GÖRÜNTÜLÜ

‘HDP, 7 Haziran’daki dev adımını başka dev adımlarla pekiştirecek’

Ali Haydar Kaytan: Bu seçimlerde HDP’nin öncelikli amacı AKP’nin hegemonya kurma amaçlarına en ağır darbeyi vurmak ve bunu bir daha bunu dillendirmemeleri için gerekli olanı yapmaktı.

7 Haziran seçim sonuçlarının ortaya farklı bir tablo çıkardığını bununda aslında ulus devletin iflas ettiğinin somut kanıtı olduğunu söyleyen KCK Genel Başkanlık Konseyi Üyesi Ali Haydar Kaytan “Erdoğan hep tekli nakaratlarıyla aslında esasta ulus devleti korumaya çalıştı. Yeni hegomonya Türk-İslam sentezine dayalı hegemonya yine tek tipleşmeyi öngörüyordu. Tek devlet-tek ulus-tek dil-tek lider şeklinde nakaratları tekrarladı. Bu temelde kültürel soykırıma oy istedi. Şimdi kültürel soykırım bu anlamda en büyük darbelerden birini yedi” diye konuştu.

Koma Civakên Kurdistan (KCK) Genel Başkanlık Konseyi Üyesi Ali Haydar Kaytan 7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan sonuçları, bu sonuçların demokratik ulus inşa çalışmalarına ve Türkiye halklarının geleceğine nasıl yansıyacağını konuştuk.

7 Haziran genel seçimlerinin Türkiye’de yankısı halen devam ediyor. Aslında birçok çevre bu seçimlerin biricikliğini halen tartışıyor. Sizce bu seçim nasıl bir seçimdi?

Cumhuriyet tarihinin en kritik seçimlerinden biri olduğunu belirtebilirim. Bu seçimleri farklı kılan gerçekliği seçimlerde anayasa yapacak çoğunluğu sağlamak isteyen AKP’nin tutumunda da çok net bir biçimde görebiliriz. AKP iki kanaldan çalıştı. Birincisi cumhurbaşkanı devreye girdi. Seçim propagandasını esas itibariyle cumhurbaşkanı yürüttü. Diğer bir kol ise başbakandı. Devletin bütün imkanları seferber edildi. Bunun nedeni de 7 Haziran seçimlerini kendileri açısından kader belirleyici nitelikte görmeleriydi. Bu seçim diktatörlükle demokrasi arasındaki çatışmada sonuç tayin edecek son muharebe niteliğini taşıyordu. Bu seçimleri kazanan taraf kendi istediğini yapabilecek, amaçlarına daha sancısız bir biçimde ulaşabilecekti. AKP kazanırsa, aslında bir tür eşbaşkan diyebileceğimiz Erdoğan’ın deyimiyle 400 milletvekiliyle parlamentoya girebilseydi bambaşka bir Türkiye olacaktı. Diktatörlüğün tesisi kaçınılmaz olacak, yeni bir hegemonya kurulacak ve pekiştirilecekti. Yeşil Türk faşizminin zaferi kesinleşmiş olacaktı. Bence önlerine 2023 hedefini daha rahat koyabileceklerdi. Hatta 2071’e kadar bile uzun vadeli stratejik bir program hazırlayabileceklerdi. Stratejik bir karakterde gördüler bu seçimi ve bu tarzda yaklaştılar. Tabi beri taraftan diktatörlüğe hegemonyaya karşı olan güçlerinde çabaları vardı. Onlarında temel amacı en başta bu diktatörlüğün Türkiye’de pekişmesinin önüne geçmek, bu emelleri boşa çıkarmak ve kuşkusuz demokratik bir Türkiye’nin inşasına gidecek kapıları aralamaktı. Sonuçta da esas itibariyle başarılı olan bu ikincisi oldu. Bırakın 400 milletvekilini AKP hükümet kuracak çoğunluktan bile uzak kaldı. Seçimde oy oranı oldukça düştü. Ama buna karşılık tüm hilelere, komplo ve katliam girişimlerine rağmen akıl almaz düzeye ulaşan saldırılara rağmen HDP yüzde 10 barajını aştı. Barajı bir yana bırakın yüzde 13’e çıktı. Bu gerçekten de büyük bir zaferdi. Bu belki de bu çalışmayı yürütenlerin bile düşünemediği bir başarıydı.

‘AKP VE BU SEÇİMİN KARAKTERİ AMED KATLİAMINDA ÇÖZÜMLENEBİLİR’

Oysa belki de bunun çok daha üstüne çıkılabilirdi. Bu düzeyin seçimin gerçek sonuçlarını yansıttığına çok fazla inanmıyorum. HDP’nin aldığı oy oranı bundan çok çok daha yüksek. Örneğin Karadeniz bölgesini takip edip, orada müşahitlik yapıp hileleri önleyebilecek bir sistem yoktu. İstedikleri biçimde bir sonucu halka sundular. Bu diğer bölgeler içinde geçerlidir. Kürdistan’da beklenen düzeyde hile yapamadılar. Ama Kürdistan’da tam bir katliam denemesine girdiler. Korkunçtu. Seçimlerin 2 gün öncesinde HDP’nin Amed mitinginde yaşanan patlamalar, şehadetler ve 400’ün üzerine çıkan yaralı sayısı bunun çok üstünde bir katliamın hedeflendiğini ortaya koyuyordu. Gerçekten de korkunç bir katliamdı Amed’de düşünülen. Zaten başından itibaren Kürt halkıyla savaş halinde olan bir hükümetle Kürdistan’da seçime giriliyordu. Bu savaş Rojava’da sürdürülüyordu. Savaşı sürdüren kesinlikle AKP hükümetiydi. DAİŞ’i bir AKP örgütü AKP’nin kontrolünde olan bir taşeron örgüt olarak değerlendirmek kesinlikle yanlış değil. Savaşı da Türk Genel Kurmayı yürüttü. Rojava’da Kürtlerin başarıları ve kazanımları söz konusuydu. Bu Kürdistan’daki gelişmelere de yansıdı. Fakat çok daha önemli olan ve herkesin üzerinde özellikle yoğunlaşması gereken gerçeklik 5 Haziran’da Amed’de gerçekleşen olaydır. Bu 1 Mayıs 1977’deki Taksim Katliamı’nın çok daha ötesinde büyük ölümlerin hedeflendiği bir katliamdı. Yani orada sadece o bombalamayla değil, panik sonucunda yaşanacak ölümlerle ve ardından yaşanacak çatışmalarla, yine polisin yapacağı katliam girişimleriyle devasa ölümler hedeflendi. Bu nitelikte bir olaydı. Bir tür aslında Maraş Katliamı tarzında bir katliam denemesiydi. Herkesin aslında öncelikle bunu görmesi gerekir. Bu çözümlenmeden, iyice bilince çıkarılmadan ne AKP gerçeği anlaşılabilir ne de Türkiye’nin geleceği çok daha güçlü bir biçimde planlanabilir ve inşa edilebilir. AKP gerçeğini anlamak istiyorsak burada planlananın ne olduğunu çok daha ciddi bir biçimde bilince çıkarmalıyız. Bununla korkunç bir özel savaş yürütüldü. Bu konuda yeterince belge var. İsteyen insanlar bu konuda yeterli bilgiyi ve belgeyi bir araya getirip buradaki gerçeği çok daha net bir biçimde ortaya koyabilirler. Yani bu temelde baktığımızda hem mücadele hedefimiz daha netleşebilir. Hem de seçimin sonuçlarını geleceğin özgür Kürdistan’ı ve Türkiye’sine yansıtma hedefimiz çok daha rahat bir biçimde yerine gelir.

Bu seçimlerde cumhuriyet tarihi boyunca dışlanan tüm toplumsal kesimlerin temsilcileri HDP çatısı altında meclise taşındı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi her şeyden önce HDP projesi Türkiye’de ezilen tüm kesimleri, bütün halkları, etnik ve dinsel grupları, kültürel kimlikleri bir araya getiren aslında bu temelde Türkiye’de demokratik ulusun oluşumunun temellerini atmayı öngören bir projeydi. Bu proje gerçekten de Türkiye’nin kaderini belirleyecek, ya da daha doğru bir deyimle savaşsız, barışı yakalamış tüm kimliklerin eşit ve özgür temelde farklılıklarını koruyarak bir arada yaşayabilecekleri bir Türkiye’ye gidişinde önemli kilometre taşlarından biriydi. Bu proje öncesi muazzam hazırlıklar var. Önder Apo’nun bu konuda muazzam çabaları var. Ve bu proje 7 Haziran seçimleriyle birlikte Türkiye’deki halklar ve hitap ettikleri tüm kesimler tarafından sahiplenildi. Ortaya çıkan tablo burada çok önemli. Önemli olan burada niceliğe değil de ortaya çıkan niteliğe bakabilmektir. Resmin içerisinde kimlerin olduğunu net bir biçimde görebilmemizdir. Geçmişte hep şunu söyledik cumhuriyet kuruluşunda yer alan temel güçleri dışladı. Bunlar solculardı, Kürtlerdi, demokratik İslam’ı esas alan güçler olarak adlandırabileceğimiz güçlerdi. Azınlık olarak ifade edilen ama bizim farklı etnik topluluklar olarak tanımlayabileceğimiz halklardı. Bunlarda dışlanmışlardı. Şimdi ortaya çıkan tabloya baktığımız zaman bunlar içerisinde Kürtlerin bu tablonun içinde en çarpıcı bir biçimde kendi özgür kimlikleriyle yer aldıklarını söyleyebiliriz. Zaten seçim sonrasında bir de farklı renklere boyanmış bir harita ortaya çıkarıldı. Kürdistan haritası hemen hemen tümüyle HDP’nin ezici bir biçimde çoğunluk kazandığı illerden oluşuyordu. O açıdan özgür Kürt kendisini bu gerçeklik içerisinde çok çarpıcı bir biçimde yerleştiriyor ve ortaya koyuyordu. Bir diğer olgu tabi ki sol hareket ve demokratik sosyalist güçlerdi. Bu tablonun içerisinde onları da çok net bir biçimde görebiliyoruz. Türkiye’nin sosyalist güçlerinden birçoğu bu tablonun içerisinde çok net bir biçimde yer aldı. Nitelikleri ve nicelikleri belli. Bu tablonun içerisinde sol partilerin liderlerinin olması son derece anlamlı. Bir diğer dışlanan bir olgu demokratik İslam’dı. Bunların temsilleri de çok net bir biçimde bu tablonun içinde yer aldı. En önemli belki de burada en çok dışlanan komünizm Kürtçülük, Kızılbaşlık yani Aleviler bunlarda bu tablonun içinde yer aldı. Eskiden kimliğini itiraf etmekten korkan bir toplum gerçeği söz konusuyken bu sefer kendi kimliğini sahiplenerek Türkiye parlamentosunda yer almak son derece önemli bir olaydır. Bu çok önemli. Daha başka kimliklerde söylenebilir. Asuri, Süryani kimlikleri zaten eskiden beri temsilini buluyordu. Çok önemli bir olgu olarak Ermeni toplumu bu parlamentoda kendi kimliğiyle yerini aldı. Parlamentoya ilk defa 3 Ermeni milletvekili girdi. CHP’den, HDP’den bir de sanıyorum AKP’den girdi. Ama yine de bunun önünü açan HDP projesiydi. HDP projesi olmasaydı diğer partilerde de böyle yansımasını bulması mümkün olamazdı. Bu seçimlerin sonucunu tayin etmede en etkin rol oynayan ise kadın kesimiydi. Muazzam bir rol oynadı seçimde. Sadece HDP içerisinde 32 milletvekilini parlamentoya soktu. Yani HDP’nin kadın vekil oranı yüzde 40’a ulaştı ki bu çok daha fazla olabilirdi. Sanıyorum önümüzdeki seçimlerde bu gerçekliğin eşit düzeyi yakalayabileceğini söyleyeceğiz.

‘HDP’Lİ VEKİLLERİN BİLEŞİMİ DEMOKRATİK ULUSUN MAKETİ GİBİ’

HDP vekillerinin bileşimi çok önemli bir tablo ortaya çıkarıyor. Aslında demokratik ulusun maketi niteliğini taşıyan bir yapı. Tabi bu bir adım ve başlangıç ama son derece önemli bir başlangıç. Sonucu tayin edecek nitelikte olan bir başlangıç. Başarının yolunun nerden geçtiğini çok çarpıcı bir biçimde gösteriyor. Bütün bunlar gelecek için çok önemli. Gelecek andan itibaren başlayarak örülür. Bunu bu açıdan böyle görmek gerekiyor. Bu tablo muhteşem ve son derece iç açıcıdır. Tablo son derece gurur vericidir. Herkeste muazzam bir moral yaratmıştır. Bu sevinç kolektiftir ve ortaktır. Örneğin Aleviler eskiden son derece dağınık ve bölük pörçüklerdi. Kuşkusuz örgütlenme çabaları önemliydi. Ayrı gruplar halinde de olsa örgütlenmeye çalışıyorlardı. Ki ayrı guruplarda olur yani. Alevi toplumunu tek tip değerlendirmek mümkün değil. Alevi toplumu da genel toplumda çokluklardan oluşuyor. Fakat bir araya gelmekte zorlanıyorlardı. Bu seçim bunu da ortadan kaldırdı. Alevileri farklılıkları temelinde birleştirdi. Değişik Alevi örgütlerini bir araya getirdi. Bundan sonra bu bir araya gelişin çok daha büyük bir nitelik kazanacağına ve çok daha ileriye götürüleceğine yürekten inanıyorum.

Dersim’de ilk defa sol hareketler HDP çatısı altında bir araya gelerek bu kadar büyük oranda oy aldılar. HDP’nin oyu yüzde 60’ı buldu. Yine her iki milletvekili de HDP’den. Bu durum Dersim tarihi açısından neyi ifade ediyor?

Tabi Dersim’e yönelik hep eleştirel bakıldı ki eleştirel bakılması da kötü değil. Fakat Dersim gerçeğine baktığımızda onca mücadele ve şehitlere rağmen ortaya çıkan tablo fazla iç açıcı olmuyordu. Ki ben o mücadeleyi sadece PKK’nin mücadelesi olarak değerlendirmiyorum. Öncesinde solun gerçekten orda ciddi bir direnişi var. Yaşanan şehadetler var. Bu açıdan da hepsini bir bütün olarak ele alıyorum. Bunca mücadeleye rağmen oyların ağırlıklı olarak sömürgeci partilere gitmesi, özellikle genel milletvekili seçimlerinde böylesi bir yaklaşımla hareket edilmesi tabi zorlayıcı oluyordu. Bu kez ilk defa durum kökten değişti. Yüzde 60 oy oranı küçümsenecek bir oy oranı değil. Her iki milletvekilinin de HDP’nin hanesine yazılması Dersim’in geleceği açısından gerçekten son derece önemli. Yine bu anlamda da kader tayin edici bir olay.

‘DERSİM’İN BAŞARISI ALEVİLİK AÇISINDAN DA YENİDEN BİR CANLANMA’

Cumhuriyet tarihi de böyle yaklaştı. Cumhuriyet tarihi Kürdistan’ın son kalesini düşürülmesinin de tarihidir. Bu Dersim’dir. 1935’lere kadar Dersim muazzam bir direniş gösterdi. Cumhuriyetin sınırları içerisindeydi ama onun dışında yaşayan bir toplumdu. Onun tekçi yaklaşımlarına karşı sonuna kadar direnen bir toplumdu. Ve en önemli özelliklerinden birisi sadece Kürt kimliği değil onun en belirleyici unsurlarından biri olarak Alevi kimliğiydi. Her iki kimlik Dersim’in özgünlüğünü ortaya koyuyordu. 1937-1938 katliamlarıyla yani orada gerçekleştirilen soykırımla birlikte sadece Kürdistan’ın son kalesi düşmedi, aynı zamanda Aleviliğin son kalesi de düştü. Bu Aleviler ve Alevilik üzerinde de ciddi tahribatlar yarattı. Alevilik ondan sonra devlet tarafından inkâr edilen ama o kimliği taşıyanlar açısından da açık bir biçimde ortaya konulmayan gizli olarak yaşatılmak istenen bir kimlik haline geldi. Şimdi bu durum değişti. Dersim’in hep Alevilikte bir merkez olarak değerlendirilmesi doğrudur. Böyle yaklaşmakta gerek. Yani Dersim’in Kürdistan’ın bütünlüğü içerisinde son derece belirleyici bir yeri var ama Türkiye bütünlüğü içerisinde de belirleyicidir. Özellikle de çok büyük bir nüfus yoğunluğu olan Aleviler üzerinde etkileyici rol oynar. Yani bir tür deyim yerindeyse nasıl suni İslam’ın kutsal mekanı Kabe’yse Aleviler açısından da Dersim böylesi bir misyona sahip. Ziyaretleriyle de bu kutsallığı ifade ediyor ve herkes birazda Dersim’deki gerçeğe bakıyor. Bu bakımdan da Alevi kimliğinin yeniden canlandığını belirtmek lazım. Alevi Kürt kimliğinin çok net bir biçimde sahiplenildiğini ve bundan sonra da bundan vazgeçilmeyeceğini son seçimler bize açık bir biçimde gösterdi. Bu muhteşem bir durum ve çok sevindirici bir olay. Bu da bir başlangıçtır.

‘DERSİM’DE DOĞRU POLİTİKA DOĞRU SONUÇ ALDI’

Tabi daha önemli bir etkende Dersim’de doğru bir yaklaşım sergilenmesi, doğru politika izlenmesiydi. Örneğin seçim öncesinde aday belirleme de bazı eksiklikler yaşandı. Çok daha çarpıcı ve tutarlı sonuç alıcı bir yaklaşım içerisinde olunabilirdi. Diğer güçlerle hareket edilebilirdi. Ama genelde Apocu Hareket oradaki sol güçler ve guruplarla bir birlik ve dayanışma ortamı yarattı. Bu dayanışma Dersim’e yansıdı. Buda çok büyük bir önem taşıyor. Yani şu ortaya çıkıyor. Dersim’de bütün farklılıkların bütün sistem karşıtı güçlerin kesinlikle bir araya gelmeleri lazım. Bunlar bir araya geldiklerinde ortak hareket ettiklerinde Dersim’de hiçbir sömürgeci parti ve güç asla sonuç alamaz. Bu bize bunu göstermiştir. Bir doğru yaklaşım içerisine girilmiştir. Kendi içerisinde eksiklikler olsa bile bu başarılmıştır. Hareketimiz bunu başarmıştır. Bunun sonucu da seçime muazzam bir biçimde yansımıştır. Bundan sonra da bu yol izlenirse Dersim hep bu yolda ilerleyecek yeniden Alevi Kürtlüğün, Aleviliğin, sistem karşıtlığının kalesi olacaktır.

Anadolu’da özellikle İç Anadolu’da önemli düzeyde, Müslüman ve muhafazakâr bir kesim var. Bu kesim daha fazla AKP etrafında örgütleniyor. Bu 7 Haziran seçimlerine de yansıdı. Yine AKP bu kesim üzerinde gerek din istismarcılığı gerekse MÜSİAD gibi sermaye kuruluşlarıyla önemli bir rant elde ediyor. Hareketinizin ve HDP’nin benimsediği kültürel İslam bu kesimlere nasıl taşınabilir?

Şimdi kuşkusuz her şey öncelikle çalışmayla olur. Emek vermediğiniz bir yerde sonuç alamazsınız. İnsanın temel özelliğidir. İnsan aldatılabilen bir varlıktır. Zihniyle oynanabilen ve zihnine müdahaleyle farklı tarzlarda düşünmesi ve hareket etmesi sağlanabilen bir varlıktır. Bu zihni esnekliği insanın hem olumlu bir özelliğini hem de onu tehlikelere açık hale getirir. AKP’de bunu yapıyor tabi. Yani görünüşte İslam’a sahip çıkıyor ama gerçekte ise İslam’ı kesinlikle kendi çıkarları doğrultusunda bir araç olarak kullanıyor. İslamiyet onun için bir araçtır, argümandır. Kültürel İslam’la zerre kadar alakası yok. İslamiyet tümüyle ticarete, ranta, sömürüye bulaşmış, kârına kar katmaktan başka bir şey düşünmeyen bir güruhun çıkarlarına alet edilmek isteniyor.

Kültürel İslam’ın egemen olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Bu gerçeği görmemiz gerekiyor. Kültürel İslam içinde son derece ciddi demokratik değerleri barındırır, bir yaşam tarzıdır ve dayanışmayı esas alır. Baskıya, sömürüye, tekelleşmeye karşı olan bir inanç biçimi ve yaşam tarzıdır. Fakat işte bu konuda gerçek İslam’ın ne olduğunu halka anlatabilecek, bu yönüyle halkı aydınlatabilecek ve onu İslamiyet’i araçsallaştıran güçlere karşı tavır alır konuma yükseltebilecek öncülere ihtiyaç var. Bu önemli. HDP’nin en fazla önem vermesi gereken şeylerden biri bu. Tabi Kürdistan’da bu konuda atılan bazı adımlar var. Kuşkusuz Kürdistan’da kültürel İslam çok daha etkilidir. Bunun sonuçlarını biz bu seçimlerde çok net olarak görebildik. Ama çok daha ileriye taşıyabilmek gerekir. Bu konuda gerçek İslam’ın ne olduğunu ortaya koymak kadar toplumu da bu temelde örgütleyebilmek için bir kuruluşa ihtiyaç vardı. Ve Kürdistan Demokratik İslam Kongresi zaten bunun için gerekliydi. Böyle bir oluşuma gidildi. Yani ne yazık ki bu konuda kurduğunuz zaman işler artık bir biçimde yürür gibi bir yaklaşım var. Yüzüstü bırakma demeyeceğim ama bu çalışmaya yeterince önem vermeme söz konusu. Oysa yapılması gereken bu çalışmanın çok daha ileriye götürülmesidir. Kürdistan’da sonuç aldığı üzere benzer yansımaları Türkiye üzerinde de olabilir.

‘DEMOKRATİK İSLAM KONGRESİ SEÇİM SONUÇLARINI İYİ OKUMALI’

Gerçekten de halk tabanında kültürel İslam’ı yaşayan kesimlerin Türkiye zemininde oyunu en çok alan parti AKP oluyor. AKP bunu başarabiliyor. Ama bir kere yol açıldı. Parlamentoda şimdi gerçekten de kültürel İslam diyebileceğimiz İslam’ın temsilcileri var. Bunların hepsini son derece saygı değer buluyorum. Seçilmiş olmalarından dolayı da kendilerini kutluyorum. Toplumun bu insanlardan çok ciddi beklentileri var. Bunlarında HDP içerisinde aslında demokratik İslam projesini geliştirme konusunda rol ve sorumluluk yüklenmeleri gerek. İslam’a inanan tüm toplumun AKP’nin hegemonyasından kurtarılması için üzerine düşeni yapmaları gerek. Kendilerini yoğun bir görev ve çaba bekliyor. Duruşlarını anlamlı buluyorum. AKP’ye karşı mücadelede en sonuç alıcı güçlerden olduklarına da yürekten inanıyorum. Dediğim gibi sorun her şeyden önce çaba ve emek sorunudur. İnsanlara niye böylesiniz” ya da “Gelin bize oy verin” demekle fazla sonuç alınamaz. Yapılması gereken şey onların içine düştükleri yanılgıları ve yanlışlıkları kendilerine gösterebilmek ve yeniden doğru yola çekebilmektir. Bu konuda mürşitliğe, irşada gerçekten ihtiyaç var. Bunu da hem genel anlamda HDP hem de HDP içerisinde bu çerçevede seçilmiş olan milletvekilleri ciddi bir görev olarak belirlemeli ve bunu önlerine koymalıdır.

Başta Kürtler olmak üzere sistemin dışladığı birçok kesimin HDP bünyesinde meclise taşınmaları aslında bir sistem krizini de beraberinde getirdi. Bu yaşanan koalisyon tartışmalarına da yansıyor aslında. Bunun rejimin karakteriyle bağı nasıldır?

Şimdi tabi 1924 Anayasasıyla birlikte Türkiye Cumhuriyeti yeni bir sürece girdi. Bu ulus devlet olma süreciydi. Diğer halklar üzerinde inkâr ve imhanın başlangıcını ifade ediyordu. Diğer tüm topluluklar ve halklar yok sayıldı. Ulus devlet aslında deyim yerindeyse bir değirmen işlevi gördü ve içerisindeki bütün kimlikleri egemen Türk kimliği içinde eritti, tek tipleştirmeye ve yok etmeye çalıştı. Bu korkunç bir soykırımdı. Tabi bunun içerisinde yoğun soykırımlarda oldu. Özellikle Kürdistan coğrafyasında oldu. İslamcılara karşı ve başlangıçta solculara karşı geliştirilenler var. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilmesinden tutalım ondan sonraki gelişmelere kadar yani ulus devlet tek tipleştirilmiş bir ulusal yapı ortaya çıkarılmaya çalışıldı. Şimdi ulus devlet zaten bir soykırım bir toplum kırım aygıtı. Bu toplum kırım-ki kültürel soykırım bağlamında ifade ediyorum-sadece farklı etnik ve dinsel kimliklere uygulanmıyor. Türkmenlerin üzerinde uygulananda bir soykırımdır. Türkmen kültürü de yok ediliyor ve kendi egemen ulus kimliği içerisindeki farklılıklara karşı da bu biçimde uygulanan bir kültürel soykırım söz konusu.

‘HDP’NİN BAŞARISI TÜRKİYE’NİN TEK TİP OLMADIĞINI DÜYNAYA GÖSTERDİ’

Ortaya çıkan yeni tablo tabi ki farklı bir tablodur. Aslında ulus devletin iflas ettiğinin somut kanıtıdır. Erdoğan hep tekli nakaratlarıyla aslında esasta ulus devleti korumaya çalıştı. Yeni hegomonya Türk-İslam sentezine dayalı hegomonya yine tek tipleşmeyi öngörüyordu. Tek devlet-tek ulus-tek dil-tek lider şeklinde nakaratları tekrarladı. Bu temelde kültürel soykırıma oy istedi. Şimdi kültürel soykırım bu anlamda en büyük darbelerden birini yedi. Yani farklı kimlikler ve kültürler var olduklarını sadece meydanlarda haykırmakla yetinmediler. İşte Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünde bütün Türkiye halklarına ve bütün dünyaya haykıracaklar. Bu anlamda ortaya çıkan tablo bile Türkiye’nin öyle tek tip olmadığını ortaya koyuyor. Onlar istedikleri kadar inkâr etsinler Ermeni, Kürt, demokratik İslam, Alevi, Mahalmi kimliği parlamento da var. Hatta Türkmen kimliği var. Yine Caferi kimliği var. Bundan sonra bu kimlikler daha çok da olacak. Bu kimlikler kendilerini açık bir biçimde ifade edecekler. Kürdistan’da sağlanan birlik dar anlamda Kürtlerin kendi içlerinde sağladıkları bir birlikleri değil, farklı Kürt örgütlerinin bir araya gelişleri de değil. Bunun ötesinde Kürdistan’da yaşayan birçok etnik topluluk var. Bir Serhat kendi başına bir kimlikler bölgesi gibi ele alınabilir. Diyelim bir Kars Terekemelerden, Karapapaklardan, Azerilerden, Türkmenlerden tutun Kürtlere kadar birçok etnik kesim var. Ardahan’da, Iğdır’da böyledir. Bunlar arasında birlik sağlandı. Önemli olan bu. Bitlis’te farklı etnik kimlikler var. Bu kimliklerin çok büyük bir bölümü HDP’ye oy verdi. Yani sağlanan sadece Kürtlerin birliği değil diğer topluluklarında farklılıklarını açıkça ortaya koymaları biçiminde Kürtlerle eşit ve özgür temellerde bir arada yaşamak istediklerini gösterdiğinin de kanıtı. Yani kısacası ortaya çıkan böyle bir tablo var.

Ama bu tablo karşısında ilk ortaya çıkan tablo son derece önemlidir. Şu anda Tayyip Erdoğan’ın yaklaşımlarına baktığınız zaman tercih ettiği şey nedir? Yani nasıl bir hükümet kurmak istiyor. Tümüyle inkarı ve imhayı esas alan bir hükümet kurulması doğrultusunda çabaları var.

AKP ve Erdoğan’ın HDP’nin elde ettiği başarıya gölge düşürme, meşruluğunu ortadan kaldırmaya çalışan yaklaşımları var. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Onların niyetleri öyle olabilir ama kimse ona asla gölge düşüremez. Hani öyle emanet oylar” falan deniliyor ya bunlarda işin hikâye tarafı. HDP projesi halkı iktidar yapma projesidir. Halklarımızı iktidar yapma projesidir yani. Bu açıdan da HDP’nin oy potansiyeli yüzde 70-80’dir. Böyle ele almak lazım. Bir giriş yapacaksınız, 20 bin kilometre yol yürüyeceksin ama bu yolu yürürken hep birer birer adım atarak yol alacak ve hedefe ulaşacaksınız. Ama burada atılan adım dev bir adımdır. Bunu da yine benzer dev adımlar takip edecek. Ortaya çıkan sinerjiden de hareket ederek HDP’nin oy oranındaki artışı matematik artış değil de, geometrik artış yani katlanarak artma tarzında beklemek gerek. Ve bu doğrultuda çalışmak gerek. Bu gün yüzde 13 ise yarın 26’dır. Bunu önüne hedef olarak koymayan bir yaklaşımı esas almayan bir HDP projesi gerçekten sonuç alamaz. Yani Türkiye’nin kaderini belirleyecek olan bir proje. Kürdistan’ın halklarımızın kaderini belirleyecek bir projedir. Bu temelde yaklaşmak lazım. Bu bir halklar ve demokratik toplum projesi. Toplumda ancak örgütlüyse toplumdur. Örgütlü olmayan bir topluma toplum denilemez. Hatta halk içinde benzer şeyler söylenebilir. Yani bunlar genel kavramlardır. Ama önemli olan örgütlenmedir ve dolayısıyla herkesin bu temelde çalışması gerekiyor. Toplumu örgütleme en temel görevimiz olmak durumundadır. Ortaya çıkan budur. Bu seçimlerde HDP’nin öncelikli amacı AKP’nin hegemonya kurma amaçlarına en ağır darbeyi vurmak ve bunu bir daha bunu dillendirmemeleri için gerekli olanı yapmaktı. Bundan sonrası daha büyük bir amaç var. Türkiye’de demokratik ulusun örgütlendirilmesidir.

Seçim sürecinde ve elde edilen sonuçlarla ortaya çıkan sinerji bu inşa çalışmalarına nasıl yansıyacak?

Kesinlikle çok olumlu yansıyacak. Ben buna inanıyorum. Şimdi bir pratik sergilenecek. Diyelim ki, iktidar olunamadı ama bir muhalefet sergilenecek. Bu muhalefet tüm Türkiye’nin sorunlarını, halklarımızın tüm sorunlarını sahiplenecek. Bu sorunlara kendi çapında uygun çözümler getirecek. Çözümü devletten beklemeyecek. Aslında halkı bu konuda da aydınlatacak gerçek çözüm gücünün kendi olduğunu devletten beklemeden toplumun kendi kendisini örgütleyebileceğini ve kendisini yönetebilecek bir duruma gelebileceğini halka ve Türkiye toplumuna gösterecek somut bir örnek ortaya koyacak ve halkın kendine güvenini kanıtlayacak. Yani şunu ortaya koyacak aslında devlet dediğimiz şey de bir toplumdur. Ama doğal topluma, demokratik topluma karşı olan bir toplumdur. Devletin dışında bir toplum var ve bu toplum kendi kendisini yönetebilir. Kendi yaşamını örgütleyebilir. Bunu tabi ki devlette uygun tarzda ilişki ve çelişki diyalektiği içerisinde yapar. Yani bu açıdan da bu sinerji çok olumlu bir şekilde yansıyacak.

Ürkütücü şeyler var. Mesela ben, hesapların çok daha derinlikli bir biçimde yapılması ve okunması gerektiğine inanıyorum. AKP ile MHP’nin yaptıkları hesaplar nedir?

Bir de bunlar Kürt sorununun demokratik siyasal çözümü açısından neyi ifade ediyor?

Tabi tabi Kürt sorunu yok dedi adam. Adam ne masayı ne görüşmeleri kabul etti. Ne de Kürt sorununun varlığını kabul etti. “Kürt sorunu yoktur” dedi. Dolmabahçe’de ortak yapılan bir açıklama vardı. Türkiye’yi önemli ölçüde etkileyen yine seçimlere yansıması da çok olumlu biçimde olan bir gerçeklikti bu. Ama sonucu tayin edecek olan, AKP’nin sesi olarak bilmemiz gereken Erdoğan’ın da söyledikleri ortada. Bir koalisyon tartışması var. Ne olabilir? Şimdi ne olabilir mesela bir koalisyon tartışması var. Ve büyük bir ihtimalle böyle bir şey olacak. Her ikisi koalisyon yapacak. Fakat uzun vadeli olmayabilir. Onunla seçime girecekler, seçimlerde hedef, yok saydıklarını yok etme üzerine kurulacak.

AKP – CHP koalisyonunu mu kastediyorsunuz?

Hayır, AKP – CHP koalisyonu değil, AKP – MHP koalisyonu. Şu an esas yapılmak istenen budur. İnkarda dayatmanın kaçınılmaz olarak götürdüğü orasıdır. Bunun adı da savaştır. Şimdi AKP bu güne kadar da savaştı. Şimdi Kürtlerin ve Türkiye’de yaşayan diğer halkların da şu gerçeği asla unutmamaları gerekir. Savaş Kuzey Kürdistan’da durduruldu. Ama AKP’nin Kuzey Kürdistan’a karşı savaşı durmadı. Kuzey’deki halka karşıda, Türkiye emekçilerine karşı da durmadı. Vekalet savaşını yürüttü. Ama sadece vekalet savaşı da değil, AKP genel kurmayıyla Rojava’daki savaşı yürüttü. DAİŞ eşittir AKP’dir. Kimsenin bunu unutmaması lazım. Kesinlikle unutmaması gerekiyor. Bu açıdan bu savaş devam edecek. Böyle bir hükümet kurulursa savaş devam edecektir. Fakat bu savaş herkesi ürkütüyor. Bölge halklarını da ürkütüyor, Avrupa’yı ürkütüyor ama en az ürküttüğü kesimler gerçekten Kürtlerdir. Kürtleri ürkütmüyor. Kurarlarsa kursunlar. Yani bu Kürdistan’ın AKP’ye mezar olması demektir. İnkar ve imhanın Kürdistan’da mezara gömülmesi demektir. Yani kaçınılmaz sonucu kesinlikle bu olacaktır ve bu hükümet en erkenden teşhir olabilir. En rahat, en erkenden teşhir edilebilecek, en erkenden çözülebilecek hükümet budur yani. Diğeri aldatma olacaktır. İşte “AKP ve CHP birleştiğinde Türkiye’ye demokrasi gelecek” diyorlar. Bunlar doğru ve çok fazla gerçekçi değil. Şimdi öncelikli Türkiye’nin sorunları var. Bu sorunların çözülmesi gerekir. Gerçekten AKP ile ileri gidilebilir mi? Aslında CHP bunu kısmen fark edebiliyor. Ancak, belki sözde AKP dışında kalsın işte CHP –MHP hükümeti olsun HDP’de dışardan destek versin yaklaşımı bile abestir. Karşı tarafta Kürt düşmanı olan bir hükümet var. AKP’yi gerçekten mezara gömen temel güçlerden biri Kürtlerin rolünü gerçekten inkar etmemek gerekir. Ama yani Kürtler AKP’yi düşürdü, hegemonyayı düşürdü demek doğru değil, bu yönlü yaklaşımlar var. HDP projesini anlamsız kılmaya çalışan kesimler var bu doğru değil. Yani birleşik güç halkların birleşik gücü tüm demokrasi isteyenlerin birleşik gücü bu sona yol açmıştır ve bizi daha ileri sonuçlara götürecek olan da bu gücün kesinlikle büyütülmesidir.

Biz seçimler öncesinde de hareket olarak şunu belirledik ve “AKP savaş kararı aldı” dedik. Milli Güvenlik Kurulunda savaş kararı alındı ve Erdoğan bu savaş kararını aslında açıkladı. “Seçimler sonrasında da AKP iktidarı bu savaşı devam ettirecek” demiştik. Sonuç alır mı? O ayrı bir konu. Mesela diyelim ki, barajın altında kalmış bir HDP buna karşı iktidardaki bir AKP’yi ve bunun savaşı geliştirme halini düşünün. Bir de, tam tersine parlamentoda 80 milletvekili bulunan bir HDP, muazzam bir muhalefet yapabilecek bir güç ve bu çerçevede Kürtlere karşı savaş yürüten bir AKP –MHP hükümeti. Bununla çok fazla sonuç alamazlar. Katliamlar yapabilirler yine farklı şeyler yapabilirler. Ama çözülecek olan esas şey o olacaktır. Bunu net bir biçimde görmemiz lazım.

HDP’nin başarısına rağmen AKP ve Erdoğan’ın savaş hesapları yaptığı böyle bir ortamda halkların tutumu nasıl olmalıdır?

Bu konuda daha çok muhatap olması gereken kuşkusuz halkın temsilcisi olarak ortaya çıkan güçlerdir Esas itibari ile onları muhatap alıp onlara bir şeyler söylemek gerekir. Ben buna inanıyorum. Şimdi bir kere HDP projesinin yaşamsallaşması için tüm bileşenlerinin bundan böyle en aktif bir biçimde çalışması gerekecek. Bizim açımızdan en önemli ilke, kesinlikle toplumun politik ve ahlaki karakterine bağlı kalma ilkesidir. Yani politik ve ahlaki toplum gerçeğine bağlı kalındığı müddetçe her türlü farklılık HDP içerisinde kesinlikle kendisine yer bulabilir. Bulmak durumundadır. Yine anti tekelci anlayış burada önemli rol oynuyor. Yani demokrasi tekele karşıdır. Tekeli en genel anlamda, iktidarı yine en genel anlamda devlet olarak algılamak gerek. Ekonomik ve siyasi tekel yani bir bütün olarak tekel karşısında anti tekelci duruş bizi gerçekten önemli sonuçlara götürebilir. Toplumun ahlaki ve politik karakterini ısrarla vurguluyorum. Bunun altını ısrarla çiziyorum. Çünkü ahlaksız bir toplum olamaz. Politikasız bir toplum olamaz. Ahlaki ve politik karakterini yitirmiş bir toplum, toplum olamaz. Bu açıdan da sonuna kadar ısrarla bağlı kalınacak ilke budur. Kırmızıçizgi budur. Bu çizgiye mutlak suretle bağlı kalınmalıdır. Zaten bu çizgi içinde hareket edildiği zaman her türlü başarı kazanılabilir. Toplumun olduğu yerde dayanışma, yardımlaşma, ölçü ve ilke olur. Toplumun olduğu yerde sinerji olur, güç, yaratıcılık ve akıl olur. Aklın gelişme zemini de toplumdur. Bu açıdan da ahlaki ve politik toplum böyle bir toplumsal gerçekliğin ortaya çıkarılması temel hedefimiz olmak durumundadır. Buda toplumun içinde çalışmamıza bağlı. Tabi aynı anlama gelmek üzere mesela HDP bileşenlerini daha da büyütmeyi esas alınmalıdır. Böyle küsecek, yaklaşımlarımız olmamalıdır. Şu bir gerçek, yani başarı kanıtlandı. Bir başarı tablosu ortaya çıktı. Bu açıdan da böyle bir tablo bazı güçleri daha fazla harekete geçirebilir, HDP’ye daha yaklaştırabilir. Somut olarak söyleyeyim. İsim vermekten çekinmeden ifade edeyim. Mesela ben ÖDP’li arkadaşların da bu gerçeği daha yakından gördüklerine inanıyorum. O açıdan ÖDP’nin böyle bir yapılanmanın içinde yer alması gerekiyor. Zaten her örgüt kendi kimliğini koruyor. Bu yapılanma içinde yer almak kendi çalışmalarının önüne ambargo konması anlamına gelmiyor. Tam tersine aslında buradan alınan güçle örgütsel çalışma daha derinlikli bir biçimde yürütebilir. Sanıyorum Birleşik Haziran Hareketi, onun içinde yer alan güçler de var. Bu güçlerin de yeri aslında burası. Belki de adlarını bilmediğim diğer örgütlerde var. Bunların da yeri kesinlikle burası olmalı. Bu temelde de güçlerimizi birleştirerek savaşa karşı barış i, diktatörlüğe karşı, demokrasi, tek tipleşmeye karşı çoklukların özgürlüğü için çaba harcamalıyız. Bunu sonuç olarak da yaratabilmeliyiz. Somut, günlük pratik içerisinde yeni bir Türkiye’nin inşasına kesinlikle girişebilmeliyiz.

‘TÜRKİYE’DE DEMOKRASİNİN İNŞASI İÇİN EN UYGUN ORTAM OLUŞMUŞTUR’

Halkın içinde yoğun bir çalışma olabilmelidir. Kapitalizm müthiş tahrip ediyor toplumu. Aslında ortada toplum bırakmıyor. Korkunç bir bireycilik gelişiyor. Muazzam bir yozlaşma var. Bireysel çıkar her şeyin önüne çıkıyor. Herkes en yoksulu ve dipteki bile en erkenden köşeyi dönmek istiyor. Yani bu yaklaşımların sona ermesi ve toplumun doğru rotada yol alabilmesi, ahlaki ve politik bir toplum olarak kendine güvenmesi ve kendi yönetimini kendi eline alması için koşullar olgunlaşıyor. Belki de Türkiye’de demokrasinin inşası için en uygun ortam oluşmuştur. Cumhuriyet tarihinin hiç bir döneminde Türkiye’nin demokratikleşmesi için koşullar bu kadar uygun değildi. Her şey hazırdır, sorun planlı örgütlü çalışmadır. Planlı örgütlü çabadır. Bu da bir vicdan meselesi Gerçekten de aslında özgür yaşama bağlı yaşama meselesi, Engels’in çok anlamlı bulduğum bir sözü var. “İhtiyaç keşfin anasıdır” der. Eğer özgür yaşam Türkiye ve halklarımız için bir ihtiyaçsa, bundan vazgeçilmeyecekse, “Ya özgür yaşam ya hiç” ilkesi en temel ilkemiz olacaksa bu bize her şeyi yaptırabilir. Böyle bir ortamda bize her şeyi yaptırabilir. Bize bütün kapıları açabilir. El attığımız her şeyde bizi başarıya taşıyabilir ve özgür yaşamı hayal olmaktan çıkarıp somut bir gerçekliğe, yaşanabilir bir gerçekliğe dönüştürebilir.