Kalkan: Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğü yıkılacak
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğünün 2017 yılında yıkılacağını söyledi.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, direnişin önümüzdeki süreçte büyüyeceğini, Türkiye’ye dağılıp şiddetleneceğini belirterek, "2017 yılı Erdoğan - Bahçeli diktatörlüğünün yıkıldığı yıl olacaktır" dedi. Bunu hiç kimsenin engelleyemeyeceğini kaydeden Kalkan, şunun altını çizdi: "Erdoğan’ın ne faşist zulmü ne de Avrupa’ya, Rusya’ya, yalvarıp yakarması kendisini ayakta tutmaya yetecek."
Türkiye toplumunun, adına tarihin en ağır katliamlarının yapıldığının, soykırım ve insanlık suçu işlendiğinin farkına vararak karşı durması gerektiğini söyleyen PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, "Bu suça kimse sahip çıkmamalı. Erdoğan ile Bahçeli yalnız bırakılmalı. Kaçacak yer, sığınacak bir delik bulamasınlar" diye konuştu.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, News Channel TV'nin sorularını yanıtladı. Dün yayınlanan söyleşinin tamamını paylaşıyoruz:
Türkiye ve Kürdistan’da geçtiğimiz hafta içerisinde yoğun gerilla eylemleri geliştirildi. Hareketiniz bahar ile birlikte bir hamle başlatmış oldu. Buna karşı Türk devletlerinin soykırımcı saldırıları devam etmekte. Öz yönetim direniş alanlarından en önemlisi olan Sur’da Türk devletinin bir yıkım projesi var. Kuzey Kürdistan da sürdürmüş olduğunuz mücadelede gelinen noktayı nasıl değerlendirebilirsiniz?
Faşizme karşı direniş büyüyor. Kürdistan’ın her alanında, dağda, ovada Türkiye’nin her şehrinde Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli faşist diktatörlüğüne ve saldırganlığına karşı tüm Türkiye toplumunun direnişi var. Bu anti faşist demokratik halk hareketi, 16 Nisan referandumunda başlatıldı. Referandumda hile ile 'Evet' çıkartıldığı için toplum tepki gösterdi. Dolayısıyla toplum “Hayır, daha bitmedi, mücadeleye devam” dedi. Geçen bu bir buçuk aylık süreç içerisinde mücadele sokağa taşınıp çok farklı ve zengin yöntemlerle sürdürüldü. Sürdürülen bu mücadele faşizme karşı büyüyerek devam ediyor.
Başta kadınlar ve gençler olmak üzere emekçisinden Kürt halkına; Alevilerden, bütün dinsel, mezhepsel gruplara; aydın, sanatçı ve köylülere kadar toplumda bir direniş var. Çünkü faşizm toplumun tümüne saldırıyor. Faşizm, karakteri gereği bütün toplum kesimlerini ötekileştirerek kendinden olunmasını ve kendisine boyun eğilmesini ister. Dolayısıyla faşizm, kendinden olmayan, biat etmeyen ve teslim olmayan herkese saldırıyor. Buna karşı toplum da bütün bileşenleriyle faşizme karşı direnişle cevap veriyor. Yaygın tutuklamalara rağmen AKP yönetimi bir kişiyi bile teslim alamadı. Referandum sürecindeki direnişi gördük. O direniş, şimdi de büyüyerek devam ediyor.
Mayıs ile birlikte gerilla eylemlerinde de ciddi bir gelişme ve artış var. Kuşkusuz önümüzdeki süreçte bu daha da büyüyerek devam edecektir. Mevcut durumda; Botan’dan Amed’e, Dersim’den Serhat’a kadar Kuzey Kürdistan’ın dört bir yanında artarak devam eden gerilla eylemleriyle Tayip Erdoğan ve Devlet Bahçeli diktatörlüğünün yıkılacağı çok net bir şekilde anlaşılıyor. Görüldüğü üzere faşizme karşı mücadele çok zengin yöntemlerle sürdürülüyor.
Ankara’da akademisyenlerin direnişi vardı…
Doğru, orada da görevlerinden atıldıkları için akademisyenlerin bir direnişi oldu. Referandum sürecinde sadece bildiri dağıtmak ve oy vermeyle sınırlı olan çağırılar, şimdi protesto eylemlerine dönüşerek her tarafa daha zengin yöntemlerle yayılmış durumda. Gençler gruplar oluşturarak, faşist çetelere karşı direnişi geliştiriyorlar. Sur’da, Alipaşa’nın kadınları, çocukları, genç ve yaşlıları direniyor. Haklı olarak evlerini, doğup büyüdükleri yerleri korumak istiyorlar. Dikkat edilirse faşizm halklara ve insanlara düşmandır. Özgür ve demokratik yaşama düşmandır. Özellikle Kürt’ün her şeyine düşmandır! Kürdistan’daki direniş merkezlerine; med ve Sur’a, Cizre ve Botan’a düşmandır. Colemêrg’e, Serhat’a, Dersim ve Mardin’e düşmandır.
Tam bir faşist soykırımcı saldırganlık var. Kürt’ü ezme, Kürt’ün varlık ve özgürlüğünü, yaşam değerlerini tümden yok etme ve saldırma var. Ama kadın, erkek, genç, ihtiyar demeden 1 Haziran Atılımı'nın ruhuna uygun bir biçimde kahramanca direniyorlar. Önümüzdeki süreçte bu direniş topyekûn büyüyecek, Türkiye’ye dağılacak ve şiddetlenecektir. 2017 yılı Tayip Erdoğan-Devlet Bahçeli diktatörlüğünün yıkıldığı yıl olacaktır. Bunu hiç kimse engelleyemez. Tayip Erdoğan’ın ne faşist zulmü ne de Avrupa’ya, Rusya’ya, yalvar yakar etmesi kendisini ayakta tutmaya yetmeyecek. Zulümle abat olunmaz. Bu zulmü uygulayandan hesap mutlaka sorulur. İşte gerilla her yerde faşizmden hesap sorma eylemleri başlatmıştır.
Sur’daki yıkım, aslında AKP’nin çaresizliğini de ortaya koymaz mı? Sur’da istediği zaferi elde edemeyince hıncını taş duvarlardan, beton evlerden almaya çalışan bir AKP söz konusu değil mi?
Evet, tam bir histeri var. Her şeye düşman hale gelmiş durumdadır. Çünkü Sur direnişi sürecinde gerçekten dört tabur tasfiye oldu. Sur ve Nusaybin birer sendrom haline geldi. Artık uyuşturucu ve alkol ile insanları doldurup buralara gönderiyorlardı. Yoksa kimse Sur’da direnen devrimciler üzerine gitmek istemiyordu. Tayyip Erdoğan büyük bir yıkım korkusu yaşadı. O korku, Sur düşmanlığına dönüştü. Bu düşmanlık, Amed düşmanlığıdır. Amed düşmanlığı da Kürt düşmanlığıdır. Tayyip Erdoğan’ın en büyük Kürt düşmanı, Kürt katili olduğu açığa çıkıtı. Takke düştü kel göründü. Esas cisim açığa çıktı ki; bu da faşist-soykırımcı-sömürgeci bir zihniyet ve politikadır.
Tayyip Erdoğan istediği kadar saldırsın. Dün Sur’un kahramanları olan Çiyagerler bugün yine Sur’un kahramanlarıdır. Sur’un çocuğu, genci, kadını bitmez. Onlar beş bin yıllık bir kentin çocuklarıdır. Tayyip Erdoğan gibi nereden geldiği belli olmayanlar değildir. O kent beş bin yıllık bir kenttir. O surlar beş bin yıl önce yapılmıştır. Orada beş bin yıllık bir yerleşik toplum kültürü var. O insanlar onu özümsemişler, solumuşlar, onunla şekillenmişlerdir. Hiç kimse onları oradan uzaklaştıramaz, yenemez. Sur toplumsallığını dağıtamaz.
Sur halkı, gençleri, kadınları bu gerçeği iyi bilmelidirler. Daha fazla direnilmelidir. Hiç kimse evini, sokağını yıktırmamalıdır. O beş bin yıllık tarih korunmalıdır. Sur’a destek verilmelidir. Bütün aydınları, sanatçıları, insan hakları savunucularını ve siyasi güçleri Sur halkıyla bir olmaya davet ediyorum. Sur halkına sahip çıkılmalı.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından koruma altına alınmıştı, onlar neden sessiz kalıyor?
Böyle kararlar alınıyor ama Türk faşizmi gündeme gelince hiçbir uluslararası yasa da kural da kaide de işlemiyor. Ortaya tam şımarık bir baş belası çıkarılmış, herkes “benden öte olsun” diyor. Dış alemde bir korku var. Faşizmden kaçarak kurtulunamaz. “Kaçma, kaçtıkça sıra sana gelecek!”
Zaten Tayyip Erdoğan herkesi tehdit etti. “Eğer benim dediğimi yapmazsanız dünyanın hiçbir yerinde kimse güvenlikli olamayacak” dedi. Avrupa’yı açıkça uyardı. Avrupa’ya gitmeden önce İngiltere’yi vurdurdu. Kendisine diz çöktürmek istiyor. Bu Hitlercilik, Mussolinicilik, DAİŞ'çiliktir. Bunun karşısında BM gibi bir kurumun karar alıp da sahiplenmemesi insanlığın ve çağın yüz karası olmak anlamına geliyor. BM bu biçimde nasıl kendisini Kürtlere dinletecek, halklarca kabul edilebilir olacak? BM’yi göreve ve sorumluluğuna sahip çıkmaya çağırıyorum. Kararları çiğneniyor. Tayyip Erdoğan faşizmi BM’nin kararlarını yıkıyor, eziyor. Herkes görev ve sorumluluğuna sahip çıkmalı. İnsanlığın faşizm tarafından ezilmesine izin verilmemeli. Faşizme karşı direnişte herkes bir olmalı.
7 Haziran’ın yıl dönümüne doğru tüm baskı ve tutuklamalara rağmen HDP’nin hala canlı ve diri bir muhalefeti geliştirdiğini görüyoruz. 7 Haziran sonrası demokratik siyaset, faşizm karşısındaki mücadelede üzerine düşenleri yaptı mı?
Demokratik siyaset alanı direniyor. Faşizme boyun eğmedi, direniş tutumu aldı. Meclis'te, sokakta, Kürdistan’ın ve Türkiye’nin dört bir tarafında direniyor. Zindanlara düştüler ve orada da ciddi bir direniş içerisindeler. Bu önemli bir durumdur. Geriye dönüp iki yıla bakmak gerekli. 7 Haziran sonrası iyi değerlendirilemedi. Mevcut direnişçi politik duruş ve etkinlik o zaman gösterilemedi. 7 Haziran sonuçları çıkınca bir atalet oluştu. Demokratik siyaset büyük bir başarı kazandı. Ama sanki bunu hazmedecek bir demokratik zihniyet ve ortam varmış gibi sanıldı. Tayyip Erdoğan-Devlet Bahçeli kişiliklerinin özellikleri görülemedi, anlaşılamadı. Onun için biraz zayıflık ve yetersizlik oldu.
7 Haziran sonrası faşist saldırganlık kendisini toparlayıp siyasi, askeri ve ideolojik boyutta saldırıya başlayınca biraz şaşkınlık oldu. Kendilerine göre olmaması gerekiyordu. “Acaba PKK mi bunları yaptırıyor?” diye kuşku duyuldu. Önce böyle düşünenler oldu. Bunu gizli veya açık söyleyenler, basına yansıtanlar da oldular. Bunlar yanılgı ve yetersizliklerdi. Burası için her zaman özeleştiri gereklidir. Bunu yapamayanlar faşizmin bugününü de yarınını da anlayamazlar. Dolayısıyla faşizme karşı direnişin nasıl olması ve geliştirilmesi gerektiğini anlayamazlar.
Demokratik siyaset işleseydi ne olurdu?
7 Haziran sonrası gerçekten de demokratik siyaset işleseydi Türkiye’deki partiler ve liderler de demokratik bir zihniyet ve siyasete sahip olsalardı, o zaman demokratik siyasi çözümün önü açılacak, barış ve demokrasi gelişebilecekti. Fakat görüldü ki durum böyle değildir. AKP’nin demokrasisi lafta ve söylemde kalıyor. Gerçekte ise buz gibi bir faşizm var. Türk-İslam sentezciliği denen, İttihat ve Terakki'den gelen faşist anlayış ve yapılanma olduğu gibi yaşıyor. AKP-MHP iktidarlarını korumak için her türlü saldırıyı da göze alıyor. Gerekirse Roma’yı yakan Neron gibi Türkiye’nin her tarafını da yakabilirler. Bunu HDP yaşayarak öğrendi. Bu konuda şüpheleri ortadan kalktı.
Sizin o dönem uyarınız, öneriniz oldu mu?
Biz PKK olarak bir an bile durulmamasını ve 8 Haziran’dan itibaren aktif siyaset yapılmasını istedik. Bu temelde çağrılar yaptık. Siyaset yapmayanların zulümle karşı karşıya geleceğini söyleyerek ilgili çevreleri uyardık. Fakat söylediklerimizi ya biz iyi söylemedik ya da anlayanlar iyi anlayamadı. Anlama süresi uzadı. Ancak daha sonra yaşayarak gördüler ki; PKK’nin savaşı tahrik etmek gibi bir durumu yoktur. Esas sorun faşizmden ve soykırımcılıktan kaynaklanıyor. Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’den kaynaklanıyor.
Bunu görünce tutumları değişti mi?
Bunu görünce demokratik siyaset alanı da direnişçi bir konuma geçti. Fakat direnmek için bazı imkanlar kaybedilmiş oldu. Ancak direniş gittikçe derinleşti ve yoğunlaştı. Bu anlamda demokratik siyaset alanının direnci önemli bir düzey yakaladı. HDP bu konuda öncülük ediyor. CHP’nin bazı kesimleri çok yalpaladı. HDP pratik yaparak ve milletvekilleri, kadroları, parti yöneticileriyle direnerek faşizmin alternatifi haline geldi. Şu an Türkiye’de AKP-MHP faşizminin alternatifi HDP etrafındaki demokrasi hareketidir. CHP artık ne olduğu belli olmayan, ne olacağı da belli olmayan bir konuma geldi. Ana muhalefet olduğu söyleniyor ama öyle bu konumu kaybetmiş durumdadır.
Faşizmin alternatifi demokrasidir. Onun da öncülüğünü HDP yapıyor. HDP zarar da gördü ama boyun eğmedi.
Bu anlamda yeterli mi?
Aslında daha yaratıcı olabilir, daha zengin yöntemler geliştirebilirlerdi. Daha etkili direnişler örgütleyebilirlerdi. Mevcut olan, olması gereken değildir. Bunun çok altındadır. Daha fazla direniş geliştirilebilir. Ancak var olan düzeyi de küçümsememek gerekir. Biz önemsiyoruz. Bu bakımdan da hiçbir mevziyi terk etmemiş olmaları çok önemlidir. Faşizm karşısında mevzi terk edilmez, geri çekilme olmaz. Bazen bunlar bile tartışıldı. Oysa bunların hiçbir anlamı yoktur. O tartışmalar anlamsızdı. Faşizme karşı her mevzide son imkana kadar direnilir. Faşizm ancak böyle yenilir, geriletilir, parçalanır. Yoksa faşizme karşı geri çekilerek, korkarak ve teslim olarak direnmek ve faşizmi yıkmak mümkün değildir. Demokratik siyaset alanı da önemli bir direniş alanıdır. Önemli bir düzeyi de tutturdu. Biz hiçbir mevziden geri çekilinmeyeceğini, aynı direnişin geliştirilerek sürdürüleceğini düşünüyoruz, buna inanıyoruz.
HDP genel bir yönelime tabi tutuldu. Ancak özellikle milletvekilliği düşürülen her iki ismin de Türkiyeli olması dikkat çekti. HDP’nin kuruluş perspektifi halkların birlikteliğini esas alıyordu. O halde bu projenin önemli bir parçası olan Türkiyeli milletvekillerine saldırı karşısında daha fazla birlik politikası mı izlenmesi gerekir?
Mevcut TC devletini yöneten güçlerin, devlete hakim olan zihniyet ve politikanın esasında Kürt düşmanlığı vardır. Şovenizm, milliyetçilik, sömürgecilik ve soykırım vardır. Soykırımcılık en katmerlenmiş faşizm demektir. Baş düşman olarak Kürtler belirlendiği için kim ki buna aykırı hareket ederse o da düşmanın suç ortağı oluyor ve düşman hale geliyor. Bunu da en büyük tehlike olarak görüyorlar. Geçmişte de Kürt halkının direnişine sahip çıkan Türk aydınlarını, sosyalistlerini ve devrimcilerini katlettiler. Mahir Çayan Kürt halkının haklarından söz ettiği için nasıl bir katliamdan geçirdiler! Behice Boran mahkemede “Kürt ulusunun hakları” dediği için sürgünlere gönderdiler. İbrahim Kaypakkayalara ve Deniz Gezmişlere yapılanlar da bununla alakalıydı.
Daha güncel olarak 2 yıl önceki Suruç Katliamı'nı hatırlayalım. Suruç’ta devlet Türkiye’nin değişik yerlerinden toplanıp Kobanê halkına destek vermek isteyen Türkiyeli gençlere saldırdı.
"Bu devlet Kürt düşmanlığı üzerine oluşmuştur. Hiç kimse bu oluşum ilkesiyle çelişemez, çelişen yok edilir” diyorlar. Ferman budur. Dolayısıyla milletvekilleri arasında Türkiyeli olan Nursel Aydoğan ve Figen Yüksekdağ’ın önce hedeflenmesi bununla alakalıdır. Onları önce AKP medyası hedefledi. Teşhir etmeye çalıştılar. Her ikisi de yiğit kadınlardır. Türkiye’nin onurudurlar. Türkiye toplumunun geleceğini temsil eden kişiliklerdir. Türklerin Kürtlerle birlikte yaşamasını temsil eden insanlardır. Özgürlük ve demokrasi aşıklarıdır. Çok tutarlı, dürüst olmakla beraber faşizmin her türüne karşı halkların kardeşliğinden, kadının özgürlüğünden, özgür-demokratik yaşamdan yana oldular. Bu durum, faşizmi çılgına çevirdi. Bu insanlar, faşizmin Kürt’ü katletme ilkesine ters düştüler. O nedenle hemen ferman işledi. Bunu Türkiye toplumu, gençleri, kadınları ve aydınları bilmelidir. Faşizmin ve sömürgeciliğin mantığı böyledir. Bütün dünyada faşizm böyle işlemiştir; Türkiye’de işleyen de budur.
Türkiye toplumu adına tarihin en ağır katliamları yapılıyor. Cizre’de, Colemêrg’te yapıldı. Şengal’e ve Rojava’ya saldırıldı. Şimdi Amed Sur’da yapılıyor. AKP, Türkiye toplumunu temsil ettiğini söyleyen bir yönetim olarak Kürt nerede varsa oraya saldırıyor. Türkiye toplumu bilmeli ki; kendi adlarına soykırım ve insanlık suçu işleniyor. Buna karşı durmalılar. “Bu suça ortak olmayacağız” şeklinde geliştirilen tutum iyiydi. Ama bunun yerine “suça karşı çıkacağız, bu suçu işleyenleri yok edeceğiz” ya da “suçun işlenmesine izin vermeyeceğiz” demek lazımdı. Bunu dememelerine rağmen yine de onlara saldırıldı. Saldıranlar “ben insanlık suçu işleyeceğim, siz de bana sahip çıkacaksınız” demek istiyor. Bu suça kimse sahip çıkmamalı. Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli ortada yalnız bırakılmalı. Öyle ki kaçacak yer, sığınacak bir delik bulamalılar. Eğer bu dünyada demokrasi ve özgürlük olacaksa bunlara düşen son, kesinlikle böyle olacaktır. Türkiye kadınları, gençleri ve halkları Figen Yüksekdağ ile Nursel Aydoğan’ı daha iyi anlayacaklar.
Faşizme karşı duran aydınlar, siyasetçiler, sanatçılar, devrimci demokratik örgütler var. Büyük bir anti-faşist hareket var. HDP, HDK var. Halkların Birleşik Devrim Hareketi var. Devrimci demokratik hareket birlik halindedir. Faşizme karşı direniyor. Türkiye toplumu bunu görmelidir. Faşizme karşı direnişi Mahir Çayan gibi Türkiye’nin gençleri başlattı. Yakın zamanda Ulaş Bayraktaroğlu gibi öncüler bu mücadeleyi yürüttü. Şimdi de birlik halinde faşizme inat halklar daha çok birleşip kaynaşıyor. Faşizme inat devrimci demokratik güçler daha çok birlik oluşturuyor. Direnecek ve mutlaka kazanacaklar.
Şimdi sanki AKP-MHP birbirlerini suçlar duruma düştüler. Erdoğan MHP içerisinde Gülen'in sızmaları olduğunu iddia etti. Bu ittifak da darbe alıyor, denilebilir mi?
Faşizme karşı direnilirse faşist cephe dağılır, parçalanır. Faşist şef etrafında toplanmış fareler çoktur. Ama faşizmin gemisinin battığını görenler kaçacak, gemiyi terk edecekler. Bu durum dünyada da hep böyle olmuştur. Türkiye’de de böyle olmaya doğru gidiyor. Tayyip Erdoğan’ın politikalarının görülmesi gerekir. Kendisini çok akıllı görüyor. Kendi iktidarını büyütmek için herkesi birer destek güç haline getirmeye çalıştı. Bukalemun gibidir. Hiçbir ilkesi yoktur. Tek ilkesi; kendi iktidarı ve onun korunmasıdır. Çok fazla “U” dönüşü yapıyor. Şimdi yola çıktığı arkadaşlarından yanında kim kalmıştır? En son AKP’ye genel başkan olduğu kongrede, başbakan ve cumhurbaşkanı yaptığı en yakın arkadaşı olan Abdullah Gül yer almadı. Bu suça artık eski AKP’liler de katılmıyor.
Bir dönem en yakın dostları Fettullahçılardı. Uzun bir süre birlikte iktidar oldular. Daha sonra AKP onları da bir tarafa itti. PKK’yle de bir dönem ilişki içinde oldu. Birçok atılımımızı boşa çıkarmak için hile ve oyuna dayalı olarak bizimle ilişkiye girdi. Amed’e gelip halkın karşında “Kürt sorunu, benim sorunumdur” diyerek gözyaşı dökmeye kalktı. AKP böyle yürüyor. Hep işi bitene kadar bazılarını yanına alıyor. İşi bitince de onları bir tarafa atıyor.
AKP-MHP ittifakı da şaibelidir. Bunun esas gerçekleri henüz ortaya çıkartılmadı. Bu ittifak, Tayyip Erdoğan’ın marifeti değildir. Devlet Bahçeli bunu yaptı. Ama öncesinde Tayyip Erdoğan’a en karşıt olan kişi Devlet Bahçeli’ydi. İkisi birbirine söylemedik söz bırakmadılar. Buna rağmen Devlet Bahçeli “Tayyip Erdoğan’ı başkan yapacağım” diyerek bir çıkış yaptı. Partisinin içerisinde yarıdan çoğunun buna karşıt olmasına rağmen bunu uyguladı. 16 Nisan referandumunu ve mevcut Tayyip Erdoğan diktatörlüğünü ortaya çıkardı. Neden böyle yaptığını incelemek gerekir. Devlet Bahçeli’yi bu noktaya kim ve ne götürdü? Bunun altında karanlık bir yön var. Arkasında hangi güçlerin, amaçların ve zihniyetin olduğu açığa çıkartılmalıdır. Bu yön çok fazla açığa çıkartılmadı.
Tayyip Erdoğan’ın bu süreçte Devlet Bahçeli’ye ihtiyacı kalmazsa bu Devlet Bahçeli’nin biteceği anlamına gelir. 16 Nisan’dan sonra ilk atılacaklar, ipi çekilecekler 16 Nisan’da Tayyip Erdoğan’a en fazla destek verenler olabilir. Bunun başında birinci olarak MHP, ikinci olarak da KDP geliyor. Bir Devlet Bahçeli, bir de Mesud Barzani bu durumdadır. AKP her an MHP’yle bir çatışmaya girebilir. Bu durum bir danışıklı dövüş de olabilir. Gerçekten de işi bittiği için atılma durumu da olabilir. Aynı durumun KDP için de olma ihtimali çok fazladır. En son Kerkük’te asılan bayrağı AKP indirtti. Bayrak asılırken basın bunun çok fazla propagandasını yaptı. Ama bayrak indirilirken nedense kimse bundan söz etmiyor. O bayrak niye indirildi?
Bayrağın neden indirildiğini daha önce de sormuştunuz. KDP yönetiminden buna bir cevap gelmedi mi?
Hiçbir cevap alamıyoruz. Hemen sus pus oldular. Halbuki Tayyip Erdoğan’ın tehdidi üzerine oldu. KDP içerisinde buna karşı büyük rahatsızlığın olduğu düşünülebilir. Özellikle taban çok rahatsızdır. Mevcut AKP ile yürütülen bu politikalara Güney Kürdistan halkı karşıdır. KDP tabanı ve pêşmerge gücü çok rahatsızdır. Birçok ilde “PKK ile savaşa girecek misiniz”, diye yoklamalar yapıyorlar. Halk ve pêşmerge gücü bunu reddediyor. Tayyip Erdoğan’ın çıkarları için kullanıldıklarını bildikleri için bunu reddediyorlar. Halkın çıkarları niye Tayyip Erdoğan için kullanılsın?
Tamamen biat etme biraz bozulursa ya da biterse Erdoğan KDP’yi de bir kenara atar ve karşı karşıya da gelirler. Böyle bir ihtimal de vardır. Yine belki de MHP ve KDP’yi de devrimci demokratlar ve halklar kurtaracaktır. Erdoğan diktatörlüğünü zayıflatarak, yenilgiye uğratarak onların kurtuluşunu da devrimci demokratlar sağlayacaklardır.
Tayyip Erdoğan AKP’ye başkan olmak için neden bu kadar ısrar etti? Erdoğan referandumu parti başkanı olmak için yaptı. Parti başkanı olmazsa parti dağılacak, AKP kendisinin istediği siyaseti izleyemeyecek. Ahmet Davutoğlu ile bir yıl olmadan çelişkiye düştüler. Yerine Binali Yıldırım’ı koydu. Kendi zihniyetini ve siyasetini uygulayacak başka kimseyi bulamadı. Tayyip Erdoğan’ın saltanatı yıkılacaktır. Artık kendisini kurtarması mümkün değildir. Çünkü gerçekten de çok zulüm etti ve yağmaladı. Şimdi her şeyin sahibi haline geldi. Bunu kaybetmek istemiyor ama kaybedecektir.
Erdoğan, Mayıs ayı boyunca Kürt soykırımına destek bulmak için ülke ülke dolaştı ama gittiği hiçbir ülkede de bu arayışına cevabı bulamadı. Özellikle ABD’nin tutumu ilginçti. ABD, Türkiye’nin bir NATO üyesi olduğunu, özel savaştaki rolünü hatırlatarak ne demeye çalıştı? Bu görüşmenin size yansımaları nasıl oldu?
Referandum öncesi iki hususa dikkat çekmiştik. “Eğer ‘evet’ çıkarsa içte halk üzerinde faşizm, baskı ve zulüm artacak; dışta ise Erdoğan ‘U’ dönüşü yapacak” demiştik. Meydan okumalar ve kabadayılıkların bir kenara bırakılacağını, yalvar yakara başlayacağını belirtmiştik. Nitekim olan budur. 12 Eylül faşizmini ve Saddam diktatörlüğünü bile kat kat aşacak düzeyde her türlü zulüm uygulanıyor. Dışarıda ise yalvar yakar politikaları başladı. Rusya’dan Avrupa’ya kadar AKP açısından durum böyledir. AKP basını “uyarılar ve mesajlar” diyor. Ama uyarı ve mesaj yok. Pazarlık ve yalvarma var.
İçerde uyguladığı faşizmin, zulmün ve soykırımın üstünü örtmeye; bu zulmü daha fazla uygulamak için destek toplamaya; kendisini kabul ettirmeye çalışıyor. Bu anlamda tam bir tüccar mantığıyla hareket ediyor. Türkiye’nin her şeyini ortaya koymuş, pazara sürmüştür. Kürtlere karşı olmak şartıyla her türlü tavizi vermeye hazırdır. “Kürt soykırımına ses çıkarmayın, kabul edin. İstediğinizi vereyim” diyor. Türkiye’nin her şeyi buna karşı pazarlanıyor. ABD, Rusya ve Çin’le olan pazarlığın altında bu var. Esas olarak Avrupa ile olan pazarlığın altında da bu var. Kürtler üzerinde pazarlık 150 yıldır sürüyor. Kürtlerin varlığı ve özgürlük mücadelesi pazara sürülmüş, mevcut devletçi iktidarcı güçler aralarında alışveriş yapıyor. ABD’nin ve özellikle Avrupa’nın bu işte çok fazla rolü var. Son görüşmelerinde ABD’nin Türkiye’den ne aldığını bilemiyoruz. ABD’nin DAİŞ’e karşı Rakka mücadelesi vesilesiyle Rojava’daki Kürtlere ihtiyacı var. Bu nedenle Türkiye’ye “ona ses çıkarma, sen Bakur’daki Kürt’e ne yaparsan sana destek veririz” demiş olabilirler.
Aslında bu biraz 1. Dünya Savaşı'ndaki Musul-Kerkük anlaşmasına benzemiyor mu?
Evet, bu Kürt pazarlığıdır. Kürt'ü inkar ve imha sistemi böyle bir kapandır. Pazarlık ve iktidarcı devletçi güçlerin karşılıklı çıkar sağlaması üzerine kurulmuş bir sistemdir. Oyun oynuyorlar, işin esası budur. “PKK’ye karşı sen her şeyi yapabilirsin ama YPG’ye ses çıkarma!”
Almanya da YPG, YPJ, PYD flama ve bayraklarını yasaklandı. Çünkü Erdoğan Avrupa’ya gitti ve pazarlık yaptılar. Alman yönetimine şunu sormak lazım; ne aldınız bunun karşılığında? Tayyip Erdoğan size hangi ekonomik, siyasi çıkarları verdi ki siz YPJ’yi yasaklıyorsunuz? O zaman DAİŞ bayraklarını assınlar Almanya sokaklarına! Alman yönetimi DAİŞ bayrağıyla yürüyebilir. Bir taraftan “DAİŞ’e karşı mücadele ediyoruz” diyorlar ama diğer taraftan yıllardır İncirlik pazarlığıyla veya ekonomik, siyasi, askeri pazarlıklarla halkların varlık ve özgürlükleri kurban ediliyor. Türkiye’deki yöneticilerin yaptıkları soykırıma ortak olunuyor, göz yumuluyor.
Üç gün önce İngiltere’de DAİŞ saldırısı oldu. Fakat daha önce Türkiye, İngiltere ile ilişki geliştirdi. İngiltere’nin başında da bir kadın yönetici var. DAİŞ’e karşı İngiltere halkını da koruyan en büyük mücadeleyi Kürt kadınları verdiler. Ama o Kürt kadınlarının Sur’da Cizre’de, Nusaybin’de evleri başlarına yıkılıyor. Acaba İngiltere’nin başındaki Teressa Mai bunun için ne düşünüyor? Cizre’de, Sur’da Kürt kadınların evlerini başına yıkanlarla ittifak yapıyorlar. Pazarlık yapıyorlar onlarla. Ortada çıkarlar uğrana yürütülen bir pazarlık var. Amerika’sı da, İngiltere’si de Almanya’sı da böyledir.
Halbuki YPJ komutanları Fransa’da Elisa sarayında ağırlanmıştı. Ne oldu? Yarın DAİŞ biterse Kürtler yine yasak mı olur? Bazıları “YPG ve YPJ terör listesinde olmasın da PKK olabilir” diyorlar. YPG ile PKK’nin ne farkı vardır? Her ikisi de DAİŞ faşizmine karşı mücadele yürütüyorlar.
Faşizm ve soykırımcılıkla ilişki ve ittifak olmaz. Faşizme karşı tavır alınır. Saddam’a nasıl tavır aldılarsa Tayyip Erdoğan’a da benzer bir tavır almaları gerekir. Hitlercilik ile uzlaşma olmaz. O uzlaşma Kürt’ün yok edilmesini getiriyor. Bir halkın soykırımdan geçirilmesine göz yumulamaz. Orada siyaset olmaz. Orada kaskatı çıkar ilişkileri vardır. Bugün sen birilerinin yokluğu üzerinden ittifak yaparsan, birileri de senin yokluğun üzerinden birileri ile ittifak yapar. Bu tehlikelidir, bu olmamalı ve bundan vazgeçilmelidir.
Herkes Tayip Erdoğan-Devlet Bahçeli faşizmine, onun Türkiye halklarına ve özelde Kürt halkına yönelttiği faşist soykırımcılığa karşı çıkmak durumundadır. Bugün karşı çıkmayanlar yarın kendileri de bu faşizmden zarar bulurlar. Avrupa’da DAİŞ saldırıyor. DAİŞ kimdir? Kim yönetiyor bunu? Tayyip Erdoğan “DAİŞ ile her yerde size saldırırım” diye Avrupa’yı tehdit etmedi mi? Avrupa bunu unutmamalı. Şu an Türkiye ile ilişkileri eskisi gibi değildir. Ciddi bir çatışma da var. Ama bu karşıtlıkları PKK’ye karşıtlık temelinde uzlaştırmaya çalışıyorlar. Kendi aralarında ne yapıyorlarsa yapsınlar. Ama PKK ve Kürtler üzerinden pazarlık yapmaktan vazgeçsinler.
Tüm dünyanın gözü Rakka’ya kilitlenmiş durumda. Demokratik Suriye Güçleri, DAİŞ’in kalesi olan Rakka’ya doğru gidiyor. Rakka’nın kurtarılmasıyla birlikte Ortadoğu’da gelişmelerin seyri nasıl değişebilir. Bu durumun Ortadoğu’da yaşananlara etkisi ne olabilir?
Yeni gelişmeler önümüzdeki yakın süreçte olabilir. Gidişat bunu gösteriyor. Çünkü QSD'nin Rakka operasyonu başarıyla ilerlemektedir. Zor alanların aşıldığı görülüyor. Tebqa, Rakka için en önemli yerlerden biriydi. Bu aşıldıktan sonra Rakka operasyonu daha hızla ilerleyebilir. Ancak DAİŞ’in Rakka’da çöküşünü önlemek için çırpınan güçler var. Mesela AKP-MHP hükümeti böyledir. Şengal’i ve Rojava’yı bunun için bombaladılar. Daha önce de AKP yönetimi KDP’yi, Şengal’e saldırttı. Kendisi de ABD’yi tehdit etmek için Minbic’e saldırdı. Orada başarılı olamayınca bu sefer Şengal’e ve YPG-YPJ karargahına hava saldırısı yaptı. Buna rağmen şu an Rakka operasyonu sürüyor. Bunu takdir etmek gerekiyor. TC’nin saldırılarına rağmen YPG’nin ve QSD'nin DAİŞ karşısındaki mücadeleyi kararlılıkla sürdürmeleri ve başarıyla yürütmeleri önemlidir.
DAİŞ gittikçe daralmış durumdadır. Irak tarafında da bazı şehirlerin ve kasabaların DAİŞ’ten temizlenmesi yönünde planlar var. Amerika’nın da buna destek verdiği anlaşılıyor. Bu durumda DAİŞ daha fazla daralıp küçülebilir. Etkinliği kırılabilir, bir çöküş de yaşayabilir. Bu yeni bir durumu yaratır. Yeni değerlendirmeler ortaya çıkacaktır. Birçok görüşmelerin altında bu durum var. Tayyip Erdoğan’ın da dünyayı bu kadar dolaşması, böyle bir durumun yaşanması halinde siyasi zeminden dışlanmamak içindir.
Rakka sonrası ABD-İran gerginliği mi derinleşecek, yoksa Suriye üzerinden bir uzlaşma mı açığa çıkacak; bu tam olarak net değildir. Her iki ihtimal de var. Çelişki ve çatışmanın derinleşme ihtimali de uzlaşma olma ihtimali de var. Burada önemli olan demokratik güçlerin birliklerini daha fazla geliştirmeleri, Demokratik Suriye’yi oluşturmak için güçlerini daha etkili kullanmaları ve inisiyatiflerini büyütmeleridir. Kendi öz güçleriyle etkinlik alanlarını arttırmalılar. Çünkü tehlikeli pazarlıklar ve hesaplar yapılabilir. Suriye’de çatışan kimi gruplardan söz ediliyor. Ama onların hiçbir etkinliği yoktur. Hatta Esad yönetiminin bile ne kadar etkin olduğu tartışma götürür. İran ve Rusya etkinliği vardır. Mevcut Suriye’de siyasi ve askeri iradesi olan tek güç QSD'dir.
Rakka operasyonunun başarıya ulaşmasının ardından Demokratik Suriye Federasyonu’nun bir statüye kavuşması gündeme gelebilir mi?
Suriye’de iradeli konumda olan tek güç Demokratik Suriye Federasyonu’dur. Bir de bölgesel ve küresel güçlerin iradeleri var. Rakka’nın DAİŞ’ten kurtarılmasının ardından ne tür pazarlıkların olacağı belli değildir. Demokratik Suriye Güçleri bunu görmelidir. Bunun için de kendi etkinliklerini daha çok geliştirmeliler. Öncü güçlerini daha fazla büyütmeli, demokratik ittifaklarını Suriye’nin geneline daha çok yaymalıdırlar. Demokratik Suriye birliğini isteyen tüm güçlerle ilişki ve ittifak kurmak için çaba harcamalıdırlar. Suriye’nin kendi iç dinamikleri harekete geçmelidir. Etkinlik kazanmalıdır. Bunu gerçekleştirmek için mevcut etkinliği olan güçler harekete geçmelidirler. Bunu yapamazlarsa küresel ve bölgesel çıkar güçleri Suriye üzerinde her türlü pazarlığı yapabilir, yeni ittifaklarla Suriye’yi bölüşebilirler. Bu temelde demokratik Suriye’yi hedefleyen yeni oyunlar, çatışmalar gündeme gelebilir.
DAİŞ’e karşı mücadele sürüyor, sürecek. Mevcut iktidar güçlerinin kolaylıkla ittifak yaratmaları da beklenemez. Zaten pazarlıklarla Suriye çözümünü sonuca götürebilselerdi, şimdiye kadar bunu sağlarlardı. Çıkarları çok fazla çakışmıyor, daha çok çelişiyor. Bu Demokratik Suriye Güçleri için büyük bir fırsat ve avantajdır. O bakımdan bir yandan DAİŞ karşısındaki mücadeleyi daha güçlü ve etkili geliştirirken, diğer yandan Demokratik Suriye’yi oluşturmak üzere siyasi ve toplumsal alanı da işletmeleri, iç dinamikleri harekete geçirmeye çalışmaları önemlidir. Dünyanın ve bölgenin Suriye’ye müdahale eden güçleri zayıftır. Çok konuşuyor olmalarına, fazlaca askeri güçlerinin bulunuyor olmasına kanmamak lazım. Suriye üzerinde birlik sağlamaları zordur. Çünkü Ortadoğu’da çözüm bulunamıyor. Bu koşullarda yalnız başına bir Suriye çözümü bulmaları zordur. Çözümü yerel dinamikler ve başta da Demokratik Suriye Güçleri sağlayacaktır.