Karasu: Soykırım operasyonlarına karşılık vereceğiz

Karasu: Soykırım operasyonlarına karşılık vereceğiz

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu siyası soykırım operasyonlarının kesinlikle Kürt halkının iradesini kırmaya, örgütlülüğünü dağıtmaya yönelik olduğunu söyledi. “Bu açıdan siyasi soykırım operasyonları tamamen demokrasi karşıtı, özgürlük karşıtı, Kürt sorununun çözüm zeminini ortadan kaldırmak, Kürt sorununun çözümünü isteyen güçleri sindirmek için yapılan operasyonlar olarak görüyoruz” diyen Karasu, şunları söyledi: “Kürt Özgürlük Hareketi olarak bu operasyonlara karşılık vereceğiz. Kürt Özgürlük Hareketi de AKP'nin tutuklamalarına karşı kendisi de halka karşı suç işleyen askerleri, polisleri, kaymakamı, devlet memurlarını, AKP’ye işbirlikçilik yapan güçleri tutuklayacak ve kendi hukuku çerçevesinde yargılayacaktır. Bu da Kürt halkının, Kürt Özgürlük Hareketi'nin hakkıdır” dedi.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, 6-8 Ekim serhildanları sonrası tekrar hızlanan siyasi soykırım operasyonları konusunda sorularımızı yanıtladı.

AKP Hükümeti 6-8 Ekim'de gerçekleştirilen ve 40'tan fazla Kürt yurtseverinin saldırılar sonucu yaşamını yitirdiği Kobanê serhildanlarını gerekçe göstererek yeni bir tutuklama furyası başlattı. Bu konuda şimdiye kadar 2500’e yakın insan gözaltına alınmış, 650’nin üzerinde de tutuklamalar olmuştur. AKP bu tutuklamalar ile neyi hedefliyor?

Kobanê eylemleri, Kürdistan'daki serhildan tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Hatta şimdiye kadar gerçekleştirilen serhildanların en etkilisi olduğunu söyleyebiliriz. Hem toplum yoğun biçimde ayağa kalkmış, hem saldırılara karşı büyük bir direniş gösterilmiş, hem de Kürdistan'ın tüm il ve ilçelerinde bu serhildanlar gerçekleşmiştir. 6-8 Ekim serhildanları sadece Türk devletinin Kobanê politikasına yönelik bir tepki olarak kalmamış, çok önemli siyasal sonuçlar doğurmuştur. AKP'nin 6-8 Ekim serhildanlarına tutumunu değerlendirirken, bu serhildanların karakterini ve ortaya çıkardığı sonuçlarla ele almak gerekiyor.

Her şeyden önce bu serhildanlar Türk devletinin politikasına bir tepki olarak gelişmiştir. Türk devleti başından itibaren Rojava Devrimine düşmanlık beslemiştir; Rojava Devrimine İslam maskesi takmış çeteleri saldırtmıştır. Türk devleti Suriye politikasını esas olarak da Rojava Devrimini boğma temelinde yürütmüştür. Rojava Devrimini boğmayı hedefleyen bir Suriye politikası şekillendirmiştir. Buna Kürt halkı büyük bir tepki gösteriyordu. Zaten AKP'nin politikalarına karşı hem Özgürlük Hareketimiz uyarılar yapmıştı, hem de demokratik siyasal alanda AKP'nin bu politikaları eleştirilmişti. Birçok aydın-yazar da AKP'nin başta Rojava Devrimi olmak üzere Suriye politikasına yönelik eleştiriler geliştirmişti.

AKP'nin Rojava Devrimi politikası Kobanê’de tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. Tamamen bir Kobanê düşmanlığı ortaya koydu. Kobanê direnişinin ezilmesi için IŞİD’le birlikte çalıştı. Daha doğrusu IŞİD’in Kobanê’ye saldırısının arkasında esas olarak da Türk devleti bulunmaktadır. Türk devleti IŞİD’i Kobanê’ye yönlendirmiştir. Bu yönüyle IŞİD saldırılarını IŞİD’le birlikte AKP Hükümeti yürütmüştür. Erdoğan’ın, Hükümet yetkililerinin açıklamaları tamamen bu gerçeği ortaya koymaktadır. Erdoğan her gün “Neden Kobanê Kobanê diyorsunuz” demektedir. Türkmenlere yardım edilmedi, Halep’tekilere yardım edilmedi, Kobanê’ye neden bu kadar hassasiyet gösteriliyor diyerek açıkça ırkçılık, ayırımcılık yapmaktadır. Aslında Kobanê Kürtlerini kendinden görmemektedir. Başka zaman ‘Kürt kardeşlerim’ diyen Erdoğan ve AKP yetkilileri Kobanê’deki Kürtlerin bir kültürel soykırıma, fiziki soykırıma uğramasına sessiz kalmıştır. Balkanlarda ya da dünyanın başka yerinde bir Türk topluluk ya da Marakan’da Müslümanlara yönelik bir olumsuzluk olduğunda gösterdiği tepkiyi Kobanê’de fiziki ve kültürel soykırım saldırısı altında olan Kobanê Kürtlerine göstermemiştir. Bu gerçeklik AKP'nin Kürtlere nasıl yaklaştığını bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir. Sürekli uluslararası güçlerin, toplumun, demokrasi güçlerinin, sosyalist güçlerin Kobanê karşısındaki duyarlılığına tepki gösteren, bunu sindiremeyen, ‘neden bu kadar Kobanê’ye duyarlılık gösteriliyor’ diyen bir yaklaşımın açıkça bir Kürt düşmanlığı olduğunu bir çocuk bile anlayabilir. Tüm bu yaklaşımlar Kürt toplumunda büyük bir öfke birikmesine yol açmıştır.

Öte yandan Önder Apo iki yıla yakındır süren demokratik siyasal çözüm için bir süreç başlatmıştır. Esir askerleri bıraktırmış, çatışmasızlığı sağlatmıştır, gerilla güçlerinin Türkiye dışına çıkması çağrısı yapmış, gerilla bu çağrının gereklerini yerine getirmiştir. Herkes de bilir ki esir asker, polis ve devlet görevlilerinin bırakılması, çatışmasızlık, silahlı güçlerin geriye çekilmesi AKP'nin atacağı adımlar karşılığında yapılmıştır. Bu adımların bir karşılığı olması gerekirdi. Ama AKP Hükümeti bu adımların karşısında kendisi üzerine düşen hiçbir adımı atmamıştır. Kürt Özgürlük Hareketi bu adımları attıktan sonra AKP anayasa ve yasalarda Kürt sorununun demokratik çözümü için adımlar atması gerekiyordu. Bunları yapmadığı gibi geri çekilen gerillalar için “Cehenneme kadar yolları var” denmiştir. Kürt Özgürlük Hareketi'nin uyarıları, Önder Apo'nun büyük çabalarına rağmen AKP'nin Kürt sorununun çözümü yönünde hiçbir adım atmaması, hep bir zaman kazanma ve oyalama politikası izlemesi, Kürt halkında ve demokrasi güçlerinde AKP Hükümeti’nin politikalarına karşı büyük bir tepki ortaya çıkarmıştı.

İşte böyle bir ortamda IŞİD saldırılarının yoğunlaşması karşısında, Kobanê halkının büyük direniş göstermesi Kürt halkında ve dünya kamuoyunda duyarlılık ortaya çıkarmıştır. Özellikle de IŞİD saldırılarının Kobanê şehrine yönelmesi, Kobanê şehrinin kuşatılması, Kobanê’deki sivillerin katliamla karşı karşıya kalması, Kobanê’nin tümden işgal edilmesi ve Kürtsüzleştirilmesi tehlikesi ortaya çıkınca Kobanê Kantonu’nun yöneticileri dünyaya, tüm Kürt halkına ve demokrasi güçlerine acil müdahale çağrısı yapmıştır. Gerçekten de Kobanê’deki direniş kritik noktaya gelmişti. İşte böyle bir ortamda Kobanê’den gelen çağrıya başta Kuzey Kürdistan olmak üzere dört parçadaki tüm Kürtler cevap vermiş ve ayağa kalkmıştır. Sadece Kuzey Kürdistan değil, Doğu Kürdistan, Güney Kürdistan, Avrupa’daki Kürtler Kobanê’deki IŞİD saldırılarını ve Türk devletinin Kobanê politikasını protesto etmek, değiştirmek için eyleme geçmiştir. Kobanê böyle bir tehdit altındayken, Kürdistan'ın tüm parçalarındaki Kürtler ve dünyadaki Kürtlerin sessiz kalmasını kim isteyebilirdi? Böyle bir durum karşısında Kürtlerin tepki göstermesi, ayağa kalkması kadar doğal bir şey olabilir mi? Herhalde bir Türk şehri Kıbrıs’ta böyle bir kuşatma altına girseydi, ya da dünyanın başka yerinde ilişkide olduğu bir kesim katliam tehdidiyle karşı karşıya kalsaydı Türkiye kıyameti koparırdı. Sadece Türkiye'yi ayağa kaldırmaz, dünyayı ayağa kaldırmaya çalışırdı. Kürtlerin de Kobanê’ye yönelik saldırılara sessiz kalması bu katliamı, soykırımı izlemesini kimse bekleyemezdi. AKP Hükümeti de bekleyemezdi.

AKP GERÇEKLERİ SAPTIRMAYA ÇALIŞMIŞTIR

6 Ekim’de başlayan ve günlerce süren serhildanlar bu koşullarda ortaya çıkmıştır. Esas olarak da AKP Hükümeti’nin politikaları sonucu ortaya çıkmıştır ve AKP'nin politikalarına tepki olarak halk ayağa kalkmıştır. Bu serhildanlar karşısında demokratik yaklaşım göstereceğine IŞİD dostu, Kobanê düşmanı, Kobanê’nin bir an önce düşmesini isteyen Türk devletinin asker ve polisi halka saldırmıştır. Onlarca Kürt yurtseveri katledilmiştir, yüzlercesi yaralanmıştır. Şehit düşenler belli olmuştur, ama yüzlercesi tutuklanır diye hastanelere götürülmemiştir, evlerde tedavi edilmiştir. Bu ölümlerin ve saldırıların çoğunluğu da polis, asker, faşistler ve bazı kontra güçler tarafından gerçekleştirilmiştir. İlk ölüm haberi Muş’tan gelmiştir. Polislerin saldırısı sonucu bir yurtsever katledilmiştir. Yine Kurtalan’da, Tatvan’da, Kızıltepe’de, Kerboran’da, Wan’da AKP’lilerin ve koruması altındaki kontraların saldırısıyla birçok yurtsever katledilmiştir. Yine Amed’te Türk polisi ve askerinin gözetimi altında Hüda-Par yanlıları onlarca büyük silahla gösteri halindeki halka saldırmışlardır. Birkaç şehit ve onlarca yaralı ortaya çıkmıştır. Bunun karşısında da Kürt gençleri Hüda-Par’lıların bu saldırılarına tepki göstererek bazı Hüda-Par kurumlarına yönelmişlerdir. Burada birkaç Hüda-Par’lı ölmüştür. Ama olayın gelişimi belirttiğimiz gibidir. Onlarca büyük silahla gösterilere saldırılması sonrası olaylar bu biçimde gelişmiştir. Yine Türkiye'de faşistler yurtseverlere saldırmış, İstanbul’da iki yurtsever, İzmir’de bir genç, Antep’te dört yurtsever polislerin gözetimi altında katledilmiştir. Kırktan fazla yurtsever öldürülmüştür. Gerçek buyken Türk devleti ve AKP Hükümeti güdümündeki özel savaş organları gerçekleri saptırarak halkın Kobanê kuşatmasına gösterdiği tepkiyi karalamaya ve suçlamaya çalışmışlardır.

Tabii ki bunlar bir yönüyle doğaldır. Türk devleti, sömürgeci güçler her zaman serhildana kalkanları, devlete karşı protesto edenleri suçlamışlardır. Kendileri onlarca yurtseveri katlettiği halde yine suçlu olarak ölenleri göstermişlerdir. 6-8 Ekim olayları sırasında da Türk devletinden ve onun özel savaşından beklenen tutum ortaya konulmuştur.  Daha sonra serhildanlar ilk günlerdeki gücünde olmayınca AKP Hükümeti hemen tutuklamalara başlamıştır. Her gün onlarca insan tutuklanmıştır. Bugüne kadar binlerce insan gözaltına alınmış, yüzlercesi de zindanlara atılmıştır. Bu, Kürt halkının iradesini, özgürlük gücünü, örgütlülüğünü kabul etmeyen Türk devletinin kültürel soykırımcı sömürgeci tepkileridir. Çünkü onlar iradeli Kürt, direnen Kürt, örgütlü Kürt’ü kabul etmiyorlar, sindiremiyorlar. Tarihte ne zaman Kürtler biraz direnişe geçmiş, örgütlenmişse Türk devleti derhal harekete geçmiş, bilinçli Kürtleri zindanlara atmıştır. Kürtlerin taleplerinin ortaya çıktığını görünce, Kürtlerin örgütlenme eğilimini görünce hemen provokasyonlar yaratarak Kürt halkına yönelik saldırı gerçekleştirmiştir. 1925 Şeyh Sait’in ve arkadaşlarının idam edilmesiyle sonuçlanan olaylar da bu zihniyetin sonucu gerçekleşmiştir. Kürt halkının, Kürt toplumunun Türk devletinin politikalarından rahatsız, huzursuz olduğunu görünce, örgütlenme ve taleplerin var olduğunu anlayınca bir provokasyon yaratılıp ve buna dayanılarak Kürt halkına saldırıya geçilmiş ve o dönemin liderleri yakalanarak katledilmiştir. Böylece cumhuriyetin kuruluşundan sonra ortaya çıkan Kürtlerdeki rahatsızlığı ya da Kürtlerin cumhuriyet içinde kendi özerk yaşamlarını talep etmelerini bastırmak, hak isteyen, en doğal ulusal haklarını talep eden Kürtleri etkisizleştirmek için hem idamlar gerçekleştirilmiş hem de tutuklamalar yapılmıştır.

1930’da da Ağrı İsyanı olarak ifade edilen dönemde de yine Kürtlerin özerklik ve anadil talebi, oldukları gibi kabul edilme istekleri karşısında derhal askeri güçlerini harekete geçirmiş, bilinçli Kürtleri, örgütlü Kürtleri ezerek Kürtleri teslim alma ve sessizlik ortamında kültürel soykırımcı politikalara boyun eğdirmek istemişlerdir. Dersim’deki katliam, Seyit Rıza ve arkadaşlarının tutuklanması ve idam edilmesi de bu politikanın sonucudur. Türk devleti Dersim halkının kendi kültürü ve diliyle özerk yaşamasını kabul etmemiş, orayı da tümden kültürel soykırımcı sömürgeci sistem içine almak, Kürtleri Türkleştirmek ve Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek için Dersim’e imha seferleri düzenlenmiştir. Bunun sonucu katliamlar, sürgünler, tutuklamalar ve idamlar gerçekleştirilmiştir. Bunların tümü Kürtlerin iradesini kırmak, teslim almak, kültürel soykırımcı sömürgeci politikalarını kabul ettirmek ve bu politikaların önündeki engelleri kaldırmak için yapılmıştır.

6-8 Ekim’deki serhildanlara yönelik başlatılan karalama kampanyası, psikolojik savaş ve tutuklamalar da aynı amaçlıdır. Kürtlerin örgütlü gücü görülmüştür. Kürtlerin nasıl bir irade sahibi olduğu görülmüştür. Kürt toplumu bir bütün olarak ayağa kalkarak siyasi gücünü ve iradesini ortaya koymuştur. Türk devletinin Kobanê ve Kürt sorununda çözüm üretmeyen politikalarını kabul etmeyeceğini göstermiştir. Bu politikaların örgütlü Kürt’e, bilinçli Kürt’e, mücadele iradesi olan Kürt’e kabul ettirilmeyeceği ortaya konulmuştur. AKP Hükümeti de Kürtler üzerinde yürüttüğü kültürel soykırımcı sömürgeci politikaların böyle bir halka kabul ettirilmeyeceğini görerek yeniden Kürt halkının iradesini kırma, örgütlülüğünü zayıflatma, teslim alma ve bu temelde de kültürel soykırımcı politikaların önündeki engelleri kaldırma ve zaman içinde kültürel soykırıma uğratma politikalarını kabul ettirmek için bu saldırıları başlatmıştır. Yapılanlar siyasi soykırım operasyonlarıdır. Kürtler ne zaman biraz canlandıysa, biraz örgütlendiyse, biraz irade kazanıp mücadele gücü haline geldiyse hemen derhal siyasi soykırım tutuklamalarıyla bir tırpanlama yapılmıştır. Kürdistan tarihi Kürtlerin örgütlü, bilinçli ve mücadele iradesi ortaya çıktığı dönemlerde hep bu tür saldırıların yapıldığını ortaya koymaktadır.

AKP Hükümeti bu tutuklamalarına da yaşanan ölümleri gerekçe göstermektedir. Bu, gerçekleri tersyüz etmektir. Hem öldürmekte, hem de öldürülenleri suçlamaktadır. Geçmişte de Dersim katliamına ve soykırımına benzer gerekçeleri gösteriyorlardı. İsyan ettiler, biz de isyancıları öldürdük, idam ettik diyorlardı. Kendi politikalarının ortaya çıkardığı sonuçları, Kürtleri inkar eden, Kürt iradesini kırmak isteyen politikalarını görmezlikten gelerek, bunları bir tarafa bırakarak idamlara ve tutuklamalara gerekçe bulmuşlardı. Şeyh Sait’te de böyle yapmışlardı, Ağrı’da da böyle yapmışlardı, Dersim’de de. Her zaman böyle yapmışlardır. Düşünebiliyor musunuz; 1950’lerin sonunda bazı Kürt gençleri biraz Kürtlükten söz edince, Kürtlük bilinci gelişince, Kürtlerde siyasi talep ileri süren bir düşünce ortaya çıktığını görünce hemen tutuklamalar yapmışlardır. Tarihe 49’lar operasyonu olarak geçen tutuklamaların nedeni Kürtler içindeki kıpırdamadır. Ulusal, demokratik haklarını talep eden bir eğilimin ortaya çıkmasıdır. Yine 12 Mart’la birlikte DDKO tutuklamalarının yapılması da bu nedenledir. DDKO politik hedefleri olan herhangi bir siyasi örgüt değildi; sadece Kürt kimliğinin varlığından, Kürt dilinin, kültürünün varlığından, Kürtlerin bazı haklarından söz eden bir dernek olmasına ve hiçbir askeri eylemleri bulunmamasına rağmen üyeleri tutuklanmışlardır.

AKP GERÇEKLERİ TERSYÜZ ETMEYE ÇALIŞMAKTADIR

Tüm bu gerçekler aslında 6-8 Ekim olaylarında AKP Hükümeti’nin neden saldırdığını ortaya koymaktadır. Aslında kendi Kürt karşıtı, Kobanê karşıtı politikalarının üstünü örtmek için hem suçlu hem güçlü misali bir psikolojik saldırı başlatmıştır. En iyi savunma saldırıdır anlayışıyla haksız olduğu halde, suçlu olduğu halde ölenleri suçlayan bir kampanya başlatmıştır. Halbuki bu kadar ölümlerin olduğu bir yerde hükümetler hesap verir. Hatta günümüzde böyle olayların olduğu yerde Hükümetler düşmektedir. Şimdi kendi polisinin, askerinin katlettiği insanlar var, kendi polisi ve askerinin himayesi altında saldıran faşistler var, kontralar var; onlarca Kürt öldürülmüş, ama ne suçluları cezalandırma ne de hesap verme var. Kürtlere yönelik bu saldırılarda bazı Kürt gençlerinin tepkiyle saldırgan gruptan birkaç tanesini öldürmesini hep gündemleştirerek gerçeği tersyüz etmeye çalışmaktadır. Kırk tane ölümü değil de, şurada bankamatiğe saldırmışlar, şurada bir araba yakmışlar, şurada dükkanların camını çerçevesini kırmışlar biçiminde gerekçelerle hem 6-8 Ekim olaylarının büyük siyasal anlamını, IŞİD’e karşı, AKP'nin saldırgan politikalarına karşı demokratik tutum gösteren karakterini bir tarafa iterek gerçekleri tersyüz ederek Kürt halkını suçlamaya, HDP’yi suçlamaya, ölenleri suçlamaya yönelmişlerdir. Böyle bir gerekçe yaratarak tutuklamalara yönelmişlerdir. Zaten her zaman siyasi soykırım operasyonları bu tür gerekçeler yaratarak yapmışlardır. Bir nevi minareyi çalan kılıfını uydurur misali bu tutuklamalarına, saldırılarına ve HDP'yi zayıflatma politikalarına gerekçe üretmektedirler. Seçim de yaklaşmaktadır. HDP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aldığı önemli bir oy vardı, yükselişe geçmiştir. Bu psikolojik savaşla 6-8 Ekim olaylarında kendisi suçlu olduğu halde, ölümlere kendisi sebep olduğu halde taraftarları ölen, öldürülen, yaralanan, zindanlara atılan HDP'yi suçlayarak Cumhurbaşkanlığı seçimindeki etkisini kırmaya çalışmaktadır.

SERHİLDANLARLA AKP ŞAŞKINA UĞRADI, PLANLARI BOZULDU

Kuşkusuz AKP 6-8 Ekim olaylarında şok olmuştur, şaşkına uğramıştır. Öngördüğü planlar bozulmuştur. O, Kobanê’nin düşmesini ve Kuzey’de de Kürt Özgürlük Hareketi'nin zayıflamasını bekliyordu. Buna dayanarak Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye edecek bir saldırı kampanyası başlatacaktı. Ama 6-8 Ekim olayları AKP'nin Kobanê’yi düşürme ve Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etme saldırılarını boşa çıkarmıştır. AKP'nin öfkesi bunadır. AKP'nin Kobanê politikasının boşa çıkması, Suriye politikasının boşa çıkması AKP'yi dışarıda zorlamıştır. İçeride de Kürt halkının ayağa kalkışı, demokrasi güçlerinin Kobanê etrafında birleşmesi AKP'nin maskesini düşürmüştür. AKP içeride ve dışarıda teşhir olan bu yüzünü Kobanê eylemlerinde şu olmuş, bu olmuş bahanesiyle gizleme ve iç politikadaki sıkışıklığını gidermek çin böyle bir saldırı kampanyası başlatmıştır.

Kobanê eylemleri, Kobanê üzerindeki kuşatmanın kırılmasında, AKP'nin IŞİD’le ortaklığının açığa çıkarılması ve bu ortaklığın sekteye uğratılmasında önemli bir rol oynadığı gibi, uluslararası alanda da Kobanê’ye sahip çıkmada çok önemli bir rol oynamıştır. Yine AKP'nin Önder Apo'nun 2013’te başlattığı demokratik siyasal çözüm iradesine cevap vermemesine, Önder Apo ve Hareketimizin ortaya koyduğu çabaların boşa çıkarılmasına da bir tepki olarak gelişen bu eylemler, AKP'nin çözümsüz politikalarını teşhir ettiğinden AKP'nin öfkesine ve saldırısına maruz kalmıştır.

İLK DEFA İKTİDARINI KAYBETME KORKUSU YAŞADI

Aslında AKP büyük bir panik yaşamıştır. AKP 6-8 Ekim olaylarında ilk defa iktidarını kaybetme korkusu yaşamıştır. Öyle ki, AKP'nin bir bakanı HDP’lilere başvurarak “Bu akşam olaylar olmasın, sakin geçsin, Hükümetimiz belirli adımlar atacak, belirli gelişmeler olur” biçiminde yalvarırcasına bir istekte bulunmuştur. Yine hemen derhal İmralı’ya koşmuşlardır. HDP’liler üzerinden Özgürlük Hareketi'ne başvurarak bu olayların durdurulmasını istemişlerdir. Tüm bunlar AKP'nin 6-8 Ekim olayları karşısında nasıl sıkıştığını göstermektedir. Ancak olaylar kısmen durulunca hemen psikolojik savaşı arttırmışlar, olaylar sırasında HDP’ye gidip yalvaran, HDP'den olayların durdurulmasını isteyen ve İmralı’ya gidenler bu defa da HDP’yi suçlamışlardır. Hatta Önder Apo'yu bile suçlamışlardır. Hükümetin bir bakanının “Bu olaylar İmralı’nın çağrısıyla ortaya çıktı” demesi, nasıl bir panik yaşadıkları ve buna dayanarak nasıl bir saldırganlık içine girdiklerinin en somut ifadesidir.

AKP zaten saldırılarında kadın, çocuk, erkek gibi bir ayırım yapmamaktadır. 2006 yılında 14 gerillanın kimyasal silahlar katledildiği olaylar sonrası gelişen serhildan sürecinde Başbakan’ın “Kadın da olsa, çocuk da olsa gereğini yaparız” diyerek halkı tehdit ettiği bilinmektedir. Nitekim bu tehditler sonrası yarıya yakını çocuk on beş civarında insanın nasıl katledildiği bilinmektedir. Türk devleti ve AKP hükümeti Kürt halkının serhildanları karşısında önceki yıllarda nasıl bir tepki vermişse benzer bir tepkiyi göstermiştir. Her direnişe saldırmış, birçok genci, kadını ve çocuğu öldürmüştür. Her serhildandan sonra onlarca, yüzlerce Kürt insanı tutuklanmıştır. 6-8 Ekim serhildanları Kürt tarihinin en büyük serhildanlarından biri olduğu için saldırılar da, tutuklamalar da daha fazla olmuştur. Yaşanan tutuklamaların yoğun olmasını 6-8 Ekim serhildanlarının büyüklüğü, AKP politikalarının boşa çıkarılması ve içte ve dışta AKP'yi zayıf düşürmesiyle bağlantılandırmak gerekmektedir.

AKP Hükümeti ile Hareketiniz arasındaki Kobanê eylemleri sonrası ciddi bir gerilim yaşandı. KCK ateşkesin anlamsızlaştığını ve ortada çözüm süreci diye bir şeyin olmadığını ifade etti. AKP yetkilileri ve Türk cumhurbaşkanı Erdoğan da HDP, KCK ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ı suçlayarak 'çözüm sürecine mahkum değiliz' gibi ifadeler kullandılar. Hatta İmralı Heyeti'nin Sayın Abdullah Öcalan'la görüşmesini bile bir şantaj aracı olarak kullandılar. Fakat Son birkaç gündür İmralı’ya giden HDP heyeti üzerinden bu tıkanmanın aşılacağı şeklinde ılımlı bir hava yaratılıyor. Ayrıca Türk basınında da süreç ilerliyormuş gibi hava yaratılarak sekreterya gibi bazı konularda devletin adım atacağı ifade ediliyor. Ama heyetin bu konudaki açıklamaları tutuklamaları durdurmadığı gibi, daha da arttırmış bulunmaktadır. AKP bütün bu yaklaşımlarıyla neyi hedefliyor?

 AKP Hükümeti’yle Hareketimiz arasındaki gerilim Kobanê olaylarıyla başlamadı. Daha yerel seçimler öncesi biz AKP'nin politikalarını değerlendirerek bazı sonuçlara vardık. Çatışmasızlığın anlamsız hale geldiğini, Hükümetin de süreci bitirdiğini ve mevcut haliyle ne çatışmasızlığın sürebileceğini ne de ortada bir çözüm süreci olduğunu vurguladık. AKP'nin Önderlik ve Hareketimiz tarafından bir çözüm sürecine sokulmak istendiğini, ama AKP'nin ısrarla çözüm sürecine girmediğini, çözüm sürecinin gerekleri olan adımları atmadığını, oyalama ile zaman kazandığını belirttik. Zaten AKP, Hareketimizin bu değerlendirmeleri ve tespitleri sonucu paniğe girdi. Kendisinin şimdiye kadar yürüttüğü politikaların artık kabul edilmeyeceğini, bu politikaların sonunun geldiğini görerek telaşa düştü. Hareketimiz AKP'nin gerçeğini ortaya koyup maskesini düşürmeye başlayınca AKP de yeniden gerçekleri tersyüz etmek, sanki çözüm için bir şeyler yapacakmış gibi algı yaratmak için büyük bir gayret sarf etmiştir. Ama sanal bir dünya yaratarak ya da kara propagandayla algı yaratılarak gerçeklerin üstünün uzun süre örtülemeyeceği açıktır. Nitekim Kobanê eylemlerinden önce de birçok çevre tarafından da AKP adım atmıyor, AKP'nin Kürt sorununda bir çözüm projesi yok biçiminde çok fazla değerlendirmeler yapılmıştır.

Zaten AKP'nin Kobanê’de Kürt düşmanlığı yapmasının nedeni de bir çözüm politikası olmaması sonucudur. Eğer Kuzey Kürdistan'daki sorunu çözme politikası olsaydı, Kürtlerle bir arada kardeşçe yaşama projesi olsaydı ne Rojava Devrimine düşmanlık yapardı, ne de Kobanê Devrimine. IŞİD’le işbirliği yapma yerine, Kürtlerle ilişki temelinde Türkiye'yi demokratikleştirme, İran ve Irak’ı etkileme politikasına yönelirdi. Çünkü demokratikleşen ve Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye tüm parçalardaki Kürtler üzerinden Ortadoğu'yu etkileme gücüne ulaşırdı. Ama AKP bu tercihi yapmıyor. Hala Kürtleri inkar ediyor, imha etmek istiyor. Kürt adını bile Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etme, Kürtlerin temel taleplerini reddetmek için kullanıyor. Bu nedenle de Kobanê Direnişine de düşmanlık yapmıştır. Zaten Kobanê’deki Direnişi destekleme eylemlerinin Hükümeti protesto eylemlerine dönüşmesi de bunun sonucudur.

Kürt Özgürlük Hareketi ve halkımız bu tutumlarıyla AKP'ye böyle yalan dolanla, zaman kazanarak süreci götüremeyeceğini ortaya koymuştur. Zaten AKP Hükümeti Kürt sorunu karşısındaki maskesi düştüğü için, çözümsüz politikaları ortaya çıktığı için şimdi sanki Kürt Özgürlük Hareketi, Kürt Halk Önderi, HDP çözüm istemiyormuş gibi, sanki çözüm için bir şeyler oluyormuş da bunlar engelliyor, bozuyormuş gibi bir algı yaratmaya çalışıyor. Böylelikle kendi gerçek yüzünün açığa çıkmasını engellemeye çalışıyor. Yıllarca hiçbir hükümete tanınmayan fırsat onlarca defa AKP Hükümeti’ne tanınmasına rağmen adım atmadığı halde başkalarını suçlaması bir psikolojik savaş olmaktadır. Kürt sorununda adım atmaması, çözmemesi ve hala sorununun çözümsüz kalması ve bunun yarattığı gerilimleri kendi politikasının sonucu olarak göreceğine, başkalarını suçlayarak Kürtler başta olmak üzere Türkiye halklarının Kürt sorununun çözümünü isteme ve bu yönlü duyarlılığını, baskısını kendisi üzerinden atıp Özgürlük Hareketi'ne yöneltmek istemektedir. Aslında bu kadar psikolojik savaşa başvurmasının nedeni de çözüm politikası olmayan kendi gerçeğini gizlemek içindir. Gerçekten demokratikleşme ve siyasal çözümden yana olanların bu kadar psikolojik savaşı kullanmasına ihtiyaç yoktur. Çünkü gerçeği toplumlar da görür, halklar da görür, herkes de görür. Ama ortada AKP'nin çözüm için adım atmış olma gerçeği yoktur. Psikolojik savaş argümanları yapmak için yaptığı bazı göstermelik değişiklikler var. Ama bunlar özü değiştiren, Türkiye'yi demokratikleştiren ve Kürt sorununu çözen adımlar değildir. Bunu herkes de görmektedir. Şimdi özel ve psikolojik savaşın sonuna gelmiş, oyalama ve aldatma politikası tıkanmış, artık yürütülemez hale gelmiştir. AKP Hükümeti bunun sıkışıklığını yaşamaktadır. Bu sıkışıklıktan da psikolojik savaşla, başkalarını suçlayarak kurtulmaya çalışmaktadır.

Erdoğan’ın, Arınç’ın ya da başkalarının “Çözüm sürecine mahkum değiliz” gibi ifadeleri de psikolojik savaş argümanı olarak kullanılmaktadır. Böyle yaparak sanki bir çözüm süreci varmış ve Kürt Özgürlük Hareketi de bunu kötüye kullanmıyormuş biçiminde bir algı yaratmaya çalışmaktadırlar. Ama gerçek şudur, yıllardır sürdürülen görüşmelerin müzakere ve adıma dönüşmeden sürmesini çok istiyorlar. Zaten yürüttükleri psikolojik savaş ve bu temelde yarattıkları baskılarla bir buçuk yıldır süren ve hiçbir sonuç almayan görüşmeleri devam ettirmek, zaman kazanmak ve 2015 seçimlerine ulaşmak istiyorlar. Bütün bu psikolojik savaşın, şantajın, tehdidin, HDP üzerinde yaratılmak istenen baskının amacı budur. Yoksa çatışmasızlığa mahkum olan, bunun sürmesini en fazla isteyen, çözüm olmadan çözüm oluyormuş gibi bir sürecin devam etmesini isteyen AKP’dir. Çünkü AKP biliyor ki çatışmasızlık son bulsa, gerilim artsa iktidardan düşecektir, halk hesap soracaktır. Halk “Hani çözüm süreci vardı, hani sorun çözülecekti, bu yaşananlar nedir” diyecek ve bu nedenle AKP'nin bir çözüm politikası olmadığı, halkı aldattığı görülecek, bu da AKP'nin seçim kaybetmesine ve hükümetten düşmesiyle sonuçlanacaktır. Dolayısıyla “Biz çözüm sürecine mahkum değiliz” gibisinden sözler tamamen HDP üzerinde baskı yaratma ve toplumu yanlış yönlendirme amaçlı söylenmektedir. Yoksa çözüm süreci olarak ifade ettikleri, yıllardır süren, ama hiçbir adım atılmayan, sadece İmralı’ya gidiş gelişlerle toplumda beklenti yaratan bir durumun bundan sonra da yaşanmasını istiyorlar. Ama bunu başta Kürt Halk Önderi olmak üzere, Kürt Özgürlük Hareketi, Kürt halkı ve demokrasi güçleri kabul etmediği için öfkeleniyorlar ve bu tür baskılarla, şantajlarla bir buçuk yıldır süren, hiçbir adım atılmayan sürecin benzeri bir süreci yaratarak yılları da bu biçimde yeniden tüketmek istiyorlar.

AKP’NİN POLİTİKASI ÇÜRÜTME, ALDATMA, OYALAMA

Kuşkusuz İmralı’da Önder Apo’yla devletin bazı heyetlerinin gidip görüşmesi, HDP’den bazı heyetlerin gidip görüşmesi, bu görüşmelerin Kürt sorununun çözümü temelinde yapıldığını kamuoyuna yansıtması olumlu bir gelişmedir. Türkiye'deki bazı algıların, bazı yargıların değişmesine yol açmaktadır. Ancak AKP hükümeti bu süreci esas olarak da bir oyalama, aldatma ve tasfiye etme politikası olarak yürüttüğünden, böyle gördüğünden bu ortaya çıkan olumlu durum da giderek anlamsızlaşmaktadır. Hatta Kürt sorununun çözümsüzlüğünde daha da olumsuz rol oynayan bir çürütme, oyalama, aldatma ve Kürt sorununu öteleme durumu ortaya çıkardığından da giderek olumsuz bir rol oynamaktadır. Bu açıdan İmralı’ya gitmek çok önemliymiş gibi, İmralı’ya bir heyet giderse ya da birileri giderse sanki olumlu bir şeyler oluyormuş, çözüm süreci gelişiyormuş, çözüm olacakmış gibi bir yaklaşım içinde olmak da yanlıştır. Sanki heyet İmralı’ya giderse her şey düzelecek, olumlu gelişmeler olacak, işler iyi gidiyormuş, çözüm süreci tıkandığı yerden yeniden başlıyormuş gibi bir değerlendirme, bir yaklaşım içinde olmak doğru değildir.

Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, AKP Hükümeti, devlet bir yıl değil, yıllarca oraya heyet gönderebilir, görüşme yaptırabilir. Kürt Halk Önderi ve Özgürlük Hareketi bunu kabul etse amiyane deyimle öper başına koyar. Çünkü bu gidiş gelişleri kendileri için bir tehlike olarak görmüyorlar. Bunu bir oyalama aracı olarak yıllarca da kullanabilirler. Zaten şimdi de arzuladıkları budur. Ama Önder Apo, Kürt Özgürlük Hareketi, Kürt toplumu, demokratik siyaset artık eski gidiş biçimini kabul etmediği için sorun ortaya çıkıyor. Ortaya çıkan kriz denen şey de budur. Ortada kriz olarak bahsedilen konu, AKP'nin İmralı’ya gidiş gelişleri eski biçimde sürdürmek istemesi sonucunda yaşanmaktadır. Yapılan görüşmeleri müzakereye evriltmemek, Kürt sorununun çözümünde adım atmamak konusunda ısrar ettiği için mevcut gerilim yaşanmaktadır. Yoksa İmralı’ya gidiş için de, İmralı’ya birkaç kişinin gönderilmesi konusunda da ortada bir sorun yoktur. AKP bunu her zaman gönderebilir. İmralı’ya giden heyet üç kişiyse bunu beş kişi yapabilir; oradaki tutukluları değiştirebilir. Bunlar başlı başına diyalogdan müzakereye geçildiği anlamına gelmiyor. Bu bakımdan böyle görmemek de gerekiyor. Oraya üç kişi değil de beş kişi gidecek, bu çok olumludur ya da oradaki tutuklular değiştirilecek bu çok olumludur gibi bir yaklaşım içinde olmak tarihi bir olay, yüz yıllık bir olay açısından hafif ve yüzeysel bir yaklaşım olur. Kuşkusuz heyet de genişlemeli, tutuklular da değişmeli, sekreterya ve izleme komisyonu kurulmalı, yine tarafsız insanlardan, şahsiyetlerden uluslararası alanda ve Türkiye içindeki itibarı olan aydınlardan, Birleşmiş Milletlerin kurumlarının temsilcilerinden teşkil edecek bir üçüncü göz de olmalıdır.

MÜZAKER İÇİN ADIM ZAMANI GELMİŞTİR

Tabii ki bunlar Önder Apo’nun da istekleridir. Önder Apo'nun koşullarının değişmesi gerekmektedir. Önder Apo tüm bunları Kürt sorununun çözümünde müzakere ve adımlar atılması için istemektedir. Yoksa gelsin konuşulsun gidilsin biçimindeki bir yaklaşımı Önder Apo da kabul etmemektedir. Onun için “diyalog bitmiştir” demiştir. Diyalog bitmiştir sözü Önder Apo'ya aittir. Yani artık diyalog, görüşme, konuşma zamanı bitmiştir, müzakere ve çözüm için adım atma zamanı gelmiştir değerlendirmesinde bulunmuştur. Gerçeklik de budur. Bu açıdan ne Önder Apo, ne Özgürlük Hareketi, ne Kürt halkı, ne demokrasi güçleri AKP Hükümeti’nin bir buçuk yıldır sürdürdüğü, hatta 6-7 yıldır sürdürdüğü görüşme yap, git gel ama hiçbir adım atma politikasını kabul edecektir. Bu artık bir oyalama, aldatma ve zaman kazanarak seçim kazanmaktır. AKP'nin kendi iktidarını güçlendirdikten sonra da Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etme politikasıdır.

Nitekim şimdi seçimden önce biraz yumuşak götürüp, seçimden sonra da 2011 seçimleri öncesi nasıl yumuşak götürüp seçimlerden sonra bir imha saldırısı başlattıysa, 2015 seçimlerini kazandıktan sonra da şunu bunu bahane yaparak Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etme saldırısı başlatacaktır. AKP'nin şu andaki planlaması budur. Hiç kimse AKP'nin bir çözüm politikası olduğunu düşünmesin. AKP'nin şu andaki tek derdi seçimlere kadar nasıl giderim, nasıl oyalarımdır. Ama bunu kesinlikle Önder Apo da Kürt Özgürlük Hareketi de kabul etmeyecektir. Ya Kürt sorununun çözümü konusunda bir irade ortaya çıkacak, ciddi adımlar atılacaktır, bu adımlara Kürt Özgürlük Hareketi de, Önder Apo da inanacaktır ve bu temelde 2015 seçimleri Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü açısından önemli seçimler olacaktır ya da AKP'nin daha da otoriterleşen ve Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etmek isteyen bir seçim haline gelme politikasına ne Kürt Özgürlük Hareketi ne de Kürt halkı izin verecektir.

2009 Yerel seçimleri ardından Hareketinizin çatışmasızlık sürecini uzattığı açıklamasından bir gün sonra siyasal soykırım operasyonları başlatılmıştı ve halen bu operasyonlarda alınanların çoğu mahkemelerde yargılanıyor ya da tutuklu. O zamanki konjonktürel durum ve operasyonlarla şu anki konjonktürel durum ve operasyonlar arasında ne tür benzerlikler ve farklılıklar var? Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan o süreçte yaşanan siyasal soykırım operasyonlarına yeterli tavır gösterilmediği noktasında eleştiriler yapmıştı. Kürtler ve demokratik çevreler tarihin tekerrür etmemesi için nasıl bir tavır göstermelidirler?

2009 yerel seçimleri ardından yapılan siyasi soykırım operasyonları konusunda daha önce de kapsamlı değerlendirmeler yaptık. 2009 yerel seçimleri öncesi fiili bir ateşkes vardı; iki taraf da bu ateşkese uyuyordu. Asker de, polis de 2009 yerel seçimleri öncesi operasyonlar yapmadılar. Bir nevi ateşkese uydular. Çünkü 2009 yerel seçimlerinde Kürt demokratik siyasetinin zayıf düşeceğini, kaybedeceğini düşünüyorlardı. Hatta 2009 yerel seçimlerinden sonra Güney’de bir Kürt konferansı yaparak Kürt Özgürlük Hareketi'ne silahsızlanma çağrısı yapılacaktı. KDP'nin de desteği alınarak böyle bir çağrı yapılacak, kabul etmediği takdirde saldırılar daha da arttırılacak, bir tasfiye harekatı başlatılacaktı. Özellikle de TRT 6’nın açılması, bazı üniversitelerde farklı diller bölümü açılması gibi bazı adımları da kullanarak 2009 seçimlerinde Kürt demokratik siyasetini gerileteceği hesaplanıyordu. Ancak bütün bu hesaplar tutmadı. 2009 yerel seçimlerinden Kürt demokratik hareketi çok güçlü çıktı. Bu durum devletin oyunlarını bozdu. Çünkü 2009 seçimlerinde Kürt demokratik siyasi hareketi etrafında toplanan halkın iradesinin kırılamayacağını, bu halka düşündükleri kendi çözüm politikalarını kabul ettiremeyeceklerini gördüler. Çünkü kendileri bazı bireysel haklar temelinde Kürt sorunundan kurtulmayı hedefliyorlardı. Nitekim 2009’da 14 Nisan’da siyasi soykırım operasyonlarının başladığı gün İlker Başbuğ da basının karşısında çıkmış, yeni Kürt politikalarının ne olduğunu ortaya koymuştu. Aslında bu, Milli Güvenlik Kurulu toplantısında kararlaştırılan politikanın Genelkurmay Başkanı ağzından dile gelmesiydi.

Bilindiği gibi 2009 yerel seçimlerinde Kürt demokratik siyasetinin başarılı çıkmasından sonra Kürt Özgürlük Hareketi Kürt sorununun demokratik çözüm imkanının arttığını düşünüp seçim sonuçlarının demokratik çözüme vesile etmek açısından o güne kadar yürüyen fiili ateşkesi 13 Nisan’da resmileştirdi. 13 Nisan’da Kürt Özgürlük Hareketi'nin ateşkesi resmileştirmesi karşısında bir gün sonra siyasal soykırım operasyonlarının yapılması zaten AKP'nin ve Türk devletinin zihniyetini ve politikasını ortaya koymuştur. 29 Mart yerel seçimlerinde Kürt halkının demokratik siyasete destek vermesi, sorunların demokratik siyasal yollardan çözme iradesini ortaya koyması karşısında Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü konusunda adım atması gerekirken, tersinden Kürt demokratik siyasetine saldırılması, Kürt demokratik siyasetinin tasfiye edilmesi saldırılarının başlatılması AKP'nin bir çözüm politikası olmadığını ortaya koymuştur. Sadece çözüm politikası olmadığını değil, Kürtlerin örgütlülüğünü ve iradesini kabul etmeyeceğini, Kürtler örgütlü ve iradeli olursa bunu baskı altına alacaklarını açıkça göstermişlerdir. Kürt halkını siyasi soykırımlarla, baskılarla zayıflatarak kendi Kürt çözümünü kabul ettirmeyi hedeflemişlerdir.

14 Nisan’da başlatılan siyasi soykırım operasyonlarının anlamı budur. Tarihte Kürtlerin biraz örgütlü, mücadele eder duruma gelmesi ve kendi haklarını talep etmesi karşısında Türk devleti hangi tepkiyi göstermişse, 2009 yerel seçimlerinde de Kürtlerin güçlü iradesi karşısında aynı tepkiyi göstermiştir. İradeli ve örgütlü Kürt istemiyor, güçlü Kürt istemiyor. Ancak kendi dediğine uyacak, boyun eğecek Kürt istiyor. İşte böyle bir Kürt’ü yaratmak için de bu siyasi soykırım operasyonlarını yapmaktadır.

Daha sonra Kürt Halk Önderi’nin çağrısıyla demokratik çözüm grubu Habur’dan Türkiye'ye geçmiş, bu grubun gidişi demokratik siyasal çözüme vesile yapılmak istenmiştir. Ama halk bu demokratik çözüm grubunu milyonlarla karşılayınca Türk devleti ve AKP aynı 29 Mart yerel seçimler öncesi gösterdiği tepkiyi göstermiştir. Kürt halkının örgütlü gücünü görmüş, iradesini görmüş, kendi politikalarını böyle bir iradeli, örgütlü halka kabul ettirmeyeceğini anlayınca yeniden halkın örgütlülüğünü ve iradesini kırmak için siyasal soykırım operasyonlarını başlatmıştır. Bütün bunların amacı, halkın iradesini kırıp zayıflatarak kendi politikalarını kabul ettirmektir.

Bugün de 6-8 Ekim olaylarından sonra yapılan tutuklamalarla 2009 yerel seçimleri ve Habur’dan demokratik çözüm grubunun gitmesinden sonra gerçekleşen siyasal soykırım operasyonları aynı mantıkla yapılmaktadır. Her üç durumda da Kürtlerin örgütlü gücü ve iradesi görülmüş, kendi politikalarının böyle örgütlü güce kabul ettiremeyeceklerini anlayınca da siyasi soykırım operasyonları başlatmışlardır. Bu siyasi soykırım operasyonları başlatılırken gösterilen gerekçelerin hepsi uydurmadır, hepsi hikayedir, hepsi yalandır. Sadece bu siyasi soykırım operasyonlarını meşrulaştırmak için yürütülen psikolojik savaş argümanlarıdır. Ama gerçek, Kürt halkının örgütlü gücünün, iradesinin görüldüğü her dönemde Türk devletinin uyguladığı siyasi soykırım operasyonlarının 6-8 Ekim’de de aynı anlayışla uygulanmasıdır. Böyle anlamak lazım. Başka türlü izahatlar kesinlikle kendini kandırmaktır, toplumu kandırmaktır. Bu çerçevede de tüm demokrasi güçleri ve Kürt halkı 6-8 Ekim olaylarından sonra ortaya çıkan psikolojik savaşı ve tutuklamaları tamamen Kürt halkının örgütlülüğünü ve iradesini kırma ve Kürtlere kendi istedikleri politikaları kabul ettirme zihniyetinin, politikasının, hedefinin bir parçası olarak görmelidirler.

Gerçekten de 2009 yılındaki siyasi soykırım operasyonları döneminde Kürt demokratik siyasetİ de, Kürt Özgürlük Hareketi de, halkımız da, Türkiye'deki demokrasi güçleri de, dünyanın demokratik güçleri de doğru bir tutum takınmamışlardır. Bu siyasi soykırım operasyonları karşısında hemen direnişe geçilmesi, güçlü serhildanlarla cevap verilmesi gerekirken, tutuklamalar izlenmiştir. Her gün onlarca tutuklama yapılmıştır, ama kimse tepki göstermemiştir. Kürt demokratik siyaseti kendi il başkanı gidiyor, ilçe başkanı gidiyor, belediye başkanları gidiyor, ama bir günlük bir tepkiyi ya da bir açıklamadan sonra kanıksanıyor, normalleşiyor. Bu doğru bir yaklaşım değildir; bunları meşru görmemek lazım, normal görmemek lazım. Bu tutuklamalar tamamen sömürgeci mantıkla yapılmaktadır. Sömürgeci anayasa ve yasalara, kanunlara, ceza yasalarına dayanılarak yapılan tutuklamalardır. Zaten Türkiye'de Kürtler örgütlendiği, iradelerini ortaya koyup mücadele ettiği andan itibaren tutuklanmak için bin bir gerekçe ortaya atılmaktadır. Ya da KCK operasyonlarında görüldüğü gibi hiçbir gerekçe ortaya atmadan da zindanlar doldurulmaktadır.

2009 siyasi soykırım operasyonlarının teorisi de yapılmıştı. Bunun teorisini Fethullahçılar yapmaktaydı. Şu andaki Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan da bu tutuklamaların teorisini yapıyor, meşrulaştırmaya çalışıyordu. Öyle ki, sonraları “Bakın tutuklamalar yaptık, eylem yapılmıyor” gibi bu tutuklamaları meşrulaştıran açıklamalar ve değerlendirmeler yapılmıştır. Yani bu tutuklamalar Kürtler şu suçu, bu suçu işlediği için değil, Kürtlerin iradesini kırıp, örgütünü dağıtıp eylem yapamaz, mücadele edemez, Türk devletinden hak talep edemez konuma getirilmek için yapılmaktadır. Bu saldırıların yapılmasının başka bir gerekçesi yoktur. Tamamen kültürel soykırımcı sömürgeci mantıkla Kürtlerin iradesini kırmak için yapılmaktadır. Bu açıdan da bütün Kürt halkının, Kürt demokratik güçlerinin bu gerçeği görerek bütün tutuklamalara tepki göstermeleri lazım; her tutuklamayı serhildan gerekçesi yapması lazım. Bir mahalleye polisler tutuklama için geldi mi mahallenin direnmesi gerekiyor; bir kasabaya geldi mi kasabanın direnmesi gerekiyor, siyasetçileri vermemesi gerekiyor. Demokrasi mücadelesi budur. Ancak böyle bir demokrasi mücadelesi verildiği zaman Türk devletinin zihniyeti değişebilir, Türk devleti politika değiştirebilir. Yoksa rahatlıkla tutukluyorsa, zindana atıyorsa, yargılıyorsa, çürütüyorsa zaten Türk devleti çözüm için adım atmaz. Kürt sorununu çözme gereği duymaz. Nasıl olsa Kürtleri bastırıyor, sindiriyor, eziyor ve Kürtlerin taleplerinin karşılamasının önüne geçiyor. O zaman niye çözsün!

KCK operasyonları yeni biçimde sürdürülüyor. O zamanki sessizlik nasıl yanlıştıysa şimdi de yanlıştır. Kürt Halk Önderi o zaman bu KCK operasyonlarına sessiz kalınma konusunda hem Kürt demokratik hareketini, hem Kürt Özgürlük Hareketi'ni nasıl eleştiriyorsa şimdi de aynı eleştiriler geçerlidir. Bu kadar tutuklamalar varken, her gün insanlar tutuklanırken Kürt demokratik siyaseti sokağa çıkmıyor, toplum sokağa çıkmıyor. HDP ciddi bir tutum geliştiremiyor. Bu olabilir mi? Bu, yanlıştır. Bu, kanıksamaktır, bu sömürgeciliği meşru görmektir. Sömürgecilerin uygulamaları meşru değildir. Anayasası da, yasaları da meşru değildir. Zaten Kürtler on yıllardır bunları meşru görmedikleri için mücadele yürütüyorlar. Meşruiyeti olan bir anayasa ve yasalar ortaya çıkarmaya çalışıyorlar. Bu açıdan meşruiyeti olmayan anayasa, yasa ve ceza yasalarına dayandırılan tutuklamaları Kürt halkı kabul etmemeli, bunlara karşı direnerek gerçekten demokratik bir anayasanın, yasaların ortaya çıkması için mücadele etmelidir.

Sizin AKP'nin bu soykırım operasyonları karşısında tutumunuz nasıl olacak?

Kürt Özgürlük Hareketi olarak bizim tutumumuz açıktır. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı defalarca bu siyasi soykırım operasyonlarına karşı açıklama yapmıştır. Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin buna karşı direnmesini istemiştir. Bu direnişin meşru olduğunu ortaya koymuştur. Bu operasyonların kesinlikle Kürt halkının iradesini kırmaya, örgütlülüğünü dağıtmaya yönelik olduğunu; AKP'nin Kürt sorununda çözüm zihniyeti ve politikaları olmadığı için, Kürt sorununun çözümünü isteyen, Kürt halkının doğal haklarını talep eden Kürtlerin iradesini kırmak için bu operasyonlar yapıldığını vurgulamaktadır. Bu yönüyle biz bu siyasi soykırım operasyonlarını meşru görmüyoruz, direniş gerekçesi görüyoruz ve bu operasyonları yapan bir Hükümetin de Kürt sorununu çözemeyeceğini söylüyoruz.

Zaten Kürt sorununda çözüm zihniyeti ve politikası olmadığı için bu operasyonlar yapılmaktadır. Bu açıdan siyasi soykırım operasyonları tamamen demokrasi karşıtı, özgürlük karşıtı, Kürt sorununun çözüm zeminini ortadan kaldırmak, Kürt sorununun çözümünü isteyen güçleri sindirmek için yapılan operasyonlar olarak görüyoruz. Bu nedenle Kürt Özgürlük Hareketi olarak bu operasyonlara karşılık vereceğiz. Daha önce KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı da bu yönlü açıklamalar yaptı. Yine Yürütme Konseyi üyeleri de bu tutuklamalar karşısında gerillanın da harekete geçeceğini ve misillemede bulunacağını söyledi. Ayrıca Kürdistan'da işgalci, sömürgeci, kültürel soykırımcı kurum sorumlularının ve Kürt halkına karşı suç işleyenlerin tutuklanacağını ilan etti. Dolayısıyla Kürt Özgürlük Hareketi de AKP'nin tutuklamalarına karşı kendisi de halka karşı suç işleyen askerleri, polisleri, kaymakamı, devlet memurlarını, AKP’ye işbirlikçilik yapan güçleri tutuklayacak ve kendi hukuku çerçevesinde yargılayacaktır. Bu da Kürt halkının, Kürt Özgürlük Hareketi'nin hakkıdır. Kürdistan'da meşru olmayan güç Türk devletinin askeridir, polisidir, yargı gücüdür, mahkemeleridir. Bunları tanımıyoruz. Türk devleti demokratikleşmediği müddetçe de ordusu da işgalcidir, polisi de işgalcidir, yargısı da kültürel soykırımcıdır, siyasi soykırımcıdır. Kürt halkının üzerinde baskı kurmak ve Kürt halkının iradesini kırıp teslim almayı hedefleyen kurumlardır. Bu açıdan da Kürt Özgürlük Hareketi AKP'nin, Türk devletinin siyasi soykırım operasyonları karşısında Kürt halkının özgürlük ve siyasi iradesi olarak suçlu olan devlet görevlilerini de, AKP’lileri de tutuklayacak, evrensel hukuk ve insan hakları çerçevesinde yargılamasını yapacaktır.

Kürt Özgürlük Hareketi'nin bu tutuklamaları yapma hakkı vardır. Türk devletinin tutuklamaları meşru olacak, öldürmeleri, yargılamaları meşru olacak, ama Kürt halkının özgürlük iradesi olan Kürt Özgürlük Hareketi'nin adalet kurumlarının yargılaması meşru olmayacak, buna karşı çıkılacak! Bu kabul edilemez. Bu tür yaklaşım içinde olanlar kültürel soykırımcı Türk devleti ve AKP gibi düşünenlerdir. Bu tür düşünmelerin de Kürt Özgürlük Hareketi açısından, Kürt halkı açısından hiçbir değeri ve anlamı yoktur. Bu açıdan Kürt Özgürlük Hareketi bu tutuklamaları yaptığında hiç kimse bu tutuklamaları niye yapıyor diye itiraz edemez. Ancak AKP Hükümeti’nin siyasal soykırım operasyonlarına ve tutuklamalara karşı çıkılır, bunun için aktif mücadele verilirse o zaman bu tür taleplerin, itirazların anlamı olabilir. Ama AKP'nin politikalarına karşılık vermeyen, AKP'nin politikalarına sessiz kalan hiç kimse Kürt Özgürlük Hareketi'nin meşru uygulamalarını, meşru tutuklamalarını ve yargılamalarını eleştiremez ve bu yönlü değerlendirmede bulunamaz.