Esir askerlerle iki saat-Erdal Er

Esir askerlerle iki saat-Erdal Er

Kürdistan dağlarındayız. Savaşın da, haberin de tam ortasındayız. Buralarda bizim gibi birçok basın mensubu haber peşinde koşuyor. Gazeteciler bir birine haber atlatma yarışına girmiş. Zira bugünlerde Medya Savunma Alanları’ndan haber, röportaj çıkartmak sadece bir gazetecilik başarısı değil, bağlı bulunduğunuz basın kuruluşuna da bir prestij kazandırmak demektir.

Böyle bir iklim içerisinde gazeteci arkadaşım Mehdi Doğan’la Halk Savunma Güçleri (HPG) Anakarargah Komutanlığı’ndan bir süredir beklediğimiz haberi 24 Şubat günü alıyoruz. Komutanlık, bize esir askerlerle yapmak istediğimiz röportaj başvurumuzu kabul ettiklerini bildirdi. Gerekli hazırlıkları yapıp, 25 Şubat sabahı yola çıktık. HPG denetimindeki askeri alana girdikten sonra bize iki gerilla eşik etti. Yolun bundan sonrasını iki gerilla refakatinde gideceğiz. Birkaç saatlik yürüyüşten sonra gerillalara ‘yolumuz daha çok kaldı mı? diye soruyoruz. Yirmi beş yaşlarındaki gerillalar bir birlerine bakıp tebessümle o klasik gerilla yanıtını veriyorlar; ‘az kaldı, şu dağın arkası.’ O dağın arkasının olmadığını tahmin ediyoruz ama inanmakta istiyoruz. Zirvesine doğru yürüdüğümüz dağı aşıp ardına ulaştığımızda bir başka yüksek dağ görünüyor ve onunda ardının ardı var. Gerillaların işaret parmaklarıyla gösterdiği o dağın, dağların ardı hiç bitmiyor. Bu gerillada yolda kalanların yürümeleri için kullanılan bir yöntem. Doğrusu işe de yarıyor. Mehdi ile gerillaların peşinde çamurlara, sulara düşe kalka yağmur altında yürüdük.

Bulunduğumuz alanlar Halk Savunma Güçleri’nin (HPG) denetimindeki bölgeler. Bize eşlik eden gerillalar yolumuzun üstünde bulunan bir gerilla birliğinin yanında kalıp, yarın sabah yola devam edeceğimizi söylediler. Öyle de oldu. Gerillalar o gün arazide topladıkları henüz yeni çıkmış Qurat otunu yağda kavurdular, yanına da gerilla çayı ikram ettiler. Yemek ve çay faslından sonra koyu mavinin altında, dağın sırtında uyuduk.

26 ŞUBAT'TA YAPILAN HAVA SALDIRISI

26 Şubat sabahı erken yolla çıktık. Saat 10.00 gibi üstümüzden çok sayıda Türk savaş uçakları peş peşe geçip gitti. Savaş uçakları gözle görülmeyecek kadar yüksek uçuyorlardı. Bir süre sonra keşif uçakları göründü. Bu verileri değerlendiren gerillalar ‘uçakların bombardıman yapabileceğini’ söylediler. Alınması gereken tedbirleri sıraladılar. Bize söyleneni yaptık. Saatler ilerledikçe savaş uçaklarının sayısı da sesi de çoğaldı. Bunun normal bir durum olmadığını anlamak için gerilla olmaya gerek yoktu. Tepemizde her an tonlarca bomba bırakma ihtimali olan savaş uçaklarının altındaydık.  Saat 11.30’u gösterdiğinde savaş uçaklarından ilk füzeler fırlatıldı, ilk kazan bombaları bırakıldı. Kandil’den Gare, Zap’a kadar geniş bir alan bombalanıyordu. Bulunduğuz bölgeden sesleri, bombaların düştüğü yerde çıkan ateşi, yükselen toz dumanı görüyorduk. O gün akşam saat 23.30’a kadar Türk savaş uçaklarının bombardımanı devam etti. Tam 12 saat süren ağır bombardımanda dört gerillanın yaşamını yitirdiğini 27 Şubat günü öğrenebildik. 27 Şubat günü de Türk savaş uçakları bombardımanını sürdürdü. Gerillalardan biri uçakları göstererek; ‘bunlarla mı barışacağız? diye sordu. Bir şey diyemedik. Zaten o da bir şey söylememizi beklemiyordu. Silahını daha sıkı kavradı, adımlarını hızlandırarak yürüdü. Bizde peşinden koşar adım dağların ardına yürüdük. Geçtiğimiz her yerde gerillalar bize içi yağmur sularlı dolmuş devasa çukurları, yıkılmış kayaları, yanmış ormanları gösterdiler. Her yıkılmış kayanın, yanmış ağacın, her oluşmuş çukurun bir hikayesi olduğunu onlar anlattığında anladık. Bu çukurlar Türk savaş uçaklarının bıraktığı tonlarca kazan bombalarının düştüğü yerler. 2004 yılında gittiğim Gana’da benzer çukurlar görmüştüm. Batılı ülkeler altın madeni çıkartmak için adeta ülkenin altını üstüne getirmişlerdi. Geriye su birikintileriyle dolmuş çukurlar kalmıştı. Şimdi aynı manzaranın bombalarla talan edilmiş halini Medya Savunma Alanları’nda gördüm. Medya Savunma Alanları’na ilk bombalar 1983-85’li yıllarda atılmış. Sonrasında saldırılar durmadı. 2007 yılında itibaren AKP, ABD ile yaptığı ‘anlık istihbarat paylaşımı’ anlaşmasıyla hava saldırıları sistemli bir hal aldı. Bugüne kadar bombalanan Medya Savuna Alanları’nda yüzlerce insan yaşamını yitirdi. Roboski, Kortek ve Kendekola katliamları bunlardan bazıları.

HÜKÜMETİN ÇÖZÜM POLİTİKASI

Kandil’e Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın mektubunun BDP heyeti tarafından getirileceği gün dağların bombalanması, dört gerillanın yaşamını yitirmesi hükümetin çözüm konusunda hangi noktada durduğunu açıklamaya yetiyor. Eğer hayatını yitiren gerilla değil, asker olmuş olsaydı kesinlikle hükümet, muhalefet, medya ve yazarlardan yine o ünlü cümleyi duyacaktık: ‘Tam çözüm olacaktı ki… PKK süreci bozdu, provokasyon yaptı.’ AKP hükümeti de yeniden barıştan yana, demokrasiden yana, çözümden yana olmuş olacaktı. Her nedense aynı kişiler gerilla Türk ordusunun bombardımanı sonucu paramparça edildiğinde ‘duymadım, görmedim, bilmiyorum’ deyip sıvışıyorlar. Hani hükümet lütufta bulunup sorunu çözecekti? Erdoğan sorunun çözümü için baldıran zehri içecekti? Saldırı olmazsa asker operasyon yapmayacaktı? Saldırılar sonucu dört Kürt gencinin daha mezarı kazıldı. Bu gerçeği bilip de susanların, gerçeği yok sayanların, vicdanlarını satanların utancıdır.

27 Şubat akşamı esir askerlerin bulunduğu alana ulaştık. Burada bizi esir askerlerin güvenliğinden sorumlu gerilla komutanı Rezan Gabar bir grup gerillayla birlikte karşıladı. Yüzünde gülüşü eksik olmayan gerilla komutanı bize çay ikram etti ve sohbete başladık. Hava saldırıları askerlerin can güvenliğini tehlikeye atıyor mu? diye soruyoruz. ‘Atmaz olur mu? Canımız pahasına onları koruyoruz” diyor.

ESİR ASKERLER BİZE ÇAY İKRAM ETTİ

28 Şubat sabahı esir askerlerle kaldıkları yerde buluşmaya gittik. Bize eşlik eden gerilla Selman içeri girmemiz için askerlerden izin istedi. ‘Buyurun’ diye askerlerden biri bizi içeri davet etti. İçeri girdiğimizde Kaymakam adayı Kenan Erenoğlu yatıyordu. Amasyalı uzman çavuş Zihni Koç’un; ‘kalk misafir geldi’ demesiyle Erenoğlu da kalktı. Zihni Koç’un dışında astsubay Abdullah Söpçeler, kaymakam adayı Kenan Erenoğlu, uzman çavuş Kemal Ekinci, polis memuru Nadir Özgen bulunuyordu. Mehdi’yle birlikte kendimizi tanıtıyoruz. Kısa bir sessizlikten sonra bize çay servisi yaptılar. Çaylarımızı içerken peş peşe sorular da gelmeye başladı. İmralı süreci, kendi durumları, aileleri ile ilgili sorular sordular. Zihni Koç, Abdullah Söpçeler, Nadir Özgen’e aileleriyle görüştüğümü, aklımda kalan diyalogları anlatım. Zihni Koç, ‘radyoda dinledim annemin öldüğü söylendi. Doğru mu?’ Zihni Koç’un annesinin trafik kazasında hayatını kaybettiğini biliyordum ancak ona doğrudur diyemedim. Bilmiyorum dedim. Bizim bırakılmamızı Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan mı istemiş? diye sordular. Sayın Öcalan’ın yaptığı açıklamayı kendilerine olduğu gibi anlattık. Bundan memnun oldular. Sonra söz hava saldırılarına geldi. Son hava saldırısında dört gerillanın yaşamını yitirdiğini biliyorlardı. Saldırılardan üzüntü duyduklarını her halinden belli ediyorlardı. Akşam götürüldüğümüz yere yine akşam karanlığında vedalaşarak döndük.

HANGİ MESAJLARI VERDİLER

Biri Kaymakam adayı yedi esir askerler ve polisle yaptığımız kısa röportajı, esirlerin anlattıklarını ve anlatamadıklarını da katarak gözlemlerimi şöyle özetleyebilirim;

-Askerler yaklaşık iki yıldır esir tutuluyorlar ve kendilerine Cenevre Savaş Sözleşmesi’ni uygulanıyor.

-Türk savaş uçaklarının saldırısını saymazsak Kürdistan dağlarında güvendeler.

-Gerillalarla aynı koşullarda kalıyorlar. Gerillanın sahip olduğu imkanlara onlar da sahip.

-Kaldıkları yerler gerillaların kaldığı yerlerden daha güvenli. Zira güvenlik konusunda öncelik onlara verilmiş. Ancak yapılan hava saldırılarından korkuyorlar.

-Askerler de gerillaların ‘komün’ adını verdikleri sisteme göre yaşıyorlar. İsterlerse temsilci seçebiliyorlar. İhtiyaç listesini yazıp kendilerinden sorumlu birime veriyorlar. Dağ koşullarında, gerillanın olanakları içerisinde ihtiyaçları karşılanıyor.

-Esir askerlerin sağlık kontrolleri düzenli yapılıyor.

-Aileleri ile görüş hakkının olduğunu ancak bugüne kadar ailelerden başvuranın olmadığını HPG yetkililerinden öğreniyoruz.

-Hükümet ve ordu tarafından unutulduklarının farkındalar. Yeniden hatırlanmalarının Kürt Halk önderi Abdullah Öcalan sayesinde olduğunu biliyorlar.

-Gelişmeleri radyodan dinliyorlar. En çokta kendileriyle ilgili çıkan haberleri merak ediyor ve dinliyorlar.

-Savaşın durmasını, sürecin olumlu sonuçlanmasını istiyorlar.

-Serbest bırakılacaklarını tahmin ediyor. Bırakılma tarihinin Newroz olabileceği öngörüsünde bulunuyorlar. Ailelerinin basına konuştuklarından haberdarlar.

-Serbest bırakılma ihtimali bir yandan da onları tedirgin ediyor. Zira Onları neyin beklediğini bilmiyorlar. Hükümetin nasıl bir tavır alacağı, Oramar’da esir alınan askerler gibi dava mı açılacak, hapse mi atılacaklar, gelecekleri ne olacak? Başlarına ne gelecek? Bu sorular onları korkutuyor.