Bugün ev ve işyerlerinin ışıkları karartılacak. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaşın deyimiyle, hayatlar kararmasın diye...
Açlık grevcileri 61. günü yaşıyorlar.
Ne haldeler? Ne düşünüyorlar? Ne işitiyorlar? Ne diyorlar?
Bilmiyoruz. Onları göremiyoruz.
Açlık grevi, bir mücadele biçimi. Yalvarma deðil. Ölmemi istemiyorsan, taleplerimi yerine getir anlamına gelmiyor. Çünkü grevciler çok iyi biliyor ki, bu hükümet onların ölmesini istiyor.
Direnişçiler bu hükümetin başındaki adamın, şu iðrenç sözlerini ölüm döşeðinde bile hatırlıyorlar:
O zaman infaz edilmiş olsaydı, biz bugünlere gelmeyecektik... Terörist başı bundan kurtuldu, millet ondan hâlâ kurtulamadı.
Bu lafları söyleyen bir adam, şu anda ölüm eşiðindeki insanların yaşamına en küçük bir ilgi duyabilir mi? Ölümler karşısında insani bir kaygıya kapılabilir mi?
Bu lafları söyleyen adam, direnişçilerin ölümleriyle zerre kadar ilgilenmiyor; onun ilgilendiði, tarihin şahit olmadıðı bu büyük zindan direnişinin halk üzerinde yaratacaðı etkidir.
Başbakan bu etkiden ölümüne korkuyor. Titriyor. O yüzden amansızca saldırganlaşıyor. En sıradan silahsız, barışçı, sivil gösteriye binlerce polisi saldırtması bu korku yüzündendir. O, milyonların alanlarda varolmasını önlemek için her şeyi yapıyor.
Halkı durduramıyor. Ama şunu başarıyor: Halk henüz toplanamadan amansızca daðıtıldıðı için, kamuoyu, halkın gücünü somut olarak fark edemiyor. Hükümet halkı tanıyor. Onun tepkisini en hassas araştırmalarla ölçüyor. O nedenle artık yalnızca, bu gücün görünmesini, somut olarak ortaya çıkmasını her türlü zorbalıkla önlemekten başka hiçbir şey düşünmüyor.
Bu yalnız sokakla ilgili bir yöntem deðil. Savaşta da böyle. Hükümet bütün gücüyle gerçeði gizlemeye çalışıyor. Bir vuruyorsa, bin vurdum palavrasıyla göz boyuyor. Helikopter düşüp de onlarca asker ve subay can verince, hemen baðırıyor: Şemdinlide 42 HPGli öldürdük.
Kürdistanda sokak kavgasını hükümet kaybetmiştir; daðda zafer şöyle dursun, artık adım adım gerilemektedir. Başbakan, şu anda üçüncü cephede tutunmaya çalışıyor. Üçüncü cephe psikolojik savaş cephesidir.
Ama artık yazımızın başındaki habere gelebiliriz. Psikolojik savaş cephesinde hükümetin taktiði, sokak ve dað yenilgisini gözlerden gizlemektir. Şimdi halkın buna verdiði yanıt gözlerden gizlenemeyecek yöntemler geliştirmek olmuştur.
Tayyip Erdoðan halkın sokaða çıkmasını zorbalıkla önlemeye mi kalkıyor? Çok güzel. Halk örneðin 30 Ekim günü sokaða çıkmayarak, sokaða çıkmış oluyor; hayat duruyor. Dünya kamuoyu o gün Kürdistana, özellikle Amede bakıyor; hayret, hiçbir şey göremiyor. Sokaklar boş, kepenkler kapalı, okullar tatil. Yalnız ordu ve emniyet işbaşında. Psikolojik savaşta da yenilgi yaşanıyor.
Hükümet halka sokaða çıkman yasak mı dedi? Ne ala! Ýşte o muazzam 30 Ekim günü halk sokaða çıkmadı. Hayatı durdurdu.
Ýşte bugün Kürdistanda ışıklar sönecek... Göreceksiniz; yalnız emniyetin, ordunun, devlet dairelerinin ve sömürgedeki beyaz azınlıðın ışıkları yanacak...
Şehirler halkın evlatlarının ruhlarındaki nur kararmasın diye, tepeden aşaðıya karanlıða bürünecek. Ve vicdanların gözleri işte o zaman zındandakini görecek, duyacak, hissedecek... Onun bitap düşmüş bedenindeki hayranlık uyandıran yaşama gücünü ve inancını fark edecek...
Işıklar söndüðü zaman, hükümetin zulüm sahnesi aydınlanacak. Öcalanın tecritteki görüntüsü tüm dünyanın gözünde canlanacak. Kör pencerelerdeki karanlık, insanlıða, şu acı gerçeði olanca parlaklıðı ile gösterecek: Bu topraklarda Kürtler anadilleriyle beyinlerini aydınlatamıyor...
Söndürülen her ampul, AKPnin yalan ampulünü gerçek rengiyle gösterecek; AK Parti ampulünün Kara Parti ampulü olduðu görülecek.
Ve insanlıðın vicdanı Kürdistanda referandum yapacak: Kaç devlet ampulü var, kaç Kürt halk ampulü...
Ey Başbakan; sokaða çıkmayı engelleyebilirsin, ama ışıkları zorla yaktıramazsın.
Psikolojik savaş cephesinde de yenilgin mukadder.
Haydi hodri meydan!
Işıkları söndürelim!
Ve güneş doðudan doðduktan sonra, yeniden sokaklara cesaretle çıkalım!
Serhildanda çare tükenmez!
Not: Bu yazıyı yazdım ve başta Gültan Kışanak, Aysel Tuðluk, Sebahat Tuncel, Emine Ayna, Özdal Üçer, Sırrı Süreyya Önder, Adil Kurt ve Osman Baydemirin de açlık grevine başladıðını ANFden öðrendim. Sanırım yüzbinlerin grevi böylece başlıyor. Çare tükenmiyor...
Kaynak: Özgür Gündem