Eren: AKP, Türk toplumunu çirkinleştirdi

KCK Halklar ve İnançlar Komitesi Üyesi Eren, AKP’nin, Türk insanının vicdanını ve ahlakını kirlettiğini; Türk toplumunu suça, kire, çirkefe bulaştırıp çirkinleştirdiğini söyledi.

AKP’nin, dini kullanıp istismar ederek, Kemalistlerin kaba politikalarına tepki duyan kesimleri kendisine çekerek güç olduğunu belirten KCK Halklar ve İnançlar Komitesi Üyesi Cihan Eren, “Artık halkın ona oy verip vermemesi o kadar önemli değil, çünkü devlettir. Bu noktada da meseleyi sadece Erdoğan’ın kişiliği üzerinden değerlendirmemek lazım. Bu akıl, devletleşti. Artık siyasi parti olarak yarın kim iktidara gelir, kim gelmez önemli değil. Devlet ele geçirilmiştir” dedi.

KCK Halklar ve İnançlar Komitesi Üyesi Cihan Eren ile söyleşimizin ikinci ve son bölümünü paylaşıyoruz.

Yeni Türk egemenlerinin İslam’ı kullanarak Arap coğrafyasında etkin olma gayretleri Suriye savaşında zirve yaptı ama sonra söndü, şimdi sadece Kürtlerle yetiniyorlar. Tam olarak ne oldu ne yapmaya çalışıyor?

Osmanlı’nın parçalanıp bitmesinden sonra kurulan TC devleti başta Kürdistan’ın diğer parçaları olmak üzere Ortadoğu sahasını yitirmeyi hazmedemiyor. Kemalist laik milliyetçiler, ‘Osmanlı dağılırken, Türklük yok oluyorken hiçbir şeyimiz kalmıyorken biz Anadolu’da cumhuriyet kurduk’ diyerek övünüyor. Şimdi yeni devletin bunun üzerine bir şeyi koyması gerekiyor. İşte İslam’ı yoğun kullanan devletin kodunda Müslüman topraklarını yeniden fethetme diriliyor. Bunu askeri olarak işgal etmek, ‘yumuşak güç’le etkilemek istiyor. İşte DAİŞ’le denediği şey askeri işgaldi. Özellikle Arap sahasına yönelik bir politikaydı. Çünkü Suriye düşürülürse bir nevi Lübnan ve Ürdün sınırına dayanmış oluyorsun ve bütün Arap coğrafyasını bir bütün etkilemiş oluyorsun. Şimdi bu çizgi yenildi. Kürdistan coğrafyasının işgalinden ise vazgeçmediler. Onun için dikkat edilirse; Rojavayê Kurdistan’ı ve özgürlük güçlerini gerekçe yaparak sürekli tehdit edip Suriye dışında bir yer olarak gösteriyor. Çünkü işgal etmek istiyor.

Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler (İhvânü'l-Müslimîn) çizgisini benimsediği epey gündemde kaldı. Siz buna katılıyor musunuz?

İhvânü'l-Müslimîn, Ortadoğu’da bir siyasal İslam çizgisidir. Türkiye’deki karşılığı Erdoğan’dır. Aslında Milli Görüş demek daha doğrudur. Bu çizgi, 1920’lerden sonra İslam’ı kapitalist üretim biçimiyle buluşturup Müslüman toplumların Batılılar gibi zengin olmasını isteyen bir anlayıştır. Bunu İslam hukukuyla, İslam siyasetiyle ama kapitalist üretim biçimiyle yapmak ister. Bunu bilim, teknik ve teknolojiyle buluşturmak ister, dolayısıyla bir Batı yansımasıdır. Biz Müslüman kalalım ama Batı’nın bilimini, teknolojisini alalım İslam şeriatına uyarlayalım, çizgi budur.

Dolayısıyla Türkiye’de de Milli Nizam Partisi’yle başlayan böyle bir yaklaşım söz konusudur. Bunlar da ‘biz Müslümanız, Ortadoğuluyuz, laiklik bize yabancıdır, bizim topraklarımız zengindir, biz yıllarca Müslüman halka önderlik etmişiz, biz Müslümanlık üzerinde zenginleşirsek bütün Müslüman âlemine hükmedebiliriz’ diyor. İşte Erdoğan’ın güncellediği diğer bir husus da budur. ‘Müslüman bir liderim, Osmanlı geleneğinden geliyorum. Kemalist laik cumhuriyetle bir yere kadar geldik, laiklik adı altında biz kendi toplumumuzu İslam’dan uzaklaştırdık, ondan vazgeçiyoruz ey Müslümanlar. Biz yeniden Osmanlı çizgisinde sizin kabul ettiğiniz o halifeler dönemindeki İslam’ı getiriyoruz, gelin beraber olalım’ diyor. İşte o İslam İşbirliği Teşkilatları, Müslüman Devletler Konseyi, Filistin halkıyla birleşme ve dayanışma adındaki bütün faaliyetlerin asıl amacı budur. Erdoğan bunu yapmak istiyor. İşte İhvancılık budur.

Bunu söyler, yaparken Batı ile nasıl bir rabıta oluşturuyor?

Batılılara bir nevi mesaj veriyor. ’Ben ekonomik, siyasal olarak size karşı değilim ama biz Müslümanız, kendi kültürümüze göre bu işi yapacağız. Eğer siz bana yardım ederseniz ben sizin siyasal sisteminizin özellikle ekonomik, siyasi, askeri biçimini Ortadoğu’ya taşıyabilirim. Bırakın ben de iktidar olayım. Benim iktidar olabilmem için Müslümanlığı kullanmam gerekiyor. Benim Müslümanlığı kullanmama izin verin’ diyor; işin özü budur.

O yüzden dikkat ederseniz; Batı’da Erdoğan’a ve iktidarına karşıtlık yoktur. Rahatsızlıklar, eleştiriler olabilir ama çok ciddi bir karşıtlık yok. Eğer karşıtlık olsaydı Türkiye’nin AB ve NATO ile yaptığı bir sürü ticari, askeri anlaşma var, bunlara ambargo koyabilirler. İran’a ve Suriye’ye ambargo uyguladıkları gibi Türklere de ambargo uygulayabilirler ama yapmıyorlar, yapmazlar; çünkü İhvan, Batı kapitalizminin Ortadoğulaşma modeli, İslamlaştırma halidir. Bu model tutmaz, tutması da mümkün değildir. Arap çıkışlı bir çizgi olmasına rağmen Araplar içerisinde bile belli bir dayanak bulamamışsa Türk siyasal sistemi içerisinde bu çizginin kabul görmesi daha zordur.

Müsaade edersiniz birinci bölümde biraz bahsettiniz ama tekrar ’Türk toplumu’na yansımasına dönmek istiyorum; AKP, Türklere ne yaptı?

Türk egemenlerinin, devlet geleneğinin, Kemalist dönem de dahil yarattığı toplumsal tahribat var, ancak Türkiye’nin yarısından fazlası, kendilerini bir nevi temiz tuttu bir noktaya kadar devletin bütün suçlarına ortak olmadı. AKP ile beraber Türk toplumu için söylenebilecek en sade cümle şudur: AKP, Türk insanının vicdanını ve ahlakını kirletti. AKP laik Kemalistlerden daha çok Türk toplumunu suça, kire, çirkefe bulaştırdı. Kemalistlerden daha çok Türkleri kullanılacak bir halk durumuna getirdi. Onun için Türk toplumunun, özellikle Türk aydınlarının bunu çok ciddi bir şekilde değerlendirmesi gerekiyor. Türk toplumunun vicdanı kirletildi. Bu bir halk için öyle kolay söylenebilecek, kolay gerçekleştirilebilecek bir şey değildir. Bu Almanya’da Yahudilere karşı denendi, bu İtalya’da denendi, bu Japonya’da denendi, Japonların başta Çin halkı olmak üzere Uzakdoğu halklarına yaptıkları biliniyor. Bir toplumun vicdanın kirletilmesi o toplumu nereye götüreceği son yüzyılda tespitli bir şekilde yaşanmıştır, bu çok ciddi bir durumdur. Bu neye yol açar, bu kendisiyle ne getirir ayrıca tartışılması gerekir.

AKP’den kopuşlarda yaşandı. AKP-MHP ile bir ittifak geliştirerek dincilikle milliyetçiliği birleştirdi. AKP-MHP’yi birbirine tutunmak zorunda kalmış iki güç olarak değerlendirirsek Türkiye’yi önümüzdeki süreçlerde neler bekliyor?

Bu da bir iktidar geleneğidir. Her iktidar kliği, güç oldukça kendisini besleyenleri yer. Dini kullanıp istismar ederek, Kemalistlerin kaba politikalarına tepki duyan kesimleri kendisine çekerek güç oldu. Artık halkın ona oy verip vermemesi o kadar önemli değil, çünkü devlettir. Bu noktada da meseleyi sadece Erdoğan’ın kişiliği üzerinden değerlendirmemek lazım. Bu akıl, devletleşti. Artık siyasi parti olarak yarın kim iktidara gelir, kim gelmez önemli değil, zaten siyasi partilerin mevcut sistemdeki anlamları yok. Devlet önemlidir, devlet ele geçirilmiştir. Dolayısıyla devlet, Türk iktidar geleneği, topluma ihtiyacı olduğunda topluma gider, ihtiyacı bitikten sonra toplumu vurur, katleder. Bu günümüzde AKP-Erdoğan iktidarı şahsında yaşanıyor. Dolayısıyla bu aşamadan sonra dini istismar daha fazla toplum üzerinde değil, devleti yönetenler, devlete direkt hizmet eden memurlar üzerinden denenecektir. Yani artık polis, asker ve memurlar dincileştirilecektir. Kışlalarda cami yapılacak, muhtemelen binlerce kişinin olduğu kışlalarda ve garnizonlarda toplu namazlar kılınacak. Mesela Erdoğan göreve başladığında Saray’daki törende gördüklerimiz, Osmanlı sultanlarının işbaşına gelip Şeyhül İslam ile birlikte fetvayı alması gibiydi. Bundan sonra bu böyle olacak.

Peki, halka ne düşecek?

Şimdi devleti yönetenler, direkt hizmet eden memurlar ve işçiler dincileştirileceği için Erdoğan’ın ekonomik kazanım anlamında sömürdüklerini bunlara vermesi gerekiyor. Bu da toplumdan kısıp devlete doğrudan hizmet edenlere vermesi anlamına gelecektir. Toplumdan kısınca da yoksullaşma gelişecektir. İşte bu noktada Erdoğan bunu yoksula anlatması lazım. Dolayısıyla bu süreçte özellikle toplumu biraz daha dini ve vicdani temelde etkilemeye çalışacak olan kişiler, gruplar ve cemaatler hedef olabilir. Mesela muhtemelen Adnan Oktar’a dönük operasyon böylesi cemaatlere bir mesajdır. Rahat duracaksınız, zaten şimdi söylüyorlar cemaat devlete girmesin. Bunun anlamı şudur; biz devletimizi kurduk, biz yerimizi sağlamlaştırmışız, siz buna yanaşmayacaksınız. Siz yine cemaatsiniz, orda kalacaksınız. Bu cemaatler de Erdoğan’a, mevcut kazanımlardan, zenginliklerden pay almak için destek erdiler. Dolayısıyla bu çelişkiler gün geçtikçe derinleşecektir. Bu çelişkiler derinleştikçe de bir çözülme gerçekleşecek. Bu çözülmenin topluma yansıması da daha fazla baskı ve şiddet olacaktır. Dolayısıyla şimdiye kadar Kürtler üzerinden kendisini ifade eden, toplumu Kürtlerle korkutan o faşizm, her gün biraz daha toplum içerisinde yaygınlaşacaktır.

İktidar İslam’ına karşı Demokratik İslam’ı koyuyorsunuz. Temel parametrelerini biraz anlatabilir misiniz?

Demokratik İslam’la bizim iddiamız; İslam’ın ve genelde de dinlerin ve inançların ahlak üzerinde topluma kazandırdıklarını yeniden topluma verilmesidir. AKP’nin Türk toplumunun özünü, vicdanını kirlettiğini, Türk toplumunu çirkinleştirdiğini söyledik. İşte Demokratik İslam, toplumu bu anlamda temizleme hareketidir. Vicdanını, ahlakını, komünal temelde onarma içtihadıdır. İslam’ın iddiası adalettir, eşitliktir, haktır, paylaşımdır. İslam böyle bir toplumsal sistemin kurulmasını istiyor. Dolayısıyla Demokratik İslam topluma şunu diyor; öyle Müslümanlar olun ki birlikte kardeşçe yaşayalım, bir lokma ekmeğimiz varsa birlikte bölüşelim, varsa büyük zenginliklerimiz hepimize pay edelim. Siyasal ve yönetimsel olarak da yönetimlerimiz adil olsun, zalim olmasınlar. Böyle insanlara oy verelim, böyle insanların yönetici olmalarına destek verelim. Demokratik İslam, iktidar İslam’ın tam karşı kutbundadır. Ahlaki ve politik olarak böyledir. Müslümanların çok iyi bildiği bir örnek üzerinden söylüyorum. Demokratik İslam, Hz. Hüseyin; iktidar İslam’ı da Yezid Bin Muaviye demektir.