Hasta bir kişi olarak Erdoğan’ın psikoanalizi!

Karakter namına bir peçeteden az değer taşıyan bu kişilik psikolojik eşikte “çirkin” olarak tanımlanabilir. Çünkü çirkin olan kötüyü de çemberinde besler. Çirkin için an önemlidir. Karakteri aşınmıştır, bu aşınma ile ruhu da alabildiğince gitmiştir.

Hitler karşıtı koalisyon yani müttefik kuvvetler, 1943'te yargılanmasında yol haritası olması ve Almanya'nın yenilgisine vereceği tepkiyi tahmin etmek için Hitler'in psikolojik yapısını mercek altına aldı. Hitler'in beyin kıvrımlarına sızma görevi, Harvard Psikoloji Kliniği Direktörü Dr. Henry A. Murray'e verildi. Dr. Murray'in açmazı, Atlantik ötesinde, üstelik de beton bir sığınakta savaşı idare eden Hitler'i, onca mesafeye rağmen psikoanalize tabi tutmak zorunda olmasıydı. O da 'hastasıyla' ilgili ulaşabildiği tüm ikinci el kaynakları; aile bilgilerini, okul ve ordu kayıtlarını, el yazılarını, Amerikan gizli servislerinin topladığı bilgi ve belgeleri, hakkında yazılan biyografileri bir havuzda topladı ve psikolojinin temellerinden 'ihtiyaçlar teorisi' ile harmanlayarak, Hitler'in olası bir mağlubiyette, intihar edeceği sonucuna vardı. (Öyle de oldu)

Dr. Murray, Hitler'in kişiliğine 'counteractive narcism' (etkisizleştirici narsizm) teşhisi koymuştu. Yani; gerçek ya da hayali bir hakaret, ezilme ya da aşağılanma ile dürtülenen bir kişiliği vardı!

Çünkü etrafındakilere diş biliyordu, eleştiriye tahammülü yoktu, sürekli dikkatin kendi üzerinde olmasını istiyordu. Asla yanındakileri takdir etmiyor, aşağılıyor ve de suçluyordu. İntikam duyguları ile hareket ediyor, mağlubiyet karşısında kararlılık gösteriyor, asla şaka kaldırmıyordu. Hepsinden önemlisi, içgüdüsel olarak suça meyilli olması, onu karşı konulmaz bir kişiliğe dönüştürüyordu.

Hitler ve onun modern temsilleri ulusun tartışmasız lideri olduğunda bile, huzur bulamaz. Kendi güvensizliğini önce iç kamuoyuna ve sonra da komşu devletlere yansıtır, sonra da gücüne boyun eğmelerini ister. Kendi ülkesinden daha güçlü bir devlet ya da devletler topluluğu olduğu sürece, özlemini duyduğu huzur ve güveni asla bulamayacaktır. Bu durumun savaşa yol açması kaçınılmazdır. Üstelik bu savaşın oldukça acımasız ve şiddetli olması kaçınılmazdır…

Buradan bakınca tipik ve güncel bir Erdoğan portresi karşımıza çıkıyor. Çünkü bu zat, güce karşı duyduğu doyurulmaz açlığı, acımasızlığı, gaddarlığı, duygusuzluğu, yerleşik kurumlara karşı nefreti ve ahlaki kısıtlamalardan yoksun oluşu ile bugün yine gündemde.

Erdoğan’ın ortalama karakteri bu şekilde iken, aşağıda daha geniş açacağız, nasıl oluyor da bugün herkesi peşine takmakta, takabilmektedir? Onun ipi ile kuyuya inen muhaliflerin akıl sağlığı sadece Kürt nefreti ile açıklanamaz. Aynı zamanda aynı özellikleri taşıyorlar. İktidarı ellerine geçirdiklerine aynı şeyleri yapma arzuları depreştiğinden bugün peşlerinden gidiyorlar. Hepsinin maskesi düşmüştür! Efrin herkesin turnusol kağıdı olmuştur.

Kendine solcu diyen, bu kulvarda hareket edip ve yaşadığını söyleyen basın çevresi, kişiler nasıl oluyor onun/onların kelimeleri ile yaşar, bunları haber yapar veya yaşamda rahatça kullanır! Bu ne anlama gelmektedir? Devrimci kişilik, söylediği gibi yaşayan ve yaşadığı gibi de söyleyendir. Bunu yapamıyorsanız insanları kandırmayın. Anlamı yoktur…

Bugün tüm dünyanın gözü önünde, haksız bir şekilde bir işgal operasyonuna kalkışan bu adam, medyayı sonuna kadar manipüle edip, herkesi ordu faktörü üzerinden hizaya getirip, psikolojik baskı, özel savaş konsepti ile toplumsallığı lal edip kandırırken nasıl oluyor da onursuzluk yine onursuzluk ile ödüllendirilebiliyor? Burada artık suç onun olmaktan çıkmıştır. Bu bilinmelidir…

Erdoğan çirkinlikten, rezillikten lâl olmuş o dili ile her gün bir yerlerde karşımıza çıkıyor. Denilebilir ki yeryüzüne düşmüş aşağılıkvari sözlerin yarıdan fazlasını bünyesine sığdırmayı başarabilmiş bir kişidir. Karakter namına bir peçeteden az değer taşıyan bu kişilik psikolojik eşikte “çirkin” olarak tanımlanabilir. Çünkü çirkin olan kötüyü de çemberinde besler. Çirkin için an önemlidir. Zaman siyaseti yoğun pragmatizm içerir. Karakteri aşınmıştır, bu aşınma ile ruhu da alabildiğince gitmiştir. Bu gidişe göz yumulur çünkü bu bir tercihtir ve bunun farkındadır.

Çirkin kişi, eylemlerinden habersiz değildir. Onda denge yoktur. Ona ses eden herkes düşmandır. Çirkinin en önemli karakteri intikamcı, kinci olmasıdır. İntikamı için varını, yoğunu feda eder. İlişkilerinde esas olan kendisidir. Çirkin şantajcıdır. Paranoyaları gırladır ve rasyonalize ettiği her şeyin temelinde bir başka paranoya vardır. Haliyle iknaya açık değildir. Her şeyi metalaştırır ve bu eksende görür. Çürümüştür ama ona göre dünya zaten çürüktür. Önemli olan gemisini kurtarabilmektir.

Çirkinin davranışlarına yön veren şey karaktersizliktir. Yalan, tek gerçek doğrusudur. Yalanlar onu ayakta tutan temel katalizördür. Bu yönü ile yüzsüzdür. Çirkinin inancı yoktur. İnanç basit bir araçtır. Çirkin için ölüm - öldürme sıradandır. Hayata bağlılığı fazladır ve bu bağlılıkta sadece kendisi vardır.

Etrafına topladığı kişilere, toplumsal tabakaya ölüm vaatleri sunar! Siyasetini kazanç ve ölüm üzerine kurar. AKP’nin son süreçteki yok etme, öldürme girişimlerinin en temel ayaklarından biri de ölüme hazır kılma, razı etme çabalarıdır. Hatta genişleyen savaş cephesinde AKP’nin elinde kalan tek gerçeklik denilebilir. Tüm güçleri ile ölümün ve şiddetin dozajını yükselttiklerinde, buna alternatif olarak yönlendirdikleri şey ‘eğlencedir’. Ölümü gösterdiği oranda onu canlı kıldığı sürece eğlenceyi, tüketimi, neoliberal vahşeti de o oranda ayakta tutabileceklerini biliyorlar. Bu iki durum zıt değil kardeştir.

Yaşanan tüm bu süreçler AKP’nin sınır tanımaz pornografik politikalarıdır. Tüm toplum önünde ölümü tüm hoyratlığı ile dizayn ediyor. Hazzı körüklüyor, arzuyu tetikliyor. Ölümü muazzam derecede ve ideolojik araçlarla her gün yeniden ürettikleri bir silaha çeviriyorlar. Buradan haz, tiksinç bir arzu devşiriyor. Toplum güdülerini, teşhire aç bir eşikte tutarak varlık kazanıyor. Eğlencenin, ölümü görmemek karşılığında bir ödüle dönüşmesi; ölümün de aynı zaman diliminde bir eğlenceye dönüştürülmesi, trajik bir haz nesnesine evirilmesi... Tıkır tıkır işliyor bu döngü!

Katillerin yarattığı karanlıktan ışığı bulanlar, sinek gibi onun etrafına üşüşmekle kalmayıp, sabah akşam Terör-Efrin-Kürt kelimelerini yan yana getirip ambalajlıyorlar. Bu üç kelimeyi en çok kim cümle içinde kullanırsa ödüllendiriliyor. Resmi içeceği kan olan hükümetin tüm argümanları şuan Efrin üzerinedir. Kürdistan’ı bu kelime ile kuşatmışlar. Meşruluğu bunun üzerinden sağlıyorlar. Oysa Erdoğan ve onun o büyük sanrılarını küçülten Kürdistan’dır. Bu mitoman karakter o kadar küçülmüştür ki artık bir sesten ibarettir. Nazilerin tüm faşist seslerini toplayan bir mekanizmadır.

Kürtleri katliama girişip “Ama bu Kürtlere yönelik değil” diyecek kadar sadisttirler. Her pislik öncesi ortaya “Kürt kardeşlerimiz” lafını atıp, kardeşlik edebiyatı yapan insan tüccarları bunlar.

Kardeşlik iklimi üzerine sağanak bombalar yağdırıp, şiddetli onursuzluklarını da yağmur olarak gönderen kişiler yine bunlar!

Hayatlarındaki tek başarıları çocuk öldürmek olan, körlük salgınına bulaşmış, vicdanen bitmiş, sofrada paylarına aşağılıkça bir utançtan başka bir şey kalmamış AKP ve onların sayısız dalkavuk, korkak linç sürüsü; halen her türlü faşizme rahmet okutuyor. Bunlar vahşetin kör kuyusunda, özel savaşın tüm kirli araçları ile ihanetin eşiğine getirilmiş bireyler toplamıdır. Erdoğan bunun tepesindedir!

Erdoğan bugünün Muhammed Tuğlak’ı, onun cisimleşmiş hali ve ruhudur.

Bu patolojik karakteri anlatan değerli bir öykü vardır.

Arap gezgini İbn-i Batuta, Hindistan’da sultan Muhammed Tuğlak’ın sarayında yedi yıl yaşar. Orada tanık olduğu bir olayı şöyle anlatır. “Zamanın en güçlü ve en iktidar tutkunu hükümdarı olan Delhi Sultanı Muhammed Tuğlak, sürekli olarak geceleri kabul salonunun duvarları üzerinden atılan mektuplar bulur. Bu mektupların tam içeriği bilinmemekte, ancak sövme ve hakaretlerle dolu olduğu söylenmektedir. Bunun üzerine sultan, o zaman dünyanın en büyük kentlerinden biri olan Delhi’de taş üstünde taş bırakmamaya karar verir. Koyu bir Müslüman olarak adalete çok önem verdiğinden, kentte yaşayanların tümünün evlerini satın alır ve onlara konutlarının değerini eksiksiz öder. Sonra onlara, kendine başkent yapmak istediği yeni ve çok uzak bir kente, Daulatabad’a gitmeleri buyruğunu verir.

Kentte yaşayanlar buyruğu dinlemezler; bunun üzerine sultan, çığırtkanı aracılığıyla üç gün içerisinde kentte tek insan kalmaması gerektiğini ilan eder. Çoğunluk buyruğa uyarsa da, birkaç kişi evlerinde saklanırlar. Sultan kenti taratıp, kalanları arattırır. Köleleri, sokakta biri topal, biri de kör iki adam bulurlar ve sultanın önüne çıkarırlar. Sultan topalın bir mancınığa konup fırlatılması, körün de Delhi’den Daulatabad’a yerde sürüklenerek götürülmesi buyruğunu verir; o çağda bu iki kent arasındaki yolculuk 40 gün sürmektedir. Kör adamın yol boyunca her parçası bir yerde kalır ve sonunda yeni kurulan şehre yalnızca bir bacağı varır. Bu olay üzerine herkes varını yoğunu bırakıp Delhi’den kaçar ve kent bomboş kalır. Yıkım o boyutlardadır ki, kentin yapılarında, saraylarında ya da yöre kentlerinde bir kedi, bir köpek bile kalmaz. Bir gece sarayının damına çıkan sultan, hiçbir ateşin, dumanın ve ışığın görülmediği Delhi’ye baktıktan sonra, şöyle der: “Şimdi artık içim rahat ve öfkem yatıştı.”

Kedi ve köpeğe dahi tahammül edemeyen, sesin, insanın, ışığın olmadığı yapayalnız bir gerçeklik ve tüm bunların ortasında önünde uzanan boşluğa, talana bakıp “içim rahat” diyen bir kaçkınlık. Teklik peşinde koşan, teklik ile kafayı bozanların tek bir açıklaması var: Gerçekte herkesten çok hayatta kalmak istiyorlar. Erdoğan hayatta kalmak istiyor ve kendisinden başka yaşayan herkesten nefret eden hasta bir kişiliktir.