Ermeni Edebiyatında (Abovyan yazıtlarında) Kürtler

Ermeni Edebiyatında (Abovyan yazıtlarında) Kürtler

“En sert ve acımasız mevsim kıştır. Ama Kürtler kışın 20-25 derece soðuðunda bile yalın ayakla çalışıyor ve geziyorlar. Hastalıklarını otlarla iyileştirmeye çalışıyorlar. Yaşlıları bile çok moralli ve genç gibi ayaktadırlar. Onlarda 120-130 yıl yaşayanları az deðil. Kürtleri ilk bakışta tanıyabilirsiniz cesur bakışları ve korku salan bir duruşları vardır… Kürtler söz verdiðinde, emanet aldıðında yâda, sır konusunda söz vermişse onu saklarlar. Bir Kürt hayatından vazgeçer ama bu sözünden vazgeçmez.

Kadınları amazonlar gibidir. Çok cesur ve korkusuz erkekler gibi giyinip silah kuşanabiliyor, çatışmalara çekinmeden katılabiliyorlar. Özellikle bey kadınları bu konuda daha atılganlar.”

Bu satırlar ünlü Ermeni Yazar Xaçatur Abovyan’a ait. Abovyan Ermenice edebi yazımının ilk temsilcilerinden biridir. Kendi çaðında ilerici düşüncelerinden dolayı dışlanmış ve ismi konulmamış bir aforoza uðramış ve daha sonra da faili meçhul bir şekilde öldürülmüştür. Tarihi bir düşünür, pedagog, etnograf olan Abovyan 15 Ekim 1809 Kenaker köyünde dünyaya geldi. Ermenilerin eski soylu bir ailesi olan Abovends ailesine mensup olan Abovyan, 9 yaşında ruhi gelişme için Eçmiadzin kilisesine gönderildi ve 1822 yılına kadar burada kaldı. Şubat 1856’da Tiflis’teki Nersisyan Ermeni okulunu bitirdi. Ermenilerin en iyi pedagoglarından şair Bogos Karadagtsi ve hatip Harutyun Alamdaryan’ın yanında eðitim gördü. 1826 Rus-Pers savaşları Abovyan’ın Rusya ve Avrupa’da okuma hayallerini suya düşürdü. Bir yıl kadar Sanayi kilisesinde öðretmenlik yaptı, daha sonraki yıllarda bir süre Ecmezin’de tercümanlık ve Ermeni Katolikosunun sekreteri olarak çalıştı. Bir ara Derptsk üniversitesinden gelen Profesör F. Paroton ile birlikte Ararat Daðına çıktı. Yazarın Kürtler hakkındaki izlenimlerini bu tür gezilerden edindiðini tahmin ediyoruz.

ESKÝ BÝR GAZETE MÜZESÝNDE TARÝHÝN ÝZLERÝ

Ermeni aydın ve yazarları belli dönemlerde Kürtler hakkında izlenim yazıları tarihi ve kültürel deðerlendirmeler kaleme almıştır. Ama biz çeşitli yerlerde alıntılarına rastladıðımız bu sosyolojik izlenimin peşindeydik. Onu önce Dünyanın en büyük kütüphanelerinden Lenin Kütüphanesi’nde aradık. Orda çok sayıda kitabı olmasına raðmen bu yazıyı bulamadık. Başka bir kaynaða başvurduk. Birkaç yüzyıllık Rus imparatorluðu ve sonrasında Sovyet dönemine ait geniş bir gazete arşivine sahip gazete müzesi gibi yerde 1848’de Tiflis’te Rusça yayınlanan Kafkas gazetesinin 46, 47, 49, 50, 51. sayılarını bulabildik. Bu yazı dizisinin girişi daha çok Kürt tarihine ait yanlış bilgiler içeriyor. Ama bundan da birkaç parça veriyoruz.

Abovyan yazı dizisine şöyle başlıyor: “Her yönüyle gizemli halklardan birisi de tartışmasız Kürtlerdir. Onlar Fırat ve Dicle arasında ve Ermenistan daðları ve Fars sınırlarından başlayarak Beyazıd paşalıkları ve bizim Karabað’a kadar olan coðrafyada yaşıyorlar. Eski zamanlardan bu yana çok sayıda aşiret ve boylara ayrılmış Pers, Türk ve Rus komşular tarafından sıkıştırılmışlardır. Onlar kendi geleneklerini, dillerini ulusal elbiselerini ve hayat tarzını deðiştirmemişlerdir. Akrabalıðımıza raðmen bu halkın tarihine ilişkin bilgilerimiz çok yanlıştır ve daha çok hikâyelere dayandırılmaktadır.

…Belki Arap ve Bizans yazarları çaðdaş haçlı seferleri ve bu güzel halkın hayat bilgisiyle ilgilenerek yazmış olabilirler ama ben sadece Ermeni tarih yazarlarının yazılarıyla sınırlı kalacaðım... Çamşiyan Armenyan tarihi eserinde coðrafik olarak güzel yerleri ve halkları dile getirmiştir.

Kürtler Tatarca’yı iyi biliyorlar kendilerini kendi dilleriyle ‘Kurdlar’ olarak tanıtırlar. Kürtler birçok halktan oluşan ülkede yaşıyorlar ve orda yaşayan halklar Kürtlerin dillerini inançlarını ve elbiselerini almışlardır. Çemşiyan bunu şöyle ifade ediyor; Arap halifeleri güçlerini kaybettiklerinde sonra her bir emirlik kendi bölgesini baðımsızlıðını ilan etti. O zaman birçok skip tayfaları çıktı. Ve kendilerine Türk dediler yani aynı Tatarlar gibi ve (Fars) Persiya’yı geçerek eski medyaya girdiler. Birçok ülkeyi fethedip o ülkelerin örf, adetlerini ve dinlerini alarak o halkları köleleştirdiler. “

Abovyan bu yazıyı Batılı bir üslupla kaleme almış. Doðulu vurgusunda Ermeniler’i dahil etmemiş. Bunun Hristiyanlıkla ilgili olabilir. Abovyan bir Ermeni milliyetçisidir. Milliyetçiliðin erken dönemlerindeki diðer halklara düşmanlıktan ziyade kendi maddi ve özellikle tretoryal aidiyetlerini büyütme eðilimleri göze çarpıyor. Örneðin bazı Kürt aşiretlerinin Ermenilerden geldiðini ya da Kürtlerin tarih boyunca yaşadıkları yerleri yine ermeni tarihçilere dayanarak Ermenistan olarak ifade etmesi bu düşüncelerinin sonuçlarıdır.

Abovyan yazısını şöyle sürdürüyor; “Şunu hatırlamalıyız ki Ýslam’ın ortaya çıkması ve fanatik biçimde yayılması sırasında kılıç ve kalkanla insanları katledip kendi dinlerini kabul etmeye zorladıkları zaman Ermenistan’ın perişan halini kullanarak yani Bizans imparatorluðunun Farsların, Persiyalılar ve Arapların ülkemize sürekli saldırılar düzenledikleri dönemleri göz önünde bulundurduðumuzda niye Ermenilerin Bizans, Fars ve Gürcistan’da yüksek görevlere girmek için çaba harcadıkları anlaşılacaktır. Ayrıca halkın bir kısmının nasıl canları ve vatanlarını kurtarmak için ay bayraðı altına girdiklerini ve niye kendi güçlü olan komşularının biçimine yani Arapların ve Kürtlerin hayat tarzlarını ve dillerini benimsedikleri anlaşılacaktır. Zaten sonradan da onlarla bir bütün oldular. Eski yazılarda da görüldüðü gibi birçok Ermeni Kürdistan’a kaçarak Kürt isimlerini aldılar.

Kürtler kendi aralarında konuşurken kendilerine hiçbir zaman Kürt demiyorlar Kurmanc diyorlar.

Kürtler kurmanci ve Zazaki lehçelerini konuşuyorlar Zaza lehçesi konuşan Kürtler Egnus, Muş, Tujik bölgelerinde yaşıyorlar ve dilleri çok farklıdır. Sert yarı barbar yaşam tarzları dillerine yansımıştır. Dilleri Avrupalı bir kulak için çok anlaşılmazdır. Ama bu dilin diðer Asya dillerinden üstün olduðunu kabullenmeliyiz, çünkü onların çok net seslendirmeleri var. Oysa Asya dillerinde birçok ses iç içe giriyor örneðin Lezgi ve Çeçen dilerinde kelimeler yutuluyor. Tüm isimleri kısaltıyorlar Hesso, Şemo, Alo diye isimlendiriyorlar ama beylerinin ve Aðalarının isimlerini kısaltmıyorlar.

KÜRT KADINLARI ŞAÝR RUHLU

Kürt halk şiiri çok ilginç adımlar attı ve yüksek mertebeye ulaştı, her Kürt hatta her Kürt kadını ruhsal olarak doðuştan şairdir. Göçebeler de bile diðer göçebelerden beklenmeyecek bir yaratıcılıða sahip çok güzel şiirsel anlatımları var. Onlar yükseltilerini çok rahat dile getiriyorlar. Kendi daðlarını, ovalarını, sularını, atlarını, silahlarını, savaş kahramanlıklarını, güzel kadınlarının güzelliklerini coşkuyla yansıtabiliyorlar. Avrupalılar bu güzel anlatımlara hiç aşina deðiller. Onlar orijinal bir halk olarak hayatın güzelliklerini Avrupa’nın tüm ihtişamından daha iyi yansıtıyorlar. Bu büyük yaratıcılıkları onların vatanlarına olan sevgisinde de dile geliyor. Bu daðlık ve yarı barbar olan halkın vatanına olan sevgisi yücedir. Kürt dengbeji söylemeden önce iki elini çenesine götürüyor yüzünü ellerinin arasına alıp parmaklarına deðecek şekilde kendini dik tutuyor ve söylemeye başlıyor. Her hangi bir müzik aleti olmaksızın “lolo” diyerek başlıyor bu Avrupalıların “lala” sı gibidir.

(Yazar burada bir dipnot koyarak şu açıklamayı yapıyor) maalesef benim soydaşlarım bu konuda Kürtlerden çok geride kalmışlardır. Çok bilinçli ve okumuşlukları olmasına raðmen sadece manevi hayatın zenginliðinden söz edebiliyorlar yani Asyalı halklara göre ve komşularına nazaran bu konuda çok zayıflar. Bizde halk şiiri yok çünkü bizim tüm şarkılarımız hep Tatarca’dan alınmış ve almaya devam ediyorlar. Bu Asya şarkılarının gerçekten kayda deðer ve en sert eleştirileri bile kaldırmaktadır.”

Abovyan Ayrıca gözlemlerinin önemli kısmı bu günkü Ýran Ermenistan sınırlarına yakın yani daha çok Kürdistan’ın sınır çizgileriyle parçalanan ve Rusların katılımıyla da imparatorluklar arasındaki çatışma dönemlerini ifade ediyor. Bu dönem Kürdistan bir savaş meydanı olarak kullanılıyordu. Ve bu yüzden Kürtler, Rus Ýran ve Türk Ýmparatorluklarının ordularının talan ve istilasına uðrayarak yoksullaştırılıyordu. Kürtler de aşiret birlikleri oluşturup kendilerini talanla alınan mallarını bu orduların lojistiklerini veya bu ülkelere giden kervanları talan ederek gidermeye çalışıyordu. Abovyan’ın izlenimleri de tam bu alanlarda yani Serhat bölgesine dayanmaktadır.

KÜRTLER ASLA TATAR ŞARKILARINI SÖYLEMEYÝ KENDÝLERÝNE HAKARET SAYIYORLAR

Abovyanın yazısı şöyle devam ediyor: “Bazı Asyalı Hıristiyanlar kendi düðün ve eðlencelerinde Tatar şarkılarını söylüyorlar. Kürtler ise Tatarlara ait her şeyden nefret edip onlara Acem diyorlar ve böyle bir şeyi kendilerine hakaret olarak algılıyorlar. Sadece büyük bir Tatar veya Fars misafirleri geldiðinde belki bir şarkı söylerler.

Onların gençleri, kadınlar ve erkekleri toplanıp eðleniyorlar ve Şarık söylüyorlar. Asya zurnası ve davulu sadece düðünlerde kullanıyorlar, ama çobanlar hiçbir zaman kavaldan vazgeçmezler. Ben kadınlar şarkı söylerken ellerini yüzlerine götürürler mi bilemem ama birkaç Kürt şarkısını size çeviriyle size söyleyebilirim.

KÜRTLERDE ASYALI HALKLAR GÝBÝ KADINLARA SAYGISIZLIK YOKTUR

Kürtlerde Türkiye’deki Ermeniler gibi büyüklere karşı saygı büyüktür, herkes ayaða kalkar sayı gösterir. Merhabalaşmak için gençlerin alınlarından öperler. Her zaman toplantılar olur Paris’teki restoranlar gibi yemekler verilir. Bu yemeklerde 40- 50 koyun kesilir, beş kazan pirinç pişirilir birkaç fund kofte yapılır ve misafirlere daðıtılır. Kürtler üç sefer yemek yerler ama misafirler için her zaman sofra kurulabilir. Kürtlerin yemekleri pilavdandır. Doðunun sevdiði gibi et, pilav, soðan, biber, köfte peynir, Şaşlik (kebap çeşitleri) yer kaynatılmış süt içerler. Yemekten sonra eller yıkanıyor ve kahveler içiliyor. Zengin büyük Kürtlerin evlerindeki kadınlar misafirlere gözükmezler. Bunun tersine normal halktan insanların evinde kadınlar çok serbest ve rahattırlar.

Kürtlerde diðer Asyalı halklarda olduðu gibi kadınlarla dalga geçme, küçümseme ve taciz yoktur. Tatarlar gibi yaðcılık yapmazlar örneðin konukları kim olursa olsun hiçbir zaman kendilerini küçümsemezler. Tatarlar gibi “ayaðının altındaki toprak olayım“ demezler, ama misafirleri için koyun kesme bir borç gibidir. Misafirlerine hediyeler verir, konukları en iyi atını ve silahını istese bile vermeye hazırdır. Ama Asyalı halklarda olduðu gibi Kürtlerde de Kadınlar aðır yükü taşırlar. Sıradan halktan kadınlar, misafirlerin önünde yüzlerini kapatmazlar ve doðuda olduðu gibi çoðunlukla 11 yaşında evlenirler. Düðünlerinde genelde Ruslarınkine benzer danslarla sürdürüyorlar. Sadece zengin insanlar iki kadına sahip oluyorlar ama Şiilerdeki gibi daha fazla deðil. Bey ve büyüklerin eşleri güzel ve pahalı giyiniyor ve kendilerini altın ve gümüş takılarla süslüyorlar. Yoksullar ise çok daha sade hayatın tüm zorluklarını ve evin yükünü taşıyor, yün yapıyor, su taşıyor ve bir dakika bile boş durmuyorlar. Hep güler yüzle misafirlere yaklaşıyorlar. Elbiseleri çok basittir, başlarına beyaz veya Kırmızı tülbent takıyor, elbiselerinin göðüsleri açık tutuyor, kemer takar takıyorlar ve Tatarlar gibi şalvar giyiyorlar. Saçlarını uzatıp baðlıyorlar, ayakkabı giymezler kışın bile yalın ayak dolaşıyorlar. Sert hayat koşullarından dolayı yüzleri serttir büyük ve siyah gözler derin bakışları var.

Oysa zengin Kürtlerde ise her zaman yumuşak yüzlü ve naziktirler. Kadınlar amazonlar gibidir. Çok cesur ve korkusuz erkekler gibi giyinip silah kuşanabiliyor çatışmalara çekinmeden girebiliyorlar. Özellikle bey kadınları bu konuda daha çekinmeden hareket ediyorlar.

ERMENÝ TACÝRLERÝN ÖNÜNDE TAŞLARLA HESAP YAPAN KÜRTLER

En yakın pazarlarda elbiselerini ermeni tacirlerinin yanından satın alıyorlar. Göçebe Kürtler hesap bilmezler. Çoðu zaman Kürtleri Ermeni dükkânlarının önünde kazandıkları parayı saymaya çalışırken rastlarım. Bunu ya taşlarla ya da parmaklarla yapmaya çalışıyorlar. Hemen hemen her şehirde hesap bilen birkaç Kürt var ve diðerleri bu insanların yanına gidip hesaplarını yapıyorlar. Kürtler Tatarlarla çalışmak istemiyorlar daha çok Ermenilerle çalışır ve onlara güvenirler.

En sert ve acımasız mevsim kıştır. Kışın hareket edemez hale gelip özgürlüklerinden mahrum kalır eve kapanmak zorunda kalıyorlar. Ama çok ilginç en ser kışın 20-25 derece soðukta bile yalın ayakla çalışıyor ve geziyorlar. Doktor bilmezler, hastalıkları ihtiyar kadınlar tedavi ediyor. Hastalıklarını otlarla iyileştirmeye çalışıyorlar, yaralarını iyileştirme özellikleri kayda deðerdir. Yaşlıları bile çok moralli ve gençler gibi ayaktalar. Onlarda 120-130 yıl yaşayanları az deðil. Kürtleri ilk bakışta tanıyabilirsiniz cesur bakışları ve korku salan bir duruşları vardır. Çok iri yapılı geniş gövdeli güçlü kollara sahipler. Diðer bir özellikleri yüzlerinin ince olmasıdır. Büyük iri ve ateşli gözleri sık kirpikleri yüksek alınlı büyük ve şahin burunludurlar. Yürüyüşleri ve adımları nettir. Yani eski kahramanları andırıyorlar. Başlarına açık kırmızı renkte kefiye sarar, renkli ipek gömlekler giyer, uzun Türk elbisesini ise sadece zenginler giyiyor. Sıradan insanların giyimleri onların muhteşemliðini ve onurlarına düşkünlüklerini gösteriyor. Tabanca, kılıç, kalkan, tüfek, mızrak gibi silahları taşımayı çok severler. Mızraklar ellerinde etkili bir silaha dönüşüyor bu yüzden tüfeklerini nadiren kullanırlar. Silah kullanmaları çok hesaplıdır. Atları kısa, ama atılgan ve güçlüdür böylece daðlık alanda uzun süre yürüyebilirler. Normal aile hayatlarına bakarsanız hiç yorulmayan insanlar gibidirler. Bir Kürt taburu tam teşkilatlı bir duruşu ve en gelişkin birliklerden bile daha ihtişamlıdır. Onlar baðımsız yaşadıkları zamanlarda atlıları toplamak için bizim gibi borazan çalarlar. Ýlk borazanın çalınmasıyla tüm atlılar hazır olur ve beylerin emriyle harekete geçebilirler.

Zaten beyleri çok azdır sadece çadır kuruyorlar çadırların biçimleri onların statüsünü belirliyor. Erivan paşalıðında ise yani Kars ve Beyazıt’ta sadece Sipki ve Silanlı aşiret beyleri böyle çadırlar bulunduruyordu.

BÝR KÜRT HAYATINDAN VAZGEÇER SÖZÜNDEN VAZGEÇMEZ

Bu halkın güzel karakterini tanıtmak ahlaki karakterlerinden bir kaçını söylemek istiyorum. Bir akrabanın öldürülmesi, kişisel hakaret, bir kızın kaçırılması ( ki böyle olaylar çoktur) bir de kadının kocasına ihaneti. Bu tür şeyler için ailenin içinde bile kan davası oluşabilir ve birlerini yok edene kadar savaşıyorlar.

Kürtler evlerine sıðınan düşmanlarını dokunulmaz sayarlar. Düşmanları beyin veya melenin evine girerse o dokunulmaz olur. O zaman silahları indiriyor, kılıçlarını kınına koyar, başlarını eðiyorlar, Kürtlerin bu ilkelerini ihlal ettiði görülmemiştir. Onların bu konudaki gururları o kadar katıdır ki misafirlerini korumak için kendine düşman da yaratabilir. Hatta akrabalarıyla bile tartışabilir tüm mülkünü kaybedebilir. Evinde misafir ister Hıristiyan olsun ister tatar olsun fark etmez. Kürtler söz verdiðinde, emanet aldıðında yâda, sır konusunda söz vermişse onu saklarlar. Bir Kürt hayatından vazgeçer ama bu sözünden vazgeçmez.

Onların kadınlara karşı saygısı karşısında insan saygı ile eðilmek ister, hatta Hıristiyan kadınlara karşı bile. Talan yaptıkları toplumların bile kadınlarına dokunmazlar. Hatta zamanın esir alınan kadınları eðer rıza göstermezlerse kendilerine eş olarak seçmezler özellikle beylik sınıfı bu konuda daha katı bir ilkeye sahiptir. Örneðin Siranlıların aðaları Hüseyin Bey (ki şu anda Karsta yaşıyor ve yüz yaşındadır) 1825’te Fars savaşı döneminde bir Ermeni tacirin iki genç kızını esir almış ve onları Beyazıt’a getirmişti. Kızlara saygılı davranmış bir yıl dokunmamış ve onları geri ailelerine teslim etmek istemişti. Ama onların ailesinin hayatta olmadıkları için (büyük ihtimalle savaşta öldürülmüşlerdi) Hüseyin aða zengin bir Beyazıtlı Ermeni beyini çaðırarak onun kızların rızasını sormasını, vekil ve şahit olmasını istemişti. Onun önünde kızlara kendisiyle evlenmeyi kabul edip etmediklerini sordu kızlar sevinerek gönüllü biçimde evlenmeyi kabul ettiler. Bu yarı daðlı halk için çok saygın bir yaklaşımdı. Belki bazı istisnalar vardır ama bu çok azdır.

MANUK’U KURTARMAK

Artzabzi-Manuk Beyazıt bölgesinin zengin Ermenilerindendi. Bey tarafından çok seviliyordu çünkü çok kahraman ve cesur bir savaşçıydı. Persiya’daki savaşlarda Rusların Kürtlerin ve Türklerin dikkatlerini üstüne çekmişti. Farsların atadıðı Erivan valisi Hüseyin Serdar Han Türk paşasından Manuk’u kendilerine teslim etmesini istedi. Vali, Manuk’u Rus ajanı olarak nitelendirdiði için verilmemesi halinde neler olabileceðini kestirmek zor deðildi ama Türk beyi eðer teslim ederse neler olacaðını da biliyordu. Türk paşası onu Farsların denetimindeki Şilanlı Aşiret aşiretinin beyi Hüseyin Aðanın yanına gönderdi. O dönem Hüseyin aða sınırların güvenliðini yeni üstlenmişti. Ama Türk paşası arkasından Hüseyin Aðaya bir mektup göndererek ya Farslara teslim etmelerini ya da öldürüp kurtulmalarını istemişti. Hüseyin Aða şaşırdı ve Manuk’a aðasının ona ihanet ettiðini söyleyip şöyle devam etti ;”Ben bunu nasıl yapar, Allahın önünde hesap verebilirim. Ýnsan ekmek ve tuz yediði bir insana nasıl haksızlık edebilir” dedi ve onun hayatını savunma kararı aldı. Önce Türk aðasına bir mektup yazıp kabul ettiðini söyledi. Sonra 30 adamını seçip yola gönderdi ama Manuk’u eski bir yoldan gizlice Beyazıt’a gönderdi. Manuk hiçbir tehdit ile karşılaşmadan evine gitti. Kendisi de Paşaya bir mektup göndererek pusu attıðını ama Manuk’un başka bir yoldan kaçtıðını söyledi.

SÜLEYMAN AÐANIN ÖFKESÝ

Sipki Aðası Abdulagit aðanın oðlu Süleyman Aða kahramanlıklarıyla ünlü bir adamdı. Sadece onun ismini duyan Van, Tebriz, Bayazıt, Erivan, Erzurum ahalisi korkuya kapılırdı. O bir gecede sadece 200 askeriyle Türklerin 15000 kişilik ordusunu daðıtmış alana ün salmıştı. Bu çatışma büyük Ararat’ın Kuzey Doðusunda yaşanmıştı. Bu olayı bana Türk ordusundan Rusya’ya kaçan Caferhan (o Rusya’ya kaçtı ve orda öldü) anlatmıştı.

Tabii ki Kürtlerin komutanı daha avantajlıydı o toprakları çok iyi tanıyor ve tedbir alıyordu, saldırısı hızlı ve sonuç alıcıydı. Türk ordusu boðaza girdiðinde Süleyman aða saldırdı. Türk ordusu karanlıkta bir birini öldürdü. Süleyman aðanın ordusu arta kalanların işini bitirdi.

Bu kahramanımız bir gün Erivan valisi Hüseyin Serdar Han’ın bulunduðu bir ortamda kendi kahramanlıkları ve sertliðiyle tanınan Tatar aşiretinin önderi Saman Han’ı, Kürtleri kendi tarafına çekmeyle suçladı. Saman Han ise kızarak “ seni Kürt eşeði sesiz ol, boş yere baðırıyorsun” dedi. Bunun üzerine çok kızan Süleyman Aða Kızarak “ Ben senden bunların hesabını sormazsam başımı eşimin tülbendiyle örtsünler” demiş. Bu olaydan sonra Süleyman her şeyini bırakıp Türkiye’ye geçti. Hüseyin Bey bunu duyar duymaz şaşkına uðradı ve Saman hana Erivan sınırlarını korumak için emir verdi “ Bu ihtiyar kurt er veya geç bize gelecek ve bu sözlerin intikamını alacak.” Diyerek sınırları iyice korumak için Saman Han’a 1500 adam daha verdi. Ýhtiyar birkaç ay sonra 500 korkusuz süvariyi yanına alarak buraya geldi ve tüm orduyu darmadaðın etti. Her yeri yakıp yıktı ve Tatarları kılıçtan geçirdi. Onlarla işbirliði yapan Kürtleri talan etti ama hayatların baðışladı. Saman Han’ın peşine düşüp onu aradı. Süleyman Han’ın Ezidi bir subayı Saman Han’ı ihtiyar bir kadının evindeki tandırda bulup çıkardı kafasını kesip komutanına götürdü… Bu çatışmada Kürt beyinin ordusundan bir genç altın saplı ve deðerli taşlarla süslü iki kılıcı savaş ganimeti olarak aldı. Ama onun arkadaşlarındın biri bunları ondan almak istedi. Süleyman aða bu olayı görünce ganimetlerin savaşta elde eden gençte kalmasını savundu. Tüm orduyu hitaben şöyle dedi “ ne altın nede deðerli eşyaları ordumdan almam ve istemem sizden cesaret ve kahramanlık istiyorum. Eðer bir insanın savaş ganimetini alırsam bir savaşçı kaybetmiş olurum. Onun göðsü altınlarla dolu olsun ben ondan savaşta kahramanlık isterim başka bir şey deðil” dedi ve genç savaşçının rakibini kovdu.

Bir savaşta Süleyman Aða’nın atı suya düştü ordusu darmadaðın edildi. Son mermisine kadar savaştı sonra atının gücüyle kuşatmayı yarıp kurtuldu. Süleyman aða ilk defa böyle bir bozguna uðramıştı genç bir Arnavut peşine düştü Bey üzerindeki altınları yere döküp kaçtı. Arnavut bunları toplamak için attan indi Süleyman Aða kurtuldu. Böylelikle Kürtlerin önderi Türklerin eline düşmekten son anda kurtuldu. Sonradan kendi adamlarının yanına dönünce herkese anlattı. Bir süre sonra Süleyman aða o Arnavut’u yanına çaðırdı ve tüm savaşçılarına ve akrabalarına tanıttı. “Beni kovalayan genç kahraman budur” dedi. Ona bir sürü para vererek gönderdi.

Süleyman aðaya ilişkin bu tür hikâyeler çoktur. Araplar ve Türklerde de bu yaşlı kürde ilişkin kahramanlık hikâyeleri anlatırdı.

ABOVYANA NE OLDU?

Ermeni yazar Xaçatur Abovyan 1830 ve 1836 yıllarında Derptsk üniversitesinde bir kurs gördü çünkü Abovyan için Derptsk ruhunun diriliş yeriydi. Orada dili, bilimi, sanatı öðreniyordu.

Ülkesine döndüðünde bir yazar, bir aydın, bir pedagog ve kendi döneminin en iyi Rus ve Avrupa düşünürlerinden biriydi. Ama ülkesinde deðer görmüyor ve bir kâfir olarak nitelendiriliyordu. Yazar 1834-1843 yıllarında Tiflis’teki yerel okulda bakıcı olarak çalıştı. Aynı dönem kendine özgü bir özel okul açtı. Okul bir halk okulu niteliðindeydi, halkı ortaçað gericiliðinden kurtarmayı amaçlıyordu. Ama oradaki yöneticiler bundan rahatsız oldu ve baskı uyguladılar. Aðustos 1843’de Erivan’a göç etti. Ruhsal huzur arıyordu ama ruhsal dramı derinleşiyordu. Abovyan aydın ve devletin önerisi üzerine 1848 Baharında Nersisyan okulunun başkanı olmak içi hazırlanmaya başladı. Ama 2 Nisan sabahı evden çıktı ve bir daha geri dönmedi. Halen bu büyük Ermeni Aydının nasıl kaybolduðu ve trajik bir şekilde yok olduðu gizemini koruyor. Onun ölümü hiçbir zaman aydınlatılamadı.