Gazetecilerin duruşmasında karar

Gazeteciler Ömer Çelik, Mahir Kanaat ve Tunca Öğreten'in duruşması görüldü. Çelik tahliye edilirken, Kanaat ve Tunca'nın tutukluluğuna devam kararı çıktı.

3’ü tutuklu 6 gazetecinin yargılandığı davanın duruşmasında savcı, KHK ile kapatılan DİHA Haber Müdürü Ömer Çelik'in tahliyesini, Tunca Öğreten ve Mahir Kanaat için ise tutukluluk halinin devamını istedi.

RedHack’in sızdırdığı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak’a ait yolsuzluk e-postalarını haberleştirdikleri için 304 gündür Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan 3 gazetecinin duruşması görüldü. Tutuklu gazetecilerden Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Dicle Haber Ajansı (DİHA) Haber Müdürü Ömer Çelik, eski Diken Editörü Tunca Öğreten ve BirGün Gazetesi Çalışanı Mahir Kanaat'ın katıldığı duruşmada, tutuksuz yargılanan Etkin Haber Ajansı (ETHA) muhabiri Derya Okatan, DİHA muhabiri Metin Yoksu, gazeteci Eray Sargın da hazır bulundu.

Duruşmayı, aileler, bir grup gazeteci, gazeteci örgütleri TGS, RSF, HDP Milletvekili Erdal Ataş, CHP milletvekilleri Ali Şeker, Barış Yarkadaş, Selina Doğan ve ÖDP Başkanlar Kurulu Üyesi Alper Taş izledi. Duruşmayı izlemek için adliyeye gelen çok sayıda kişi de duruşma salonuna alınmazken, izleyici sıralarının biri çevik kuvvet polislerine ayrıldı.

OKATAN: SUÇLANAN GAZETECİLİK!

İlk savunma  ETHA Yazıişleri Müdürü Derya Okatan Okatan  tarafından yapıldı. Okatan savunmasına başlamadan önce 19 Ekim'de avukatlarının gözaltına alındığını hatırlatarak, “Davaya hazırlanırken birkaç gün önce avukatlarım gözaltına alındı. Bir dayanışmayla, davaya ancak son dakikada hazırlanabildik. Savunma hakkıma müdahale edildi” dedi. Suçlamaları reddeden Okatan, bu davada suçlananın gazetecilik olduğunun altını çizdi. Okatan, "Dava, hala hizaya gelmeyenleri hizaya getirmek, gerçeklerde ısrar eden gazetecilere gözdağı vermek için açılmıştır. Bir bütün olarak AKP'nin ve Saray'ın 'tek sesli' bir ülke yaratmak için hayata geçirdiği politikaların bir parçasıdır. Bir kez daha söylüyorum, o haberleri yaptım çünkü halkın haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkını savunuyorum. Benim kalemime yön veren Saray'ın icazeti değil, kendi vicdanımdır, sosyalist bir gazeteci olarak ezilen halklara karşı duyduğum sorumluluktur" diye konuştu. 

SARGUN: GAZETECİLİK FAALİYETİM ENGELLENMEK İSTENİYOR

Okatan'ın ardından Gazete Yolculuk Yazıişleri Müdürü Eray Sargın savunma yaptı. Gazete Yolculuk Twitter hesabının kendisine ait olmadığını belirten Sargın, “Haziran Derneği yasal bir dernektir. Onun WhatsApp grubunda da Twitter grubunda da olmam doğaldır. 'Berat'ın kutusu açıldı' diye bir link paylaşıldığını söylüyorsunuz, kendi ağzınızla söylediniz, haber diye. Haber niteliği taşıdığı için  tüm dünya Wikileaks'in paylaştığı dosyaları paylaşmam, konuşamam doğaldır; bunu konuşmamak abesle iştigaldir. Bunu suç olarak görmüyorum, ifade özgürlüğüdür. Kaldı ki ben gazeteciyim. Gazetecilik faaliyetim engellenmek isteniyor. Buradaki diğer arkadaşların gazeteciliğine de kefilim. Yolculuk Gazetesi'nin haberlerine açılmış bir dava yok. İddianamedeki 'Gerilla Affetmeyecek' haberinin başlığını Yolculuk Gazetesi değil, Karayılan söylüyor. Karayılan'ı haber yapmak suç mu? Gazetecilik faaliyetimizden ötürü alındığımızı düşünüyorum” dedi.  

YOKSU: SORUŞTURMANIN SEYRİ DEĞİŞTİRİLDİ

KHK ile kapatılan Dicle Haber Ajansı (DİHA) Muhabiri Metin Yoksu 25 gün gözaltında kaldıklarını hatırlattı. Albayrak'ın mailleri nedeniyle gözaltına alındıklarının haberlerinin yapıldığına ancak soruşturmanın  seyrinin değiştirildiğine dikkat çeken Yoksu , “Atılan tweetlere bakıldığında bunlar ajansta yayımlanmış haberlerdir" dedi. Yoksu, "Twitter'da herkesi takip edebilirim. Sizin de onayınızı almadan gruba ekleyebilir, size belge gönderebilirim. Grupta yazılanları takip etmedim” diye konuştu. 

BAKAN'IN AVUKATI KÜRTÇEDEN RAHATSIZ OLDU!

Ömer Çelik, ilk kez mahkemede savunma yaptı. Çelik savunmasına, gözaltına alındığı sırada uğradığı işkenceyi anlatarak başlaması üzerine Mahkeme Başkanı'nın, işkence kısmını geçmesini isteyerek “isnat edilen suçlamalar bölümüne gel” demesi dikkat çekti.

Çelik’in savunmasını Kürtçe yapmasını kabullenmeyen Bakan Albayrak’ın avukatı Ferah Yıldız, “Türkiye’de Türkçe ana dil, Kürtçe ise etnik dildir. Türkçe bilip, bilmediğini sorulmasını talep ediyorum” diyerek savunma hakkına itirazda bulundu.

ÇELİK'İN SAVUNMASI

Çelik, Kürtçe yaptığı savunmasında, ‘masumiyet karinesi’nin kendileri için ortadan kaldırıldığına dikkat çekerek, şöyle devam etti:

"Kendi cephemden bu gerçeği dile getirmek istememin nedeni ise gözaltına alınırken maruz kaldığım işkencedir. Demokrasinin yerleşik olduğu, hukuk kuralları ile yönetilen bir ülke olması gereken şey, tüm resmi mekanizmaların belirlenen kurallara göre hareket etmesidir. Ama ne yazık ki bugün Türkiye’sinde bu durum dünden de daha geriye giderek, ortada hukuk namına bir şey bırakılmamaktadır. Başka bir ülkede, bugün bizi karşınıza çıkaran mesleki çalışmalarımızdan dolayı belki de ödüle layık görüle bilinecek iken, maruz kaldığımız yaklaşım fiziki işkence ve tutuklama oldu. Hakkımda başlatılan soruşturma kapsamında evime gelen polisler, çaldıkları kapıyı açmam ile birlikte üzerime çullandı ve iki saat boyunca işkence uyguladı. O kadar fütursuzlardı ki, Aralık ayında balkondaki kar suyuna yatırıp işkencelerini burada sürdürdüler. Kendilerine duydukları güvenin, buradan gayet iyi anlaşılacağı kanaatimdeyim.

Maruz kaldığım bu işkence sonrasında ne için gözaltına alındığıma dair tek bir kelime dahi söylenmeden Diyarbakır Emniyet Müdürlüğüne götürüldüm. Bir gün sonra da yine hiçbir şey söylenmeden İstanbul’a getirildim. Ne için gözaltına alındığımı ancak 24 gün sonra çıkarıldığım sorguda öğrenebildim.

Bana işkence uygulayan polisler, başucumda uzun süre beni öldürüp-öldürmeme konusunda birbiriyle tartıştı çünkü. Bugün içerisinde bulunduğumuz tabloyu ve bu yargılamayı sizlere bırakıyorum. O gece öldürülüp, son dönemlerde sıkça karşılaşıldığı gibi başucuma bir silah bırakılabilirdi. Hemen ertesi gün de, ‘Bir terörist öldürüldü’ şeklinde resmi açıklamalar yapılıp, hiç sorgulamadan iktidar borazanı haline gelmiş gazete ve TV’lerde yer alabilirdim. Neden bilemiyorum ama bundan vazgeçildiği için bugün karşınıza sanık olarak çıkarılmış bulunuyorum."

Uğradığı işkenceye dair verilen sağlık raporumun kaybedildiğini de söyleyen Çelik, "Türkiye bugün yaşadıklarıma benzer şekilde mafyatik siyaset uygulamaları ile yönetilmektedir. Yaşam hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, uluslararası hukuk normlarına göre oluşan diğer insani hak ve özgürlükler, bugün hiç olmadığı kadar sınırlandırılmakta ve gasp edilmekte" dedi.

"Her yeri ötekileştirici, dışlayıcı, suçlayıcı ve çatıştırıcı haberler sarmış durumda. Barışa, anlaşmaya ve uzlaşıya dayalı bir dil ve yayıncılık yerine, adeta savaş tantanaları çalınıyor" diyen Çelik, "Kralın çıplak olmadığını görmeyelim mi, yazmayalım mı, söylemeyelim mi" ifadelerini kullandı.

DİHA'nın servis ettiği haberlerle gündem oluşturduğunu belirten Çelik, şu örnekleri verdi:

• 2006 yılında Amed’te polisin attığı gaz fişekleri sonucu can veren Enes Ata ve Mahsun Mızrak cinayetleri

• 34 köylünün yaşamını yitirdiği Roboski Katliamı

• Pozantı Cezaevinde küçük çocuklara yönelik tecavüz skandalı

• Havan topunun isabet etmesi sonucu hayatını kaybeden Ceylan Önkol

• Babası ile birlikte sokak ortasında kurşunlanan Uğur Kaymaz

• 2012 yılında KPSS sınavında yaşanan yanıtların dağıtılması skandalı vs.

Çelik, "Herkesin 3 maymunu oynamayı tercih ettiği bir ortamda biz sadece gözlerimizi açık tutma, kulaklarımızı tıkamama, anlatmaktan çekinmeme cesareti gösterdik. Burada benim gibi karşınıza çıkarılan diğer meslektaşlarım da benzer biçimlerde gazeteciliğin onurunu korumaya çalışıyor ısrarla. Bugün muhalif bir avuç gazeteci ve medya kuruluşu sayesinde, üzeri siyah bir perde ile örtülen gerçekler az da olsa aralanabiliyor. Bu zamana kadar ortaya çıkanlar buzdağının görünen kısmı. Ama geri kalan kısmı da bu devran değiştiğinde mutlaka tüm çıplaklığı ile ortaya çıkacak" diye belirtti.

OHAL sonrasına dikkat çekerek, muhalif medya üzerindeki baskıları anlatan Çelik, "5 haber ajansı, 24 radyo, 16 TV, 63 gazete ve 20 dergi ile 178 medya kuruluşu kapatıldı. Bu sayı her geçen gün artıyor. Yine bugün Türkiye cezaevlerinde 176 gazeteci halen tutuklu" dedi.

Çelik, gazeteciliğe ihanet edenlere de değinerek, şöyle devam etti:

"Siyasi iktidarın bu derece pervasızlaşmasında en büyük kabahat kimindir diye sorarsanız, yine ne yazık ki kimi meslektaşlarımı göstermek zorunda kalacağım. Onlar her dönem hakikatin yanında yer almak yerine, gücün ve paranın yanında saf tuttular. Böyle olunca da bugün boynumuzu vuran kılıcı bir bakıma bizler bileyiledik. Hitlerin propaganda bakanı Gobbels’in meşhur bir sözü vardır biliyorsunuz. Ne diyordu: ‘Bana vicdansız bir medya verin size bilinçsiz bir halk sunayım. Her zaman etrafında bir yalaka ordusu bulundurun, yalan söyleyin. Mutlaka inanan birleri çıkar. Büyük yalanlar söyleyin. Çünkü insanlar büyük yalanlara küçük yalanlardan daha fazla inanır.'

Bugün içerisinde yer aldığımız resim, tamda bu muhalif medyanın gerçekleri halka taşımasının önüne geçmek için herşey yapılırken diğer yandan da yandaş medya da ise hakikatler bilinçli olarak ter yüz edilmekte. Hakikate dair en küçük bir kırıntıya bile tahammül edilmiyor. Savaş politikaları, ekonomik eşitsizlikler, işsizlik, etnik ve dinsel ayrımcılık, kadın katliamları, kültürel dejenerasyon ve ekolojik talan… Yani yaşamın tüm alanlarına ilişkin hakikatler, yanlış politikalar halktan gizlenmeye çalışılıyor. Buna karşı çıkanlar ise ötekileştirilip damgalanıyor. Yaratılan kutuplaşmadan ötürü sadece biz ve onlar.

Sayın heyet, bildiğiniz gibi Yunan mitolojisinde bir haydut Procrust vardır. Bu haydut yakaladığı kurbanlarını bir yatağa bağladıktan sonra boyu yataktan uzun ise kurbanının ayaklarını keser. Boyu yataktan kısa olduğunda da onu gererek boyunu uzatmaya çalışır. Türkiye’de toplum bugün benzer şekilde tek tipleştirilmeye, benzeştirilmeye çalışılıyor. Daha öncede vurguladığım gibi medya da bunun önemli ayaklarından biri. Buna itiraz edenler ise tıpkı bizler gibi olmadık suçlamalarla bugün cezaevlerinde.

Hakkımızda hazırlanan iddianamenin içeriği bunun en somut kanıtı. Biz gazetecilerin görevi kamuoyunu bilgilendirmektir. Halkın gerçeğe ulaşmasında aracılık yaparız. Bu yüzdende sadece halka karşı sorumluyuz. Fakat bugün bileklerimize kelepçe vurulması halkın takdiri değildir. Hükümetin haberlerimizden duyduğu rahatsızlığın sonucudur. İddianamede suçlandığımız esas nokta Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın gayrihukuki ilişkilerini haber değeri taşımasından ötürü halka ulaştırılmasıdır. O e-maillerin nasıl ele geçirildiğini bilmiyorum. O e-maillerden sosyal medyada haberdar oldum. Daha önceki ifademde bu yönlü izahatımı yapmıştım. İncelediğim kimi e-maillerin içeriğinde hukuksuz ve Bakan beyin görevi ile bağdaşmayan ilişkilere tanık olduktan sonra bunları haberleştirdim. Bu konuda da hiç kimseden talimat almadım. Bakan beyin kişiliğine ya da özel yaşamına ilişkin hiçbir bilgiyi haberleştirmedim, yaymadım. Haber konusu yaptığım şeyler, görev sınırlarını aşan ilişkilerdi. Sayın savcı ise iddianamede bu kirli ilişkileri ‘stratejik faaliyetler’ olarak tanımlıyor. Tuhaf olan da bu. DAİŞ ile petrol pazarlığı yapmak hangi stratejik faaliyetin kapsamında merak ediyorum. Yine savcı bey e-maillerde yer alan kimi bilgilerin ‘manipüle edildiği’ni ileri sürmekte. Fakat bu e-mailler bugüne kadar ne Bakan Bey ne de ilgili diğer isimlerce yalanlanmadı.

Baskı ve sindirme politikaları ile hakikatler gizlenmeye, toplumdan saklanmaya çalışılıyor. Ama artık öyle bir noktaya geldik ki mızrak çuvala sığmıyor. Demokrasi ve hukukun egemen olduğu bir ülkede olsaydık, o e-mailer kim olursa olsun birilerini yargılamaya yeterdi. Ama bugün onlar değil, bunu ispat eden ve halka soran bizler yargılanıyoruz. Duyulan korku şüphesiz büyük. Bu yüzdende Türkiye adeta bir halklar hapishanesine dönüştürülmüş durumda. Bizden de bu ehven-i şer hale tav olmamız isteniyor. Bu duruma itiraz edip hak ve özgürlük talep eden siyasiler, akademisyenler, emekçiler, kadınlar, öğrenciler ve çevrecilerin ne getirildiğini biliyoruz. Görmek isteyen gözler, duymak isteyen kulaklar için herşey çok açık."

"Cumhuriyet savcılarının korku ve çekincelerini nereye koyacağız" diye soran Çelik, "Korku ve sindirme politikalarının hukukçuları da esir alması muhtemel. Zira bugün üzerinde konuştuğumuz isim Cumhurbaşkanı damadı. Bu davayı önemli kılan da bu. Damatları bugüne kadar AKP’li birçok önemli ismin başını yedi. Buradan alınacak bir yara, sarayın duvarlarında gedik açılmasına yol açabilir. O nedenle ‘baskın basanındır’ politikası yürütülüyor" dedi.

Yandaş medyayı eleştiren Çelik, "Milliyet gazetesi ‘en hayırsever iş insan’ ödülünü bu yıl mafya babası Sedat Peker’e verdi. O ki, ‘Bu suça ortak olmayacağız’ bildirisine imza attıkları için hedefe oturtulan akademisyenler için ‘oluk oluk kanlarını akıtacağız’ demişti. Kansersiz Yaşam dergisine 300 bin TL bağış yapınca bu ödüle layık görüldü. Bu durum kaç kişiyi kanser etti, araştırmaya ihtiyaç var" diye belirtti.

Hakkındaki suçlamaların hukuksuzluğuna atıfta bulunan Çelik, şunları da söyledi:

"Kürt halkının özgürlük, eşitlik ve öz yönetim talebine verilen yanıt, görülmemiş bir şiddet ve baskı dalgası oldu. Cizre, Sur, bunun en yakıcı örnekleri oldu.

Bugün dünyanın 20 ayrı devletinde uygulanan öz yönetim talebinde bulunmak, Kürtler için çok görüldü. Böylesi bir talepte bulundukları için üzerlerine bombalar ve kurşunlar yağdırıldı. Fakat aynı dönemde eşli İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, İstanbul için özerklik talebinde bulundu. HDP’li eş genel başkanlar, milletvekilleri ve 90’ın üzerinde DBP’li belediye başkanı bugün hâlâ cezaevlerinde. 83 belediyeye ise kayyum atanmış durumda. Ayrımcılık, tahammülsüzlük dediğimiz şey tam da bu değil midir? Bu dönemde özgürlüklerden uzaklaştığımız gibi insanlığımızdan da uzaklaştık. Öyle olmasaydı Şırnak’ta Hacı Lokman Birlik’in cenazesi, öldürüldükten sonra zırhlı aracın arkasında sürüklenmezdi. Cizre’de annesi öldürülen kızı Cemile Çağırga’nın cenazesini buzdolabında saklamak zorunda kalmazdı. Annesinin kucağında Miray bebek, sokak ortasında Taybet Ana, evinin kapısının önünde 5 çocuk annesi Selamet Yeşilmen ve diğerleri öldürülmezdi.

(...) O çocukların dün taş, bugün ise ellerine silah almalarının nedenlerine kafa yormadan sosyolojiyi nasıl tanımlayacağız, barış nasıl sağlayacağız? Yanıtını bulmamız gereken asıl soru bu.

Çelik, savunmasında şunları da ifade etti:

"Lice’de doğdum ve 35 yaşındayım. Yani Kürt sorununun içine doğdum, bunun etkileriyle büyüdüm. Bahtiyar Aydın’ın şaibeli ölümü sonrası, doğduğum kentin nasıl yakılıp, yıkıldığına kendi gözlerimle şahit oldum. İnsanların dayaktan geçirildiği o meydandaydım bende. Sayısız kez kurşunlardan, bombalardan kurtuldum. Bugün hayatta olmam belki de büyük bir şans. Sonrasında İstanbul’a zorla göç ettirildik ailece. Yani Musa Anter’in sözlerine ek olarak bende bu sorunun tanığı, mağduru, sanığı olmanın yanı sıra aynı zamanda hafızası sayılabilirim. Yaşamı, özgürlüğü, adaleti arayan da işte bu hafızamdır.

Gazetecilik mesleğini tercih etmemde de yine bu hafıza etkili oldu. Yaşadığım o tanıklığı sizinle de paylaşmak istedim. Lice’nin yakılıp, yıkılmasından günler sonra dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in ilçeye gelecek olması nedeniyle herkes, polis ve askerlerce zorla çarşı merkezinde toplandı. Basın mensuplarının da bu ziyaret nedeniyle ilçeye girişlerine izin verilmişti. Gelenlerin arasında bulunan ünlü bir gazeteci, yanı başımda yaşlı bir ilçe sakinine, ilçeyi kimin bu hale getirdiğini sordu. O insan silahların gölgesi altında bulunması nedeniyle soruya şu yanıtı verdi: ‘Gerçekten de kimin yaptığını bilmiyor musun?’

Dile getirmeye çalıştığım tüm hakikatler, aslında o soru ve ona verilen yanıtta gizli. Çünkü o röportajı akşam haberlerde bambaşka bir kurgu ile izledim ve medyanın yaşadıklarımızdaki rolünü daha o yaşta tanık olarak öğrendim. O gazeteci, belki de aldığı o yanıtların ağırlığına daha fazla dayanamayarak gazeteciliği bıraktı. Bugün doğa fotoğrafları ve belgeselleri çekiyor. Ben ise hayatımda iz bırakan bu olaydan etkilenerek gazeteciliği tercih ettim. Halka sadece doğruları ulaştırma konusunda titizlikle ve sorumlulukla hareket etmeye çalıştım. En çok çabaladığım şey ise öylesi bir soru ile karşılaşmamaktı."

KANAAT'IN SAVUNMASI

Ömer Çelik'in ardından BirGün gazetesi çalışanı Mahir Kanaat savunma yaptı.

Kanaat, “Bizi kendinizin yerine koymanızı istiyorum. Evime yapılan baskında ters kelepçe ile gözaltına alındım. Emniyete götürüldüğümde polis bana ‘delilleri topluyoruz’ dedi. 24 gün boyunca dosya ile ilgili bilgileri Sabah gazetesinden öğrendik. Bize olan kısıtlılık kararı Sabah gazetesi için yoktu. Haberler de Metro ve Carrefour’da satılmıyor! Gazeteci bir haberi takip ediyorsa peşinden gider. Haber ile ilgili bilgilerin peşinde gider” dedi.

Redhack grubu ile ilgili "Ben bu grubu kurmadım ve isteğim dışında eklendim" diyen Kanaat, Bakan Albayrak’a dair mailleri indirdiğini ancak haber yapmadığını söyledi. 14 yıldır Birgün gazetesinde çalıştığını hatırlatan Kanaat, “Twitter üzerinden takip etmenin suç sayıldığını bilmiyordum, sayenizde öğrendim. Eğer bu hesaplar suçsa devlet neden kapatmıyor? Ben gazeteciyim, merak ediyorum ve takip ediyorum” diye belirtti.

Aynı dava kapsamında tutuklu bulunan Deniz Yücel'in gazeteci olduğunu kaydeden Kanaat, "Gazetecinin gazeteci ile görüşmesi kadar doğal bir şey yoktur. 3 görüşme yaptık. Birinde tanıştık, birinde ziyaretime geldi. Birinde randevulaştık çay içmek için ama çayı içemedik" ifadelerini kullandı.

Verileri yok etmek ve bozmak ile suçlandığını sözlerine ekleyen Kanaat, şöyle dedi: “Elimde olmayan bir veriyi bozmadım ve değiştirmedim. Grubu ihbar eden kim: Vatansever 2023. Kendisi de hacker. İhbarcı verileri değiştiren ve bozan kişidir. Bunu kendisi söylüyor. 10 aydır hiçbir delil olmadan cezaevindeyim. Cezaevindeyken çocuğum oldu ama kucağıma alamadım. Bazı sorunlarımız oldu ama ben yanlarında olamadım. En zor dönemlerinde yanlarında olamıyorsam baba olmamım bir anlamı yok.”

"Örgüt üyesi olmak” iddiasına değinen Kanaat, "Ben hiçbir örgütün üyesi değilim. Değil cemaate üye olmak, sağcılara bile selam vermem. Ben solcu bir ailenin çocuğuyum" diye konuştu.

Mahir Kanaat'ın ardından savunma yapan gazeteci Tunca Öğreten de, sabaha karşı polisin evlerini bastığını ve baskın sahnelerinin Amerika filmlerini aratmadığını kaydetti. Öğreten, "Evimdeki tüm dijital metaryellere el konuldu. 24 gün gözaltında kaldım. 24 gün boyunca neden gözaltına alındığımı bilmiyordum. DHKP-C’ye üye olmak iddiası ile tutulandım. Evde MLKP, emniyette DHKP-C, savcılıkta redhack, mahkemede yine DHKP-C üyesi oldum. İddianame de ise FETÖ üyesi oldum. 7 ay boyunca iddianame bekledim. Bir ihbarcının maili ile tutuklandım. İddianamenin temasında bir takım maddeler sıralanıyor. 30 Eylül’de e-postalar ortaya saçıldıktan sonra yaptığım haberde ne hükümetin enerji politikasını ne de IŞİD’e dair bir emare yok. Bu mailler ortaya saçılmadan yıllar önce üzerine kitap yazılmış zaten. Bir gazeteci olarak işimi yaptım" diye belirtti.

"Yargı cüzdanı çalanları bırakmış bizim peşimize düşmüş" diyen Öğreten, savunmasında şöyle devam etti: "E-postalara nasıl ulaştığımı biraz açayım. Redhack, Bakan Albayrak’ın maillerini açtığını ve basın ile paylaşacaklarını duyurdular. Bu zaten haber konusu oldu. Birkaç gün sonra bir grup açıldı ve onayım dışında gruba eklendim. Ben gazeteciyim. IŞİD’in hesabını da takip ederim, sol örgütlerinde. Çalınan hesap sayın Bakanın kendi hesabıdır. Kaleme aldığım haber ne Bakanın özel hayatı ne de devletin sırrı ile alakalıdır. Irak’ta faaliyet gösteren bir şirkete ait haberdir. Irak’ta faaliyet gösteren bir şirket hakkında yaptığım haberde 'FETÖ' adına suç işlemişim. Yaptığım haber için nasıl suç işlemişim. Bana anlatın. Mantığım bunu almıyor. Bu maillerin tümü Wikiliks’te yer alıyor. 7 milyar insan görüyor. 2 kişinin bildiği sırdır deniliyor ya 7 milyar insanın bildiği sır mıdır? Sizde suçsuz olduğumuzu biliyorsunuz. Bu haksız tutuklamaya son verin."

ÖĞRETEN'İN SAVUNMASI

Duruşmada en son savunmayı tutuklulardan eski Diken.com.tr Editörü Tunca Öğreten yaptı."Evde MLKP, Emniyet'te DHKP-C, savcıda Redhack, mahkemede FETÖ örgütüne üye olduğumu söylediler"  diyen Öğreten, tutuklanma talebiyle sevk edildiği mahkemede "Böyle adamın örgütten kovulması lazım dedim, hakim güldü ama sonra tutukladı" dedi. Redhack'in Albayrak'ın mailleri nasıl hacklediğini haberleştirdiği için yargılandığını söyleyen Öğreten "Cüzdanı çalan değil, hırsızlığı yazan yargılanıyor" dedi. 

Öğreten , "İddianame, Twitter'daki bazı hesapları takip etmem, onların da beni takip etmesi onlarla bağlantılı olduğumun delili olarak gösterilmiş. Ben sol örgütleri de IŞİD hesaplarını da takip ediyorum. Bu durumda Selefi Marksist miyim? Kaleme aldığım haber Albayrak'ın özel hayatıyla ilgili değil, bir şirketle ilgili. O Twitter grubundan eklendikten iki gün sonra ayrıldım” diye konuştu. Kamuoyunun yararına olan her bilgi ve belge dünyanın her yerinde haberleştirildiğini hatırlatan Öğreten, "Ne haber yaptığı için, ne de haberi teyit etmek için izlediği yol nedeniyle tutuklanır. Ben izlediğim yol nedeniyle tutuklandım."Wikileaks'i bilir misiniz? Devletlerin sırlarını açıklar ve 7 milyar insan görür. 7 milyar kişinin gördüğü belge nasıl devlet sırrı olabilir?”  diye sordu.

Avukatlar da savunmasında, Albayrak'ın davaya müdahil olma talebinin reddedilmesini istedi. Müvekkillerinin gazeteci olduğunu ve yaptıklarının gazetecilik faaliyetleri kapsamında olduğunu aktaran avukatlar, tutuklu gazetecilerin tahliyesini talep etti.

Avukatların savunmasının ardından mahkeme karar için duruşmaya bir saat ara verdi.

KARAR

Kapatılan Dicle Haber Ajansı (DİHA) Haber Müdürü Ömer Çelik hakkında tahliye kararı veren mahkeme heyeti, eski Diken Editörü Tunca Öğreten ve BirGün Gazetesi Çalışanı Mahir Kanaat'ın ise tutukluluk halinin devamına karar verdi.