Halkın sağlığı 2015’te de parası kadar
Halkın sağlığı 2015’te de parası kadar
Halkın sağlığı 2015’te de parası kadar
SES Eş Genel Başkanları Gönül Erden ve İbrahim Kara, sağlığa ayrılan bütçenin sağlık emekçileri ve halkı kapsamadığına belirterek, hükümetin bir yandan bağımlılık ve sadaka kültürü yarattığını, diğer yandan da katkı-katılım payını telefonla randevu almaktan, eczaneden ilaç alıncaya kadar 14 ayrı kalemde halkın cebinden çıkarttığının altını çizdi. Bunun 2015 yılı için de derinleşerek süreceğine dikkat çeken Erden ve Kara, hem bu sorunların çözümü hem de anadilde, parasız, eşit sağlık hizmeti için mücadelelerinin süreceğini vurguladı.
AKP hükümetinin 2015 yılı için bütçeden sağlık alanına ayırdığı pay 20 milyar 214 milyon TL. Geçtiğimiz yıla oranla bu rakam 2 milyar kadar artış sağlasa da sağlığa ayrılan bütçenin yarısı özel hastaneler ve ilaç tekellerine ayrılıyor. Bu durum haliyle sağlık emekçilerini ve halkın aldığı sağlık hizmeti yine önceki dönemlerde olduğu gibi “paran kadar sağlık” ile yüz yüze.
Sağlığa ayrılan 2015 bütçesi, anadilde, nitelikli ve eşit sağlık hizmeti ile sağlık alanında yaşanan pek çok bilinmeyeni SES Eş Genel Başkanları Gönül Erden ve İbrahim Kara’ya sorduk.
- Öncelikle bütçeden sağlığa ayrılan payla başlarsak, geçen yıla oranla 2 milyar dolayında bir artış var. Sizce hükümetin sağlığa ayırdığı bütçe yeterli mi?
İbrahim Kara: Sağlık hizmetinin sunumunu tartıştığımızda değerlendirdiğimizde dünya sağlık örgütünün bizim gibi ülkeler için belirlediği bir şey söz konusu. Ülke bütçesinin yüzde onunun sağlık harcamalarına ayrılması gerektiğine ilişkin görüşleri söz konusu. Bugün baktığımızda merkezi bütçeden sağlığa ayrılan payın her ne kadar bu dönem itibariyle artmış gibi görünüyor olsa da istenilen rakama ulaşmadığını görüyoruz. Sağlık hizmetlerinin bu nedenle nitelikli, ulaşılabilir olmadığı bir bütçe rakamlarıyla karşı karşıyayız. Eskiden tek bir merkezde yönetilirdi. Şimdi sağlıklar olarak ayrıştırmalar söz konusu. Kendisine özel bütçesi var. Kendi yaptırımlarını buna göre şekillendirecek. AKP’nin zaten orta vadeli 2015 programının içinde sağlığa ilişkin vurgular söz konusu. Bunlara baktığımızda halkın cebinden bu dönem daha fazla payın da ayrılacağı görülüyor. Bu nedenle bu rakamlar bizim açımızdan yeterli durmuyor. Her defasında da ifade ediyoruz.
Gönül Erden: Bütçeye baktığımızda sağlık bütçesi sosyal hizmet ve aile politikalar bakanlığı ayrı sağlık bakanlığı ayrı yapılıyor bütçeler. Sağlık bütçesi 3 kalemde yapılıyor. Bütünlüklü bunlara bakıldığında bir artış görünüyor. Her iki bakanlıkta da. Bütçenin yüzde 4.2’sine denk geliyor. Bütünlüklü değerlendirdiğimizde ne sağlık emekçilerine ne de hizmet alan vatandaşa yansıması söz konusu değil. Özel sağlık kuruluşları ve ilaç tekellerine gidiyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndaki artış ise çalışanların ya da sosyal hizmet alanlara yansımıyor. Bir bütün sadaka kültürünün yaygınlaştırılması söz konusu, hasta, yaşlı bakımlarında verilen maaşların artmasında bağımlılık kültürünün oluşturulmasıyla alakalı.
Bu bağımlılık ve sadaka kültürünü biraz açabilir misiniz?
Gönül Erden: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı birincisi oradaki artış bütçenin yüzde 87’zi aylık engelli, hasta ve yaşlı bakımına ayrılıyor. Kadın isminin kaldırılması, kadın statüsü müdürlüğünün bütçesi de bir buçuk milyon azalmış. Bu yüzde 87 yapılan aylık ödemelerle, yaşlıya, engelliye, hastaya bakan kadına ödenen maaş üzerinden yapılıyor. Bu da ne demek, hem kadını eve hapsetme oradan güvencesizlik üzerinden bağımlı kılma, sadaka kültürünün yaygınlaştırılarak aslında devletin yapması gereken bunu kadın üzerinden yapmasıdır. Bunlar devletin sorumluluğudur. Engelli, yaşlı, çocuk bakımı devletin görevidir. Bunu yapmayıp, kadınları güvencesizlik üzerinden bağımlı kılıyor. Bakanlığın bütçesi oraya ayrılmış durumda. Kadın statüsü genel müdürlüğünün bütçesini azaltarak kadını bir bütün olarak yok edip, eve kapatma zihniyeti var.
Sağlık bütçesinin yarısı özel hastaneler ve ilaç tekellerine ayrılması sektörde yarattıkları neler?
Gönül Erden: Çalışanlara yansımasını şöyle özetleyebiliriz; daha çok çalışma, daha fazla angarya çalışma ve performans ve daha az ücret. Çalışma koşullarının ağırlaştırılması ve buna karşın ücretin her geçen gün daha azalması. 2000’den beri sağlıkta dönüşümle bize yansıması bu. Sağlık alanının piyasa açılıp ticarileştirilmesi, bunun paralelinde sağlık ve sosyal hizmet alanının özelleştirilmesi, ilaç tekellerine ayrılması ortadadır. 2014 sağlık bakanlığı bütçesinin 200 milyonluk 10 hastaneye verilmiştir. Bu özel hastaneye, özel sağlık kuruluşlarına yatırımda sınır tanımıyorlar.
Dünya sağlık örgütünün yüzde on bütçe beyanına değindiniz. Katkı katılım payları son yıllarda çok arttı. 2013’te 3 milyar 200 milyon halkın cebinden çıkan ama bu yılın ilk 8 ayda 14 milyar civarında, son dört ayı kattığınızda daha da artıyor. Önümüzdeki yıl bunun daha da artacağına ilişkin neler söylersiniz?
İbrahim Kara: Öncelikle şunun altını çizelim; birincisi biz bu alanda örgütlü sendika olarak herkese eşit, ulaşılabilir, parasız, anadilde sağlık hizmeti sunulması gerektiğini savunuyoruz. Bizim açımızdan önemli bu. Bundan önceki dönemde karşımıza çıkan halkın sağlık hizmetinden yararlanmasındaki katkı katılım paylarının bizim talebimizin neresinde durduğunun görülmesi lazım. Öyle bir hal almaya başladı ki son dönemlerde özellikle sağlık alanlarda uygulanan politikalarla kamusal alandaki politikalarla sağlık çalışanları itibarsızlaştırıldı hükümet tarafından. Sağlık çalışanlarının zorla paragöz gibi ifade edildiği durumla karşı karşıya kaldık. Bunu gidermeye dönük “hamleler” yaptılar. Ne kadar para veriyorsan o kadar sağlık hizmeti ve insan muamelesi göreceğin algısı yaratıldı. Bununla hareket ettiler. Her hangi bir tetkikte aylarca randevu veriliyor, katkı payı ödüyorsanız hızlıca randevu alabiliyorsunuz. Özel hastanelere gittiğinizde az bir katkı payıyla muayene olabiliyordunuz. Şimdi son dönemde bunlar artarak devam etmeye başlandı. Bir dönem ne olacak diye halkın üç lira veririz dediği dönemde.
Birçok uygulamada katkı katılım payı artarak devam etmeye başladı. Bu nedenle de bundan sonra da bu devam edecek.
Gönül Erden: Eskiden hipertansiyon alanında hasta ilaç alırken en çok kullanılan üç ilacın ortalamasıyla fiyat belirleniyordu. Şimdi o alanda üretilen en ucuz üç ilaç ortalaması baz alınıyor. Şimdi bir ilaç için ortaya konan rakam 5 lira ise ve ilaç 25 lirayı buluyorsa oradaki fark olan 20 lirayı ben cebimden ödüyorum. En ucuz ilacı almak zorundayım ya da.
Uygulamayla birlikte halkın cebinden çıkan katkı paralarıyla birlikte sosyal güvencenin de pek bir anlamı kalmıyor bir yerde?
İbrahim Kara: Şu an itibariyle SGK aracılığıyla sigortalılık işlemi söz konusu. Ne zamana denk gelecek? Şu an da 4 milyon insan sosyal güvenlik olanağından yararlanamıyor. Hastanelerde muayene olduğunda eskiden normalde sigortalının ödediği fiyatı ödeyecek durumdayken şimdi üç katı oranında bir fiyat ödeyerek muayene olacak. Orada da bir eşitsizlik söz konusu. Önümüzdeki dönemde özel sigorta süreçlerine gidildiğinde şimdi SGK katkı katılım payı istiyor. Her kullanılan malzemeyi kabullenmiyor. Fiyatta bir birimlendirme yapıyor. Hasta tarafından ödenmesi söz konusu. Özellikle kronik hastalıklarda hem ilaç hem de muayene ödemelerinde ciddi artış olacak önümüzdeki dönemde.
Gönül Erden: Sağlık hizmetinden faydalanmak için normalde vergi alıyorlar bizden. Büyük kısmı emekçilerden alınıyor. Sağlık alanında bu vergiler yetmiyor. SGK’ya pirim ödemeye başladık. Bu da yetmiyor. Ekstradan katkı katılım payları alıyorlar. 14 kalemde. Telefonla randevu almaktan eczaneden ilaç almaya kadar 14 ayrı kalemde katkı katılım payları alıyorlar. Bu da yetmiyor. Bunu da veriyorsun. Tamamlayıcı sigortayı önümüze koydular. Bunu yapmazsan hizmetten faydalanamıyorsun diyorlar. Bir sonraki aşaması tamamen özelleştirilmesi ve sağlığın ücretli hale getirilmesidir. Bu devletin birinci görevidir. Sağlık hizmeti ücretsiz, nitelikli, eşit, anadilde sunması gerekiyor devletin. Bunun ne vergilerle ne primlerle değil direkt devletin bunu yapması gerekiyor.
Anadilde sağlık meselesini biraz açacak olursak. Kürtlerin nüfusu yoğunlukta, diğer halklardan da Türkçe bilmeyen insanlar var. Çokça değerlendirmeler, yorumlar yapılıyor ama bunun alt yapısının oluşturulması noktasında gerek sizin yürüttüğünüz çalışmalar gerekse de devletin sorumlulukları bağlamında yapılması gerekenler söz konusu. Ciddi bir yetersizlik var bu konuda. Bunun içinin ne kadar dolduğu, ayakları yere bastığı meselesini nasıl değerlendirirsiniz?
İbrahim Kara: Son dönemlerde özellikle Suriye’de yaşanan savaşla birlikte egemenlerde, ülkeyi yönetenler de şunu gördü; bazı durumlarda dahil olmak üzere anadilde hizmet vermek zorunluluk haline geldi. Araplar geldiler. Hastanelerde ister istemez Arapça bilen tercümanlar yerleştirdiler ya da Arapça tabelalar konuldu. Şengal’den göç eden Kürtler açısından bakıldığında da ister istemez onların anlayabileceği dillerin kullanılması zorunlu oldu. Hasta ile hekim arasına hiçbir insanın girmemesi gerektiğine inanıyoruz. Hasta kendini en iyi biçimde kendi konuştuğu dille ifade edebilir. Bunu da tüm çıplaklığıyla hekime ya da sağlık çalışanına ifade etmeli ki hastalığın teşhisi ve tedavisi yapılabilsin. Bizim insanların sağlık hakkına ulaşımı açısından ve sağlığın kişinin kendi özel bilgileri açısından da aracı tarafından ulaştırmaması için sağlık çalışanıyla, hekimle hasta arasında aracı olmamalı. Bilgiler özeldir, paylaşılmaz. Mahremiyete giriyor. Başkasıyla paylaşılmaz. Bu nedenle önemli. Bunun için de bizim açımızdan niyetin ne olduğu önemli. Hükümetin yapılacak çalışmayla ilgili farklı yöntemler bulunabilir. Bu süreçte bu niyetin açığa çıkması aslolandır. İktidar haklısınız sağlık hizmetinin en iyi şekilde sunulması için anadilin önemine vurgu yapıp, gelin birlikte yapalım dediğinde tartışırız. Bu bölgesel, semtsel nüfusun yoğunluğuna göre yapılabilir. Türkiye’ye yayılabilir. Bunlar tartışılır, ama aslolan niyettir. Çok net altını çizmek gerekiyor; hasta ile hekim arasında aracı olmaması, hasta olan insanların kendini net ifade edebilmeleri için anadilde sağlık hizmetinin olması gerektiğini düşünüyoruz hastanelerde.
Gönül Erden: Şu çok önemli; sağlık denilen noktada modern bir takım teknik verilere dayalı hale gelmiş. İlk önemli ayağı ise hastanın kendi cümleleriyle şikayetlerini anlatmasıdır. Anamnez en önemli veridir. Çeviri ve tercümanı anadilde sağlık hizmeti olarak görmüyoruz, kabul etmiyoruz. Karnım ağrıyor cümlesiyle tercümanın midem ağrıyor şeklinde aktarması arasında dünyalar kadar fark var. Şu an sıkıntılar var. Ha deyince anadilde sağlık hizmeti hayata geçemeyecektir. Ama devlet niyetini ortaya koymalı. Halkın, STK’ların da ortak katılımıyla ortak akılla çözelim. Sağlığın tüm alanındaki politikalarla hükümet, bizi ve halkı bunun dışında tutuyor.
Devlet anadilde sağlık hizmeti sunayım, gelin bu noktada bir ortaklaşma sağlayalım demiyor, diyecek gibi de durmuyor. Bu noktada SES’in mesela konuya ilişkin somut, devleti zorlayacak çalışmaları bulunuyor mu?
Gönül Erden: Kendimizden doğru çeşitli çalıştaylar, sempozyumlar yaptık.
Bunun etkileri ne oldu?
Gönül Erden: Şunu kazandırdı bir kere; şunu görmek gerekiyor. Anadilde hizmet bu örgütün tüzüğünde yoktu. Tüzüğe de girdi verilen mücadeleyle. İkincisi şunu yapıyoruz; alanda ne tür sorunlar yaşanıyor, çözüm önerilerimiz nediri de sunuyoruz. Bakanlıkla yaptığımız görüşmelerde ya da yerellerde yaptığımız çalışmalarla bunun anlamını, önemini sunuyoruz. Şu çok önemli; şu anda özellikle Kürdistan’da fiili olarak anadilde sağlık hizmeti veriliyor. Orada çalışan arkadaşlarımız Kürtçe biliyorsa bu hizmeti anadilde sunuyor. Amacımız bunun yaygınlaşması. Hani burada devletin sağlık hizmetini sunmasının ana görevi olduğunu söylüyoruz, bunu anadilde sunmasının da bir sorumluluk, görev olduğunu belirtiyoruz. Önerilerimiz olacak, kafa yoracağız. Ama bunu yapması önemli. Tıp eğitiminin de bu kısmı yaygınlaşması gerekiyor. Tıp eğitiminin anadilde verilmesi gerekiyor. Başlangıç aşamasıyla hangi bölgede Karadeniz’de Lazca mı gerekiyor, Lazca bilenlerin oraya gönderilmesi gerekiyor. Kürtçe bilenlerin Kürdistan’a gönderilmesi gibi bir dağılım yapılabilir. Bunu yapmak da çok net söylüyorum, buna kafamızı yormuşuz, ciddi bir çalışmamız da var ama her koşulda her görüşmemizde devleti zorluyoruz. Görüştüğümüz siyasi partilere de bunu dile getiriyoruz.
İbrahim Kara: Ne kadar çok insana kabul ettirirsek o denli baskı oluştururuz. Hiçbir iktidar bunu yapmıyor tabi kendiliğinden. Baskı oluşturulur, etki oluşturulur, bunun ışığında yaptırılır. Bu sadece bir bölgedeki insanların talebi olmaktan çıkarırsak, sadece Kürtlerin ya da sadece Lazların talebi olmaktan çıkarıp toplumun bütününe bunun bir hak olduğunu anlatabilirsek o zaman karşılığını bulur. İktidarların diğer türlü bu talepleri görmesi söz konusu değil. Bilimsel verilerle ve toplumun desteğiyle bu olabilir. Ne kadar ortaklaşma sağlanırsa o denli etkili olur.
Toplam kamu personeli harcamalarında bütçe yüzde 29, on yıl önce yüzde 38’di. AKP’nin iktidarında bu yüzde 30’un altına düştü. Bunun yansımalarını nasıl ele almak gerekir?
Gönül Erden: Bir özelleştirme politikası bu. Gelinen noktada bu özelleştirme politikalarıyla sağlığın ticarileşmesiyle birlikte onların deyimiyle az çalışan ve çok iş üzerinden gidiyor. 32 saat kesintisiz çalışan arkadaşlarımız var. Kadrolu istihdam olarak bu açık kapanmalı diyoruz ama kapanmıyor. Var olan istihdam güvencesiz ve taşeronla kapatmaya çalışılıyor. Bu daha fazla iş demektir. Sağlık alanında 150 binle ifade edilen taşeronlaşmadan bahsediyoruz. Bu harcamaların niye düştüğünün göstergesidir. Kadrolu istihdamla bir sağlık emekçisi, çalışanı doldurmuyorlar. Angaryayı artırarak, daha çok çalıştırarak o birimdeki insan sayısı azaltarak kamu personel azaltıyorlar.
İkinci bir adımı da birçok işyerimizde çalışanlar döner sermaye adı altında oradan maaş verilerek çalıştırılıyor. Hastanelerin kendi yağında kavrulması isteniyor, yani kendi ne kadar kazanıyorsa o şekilde bir yaklaşım var. Hastanenin kendi döner sermayesinden bunu kapatmasını istiyorlar. Model bu. Bununla birlikte tablo net; güvencesiz angarya sistemi, karşılığında daha az ücretle bu harcamaları düşürüyorlar.
Hiçbir hastanede yeterli bir istihdam yok. Türkiye’nin her yerindeki hastanelerde, kurumlarda sağlık çalışanı eksikliği var. Bunun üzerinden gidiyor. Asistan arkadaşlarımız 36 saat çalışıyor. Hemşire arkadaşlarımızın 100 saat mesai yapması bunu gösteriyor. Kâr mantığıyla yaklaşılıyor. Sağlıkta dönüşümün temel mantığı bu; kâr.
Sevk zincirinin 2015’te hayata geçirileceğini söylüyor, Sağlık Bakanı.
Gönül Erden: Biz buna karşıyız. Aile hekimliği uygulamasıyla en çok önemsediğimiz, ısrarla söylediğimiz koruyucu sağlık hizmetleri ötelendi. Bütçenin tamamı tedavi edici sağlık alanına yönelik. Koruyucu sağlık alanına yönelik değil. Oysaki koruyucu sağlık alanı daha kıymetli. Hasta yaratma anlayışı üzerinden giden bir anlayış var. Tüccar mantığı. Sağlık bakanı “Biz kampus hastaneleri kuracağız, 49 yıllığına taahhütle kiralanıyor. Ve yüzde 70 hasta garantisi veriyor. Bu ne demek? Ben bu kadar insanı hastalandırıp hastaneye getireceğim ve sen para kazanacaksın diyor. Sağlık Bakanlığı acile gelen insan sayısına yönelik tıbbi müdahaleyle övünüyor. Bu durumu özetliyor zaten. Bulgaristan nüfusu kadar MR çekmekle övünüyor. Bunu diyorsa bakanlığın sağlık algısını çok net ortaya koyuyor. Sağlık silah sektöründen sonra en çok para getiren sektör haline dönüşmüş durumda. Bunlar da bu sektör üzerinden para kazanma, ticarileştirme peşinde. Sağlık ocaklarını kaldırıp, Aile Hekimliği uygulamasını getirdiler. Biz başından itibaren yanlıştır, karşıyız dedik. Gerekçelerimizi sunduk. Geldiğimiz noktada haklı olduğumuz ortaya çıktı. Aile hekimlerine korucuyu sağlık hizmetleri sunmasına izin vermiyorlar. Hastayla temasını yok ettiler, toplumla teması yok ettiler. Aşılar zor koşullarda yapılıyor aile hekimleri tarafından. Algı tamamen koruyucu sağlık hizmetini yok etmeye yönelik. Gel hastaneye hafta sonu da nöbet tut, çalış diyor.
Peki siz, bir sendikal örgütlenme, meslek örgütü olarak tüm bu anlattığınız olumsuzluklara karşın önümüzdeki dönemde nasıl bir yaklaşım, faaliyet sergilemeyi düşünüyorsunuz?
Gönül Erden: Şunu söylemek lazım; çok detaylı, geniş bir mesele. Sağlık emekçilerinin demokratik, özlük hakları olarak mücadele etmiyoruz sadece. Bu bir cephemiz, alanımız. Diğer alanımız ise hizmeti alan vatandaşın sağlık hakkı mücadelesidir. Bu kıymetli. Bunu paralel götürmeye çalıştık. Bundan sonra da bu noktadan devam edecek. Çünkü biz sağlık hakkı yaşamla başlar diyoruz. Bunu bir hak olarak tanımlıyoruz. Şimdi şu itirafı söyleyebiliriz; SES geçmişten bugüne sağlıkta dönüşümde ciddi mücadele hattı ördü. Ciddi mücadele geliştirdi. Hükümetin hayata geçirmek istediği sağlıkta dönüşüm programını yavaşlattı. 12 yıldır tam istedikleri gibi hayata geçiremediler. Bunun nedeni bizim mücadelemizdir. Engellemedi maalesef ama yavaşlattı. Bu program bugünün değil IMF ve Dünya Bankası’nın 1970’lerden itibaren hayata geçirmeye çalıştığı bir gerçekliktir. Örgütlerin ve toplumun refleksi bunu engelledi, bunu devam ettireceğiz.
İşyerlerimizdeki mücadelede de arkadaşlarımızla bunu tartışıyoruz. Buna halkı da dahil ederek, bizim ücret mücadelemiz olarak değil toplumun sağlık hakkı mücadelesi olduğunu vurguluyoruz. Halkla da paylaştığımız eylemlerimiz de oluyor. Ortak, bütünlüklü mücadeleye çevirmezsek geri püskürtme şansımız azalıyor. Hatta etkili de olamıyoruz. Sağlık sadece sağlıkçılara emanet edilmeyecek kadar kıymetli bir alandır. Herkesin kendi sağlığına sahip çıkması gerekiyor. Sağlıkçılar değil sadece toplum tüm kesimleri söz söylemeli.
Soruyu biraz daha açacak olursak, sizden doğru yani SES’in pek çok eylem etkinliğinde taleplerinizi, halk sağlığını gaspa yönelik bu kâr ve rant devşirme siyasetine dönük eleştirilerinizi ne denli halkla, toplumla buluşturup, ortaklaştığınızı düşünüyorsunuz?
İbrahim Kara: Biz sağlıkçı olduğumuz kadar da hastayız! Mücadelemizi kendimiz için de yürütüyoruz. Hastanelerde, kamu kurumlarında biz de sağlık hizmeti alıyoruz. Nitelikli, ücretsiz, eşit olması gibi taleplerimiz var. Mücadeleyi iki kat daha büyütmek zorundayız. AKP iktidara geldiğinden beri bu alanda yaşadığı krizlere dair bir tartışmayı gündemine açtı. Bunun üzerinden politika belirledi. Kriz, kuyruk kriziydi. Ciddi kuyruklar vardı. Bıçak parası söz konusuydu. Eczanelerden ilaç alma krizleri vardı. Hekime ulaşmada ciddi sıkıntılar vardı. Herkesin bir aile hekimi olacak tartışması vardı. Bunlar insanlara cazip geliyordu doğallığında. Hastanedeki sorunların çözümüne dönük süslü cümleler kuruldu. Sağlıkta dönüşümle bu yaratıldı. AKP’nin sağlık alanındaki uygulamaları oy olarak AKP’ye geri döndü. Çünkü AKP, görünen bir vitrin yarattı.
Nüfus cüzdanıyla muayene olunabilir diyorduk, AKP bunun içini boşaltıp uyguladı. Ama nasıl uygulandı? Yine eskisi gibi sistem sürüyor, ama daha düzenli bir hale getirildi. Telefonla arayıp randevu alıyorsunuz ama 4 TL para ödüyorsunuz. Telefon faturanıza yansıyor bu. Üstelik toplum bunu bilmiyor büyük oranda. Süslü cümlelerle topluma değer verildiği hissi yaratılıyor, özünde olmayan biçimde. Bıçak parası kalktı deniyor, usulsüz hekimler yasadışı biçimde para alıyor denildi. Bu yasallaştı. Hastaneye gidip para yatıyorsun, ameliyatınıza hangi hekimin gireceğinizi seçiyorsunuz eskiden olduğu gibi ama paranızı veriyorsunuz neticede. Hukuka oturttular bunu! Bugün açısından böyle bu. Katkı katılım payları arttıkça tepkiler artmaya başladı. AKP, halkın cebinden elini çekmeden program uyguluyor.
Farkında olmadıkları için tepki göstermiyor belki bir kesim. Ama artık böyle olmayacak. Gezi ve Kobanê süreçlerini yaşadık çünkü. Ortada tepkisizlik var diyorduk ama öyle olmadığı ortaya çıktı. Çünkü insanların canı yanmaya başladı. O yüzden sesleri de yükselmeye başladı.
Ücretlerimiz o kadar düşük ki, eksi hesapları kullanıyoruz. Bankalardan alıyoruz ve neyin nasıl kesildiğini bilmiyoruz. Otomatik ödemeler gidiyor. Orantılı vergi uygulaması var. Ücretlerde düşüşler oluyor. İnsanlar, böyle olunca fark etmiyorlar.
Randevu alıyorsun 4 lira kesiliyor. Aile hekiminde 3 lira. Acilde yeşil alanda 5 lira. Poliklinikte devlet hastanesinde 8, üniversite hastanesine gittiğinde 15 lira kesiliyor. Bunların hiçbirini elden vezneye ödeme yapmadığınız için farkında değil. Maaşından kesiliyor. Özel hastaneye gittiğinde SGK ile anlaşmalı hastanelerde yüzde 200 fark ödüyorsun. Bunun farkında değil. 10 lira muayene parası alınıyor ve bunun bir de vergilerle kesileni var. Eczaneye gidiyorsun ilaç farkı alıyor. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bir sonraki aşamasında uzun süreli tedavi gerektiren hastalıkları güvence kapsamından çıkarmayı düşünüyorlar. Çünkü getirisi az, kâr mantığı. Çünkü hastane başvuruları her geçen katlanarak artıyor. Sağlığı bir bütün olarak ele alıyoruz; temiz çevre, temiz su, barınma, şiddetsiz ortam bağlamında bütünlüklü değerlendiriyoruz.
Gönül Erden: AKP, algı operasyonunu iyi yönetiyor. Bunu yaparken de basını kullanıyor. Verdiği demeçlerle sağlık alanı sorunsuz bir alanmış gibi yansıtılıyor. Güzel hastanelerdesin, sıra yok diyor ama katkı katılım payları verilmiyor. Hasta bunun farkında değil. Tek kişilik odada kalınıyor ama otelcilik mantığıyla hareket edilerek fiyat farkı alınıyor. Acillerde de tek kuruş ödemezsin, güvencen olsun olmasın ücretsizdir diyor ama hastaneye yazı yazıp sarı, yeşil ve kırmızı alanlar koyuyor. Kırmızı alan haricindeki alanlardan katkı katılım payı al diyor. Kırmızı alan da acil durumlar; ölümler, ağır yaralanmalar, kazalar gibi. Onun dışındaki herkesten alınmasını istiyor. Yeşil alanda olunduğunda 5 TL al diyor! Sorunsuz bir alanmış gibi sunuluyor. Ve sağlık emekçilerini de hedefe koyuyor. Son 10 yılda sağlık alanında şiddet ciddi biçimde arttı ve ölümler yaşandı. Öldürüldük biz. Bu kadar sorunsuz bir alansa her şey yolundaysa sağlıkta şiddet neden bu kadar tırmandı? Çalışanların koşulları iyiyse, hastalar iyi bir hizmet alıyorsa sağlıkta şiddet niye var? Çünkü biz hedef gösteriliyoruz. Sağlık emekçisi sorumlu tutuluyor. Örneğin gelen bir hasta “Başbakan açıklama yaptı, hastanelerde bekleme olmayacak” dedi. Ben acilim, 10 dakika bekleyemem diyerek, hemşireye, doktora saldırıyor, öldürüyor, darp ediyor. Bunların görülmesi lazım.