Karasu 14 Temmuz direnişinin son günlerini anlattı

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, 14 Temmuz Direnişi’nin Önderleri Kemal Pir, Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’in son günlerini anlattı.

KEMAL PİR ÖNDER BİR KİŞİLİKTİ

Kemal Pir, Önder Apo’nun ilk yoldaşlarındandır ve Önder Apo'nun “benim gizli ruhumdur” dediği iki arkadaştan biridir. Kemal Pir, bu harekete militanlığını, devrimciliğini, coşkusunu ve heyecanını katmıştır. Eğer Apocu grup hızlı gelişmişse, bunda Kemal Pir’in payı çok çok önemlidir. Kemal Pir gençliği, ilişki kurduğu halkı etkilemiştir. Kemal Pir ile tanışıp da etkilenmeyen bir genç ve halktan tek bir insan yoktur. Bu yönüyle mücadele büyük katkıları olmuştur. Eğer Kemal Pir olmasaydı, Apocu hareketin militan, devrimci karakterinin hızlı gelişmesi bu düzeyde olmayabilirdi. Çünkü Önder Apo'nun düşüncesini, çizgisini pratikleştirecek kadrolara, militanlara ihtiyaç vardır. İşte Kemal Pir, Önder Apo'nun çizgisini, devrimci karakterini, ruhunu en iyi yansıtan, en iyi pratikleştiren arkadaş olmuştur. Önder Apo nasıl kendisini cıva gibi tanıtıyorsa, Kemal Pir de cıva gibidir; hareketlidir, tarzı ve temposu çok yüksektir. Önder Apo’nun tarz ve tempo yüksekliğini en iyi pratikleştiren Kemal Pir olmuştur. Bu bakımdan bütün arkadaşlar da Kemal Pir’in mücadelemizin militan ruhunun yaratılmasında çok önemli yere sahip olduğunu söyler. Zaten Önder Apo “Onlar beni iyi anlayanlardı, en iyi pratikleştirenlerdi” derken bu kast edilmektedir.

Kemal Pir çok etkileyici bir kişiliktir. Karizmatik bir liderdi. Saçından tırnağına kadar devrimci olan bir yoldaşımızdı. İnsanları etkileme gücü olanlara “şeytan tüyü var” derler. Kemal Pir gerçekten de insanları çok fazla etkileyen bir karaktere sahipti. Onun sadece düşüncesi değil, el kol hareketleri, duruşu, mimikleri insanları etkiler; insanlara heyecan verir, coşku kazandırırdı. Sözüyle, duruşuyla derhal insanlarla ilişki kurardı, etkilerdi, peşine takardı, harekete geçirirdi. Kemal Pir böyle bir devrimci kişilikti; devrimci önderdi. Eğiticiydi, örgütleyiciydi. Etkili bir üslubu vardı, ajitatördü, propagandacıydı. Bu karakterlerini eylemciliğiyle de, militanlığıyla da birleştirmiştir. Apocu grubun ilk dönemindeki birçok eyleminde Kemal Pir de yer almıştır. Zaten her zaman silahını yanında taşımıştır, silahını hiç düşürmemiştir. Sözüyle pratiğini birleştiren bir Önder kişilikti. Bu bakımdan da en fazla da gençliği etkilerdi. Gençlik Kemal Pir’den çok etkilenmiştir. Kemal Pir’den etkilenerek bu harekete katılan yüzlerce genç vardır. Zaten grup aşamasında gençliğin katılmasında Kemal Pir çok etkili olmuştur.

Ölüm orucunda şehit düşen Ali Çiçek de Kemal Pir hayranıdır. Kemal Pir ruhunun yarattığı bir devrimci kişiliktir. Ali Çiçek militanlığı, Kemal Pir ruhunun, duruşunun yarattığı bir militanlıktır. Bu açıdan bugün gençlik de Ali Çiçek’i anlayarak, ‘Kızıl Yıldızı’ anlayarak kendilerini şekillendirmek, militan özelliklerini tanımlamak isterken, mutlaka Kemal Pir’i tanımalıdırlar. Çünkü Ali Çiçek’i de yaratan, etkileyen, o militan karakteri kazandıran Kemal Pir’dir. Kemal Pir tam bir gençlik önderiydi, gençlik ruhuydu. Önder Apo, “Genç başladık, genç başaracağız” derken en fazla da Kemal Pir ruhunu tanımlamıştır. Kemal Pir direnişçi ruhu, yaşlanmayan, her an genç kalan, her an gençlik ruhu taşıyan bir devrimci önderdir. Bu yönüyle Kemal Pir’in Apocu grubun oluşmasında, Apocu grubun gerçekten kimlik, karakter kazanmasında çok önemli bir yere sahiptir. Nitekim bu nedenle PKK ve Apocular içinde yeri müstesnadır, özel bir yere sahiptir. Önder Apo’nun da özel yaklaştığı, değer verdiği bir arkadaş olmuştur. Bu karakterini cezaevinde de yansıtmıştır. Nasıl ki Kemal Pir’siz Apoculuk düşünülemiyorsa, Kemal Pir’siz bir cezaevi direnişi de düşünülemez. Cezaevine girer girmez cezaevinin karakteri ve ruhu değişmiştir. Girer girmez cezaevinin militan ruhu, karakteri yeni bir aşamaya varmıştır. Cezaevi de artık bir mücadele yeri, devrimci mücadele ve eylem yeri haline gelmiştir. Kemal Pir girdiği yere devrimci hava kazandıran, devrimci duruş kazandıran bir özelliğe sahiptir. Bunu da cezaevine girer girmez göstermiştir.

Kemal Pir’in cezaevine girmesi cezaevi tarihinde kesinlikle yeni bir dönem başlatmıştır. Artık devrimci duruş, devrimci ruh, devrimci karakter, Kemal Pir’in saçından tırnağına kadar devrimci olan coşkusu, heyecanı her an taşan devrimci karakter zindandaki direnişin de karakteri haline gelmiştir. Bu açıdan da zindan direnişinin her aşamasında yeri, rolü ve etkisi vardır. Direnişin bir dönem bırakıldığı dönemde bile Kemal Pir zindandaki tutsaklar için direniş ve militanlık ruhunu ayakta tutan bir karakter olmuştur. Varlığı her zaman devrimci duruşu, devrimci ruhu ayakta tutan bir güç kaynağı olmuştur. Nitekim 1981’deki ilk direnişte de, zulüm karşısında devrimci kişiliklerin ayakta kalması açısından rolü önemlidir. Yine 14 Temmuz direnişçiliğinin başlaması ve başarıya götürülmesinde de rolü önemlidir.

Kemal Pir ölüm orucuna başlar başlamaz artık ölüm orucu başarılı olmak zorundaydı. 1981’deki o sonuç alamama, 45’inci günde bırakma Kemal Pir’i çok çok etkilemişti. Hayatındaki en ağır dönem, bu dönemdi. 14 Temmuz direnişiyle bundan kurtulunca zaten Kemal Pir için yeni bir dönem başlamıştı. Kendisi için işkence, zulüm olan dönem bitmişti. Artık direnişçi Kemal Pir, görevlerini başarıyla yerine getirecekti ve yerine getirmiştir. Son nefesini devrimci görevini yerine getirmenin huzuruyla vermiştir. Kemal Pir gibi yaşamış, Kemal Pir gibi şehit düşmüş, Kemal Pir gibi gelecek kuşaklara devrimci heyecanı ve coşkusunu taşımıştır. Kemal Pir’i böyle değerlendirmek en doğrusudur.

HAYRİ DURMUŞ GERÇEK BİR ÖNDERDİR

Hayri Durmuş, örgütün de cezaevinde bilgesiydi. Bilgece bir duruşu vardı. Sürekli yoğunlaşan, yoğunlaşmalarını derinlikli tutan bir duruşu vardı. Bu nedenle Kemal Pir kendisine bir şey sorulduğunda “Doktor ne derse öyle yapalım” derdi. Hayri’nin yoğunlaşmasına, alacağı karara inanırdı. Hayri’nin sağduyusuna, sorumluluk duygusuna inanırdı. Küçük olsun, büyük olsun her olayı ciddi biçimde ele alışına inanırdı. Bu nedenle de Hayri Durmuş’un verdiği kararlara güvenirdi. Kemal Pir’in Hayri’ye bakışı bile Hayri gerçeğini ortaya koymak açısından gerçekten önemli bir veridir. Hayri Durmuş mücadelenin ilk kadrolarındandır. Mücadeleye katılır katılmaz da öncü kadro duruşuna layık hareket etmiştir. Her zaman sorunlara ciddi yaklaşmıştır. Aldığı görevleri başarmak için çalışmıştır. Hayri Durmuş’un bilgece duruşu, etrafına güven veren bir duruşu olduğu gibi halkla ilişkileri de çok iyi olan bir devrimciydi. PKK'nin halkçı karakterini kendisinde en iyi temsil eden arkadaştı. Bir halk önderiydi. Nasıl ki yoldaşları Hayri’den etkilenirdi, Hayri’nin kararına inanırlardı, Hayri’nin duruşu onlara güven verirdi, halk da Hayri’yi tanıdığında aynı duygulara sahip olurdu. Hayri kendini dinletirdi. Hayri’nin verdiği kararlar halk tarafından dinlenirdi. Hayri yoldaş, böyle bir yoldaştı. Zindandaki işkenceler sırasında da çok acı çekmiştir. Arkadaşların acısını içine atmıştır. Öyle bir sorumluluk duygusu taşımıştır ki zindan da ne kadar işkence görülmüşse bunun acısını kendisi duymuş, bunun sorumluluğunu hissetmiştir. Çünkü PKK bu halkı, gençleri örgütlemişti. Bu halkı ve gençleri örgütleyerek soykırımcı sömürgeciliği yenilgiye uğratma, özgür Kürdistan’ı gerçekleştirme, özgürleştirme sözünü, bu hareket, bu kadrolar vermiştir. İşte Hayri durmuş, PKK hareketinin sözüne inanan bu kadroların, bu gençlerin 12 Eylül faşizmi altında işkence görmesini, zulüm görmesini gerçekten de kabul edememiştir. Onların gördüğü işkencenin, zulmün toplamını kendi içinde yaşamıştır.

Her zaman kadroları, yurtseverleri ve onlara layık olmayı düşünmüştür. Onları o zulüm cenderesinden nasıl çıkarabileceğimizin, yine zulüm ve baskı karşısında dayanma güçlerini nasıl geliştirebileceğimizin düşüncesi içinde olmuştur. Bu yönüyle cezaevindeki herşeyin tasasını, kaygısını sorumluluğunu taşımıştır. Zaten bu nedenle cezaevindeki gerçek önder olmuştur, cezaevinde herkesin dinlediği yoldaş olmuştur. Ve bu nedenle de tarihi sorumluluk gereği de direniş başlayacaksa, yaşam ortaya koyulacaksa ilk önce kendisinin bu direniş içinde olması, yaşamını ortaya koyması gerektiğine inanmıştır. 14 Temmuz direnişine bu temelde katılmıştır. PKK gerçeğini Önderlik gerçeğini temsil etme sorumluluğunu duymuş ve bu temelde ölüm orucuna girmiş, son nefesine kadar da bu direnişin başarısı için yaşamıştır. Önderlik, parti ve yoldaşlık gerçeği ile o kadar iç içe ve bütünleşmiştir ki, son nefesinde bile arkadaşların, örgütün durumunu tartışmıştır. Son nefesinde bile örgütün, arkadaşlarının ve cezaevinin geleceğini tartışmıştır. Bu yönlü düşüncelerini ortaya koymuştur. Şahadete giderken bile son nefesinde örgüte ve arkadaşlarına karşı görevlerini yerine getirmeye çalışmıştır. Bu düzeyde yüksek sorumlulukta olan bir arkadaştır.

Mücadelenin, direnişin en zor olduğu dönemlerde Hayri ordadır; Hilvan direnişi sürecinde Hayri yer almıştır. Hilvan-Siverek direniş sürecinde halkın, PKK’nin örgütlenmesinde ve mücadelenin geliştirilmesinde sorumluluk alan arkadaş olmuştur. Hayri Durmuş örgütçüdür, örgütlenme ihtiyacının duyulduğu her yere Hayri gitmiştir, örgütlenme çalışmalarına katılmıştır. Gittiği her yerde mutlaka örgütsel çalışma içinde olmuş ve örgütü toparlamaya çalışmıştır. Hayri Durmuş’un böyle özellikleri vardı.

AKİF YILMAZ ÖRGÜTÜN DERVİŞİYDİ

Akif yılmaz ise, bir PKK militanıydı. Nasıl PKK militanı olunacağını, partiye nasıl bağlanılacağını, parti ölçülerinin nasıl temsil edileceğini ve Önderliğe nasıl bağlanılacağını en iyi ortaya koyandı. Örgütün dervişiydi. Önder Apo’ya ve örgüte inanmıştı, o bir inanan, bir mümin gibi katılmıştı. Son nefesine kadar da bir mümin gibi, inançlı, imanlı bir kişi gibi mücadele içinde yer almış, örgüte ve halkına karşı sorumluluklarını yerine getirmeye çalışmıştır.  Halkına, örgütüne karşı sorumluklarını yerine getirmekten başka bir şey düşünmemiştir. Hayri Durmuş nasıl ki “Mezarıma borçlu yazın” demiş ise, Akif Yılmaz ise halkına karşı borcunu ödemek için yaşamıştır. Mazlum Doğan’ın cezaevinden kaçırılması sırasında görevlendirilen arkadaşlardan biridir. Mazlum Doğan’ın kaçırılması olayı başarısız kalınca, bunun büyük bir sorumluluğunu, ağırlığını hissetmiştir. Bunun ezikliği altında yaşamıştır. Özellikle de Mazlum Doğan şehit düştükten sonra, Akif Yılmaz, Mazlum Doğan’a,  partiye, halka borcunu ödemek için görev sırasını beklemiştir. Borcunu ödeyecek bir görev verilmesini beklemiştir. Düşman karşısında da tavizsiz olmuştur. Zindanda özellikle de Mazlum’un şehadetinden sonra direnişin hemen başlamasını, bu direniş içinde kendisinin yer almasını, partiye, Mazlum’a karşı görevini yerine getirmesini düşünmüştür. Bunu yaşamıştır, bugünleri beklemiştir.

Akif Yılmaz için Önderlik gerçeği, Kürdistan’ı özgürleştirecek gerçektir, PKK Kürdistan’ı özgürleştirecek gerçektir. Parti ve Önderlik gerçeğini sorgulamadan yaşayan bir militan olmuştur. Sorgulamadan yaşaması, inancındandır. Önder Apo’nun ve PKK’nin pratiğine de, yaşamını da inanmıştır. Bir defa inanarak katılmış, katılmada inancı pekişmiş, bu inancı pekiştikten sonra da sonuna kadar Önder Apo ve PKK mücadelesi içinde yer alma temelinde yaşamış ve son nefesine kadar da bu yaşam felsefesini sürdürmüştür. Akif Yılmaz için en büyük zulüm en büyük işkence örgütte yaşayacağı yetersizlik, yapacağı bir eksikliktir. Parti ve Önderlik karşısında eksik yapmamak, yetersiz olmamak, mutlaka doğru yapmak hareketin, partinin verdiği görevleri yerine getirmek, Akif Yılmaz’ın en temel düşüncesi ve kaygısı olmuştur. Bu yönüyle PKK’li olma gerçeğinde örnektir, örnek bir militandır. Gerçek bir PKK’lidir.

Bu anlamda Akif Yılmaz’ın bütün kadrolarımız tarafından örnek alınması gerekiyor. Partiye, Önderliğe nasıl bağlı olunur, bu partiye katıldıktan sonra nasıl katılınır, nasıl yaşanılır bilinmek isteniyorsa, mutlaka Akif Yılmaz’ın militanlığına bakmak gerekir. Çünkü O, PKK kadrosunun, militanlığının örnek temsillerindendir. Son nefesine kadar da PKK militanlığının onurunu korumaya çalışmıştır ve bu onuru, gururu en yüksek düzeyde tutarak şehit düşmüştür. Ölüm orucuna katılırken daha baştan şehit düşerek tarihe, halka, Önderliğe karşı görevini yerine getirme yaklaşımı ile hareket etmiştir. Onun için 14 Temmuz eylemini partiye, Önderliğe karşı yerine getirilecek en temel görev olarak görmüştür. Ona bir görev verilmiştir, o da bu görevi son nefesine kadar başarı ile yürütmüştür.

ALİ ÇİÇEK KÜRT GENÇLİĞİNİN SEMBOLÜ OLMAYI HAK ETMİŞTİR

Ali Çiçek genç bir arkadaştı. Ali Çiçek’i cezaevinde, direniş sırasında tanıdım. 1981’de direnişi en son bırakanlar içindeydi. Zaten Kemal Pir’e bağlıydı. Kemal Pir öl dese ölürdü. Böyle bir militan gençlikti. Zaten aynı Kemal Pir gibi işkencede konuşmayan, direnen arkadaşlardandı. 12 Eylül koşullarında işkencede hiç konuşmayan, sonuna kadar direnen ender arkadaşlardandı. Bu yönüyle de parti tarihimizde önemli bir yeri vardır. Ölüm orucuna başlarken artık şehadete gideceğini, ölüm orucu ile şehadete gidip Kemal Pir birlikte aynı eylemde olmayı, beraber şehit düşmeyi, bu halka karşı görevini yerine getirmeyi büyük bir onur saymış ve coşku ile karşılamıştır. Ölüm orucuna katılırken de birçok arkadaşın poliste kabul etmediği eylemleri kendi üzerine alarak o arkadaşların ceza almasını engellemeye çalışmıştır. Mahkemede dik ve mert duruşuyla ölüm orucuna katılmış ve bu kararlıkla ölüm orucunu sürdürmüş ve şehit düşmüştür. Kemal Pir yoldaşı ile beraber bir eylemde olmak onun için en büyük onur ve gurur kaynağı olmuştur, onunla birlikte şehadete gitmek onun en büyük amacı olmuştur ve amacına kavuşmuştur. 

Hayri Durmuş’un da ölüm orucunda söylediği gibi partimizin ‘Kızıl Yıldızı’ olmasına layık olmuştur. ‘Gençliğin Kızıl Yıldızı’ olmaya layık olmuştur. Ve bu nedenle de gençlik tabii ki hareketimizin kızıl yıldızı olan Ali Çiçek’in militan izinde yürüyerek, düşmana öfkesini yüksek tutarak mücadele etmelidir. Ali Çiçek’in düşmana karşı büyük öfkesi vardı. Halkının bütün acısını ve özlemlerini yüreğinde taşıyordu. Halkın genci olarak, halkı demokratik ve özgür yaşama kavuşturmanın sorumluluğunu yüreğinde taşıyordu. O genç yüreğinde halkın bütün sorumluluklarını hissediyordu. Bu açıdan Kürt gençliği de Ali Çiçek gibi halkın bütün acılarını, sevincini ve özlemini içinde yaşamalı, halkın özlemlerini gerçekleştirmek için Ali Çiçek çizgisinde mücadelenin en ön saflarında olmalıdır. Ancak mücadelenin en ön saflarında olarak fedaice mücadele ederek, Ali Çiçek’e layık olabilir. Bu bakımdan Ali Çiçek gerçekten de Kürt gençliğinin sembolü olmayı hak etmiştir. Bunu duruşuyla, tutumuyla kazanmıştır. Kürt gençliğinin sembolü olmayı kazanmak, büyük bir başarıdır. Ali Çiçek duruşuyla, tutumuyla bu onuru, başarıyı kazanmıştır. Bütün gençlerin de böyle bir onuru kazanma doğrultusunda Ali Çiçek çizgisi temelinde mücadeleye atılması gerekir. Ali Çiçek anlatırken, gençlerin mücadele sorumluluğunu söylememek eksik kalır. Ali Çiçek’in yoldaşı olarak Ali Çiçek ile ölüm orucunda yan yana olmuş bir arkadaş olarak Ali Çiçek’in çağrısının mesajının gençlere bu olduğunu bir daha vurgulamak istiyorum.

HAYRİ KARAR GÜCÜYDÜ

İlk başta Hayri’den başlamak isterim. Çünkü 14 Temmuz direnişinin ve cezaevinin karar gücüydü. Herkesin sözüne ve kararına uyduğu bir arkadaştı. Hayri arkadaşı sanırım 1975’in sonlarında tanıdım. Belki ’76’nın başı da olabilir. Ama ’75 olduğunu düşünüyorum. Hacettepe’de okuyordu. Bir-iki defa öyle Siyasal Bilgiler Yurdu’nda oturduk, Önderlik de vardı. Yine Hacettepe’ye gittiğimizde görüşmelerimiz oluyordu. Bir-iki defa da Ankara’da yaptığımız toplantılarda karşılaştım. Artık Apocu grubun bir kadrosuydu. Hayri arkadaşı, hep sessiz ve sakin gördüm. Hayri arkadaş, her zaman değerli düşünce gücü olan bir arkadaştı ama her zaman da konuşmazdı. Ya da benim katıldığım o toplantılarda çok fazla konuşmasına rastlamadım. Böyle ’75 ya da ’76’da birkaç toplantıda birlikteydik. Tabii genel olarak karşılaştığımız oluyordu. Ben o zaman Siyasal Bilgiler Yurdu’nda kalıyordum, daha sonra Tuzluçayır’da bir eve taşındım.

Hayri’yi daha yakından tanıma durumum 1976’yı ’77’ye bağlayan gece, Pilot ( Necati Kaya)’un evinde yılbaşı gecesi yaptığımız toplantıda tanıdım. O toplantı sanırım 2 gece, üç gündüz biçiminde sürdü. Uzun bir toplantı oldu. Bu toplantıda tutanak tutan Hayri arkadaştı. Önder Apo’nun yakınında oturdu, soba o zaman yanıyordu. Herhangi bir baskın falan olursa tutanaklar derhal sobaya atılacaktı. İşte o toplantıda çoğunlukla Önder Apo konuştu. Ama zaman zaman Hayri’nin konuşmaları da oldu. Böyle sakin, kendini sade biçimde ifade ediyordu.  Bir sorumluluk duygusu ile kendisini katıyordu. Kişiliği de tabii o ortamda ortaya çıkıyordu. Gerçekten sakin olgun bir kişiliği vardı. Bu kişilik gerçekten daha o zaman da Apocu grubun bir kadrosu olacağını ortaya koyuyordu. O zaman, Cuma, Kemal, Mazlum ve Fuat arkadaşı daha fazla tanıyordum. Yine Haki arkadaşı tanıyordum ama o toplantıda Hayri arkadaşı daha yakından tanıma imkanı buldum. İlk tanışma durumumuz böyle oldu. Toplantıdan sonra bir daha cezaevine kadar Hayri ile karşılaşmadık. Hayri daha çok Bingöl taraflarında çalışıyordu. Daha sonra Urfa, Mardin tarafında çalıştı. Ben daha çok Antep, Amed tarafında çalıştım. Bu yönüyle çok fazla karşılaşma imkanımız olmadı, cezaevinde karşılaştık. Hayri arkadaş yakalanınca çok ağır işkenceler görmüştü. Cezaevine geldiğinde gerçekten ağır işkencenin izleri vardı. Ayakları, koltukaltları yaraydı. Bu nedenle uzun süre ayaklarının tedavisi yapıldı. Çünkü ayaklarının üstüne basamıyordu. Cezaevine gelir gelmez, cezaevinde Hayri’den önce Mazlum arkadaş yakalanmıştı. Mazlum arkadaş ile birlikte Yıldırım Merkit vardı. Hayri cezaevine gelir gelmez, cezaevindeki sorumluluk Hayri arkadaşa kaldı. Tabii Mazlum arkadaş da cezaevi yönetimindeydi, ama esas sorumluluk Hayri arkadaşındı. Hayri arkadaş genel olarak arkadaşların sorunları ile ilgileniyordu, dışarıya yazılan yazıları Hayri arkadaş yazıyordu.

Hayri arkadaşın kişiliği oturmuş bir kişilikti, olgun bir kişilikti. Bu yönüyle de cezaevinde herkes Hayri arkadaşı dinliyordu, değerlendirmelerine katılıyordu. Örgütün cezaevinde toparlanmasında önemli bir rol oynadı. Hepimizden daha duyarlı, daha pratik ve daha örgütsel düşünen yaklaşımları vardı.

Mazlum arkadaş Hayri arkadaştan önce cezaevine girmişti. Mazlum arkadaş ideolojik, örgütsel hassasiyetleri bilinen bir arkadaştı. İdeolojik ve örgütsel ölçüleri hep yüksek tutmaya çalışırdı. Bu yönü ile bütün kadroların Apocu çizgide olmasını isterdi. Tabii bu dönemde yoğun tutuklamalar vardı, ağır işkenceler de yapılıyordu, bu nedenle önemli çözülmeler oluyordu. Gerçekten düşmanın ağır işkencesi altında dayanamayan, bildiği her şeyi söyleyen, poliste harekete karşı olumsuz düşünceler belirten kişilikler oluyordu. Tabii ki, herkesin çözülme derecesi farklıydı, duruşu, tutumu farklı oluyordu. Kuşkusuz direnenler de, düşmana bilgi vermeyenler de, hareketi, örgütü iyi temsil eden arkadaşlar da oluyordu. İşte bu süreçte, gelenleri dinliyorduk, beraber düşenleri dinliyorduk, rapor alıyorduk. Bu çerçevede tutum takınıyorduk. Bu dönemde Mazlum hassastı. Bu nedenle çözülen, partiye layık davranmayan kişilere karşı çok ilkeli davranıyordu ama biraz düz yaklaşım ortaya çıkıyordu. Öyle ki,  giderek birçok kadroyu, taraftarı komünümüze almıyorduk, içimizden atıyorduk. Ya da içimizde olsa bile partili olmaktan atıyorduk. Sıradan bir insan gibi içimizde kalıyordu, ya da bir dönem ilişkilerini askıya alıyorduk. Bunlar çok oluyordu. Gerçekten de tutuklamalar çok olduğu için neredeyse bu yönlü tutum aldıklarımızın sayısı örgütsel yapı içinde kalan arkadaşların sayısı kadar oluyordu. Böyle yoğun tutum almalar, tavır almalar oluyordu. Hayri geldikten sonra, bunun doğru olmadığını, yanlış yaptıklarını, partiye layık olmadıklarını ama bu kadar çok sert, keskin davranışların iyi olmadığını, bunların bir kısmını atmak gerektiğini, ama önemli bir kesimini de kazanabileceğimizi söyledi. Bu konudaki ölçülerin doğru ama uygulama biçiminin daha esnek olması gerektiğini belirtti. Bu çerçevede çözüleni, zayıflık göstereni atma, örgütten çıkarma gibi yaklaşımlar azaldı. Hatta attığımız bazı kesimleri de durumuna göre tekrar örgüt yapısı içine aldık. Gerçekten de Hayri’nin bu yaklaşımı önemli ve olumlu oldu. Eksikler, hatalar olmuştu ama Hayri gelmeden önceki yaklaşımlarımız giderek örgüte zarar verebilirdi. Kazanabileceklerimiz ya da zayıflıklarını giderebileceklerimiz de örgüte tepkilenebilirdi ya da örgüt dışında kalabilirdi. Bu yönüyle Hayri’nin gelmesi ile daha ölçülü, daha dikkatli bir örgütsel yaklaşım ortaya konuldu.

Hayri’nin örgütü toparlayan, örgütçü bir yaklaşımı vardı. Hep örgütü düşünürdü, örgütsel sorumluluğu yüksek düzeyde taşırdı. Kuşkusuz örgütsel, ideolojik ilkeleri dikkate alırdı ama bu konuda baskı ve işkencenin, zulmüm olduğu ortamda tabii ki başka etkenleri de dikkate almamız gerektiğini, düşmanın zulmünü dikkate almamız gerektiğini ortaya koydu ve pratik böyle gelişti. Zaten 12 Eylül’den önce cezaevinde yine esas sorumlu Hayri arkadaştı, Kemal başka bir cezaevindeydi. Hayri ile Mazlum aynı koğuştaydı ve ortak bir yönetim gibi çalışıyorlardı.  Biz de başka koğuşlarda Hayri ile Mazlum’un içinde olduğu yönetimin kararlarını uyguluyorduk. Böyle bir yaklaşım içindeydi. Bu yönüyle örgütsel açıdan yol gösterici, perspektif sağlayıcı oluyordu. Bu bakımdan cezaevindeki kadroların, taraftarların örgütlenmesinde de rolü olmuştur. Direniş süreci tarihinde de yeri çok önemlidir. 1981 direnişinde, 45 günlük ölüm orucuna katılmıştır. Gerçekten birkaç gün daha sürseydi şehadet de yaşanabilirdi. Direniş süresinde de hep sakindi zaten. Direnişin bırakıldığı, zor dönemlerdi. O zor dönemlerde Hayri çok acı çekiyordu. Bütün taraftarların, kadroların, sempatizanların çektiği acıyı hissediyordu. Bunu Hayri’de yakından görüyorduk. Kuşkusuz, o dönemde duruşu ve yaklaşımıyla moral, güven veriyordu.  Mahkemelerde de üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdi. Şunu söyleyebilirim; direniş sırasında da, direnişin bırakıldığı 24 Mayıs’tan 14 Temmuz’a kadar süren 3 aylık dönemde duruşuyla, tutumuyla moral oldu. En azında kadroların, yurtseverlerin daha kötü duruma düşmemesinde etkileyici oldu. Ölüm orucunda zaten sakindi, kararlıydı. Ölüm orucunu başından sonuna kadar bir bilge gibi yürüttü. Hep örgütü, arkadaşlarını yaşadı. Ve son ana kadar örgütsel sorumluluk ile nefesini verdi.

14 Temmuz ölüm orucu kararını almıştık, ölüm orucunu da Hayri başlatacaktı. Alt üst hücrelerdeydik. Ben daha önce 4’üncü kattaydım, daha sonra hücreler arası boşluk bırakmak için bizi 3’üncü kata indirmişlerdi. Hayri, ölüm orucunu açıklayacağı süreçte mahkemede hep söz almak istiyordu, fakat vermiyorlardı. Hayri geldiği zaman bunun ezikliğini yaşıyordu ve bize “ben söz hakkı istiyorum ama vermiyorlar” diyordu. Musluk borularına kulağımızı dayayarak birbirimizle konuşuyorduk. Üzerine büyük bir sorumluluk almıştı, o sorumluluğu yerine getirememenin, ölüm orucunu başlatamamanın ezikliğini ya da başlatmamanın o ruh halini çok ağır biçimde yaşıyordu. Neredeyse yalvarırcasına “başlatmak istiyorum ama söz hakkı vermiyorlar, yarın mutlaka söyleyeceğim” diyordu. Böyle bir yükü taşımanın sorumluluğunu Hayri’nin konuşmalarından, ses tonundan hissediyordum. Ölüm orucunu başlattığı gün, büyük bir coşku ve heyecanla gelip “başardık, başardık, 6 kişi ile başardık” demesi hala kulaklarımda çınlamakta. Ben zaten o sözleri duyunca, “14 Temmuz direnişi başarmıştır” dedim. Gerçekten de “başardık başardık” sözünün gereklerini bütün ölüm orucu sürecinde yerine getirmiş ve son nefesine kadar da bu sorumluluğu en iyi biçimde yerine getirmenin yaklaşımı içinde olmuştur.

KEMAL’İN HER SÖZÜ DEVRİM ANDI GİBİYDİ

Kemal Pir ile ilk tanışmam da bir örgüt toplantısında olmuştur. Bu örgüt toplantısı da ’75 sonu olabilir. Türk bir arkadaş olması tabii bizi etkiledi ve merak ettik. O toplantıda çok uzun konuşmalar yapmadı ama çok kısa konuşması ve sesini duymamız bile devrimci tutumunu, kişiliğini ortaya koydu. Her sözü bir devrim andı gibiydi, devrime bağlılık gibiydi, devrimin coşkusunu, heyecanını yansıtan bir arkadaştı. İlk izlenim böyle oldu. Daha sonra Kürdistan’da birlikte çalıştık. 1976 yazında ben Kürdistan’a gittim, Kemal Pir ile Cuma arkadaş daha önce Antep’e gitmişlerdi. Antep’te önemli bir çalışma yapmışlardı. Belli bir gençlik grubu, bir çevre oluşmuştu. Bu yönüyle Antep’te çalışmanın altyapısı 1976 yazında oluşmuştu. Kemal çalışması, yarattığı etki ve duruşuyla birçok genci örgüte kazandırmıştı. Yine o dönemde Pazarcıklıların örgüte katılımı vardı. Bu katılımda Kemal Pir’in önemli bir rolü ve etkisi olmuştur. Daha sonra Pazarcık’tan yüzlerce, binlerce genç hareketimize katılmış, yüzlercesi şehit düşmüş, Avrupa’da hareketimize büyük destekler vermiş bir Pazarcık kitlesi oluşmuştu. Bunu ilk yaratanlardan, örgütleyenlerden birisi, hatta birincisi Kemal Pir’di.

KEMAL NEREDEN GEÇSE DEVRİMCİ BİR RÜZGAR ESTİRİRDİ

Kemal Pir kişiliği örgütçü bir kişiliktir. Biz Kemal Pir ile Antep’te çalıştık. Uzun süre aynı evde kaldık. Hepimiz için coşku ve moral kaynağıydı. Büyük bir devrimciydi. Onunla yana yana yürümek, oturmak, aynı odada nefes almak devrimci heyecanı, coşkuyu, kararlığı, iradeyi keskinleştirmek demekti. Bu açıdan onun bizim mücadele ve devrimci kişiliğimizde her zaman büyük etkisi olmuştur. Bizleri etkilemiştir. Kemal, bir devrimci nasıl yaşar, nasıl düşünür, her saniyesini, her anını nasıl devrimi geliştirmede, devrime hizmet etmede değerlendirmeli konusunda örnekti. Kemal’in ruhu Antep’te devrimci bir heyecan yaratmıştı. Antep’teki Apoculuğun, devrimci militanlık ölçülerinin gelişmesinde Kemal’in büyük rolü olmuştur. Bunu özellikle vurgulamak gerekiyor. Kemal etkisinde, etrafında önemli bir gençlik grubu vardı. Gençlik Kemal’in etkisiyle Apocu bir topluluk haline gelmişti. O gençlerle ilgilenirdi, eylem yapardı. Onların militanca mücadele etmesini hem sağlar hem de onlarla birlikte eylemlere katılırdı. Aslında arkadaşlar izin verse bütün eylemlerde yer alırdı. Kemal sadece Antep’te değil, nereden geçerse, orada devrimci rüzgar estirirdi, devrimci heyecan yaratırdı. Herkesi kendisine bağlardı. Kemalin geçip de etkilemediği, insan, mahalle yoktur. Kemal bir yerden geçmişse mutlaka orayı etkilemiştir. Apocu ruh ve heyecanı mutlaka geçtiği yerlerde etkili kılmıştır. Halkta devrim umudunu ve inancını arttırmıştır. Kim Kemal’i görse devrimi yarın hemen olacakmış gibi hissederdi. Bu inançla insanda devrime atılma hissiyatını yaratırdı. Kemalin gittiği yere devrimci coşku ve heyecan giderdi. İşte bu anlamda Apocu hareketin militan karakterinde önemli bir rolü vardı.

Yıl, 1976’nın sonu. Ankara’da örgüt toplantısı yapacağız. Bu toplantıda Kürdistan’daki gelişmeler ve örgütsel durum tartışılıp yeni kararlara gideceğiz. Her alandan delegeler tespit edilmişti. Antep’ten Kemal, Haki, ben ve örgütten kaçan gözlüklü Ali seçilmiştik. Ankara’ya birlikte gidiyoruz. Tuzluçayır’da bir evimiz vardı. O eve doğru gidiyorduk. Ben ve Kemal önden yürüyorduk. Arkadan da Haki ve gözlüklü Ali geliyorlardı. Aramızda takriben 60 metre vardı. NATO yolundan Tuzluçayıra doğru yol yol ilerliyorduk. Evimiz, Tuzluçayır Tek Mezar’daydı. Yolda ilerlerken, bir süre sonra baktık arkadaşlar görünmüyor, ama bazı sesler geliyordu. Hemen arkamızı döndük sesin olduğu yöne doğru ilerledik. Baktık Haki ve gözlüklü Ali’nin arkasında gençler var. Biz gidince Kemal arkadaşı tanıdılar, “Kemal abi” diyerek sarıldılar. Kemal arkadaş daha önce orada kaldığı için gençleri önemli düzeyde etkilemişti.

Kemal, “nedir, ne oldu?” diye sordu. Haki arkadaş “bunlar yolumuzu kesti, hatta siz kimsiniz deyip silah dayadılar” dedi. Hakki de onlara “ben bir vatandaşım yoldan geçiyorum” diyor. Gençler onlara “devrimci misiniz ülkücü müsünüz?” diye sormuşlar. Haki de biraz çıkışıyor, “ne soruyorsunuz, ne işiniz var” diyor. Gençler de öğrenmek istiyor. Çünkü gençlerin Haki ve gözlüklü Alin’in yolunu kestiği yer, devrimci Tuzluçayır ve faşistlerin mahallesi olan Akdere denen bir nokta. Faşistlerin zaman zaman geldiği bir yerdi. Onlar da orada nöbet tutuyorlar. Faşistlerin yönelimlerine karşı mahalleliyi korumaya çalıştıkları bir yerdir. Orada sürekli devriye geziyorlar. Hakki arkadaş onlarla da karşılaşınca, kim oldukları ve nereye gideceklerini soruyorlar. Saat geç, vakit 10-11 civarları. Gençler soruşturmaya tabi tutuklarının Kemal’in arkadaşları olduğunu görünce gözleri parladı. Gençler özür dilediler. Kemal arkadaş onlara “özür dilemeyin, görevinizi yapıyorsunuz” dedi. Bir süre kalıp ayrıldık.

Sonra ikimiz tek, Dersimli bir ailenin evi olan mezradaki eve gittik. Eve yakın 60-70 metre ilerde, bizim bir komşu köylümüz vardı. İsmi Şexo’ydu. Evi de onlar bize bulmuşlardı. Elmadağ TRT’de çalışıyordu. Geldiğimizi duyunca, bize hoşgeldiniz demeye geldi. O dönemin devrimci çalışmasında boş sohbetler yoktu. Her sohbet siyasal tartışmaya dönerdi. Benim köylüm CHP’liydi. Onuna mevcut iktidarı, Kürdistan’daki durumu aktarıyordum. Ben ne dediysem, hep boştur diyordu. Onu da Kürt sorununa duyarlı kılmaya çalışıyorduk. Köylüm, “bunlar boş şeyler, olmaz. Kendinizi de harcıyorsunuz, sonuç alamazsınız” diyordu. Kemalde ileride oturmuş, bizi dinliyordu. Kemal ben ne dersem onun hayır dediğini görünce, Kemal de “hele siz durun, biz abimizle tartışalım” dedi. Bir saat kadar tartıştılar. Kemal konuştukça biraz yumuşuyordu. Gerçekten de Kemal kendini dinletti. Sonunda “Siz devrim için yürüyün, benim de kömürlükte Ebu Müslüm’ün baltası var, onu alıp bende sizinle birlikte bu devrim yürüyüşüne katılacağım” dedi. Kemal onu da böyle etkiledi. Biz de şaşırdık. O da Alevi bir Kürt’tü. Alevilerde Ebu Müslüm değer verilen bir insandı. Ebu Müslüm’ün baltasıyla devrimde yer alma sözünü verdi. O güne kadar devrime inanmayan birisi olarak, Kemal Pir’den etkilenip böyle bir söz verdi. Bu Kemal Pir’in nasıl etkileyici olduğunu gösteriyor. Ben bu anı hiç unutmam.

AKİF YOLDAŞ YANIMDA ŞEHİT DÜŞTÜ

Akif yoldaşı cezaevinde tanıdım. Amed’de sorumluluk almıştı. Komite sekreterliğini de yapmıştı. 1980 yazında tutuklanıp cezaevine geldi. Kendisini orda tanıdım. Mazlum’un kaçışında yaşanan başarısızlığın kendisini etkilediğini çok iyi gördüm. Zindanda çok sakindi. Hep o kaçışı gerçekleştirememenin ezikliğini üstünde taşıyordu. Ancak tamamen örgüte bağlı bir militan olduğunu, örgüte ve yoldaşlarına saygısıyla sevgisiyle ortaya koyuyordu. Onu tabii en iyi direniş sırasında tanıdım. ’81 direnişi sırasında Amed grubundaydı. Ayrı duruşmalara götürülüyorduk. Birlikte gidip geliyorduk. Gidip gelirken zaten hep işkence görüyorduk. Hiçbir zaman bu işkence karşısında zayıflık göstermedi. Cezaevinde diğer bütün tutuklular baskı karşısında dayanamayıp teslim olmuşlardı. Diyarbakır grubunda Mazlum, Akif, ben ve Hilvanlı birisi kalmıştı. Birlikte işkence gördük. Hep sağlam bir duruş içinde oldu. Örgüt direnirken o da direnme çizgisini yürüttü, bu konuda hiç tereddüdü olmadı. İşkenceler o kadar çok ağırlaşmıştı ki, bu gruptan dört kişi kalmıştı. Bu da Akif’in nasıl bir direnişçi olduğunu ortaya koymaktadır. Düşman bizim direnişimizi kırmak için sürekli işkence yapıyordu. Yine direniş sırasında bir kör hücreye koydular. Mazlum, Akif, Hilvanlı ve ben bir kör hücrede kaldık. Üstümüzdeki her şeyi çıkarttırdılar, çırılçıplak yaptılar. Yarım saatte bir üzerimize soğuk su döküyorlardı. Öyle ki açlık ve susuzluktan direnişten bir deri bir kemik kalmıştık, ama direniyorduk. Bu direnişi yaparken bizi kör hücreye koyup üzerimize soğuk sular dökerken, çok zorlanıyorduk. İşte o zaman Akif ile birlikteydik. Ayakta duramıyorduk, uykumuz geliyordu suya düşüyorduk. Baktık olmuyor, birbirimizin sırtına yaslanıp vücut ısımızla birbirimizi ısıtıyorduk. Birlikte direndik.

Onunla ilginç bir anımız var. Bizi hücrelere koyuyorlardı. Hücrelerimizi de değiştiriyorlardı. Biraz paramız vardı. Onu bir hücreye saklamıştık. Trakyalı bir onbaşı vardı. Bu onbaşı fırsat buldukça bize ekmek ve sigara getiriyordu. Aç, susuz bırakılıyorduk. Bu onbaşı ölümü göze alarak bunu yapıyordu. Görseler oracıkta infaz ederlerdi. Yaptıkları çok büyük görülmeyebilir, ama o ölümü göze alarak yapıyordu. En zor dönemde bize sigara, ekmek getiriyordu. Düşünün her an işkence altındaydık. Bir Türk, bir Trakyalı bize böyle bir yaklaşım sergilemişti. Tarihsel değerde bir tutumdur. Yaşıyorsa kendisini her zaman saygı ve sevgiyle andığımızı iletmek isterim. Onun bize verdiği o yardımı her zaman hatırladık. Uzun boylu, ince çok değerli bir gençti. İşte o direniş sırasında sürekli yer değiştirirken, paramızın olduğu hücreye geldik. Dördümüz bir aradaydık, Akif “bu paralar bizim işimize yaramıyor. Bu parayı bu onbaşıya verelim” dedi. Ben de doğru buldum. Ona katılıp verelim diyecektim ki, Mazlum birden bir tepki gösterdi; “Akif arkadaş sen ne diyorsun? Biz şimdi ona para verirsek, ölümü göze alarak bize vermiş olduğun yardımın, yaptıklarının ne değeri kalır? Birden anlamsızlaşır. O şimdi bu büyük değerlerle yaşıyor. Bunun gururu ve onuruyla yaşıyor. Eğer biz ona parayı verirsek, bütün bu anlam uçup gidecek. Karşılıklı yapılmış gibi olacak. Bu düşünülebilir mi? Düşünmemek gerek, bu çok yanlış, saygısızlık olur. Ona teklif etmemiz bile bize yakışmaz” dedi. Akif çok etkilendi, çok üzüldü. Ama bu sadece Akif’in düşüncesi değildi. Ben de, o Hilvanlı arkadaş da öyle düşünüyorduk. Mazlum böyle deyince Mazlum’u haklı gördük. Akif de haklı gördü. Ama işte o duygusallıkla, onun bize yaptığı hizmetin karşılığı olarak bari paraları ona verelim diyordu. Çok masum, duygusal bir yaklaşımla böyle bir öneri getirmişti. Ama Mazlum’un ideolojik duruşu, refleksleri bizim gibi değildi. Mazlum’un o ideolojik yaklaşımını ve Akif’in de o üzüntüsünü, benim de “iyi ki ben söylememişim” yaklaşımımı hep hatırlarım.

Akif ile 1981 direnişinde yan yana olduğumuz gibi 14 Temmuz direnişinde de yan yana olduk. 14 Temmuz’da direniş başlar başlamaz hemen büyük bir kararlılıkla katıldılar. Ölüm orucunu büyük bir kararlılıkla sürdürdü. Akif’in duygusallığını görerek, ölüm orucu sırasında hücrelerde arama yapıyorlar. Tutuklular o dönemde ilk getirildiklerinde, bir süre orda terbiye edilip koğuşlara götürülüyorlardı. Hücrelerde terbiye edilmeden, tümden iradesi kırılmadan koğuşlara gönderilmiyorlardı. İşte o hücrede kalorifer radyatörlerinin arkasına çok eskiden konulmuş bir parça ekmek ve zeytin çekirdeklerini görüyorlar. Bir subay bağırmaya başladı; “siz orda ölün Akif burada yiyor” dedi. Akif buna çok öfkelendi ve büyük bir tepki ortaya koydu. Akif ona küfretmeye başladı. Öyle denilmesi çok ağırına gitmişti. Hayri, Akif’in duygusallığını biliyordu; “Akif sen onlara inanma biz seni tanıyoruz, biliyoruz. Sen niye onların sözüne bu kadar tepki veriyorsun, onlar böyle yaparlar”dedi.  Akif de Hayri’yi dinlediği için sustu. Ölüm orucu içinde Akif’e böyle bir yaklaşım sergilediler.

Ben hastaneye gitmeden önce Akif ve Hayri’yi dar bir odaya koymuşlardı. Odada ranzalar vardı. Ben gitmeden birkaç saat önce Hayri şehit düşmüştü. Hayri’nin ranzasına da beni koydular. Akif ile orda biraz sohbet ettik. Ona Hayri’nin nasıl olduğunu sordum. Şehit düşmeden yarım saat öncesine kadar da bilincinin yerinde olduğunu, gelecekte nasıl yapacağımıza dair değerlendirmeler yaptığını anlattı. Bana Hayri ile olan diyaloglarını anlattı. Benim gittiğim gündü ya da bir sonraki gündü, su istedik. Ben içtim suyu. Akif sonradan bardağı duvarı vurup küfretmeye başladı. Suyuna hoşaf koyduklarını söyledi. Bunu daha önce de yapmışlar. Daha sonra öğrendik ki, bir TİKKO’cuya bir bardak hoşafı yanına koy diyorlar. Bir nevi Akif yiyor diyerek psikolojik savaş yürütüyorlardı.

Ölüm orucunun son günlerini birlikte yaşadık. Ben gittikten sonra Akif’e saat sordum. Böyle oval biçimde Orient saati vardı. Bana “Karasu arkadaş, benim artık gözlerim görmüyor” dedi.  Bana bunu çok sakin bir şekilde söyledi. Gözlerinin görmediğini öğrenince çok üzüldüm. Kemal de gözlerini 50’inci günlerde kaybetmişti. Hatta doktor Kemal’e “sen kabul et, tedavi gör, vitamin veririz, gözlerin iyileşir” dediğinde Kemal “bizi olduğumuz gibi kabul edecek misiniz, etmeyecek misiniz? Kemal’in gözü olsun iradesi olmasın, Kemal’in gözü olsun Kemal’in kendisi olmasın” diyerek tepkisini ortaya koymuştu. Kemal şahadete gitmeden önce gözlerini kaybetmişti. Akif de şahadete gitmeden önce gözlerini kaybetmişti. O zaman kolundaki saati bana verdi, göremiyordu. Verdiği zaman da “ben şehit düşersem yeğenime gönderirsin” demişti. Böyle duygusal bir an oluştu. Son ana kadar da sessiz, sakin bir biçimde direnişini sürdürdü. Benim yanımda, ölüm orucunun 63. gününde şehit düştü. Onun o militanlığı gözümün önünden gitmez. Onun yoldaşlığı gözümün önünden gitmez. Tabii ki yanımda şehit düşmesi bana büyük bir yük yüklemiştir. Gerçekten onun yüküyle yaşamaktayım. Onun anısına bağlı kalmak durumundayız.

ALİ ÇİÇEK KIZIL YILDIZIMIZ

Ali Çiçek arkadaşı da cezaevinde tanıdım. Önceden hiç karşılaşmamıştık. Cezaevinde büyük bir direniş ortaya koydu. Poliste hiçbir şey konuşmamıştı. Mahkemede Kemal Pir ölüm orucunu açıklamıştı. Urfa grubunda yargılanıyordu. Ölüm orucunda beraberdik. Ölüm orucu içinde Hayri bana “bu bizim Kızıl Yıldızımızdır, genç bir arkadaştır, değer vermek ve korumak lazım” demişti. Ona büyük bir sevgiyle yaklaşıyordu. “Bu bizim Kızıl Yıldızımızdır” demişti. Ali Çiçek’e bu tanımı yapan Hayri arkadaştır. Ölüm orucu sırasında en çok Kemal arkadaşla ilişkisi vardı. O dönem biraz büyük olanlara abi deniliyordu. O hep “Kemal abi” diyordu. Çok coşkulu, Kürt halkının acısını, sevincini yüreğinde taşıyan bir arkadaştı. Biz ölüm orucundayken birinci katı boş bırakmışlardı. Celal Bucak’ın Tırşıkçıları denen adamlarını koymuşlardı. O dönem Kurmanci ve Zazaca konuşanlar vardı. Türkçe konuşuyorlardı. Onlar da hem Zazaca hem de Kurmanci biliyorlardı. Meğer bizi dinleyip idareye aktarıyorlar. Onlardan biri alt katta volta atarken, Ali Çiçek üçüncü kattan görüyor. Ali Çiçek birden küfür ediyor. Kemal arkadaş ne olduğunu soruyor, o da anlatıyor. Kemal arkadaş sakin ol demesine rağmen Ali hala küfretmeye devam ediyordu. Daha sonra bunların idareye Ali Çiçek’in kendilerine çok küfrettiğini ve dayanamadıklarını, o yüzden yerlerini değiştirmeleri başvurusunda bulunduklarını öğrendik. İdare de onları oradan çıkarıyor.

Gerçekten coşkusu da, öfkesi de çok büyük olan bir arkadaştı. İşte Kemal ile ilişkileri çok iyiydi. Ölüm orucunun sonlarına giderken “Kemal abi saatini bana ver, senin saatin kolumdayken şehit düşmek istiyorum” dedi. Biz Kemal’in Ali Çiçek’i kırmayacağını ve vereceğini düşündük. Fakat Kemal arkadaş “Alim kusura bakma veremem, ben de yaşamımı yitirirsem yeğenlerime versinler. Bu saati taksınlar ve beni hatırlasınlar” dedi. Biz Kemal arkadaşın bu kadar duygusal bir yaklaşım sergileyeceğini düşünmedik. Ali de bu yaklaşımı görünce ısrar etmedi.

Akif arkadaş şehit düştükten sonra o ranzaya başka bir arkadaşı getirdiler. Tanıyamadım, kimdir bu diye baktım hem zayıflamış hem de saç sakal birbirine karışmıştı. Zaten geldiğinde kolundan serum vermek istediler, kabul etmedi. Sonunda bacağından neşter vurup verdiler. Kendisinde değildi. Ben “yapmayın” dedim. Onlar bunun üzerine “kendi iradesinde değil, tıbben ölmüş ama hukuken yaşıyor, vermek zorundayız” dediler. Bittikçe serumu değiştiriyorlardı. Hemşire geldiğinde kim olduğunu sordum; bana Ali Çiçek olduğunu söyledi. Benim ’80’de gördüğüm Ali Çiçek’in sakalı, bıyığı yoktu. Cezaevinde her gün, gün aşırı jilet verip tıraş olacaksınız diyorlardı. Ali de böyle sürekli tıraş ola ola sakalı bıyığı çıkmıştı. Artık bitkisel hayattaydı. Herhangi bir ses çıkarmıyordu. Arada bir ayağını ve kollarını sallıyordu. İki gün serum verdiler 65’inci gününde şehit düştü.

Kuşkusuz derinden etkiledi. Bu büyük ölüm orucu direniş şehitleri sorumluluğumuzu arttırdı. Mücadeleyi geliştirme doğrultusunda bir görev yükledi. Zaten cezaevinde hemen etkisi oldu. PKK’li tutsaklar “Kemal, Akif, Ali, Hayri şehit düştüyse biz neden mücadele etmeyelim?” dediler. Bu şahadetlerden sonra cezaevindeki kadroların, arkadaşların tutumu değişti. Önceden umutsuzluk, yılgınlık, neredeyse direnilemez, bir şey yapılamaz atmosferi varken, 14 Temmuz direnişiyle birlikte, bu zulme karşı direnilebilir anlayışı gelişti. O güne kadar yapılan baskılar sonucu yaşanan örgütsel dağınıklık, zayıflık 14 Temmuz direnişiyle örgüte bağlılık, örgütün söylediklerini yapma anlayışına dönüştü. Bu açıdan zindanda büyük bir değişikliğe yol açtı. Düşman eskisi gibi baskı yapsa da tutsaklar eski tutsak değildi. Tutsakların inancı gelişmiş, iradeleri güçlenmişti. Şehit yoldaşlara, 14 Temmuz direnişine bağlılık, yeni bir direniş ruhu geliştirmişti. Artık baskıların eski etkisi yoktu. Artık eski düzeyde baskı da yapamıyorlardı. Çünkü 14 Temmuz direnişinin bıraktığı etkiyi görüyorlardı. Bu açıdan 14 Temmuz direnişi, Diyarbakır 5 Nolu zindanında bir dönüm noktası olmuştur. Örgütsel ruh, mücadele ruhu gelişmiştir. 12 Eylül faşist cuntasının politikası boşa çıkmıştır. 12 Eylülün zindan politikası geriletilmiştir. Bu zaten başlı başına zindan açısından büyük bir başarıyı ifade etmektedir.

Kemal Pir, Hayri Durmuş, Akif Yılmaz, Ali Çiçek’in şahadeti, örgütü ise daha fazla etkilemiştir. Önder Apo’nun mücadeleye hazırlandığı dönemde kadronun inancını arttırmıştır. İntikam eylemlerini hedefleyen, intikam duygusunun arttığı bir örgüt gerçeği ortaya çıkmıştır. Önderlik şehide bağlılığı sadece bir-iki eylemle değil, yeni bir mücadele süreci başlatma kararlılığını ortaya çıkarmıştır. Onların mücadelesini yeni bir mücadele aşamasına taşıyarak, ele alınması gerektiğin ortaya koymuştur. 14 Temmuz direnişi örgütü çok olumlu etkilemiştir. 12 Eylülün yarattığı tüm olumsuz etkiler önemli oranda silinip atılmıştır. Halk da, örgütte bu şahadetlerden etkilenmiştir. Halk Amed zindan direnişini bir moral değeri olarak ele almıştır. 12 Eylül faşist cuntasının baskıları her yerde gelişmekteydi, halk da bu baskılara maruz kalıyordu. Ama 14 Temmuz direnişi, PKK’nin direniş ruhunu ortaya koymuş ve halka direniş yolunu göstermiştir. PKK gerçeğini halk görmüştür. PKK’nin verdiği sözlerini tuttuğunu görmüştür. Faşist cunta, “davalarından, Kürtlükten vazgeçtiler” dedirmek isterken tam tersi oldu. Halk PKK’lilerin verdikleri sözleri yerine getirdiğini, zindanda da olsa direnişlerini sürdürdüğünü, her koşuldu direnecek ve Kürt halkının haklı mücadelesini sürdüren bir örgütün olduğunu gördüler. Böylece PKK’ye bağlılıkları arttı. PKK’nin bir anda halk içindeki etkisi büyüdü. Bu da PKK’nin gücüne güç kattı. PKK militanının inancına inanç kattı. Bu yönüyle Kemal, Haki, Ali ve Akif’in şahadetleri oldukça etkilemiştir. Halkımızın mücadelesini de büyük oranda etkilemiştir. Kuşkusuz 12 Eylül faşizmini ideolojik olarak yenilgiye uğratmış, siyasal olarak teşhir etmiştir, itibarını sarsmış ve etkisini kırmıştır. 12 Eylül faşist düzeninin insanlık dışı bir düzen olduğunu, zindanlarda insanlık dışı işkenceler yaptığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Ölüm orucunda şehit düşmek, dış kamuoyunda Diyarbakır zindanın nasıl bir işkencehane olduğunu çok somut ortaya koymuştur. Ne kadar anlatılsa, propaganda yapılsa da insanlar inanmayabilirdi. Kuşkusuz karşıt propaganda da vardı. Dört devrimcinin hem de PKK’nin önder kadrolarından devrimcilerin şehit düşmesi Diyarbakır 5 Nolu zindanın nasıl bir işkencehane olduğunu kanıtlamıştır. Bu da 12 Eylül faşizminin gerilemesini ve çökmesini beraberinde getirmiştir. Eğer faşist cunta 14 Temmuz direnişinden sonra ’83’de seçim kararı alıp iktidarı sivil bir yönetime devretme kararı almışsa, bu 14 Temmuz direnişi sayesindedir. Kuşkusuz bu bırakma biçimsel olmuştur. Biçimsel de olsa iktidarın sivillere bırakılmak istenmesi bile bu direnişin 12 Eylül faşizmini nasıl gerilettiğinin açık kanıtıdır.

KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA