişi, ailelerin direnişiyle bir sonuca ulaşmadılar. 12 Eylül askeri faşizminin şefi Kenan Evren demokrasiyi askıya aldığını ve her türlü şeyi uygulayacağını açıkça söylüyordu. 'Benim dediğim olacak, demokrasi için bu gerekli' diyordu. Tayyip Erdoğan ve AKP hâlâ Türkiye’yi seçimle iş başına gelen bir iktidarın yönettiğini iddia ediyor. Hâlâ 'bizde demokratik kurumlar ve düşünce özgürlüğü var' diyor. Söyledikleri doğru değil, ama bunları söylüyor. Böyle bir ortamda tek tip elbise giyilmesini dayatmak, 12 Eylül faşizminden daha geri bir duruma düşmektir. 12 Eylülcüler bile bundan vazgeçti. Tayyip Erdoğan denenmişi, halkın, dünyanın kabul etmediğini yeniden gündeme getiriyor. Askeri faşist cuntanın bile yapmadığını şimdi Erdoğan denemek istiyor.
Tek tip elbise giyilmesini dayatmak kirli ve insanlık dışı bir amaç taşımaktadır. Tutsaklar tek tip elbise giydirme şahsında halkın iradesi kırılmak isteniyor. Sorun sadece tutsaklara elbise giydirmek değildir. Elbise dayatması bir irade kırma biçimidir. Ben sana her şeyimi kabul ettiriyorum demek istiyor. 'Suç işledin, sana ceza veriyorum'dan öte bir durumdur. Benim dediğime uyacaksın, benim dediğimi yapacaksın, sen bundan sonra hiçbir şey düşünmeyeceksin ve teslim olacaksın yaklaşımıdır. Bunu devrimci tutsaklara dayatarak 'bakın bunlar teslim oldu, bunların iradesi kırıldı, bunlar iradesiz insanlardır' algısını yaratmak, tutsakları böyle kamuoyuna sunmak istiyor. Nasıl ki ABD Guantanamo’da El Kaidelileri gözü bağlanıp giydirdiyse Erdoğan da bunu yapmak istiyor. Geçen günlerde Abbas arkadaş Tayyip Erdoğan’ın tek tip elbise dayatmasını Guantanamo’ya karşı bir misilleme olarak ifade etti. Erdoğan, El Kaide zihniyetinde olduğundan ABD’nin bu yaptığının intikamını alıyor. Bunun intikamını almak için devrimci tutsaklara ya da Fethullahçı denilen kesimlere tek tip elbise giydirmek istiyor. Erdoğan’ın tek tip elbise dayatmasını böyle anlamak gerekir.
Tek tip elbiseyle tutsaklar şahsında toplumun da iradesi kırılmak isteniyor. Buna karşı bir direnişin geliştirilmesi gerekiyor. Ama bu direnişi sadece tutsakların üzerine yıkmak doğru değil. Demokratların, insan hakları örgütlerinin, sivil toplum örgütlerinin, bütün demokratik kurumların ve güçlerin bu tek tip elbise giydirme dayatmalarına karşı çıkması gerekiyor. Çünkü bu faşist bir uygulamadır. Faşist uygulamalar sadece tutsaklara yönelik değildir. Dışarıda da faşizmin herkese saldırısı söz konusudur. Bu açıdan böyle bir faşist uygulama karşısında bir direniş varsa, o zaman bu faşist uygulamaya yönelik sadece zindandaki arkadaşlardan, tutsaklardan direnişi beklemek yanlıştır. Hatta direnişin esas boyutunun dışarıda olması gerekiyor. Çünkü bu karar ve Erdoğan’ın dayatması sadece zindanlara yönelik bir anlayış ve uygulamanın sonucu değildir. Faşizm, tüm toplumun iradesini kırma saldırısı yürütmektedir. Dolayısıyla bu tek tip elbise giydirme dayatması karşısında bütün toplumun faşizme karşı direniş göstermesi lazım. Tek tip elbise dayatmasını faşizme karşı bir direniş nedeni olarak görmeleri lazım. Topluma karşı bir saldırı olarak görmeleri gerekiyor. Öte yandan bu direniş sadece Kürt tutsakların sorunu değildir. Bütün diğer tutsakların da bu direnişe katılması gerekir. Sadece Kürt tutsakların aileleri, Kürt demokratik güçlerin değil, Türkiye'deki tüm siyasi güçler, zindandaki Türkiyeli devrimci güçlerin aileleri de bu direnişe katılması gerekiyor.
Zindandaki direnişi de faşizme karşı mücadele cephesi esprisiyle ele almak gerekiyor. Böyle ele alınırsa doğrudur. Yoksa sadece PKK’li tutsaklar dirensin ya da sadece şu tutsaklar dirensin denilirse, bu elbise dayatmasının ne anlama geldiği anlaşılmamış olur. Bir faşizm dayatması değil de herhangi bir kurala uymayan tutsaklara elbise giydirme anlamına gelir ki, bu bir yanılgı olur, gaflet olur. Bu yanılgıya düşmemek lazım. Bu mücadelenin esas yükünü de zindanlara bırakmamak lazım. Kuşkusuz onlar da kendi koşullarında bir tutum içinde olacaklar ve direniş göstereceklerdir. Tutsakların bir direniş tarihi var; 12 Eylül’de tek tip elbiseyi kabul etmediler, faşist cuntaya karşı direndiler, şimdi de kabul etmeyecekler. Çünkü 12 Eylül’ün bu dayatması püskürtüldü. Şimdi de direniş sürecek. Ama bu direnişin esas yükünün dışarıda omuzlanması gerekiyor. Sadece Türkiye ve Kürdistan'da değil, uluslararası alanda da bu dayatmaya karşı bir tutumun ortaya çıkarılması gerekiyor. İnsan hakları örgütleridir, demokratik kurumlardır, Avrupa’da ya da dünyanın başka yerinde işkenceye karşı olan örgütlerdir, demokrasi güçleridir, bunların hepsinin bu konuda bir araya getirilmesi ve tek tip elbise giydirme dayatmasına karşı direnişin parçası yapılması gerekir. Çünkü tutsaklar tek tip elbiseye karşı olduklarında, giymediklerinde işkenceyle karşılaşacaklardır. O zaman dünyada ve Türkiye'de işkenceye karşı olan herkes de tek tip elbise giydirilmesine karşı mücadele içinde olmalıdır.
DEMOKRASİ CEPHESİ KURULMAZSA...
Dünya tarihinde faşist iktidarlar zulüm ve baskılarını arttırdıkça sol-sosyalist güçler, ezilenler, emekçiler birlikte hareket etmişler, ilişkiler geliştirmişler, ittifaklar kurmuşlar, cepheler oluşturmuşlar. Bugün böyle bir cephenin varlığı var mı yok mu belli değil. Faşizmden rahatsız olan, zarar gören kesimlere hangi sorumluluklar düşüyor?
Aslında objektif olarak faşizme karşı bir cephe var. Birçok kesim AKP iktidarına karşı, faşizme karşı. Sadece Kürt halkı, Kürt demokratik güçleri değil, sol-sosyalist güçler ve tüm demokratlar da karşı. CHP’nin tabanında ve içinde AKP’ye karşı bir tutum var. Hatta AKP’nin içinde ve tabanında bile karşı olanlar var. Bu yönüyle şunu söyleyebiliriz; Türkiye tarihinde bu kadar geniş cephe ilk defa ortaya çıkmış. Ama bu cephe bir resmi cephe değil, bir biçime kavuşmamış, bir örgüte ve platforma kavuşmamış, bir ortak harekete ve ortak kurumlaşmaya kavuşmamış. Bu durum faşizm karşısında bir sorumsuzluktur ve tehlikeyi ifade etmektedir. 12 Eylül faşizmi karşısında devrimci güçler bir araya gelmediği için, demokrasi güçleri bir araya gelmediği için bundan çok zarar gördüler. Bütün devrimci hareketler ezildi, tasfiye oldu. Halk o kadar işkence gördü. Tüm demokrasi güçleri eğer bugün o kadar zayıfsa, bugün sol güçler zayıfsa bunun nedeni, 12 Eylül’de faşizme karşı ortak cephe kuramamalarıdır. Önder Apo öncülük yaptı, hareket öncülük yaptı, ama diğer sol güçler, sol örgütler buna katılmadılar ve bunun sonuçları ağır oldu. Bu gerçek ortadayken, Tayyip Erdoğan-Devlet Bahçeli faşizmine karşı ortak davranmamak, ortak mücadele etmemek ağır sonuçlar ortaya çıkarır. Eğer demokrasi güçleri ortak cephe olmazlarsa, ortak mücadele etmezlerse, bu iktidar etkisizleştirilmezse 2019’da yapılacak hileli seçimle faşizmine meşruiyet kazandırıp demokrasi güçlerini ve özgürlük güçlerini tümden ezecek. Bu yönüyle şimdiden bir demokrasi cephesinin kurulması gerekiyor.
Faşizme karşı ancak demokrasi cephesiyle mücadele edilebilir. Başka türlü mücadele edilemez. Faşizm demek, en geniş saldırı demektir. Faşizme karşı mücadele de en geniş kesimlerin ortak mücadelesiyle, ortak hareketiyle, ortak cephesiyle, platformuyla, ortak blokuyla olabilir. Bu şimdi Türkiye'de hâlâ gerçekleşmemiştir. Cephe ve ortak mücadele anlayışı duygu ve düşüncede var. Ama sıra pratiğe gelince gerçekleşmiyor. Bunun giderilmesi gerekiyor. Hem bu kadar AKP'ye karşı olunuyor, hem de bir araya gelinmiyorsa o zaman bu bir araya gelişi AKP ve özel savaş engelliyor demektir. Kim şu anda ortak mücadeleye gelmiyorsa AKP'nin oyununa geliyor ya da AKP tarafından yönlendiriliyordur. Bu da AKP'nin destekçisi durumuna düşmektir. Böyle görmek gerekiyor. Bu açıdan bundan ya da şundan dolayı bir araya gelinmiyor demek doğru değildir. Gelinen aşamada bir araya gelinmiyorsa bunu AKP iktidarının yönlendirmesine ve oyununa bağlamak ve AKP'ye hizmet eden bir tutum olarak görmek lazım. Kim olursa olsun faşizme karşı ortak cepheye gelmiyorsa böyle değerlendirmek lazım. AKP faşizmine karşı cephe kurmanın zamanı gelmiş de geçmektedir. Yakın zamanda faşizme karşı bir ortak cephe kurulmazsa geç kalınacaktır. Çünkü AKP'ye karşı çıkan güçler yarın bu faşizme karşı duramaz hale geleceklerdir. Bu açıdan acilen demokrasi güçlerinin bir araya gelmesi, ortak mücadele içine girmesi gerekmektedir.
BİRİNCİ BÖLÜM:
https://anfturkce.net/guncel/pkk-12-eyluel-fasizmine-karsi-nasil-ayakta-kaldi-95986