Erdoğan ve Barzani kendilerini kandırmamalı-Adil Bayram
Erdoğan ve Barzani kendilerini kandırmamalı-Adil Bayram
Erdoğan ve Barzani kendilerini kandırmamalı-Adil Bayram
AKP ve KDP tüm gücünü ortaya koyarak 16 Kasım Cumartesi günü Diyarbakır'da adeta gövde gösterisi yapmaya çalıştı. Tören deyim yerindeyse şatafatlıydı. Belli bir kitle de toplanmıştı. Ama AKP ve KDP'nin birlikte düzenledikleri dikkate alınırsa ve yine Diyarbakır'ın büyüklüğü ile çevreden getirilenler hesaba katılırsa toplanan kitlenin çok az olduğu söylenebilir.
Daha öncesinden basına duyurulan, Başbakan Erdoğan ile Irak Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani'nin Diyarbakır'da görüşme yapacakları idi. Ancak görüşme günü anlaşıldı ki, yapılan iki liderin görüşmesi değil, aynı zamanda iki partinin Diyarbakır'da ortak kitle mitingi düzenlemesi imiş. Cumartesi günü esas gerçekleşen bu oldu.
İlk bakışta bu da normal görülebilir. Her ne kadar KDP bir Türkiye partisi olmasa da, devlet yasaları böyle gösterse de, yapan AKP olunca yasaların ne dediği pek önem arz etmiyor. Yine bir Kürt partisi olması itibariyle de KDP ülkemiz için pek yabancı sayılmıyor.
Dolayısıyla buraya kadar yapılanlar normal sayılabilir. KDP bir Türkiye partisi olmasa da, bir seçim öncesinde AKP'ye oy kazandırmak için böyle yasa dışı işler de yapılabilir. Bu açıdan hem Tayyip Erdoğan ile Mesud Barzani'nin Diyarbakır'da görüşme yapmaları, hem de AKP ile KDP'nin Diyarbakır'da ortak miting düzenlemeleri normal görülebilir.
Fakat İbrahim Tatlıses ile Şivan Perwer'in deyim yerindeyse Karagöz ile Hacivat’ı andıran görüntüleri ile yapılan toplu nikah töreninin orada ne işi olduğunu anlamak zordur. İbrahim Tatlıses ile Şivan Perwer sergiledikleri davranışlarıyla hem kendi itibarlarını düşürmüşler, hem de toplantının ciddiyetini bozmuşlardır. Erdoğan ve Barzani gibi iki liderin toplantısında söz konusu nikah törenlerini kimin akıl ettiği ise gerçekten merak konusudur. Ciddi bir görüşme ve miting ancak böyle sulandırılabilirdi!
Görüntü üzerine bunları belirttikten sonra, şimdi biraz da verilmeye çalışılan mesajlar üzerinde durabiliriz. Toplantı öncesinde ve sırasında yapılan açıklamalardan anladık ki; Erdoğan-Barzani görüşmesinin ve Diyarbakır'da kitle mitinginin çok önemli bir konusu Rojava'daki gelişmelermiş. Rojava'da başarısız kalan iki lider Diyarbakır'da bir araya gelerek, birlikte ve de Diyarbakır'dan Rojava direniş güçlerini uyarmak veya tehdit etmek istemiş.
Bir bakıma bu tutum normal görülebilir. Mücadele yürüten iki güç, tek tek başarısız kalınca birleşerek başarılı olmak isteyebilir. Fakat böyle bir tutumun da ciddi bir zayıflık anlamına geldiğini bilmeleri gerekir. Yine görüşme ve mitingi Diyarbakır'da yaparak kendi tutumlarına Diyarbakır'ı ve Diyarbakırlıları alet etmeye çalışmalarının da hoş karşılanmayacağını hesaba katmış olmaları gerekir. En azından Diyarbakır halkının büyük çoğunlukla böyle karşıladığı kesindir.
Diyarbakır mitinginde Rojava'ya yönelik yapılan açıklamalar Kürtlerde ve demokratik güçlerde tepki yaratmıştır. Hiçbir ölçü tanımayan El Kaideci çete saldırılarına karşı Rojava halkının yediden yetmişe birleşerek geliştirdiği kahramanca özgürlük ve demokrasi direnişine dil uzatılması tepki ve nefretle karşılanmıştır. Bu açıklamalar El Kaide saldırılarına destek verme konusunda AKP ile KDP'yi suç ortağı konumuna getirmiştir.
Diyarbakır'dan verilmek istenen ikinci mesaj ise, PKK Lideri Öcalan'ın Newroz'da Amed Özgürlük Meydanı'nda milyonlarca insana hitaben yaptığı açıklama temelinde başlayan çözüm sürecine destek ile barış taleplerinin dillendirilmesi olmuştur. Bu mesajları Erdoğan ile Barzani dile getirdiği gibi, kötürüm durumda görünen Tatlıses ile Perwer de dillendirmiştir.
Buraya kadar her şey normal ve iyi görünebilir. Çözüm ve barış istemenin en doğru tutum olduğu ifade edilebilir. Fakat bunların kimden istendiği ve isteyenlerin kimler olduğu da çok önemlidir. Örneğin çözüm sürecini başlatan ve ısrarla yürütmeye çalışanın PKK Lideri olmasına rağmen, yine barış çalışmasının en fazla İmralı'dan geliştirilmesine rağmen, Diyarbakır mitinginde bu gerçek hiç ifade edilmemiş, PKK Lideri Öcalan'ın tutumu ve çabaları hiç dile getirilmemiştir.
Dahası söylenen söz ve yapılan konuşmalardan sanki barışı engelleyenlerin Kürtler olduğu gibi bir ima çıkmıştır. Çünkü elinde en büyük askeri güçleri bulunduran liderler kürsüye çıkarak barışın önemi ve gerekliliğini ifade etmiştir. Askeri güç kendilerinde olduğuna göre ve savaşı da askerler yaptığına göre acaba daha kimden barış yapmasını istemişlerdir?
Kuşkusuz bu söz ve çağrılar üzerinde durmak gerekir. Her şeyden önce, Kürtlerin savaşı değil barışı isteyen taraf olduğunu net bir biçimde ortaya koymak lazım. Kürtlerin, özellikle Diyarbakır'daki Kürtlerin ellerinde ne kadar silah var ki savaş yapabilsinler! Silahlar Tayyip Erdoğan ile Mesud Barzani'nin elindedir. Eğer gerçekten savaş istemiyorlarsa, o zaman silahları susturmaları yeterlidir. Eğer gerçekten barış istiyorlarsa, o zaman Kürt sorununu çözmeleri ve Diyarbakır Kürtlerine demokratik haklarını vermeleri yeterlidir.
Başbakan Erdoğan Diyarbakır meydanından halka çözüm ve barış projesini açıklayacağına, Kürt halkından çözüm sürecine destek vermelerini istemiştir. Sanki Kürt halkı çözüm sürecine destek vermiyormuş gibi bir ima yaratmıştır. Oysa PKK Lideri Diyarbakır halkından destek istemiş, tam destek almıştı. Yani Başbakan Erdoğan'ın yeniden destek istemesine gerek yoktu. Tayyip Erdoğan'ın yeniden halktan destek istemesi ve bunu da Barzani ile birlikte yapması, Kürt halkında "Acaba Başbakan Erdoğan PKK Lideri'ni ve PKK'yi dışlamak mı istiyor" endişesini yarattı.
Diyarbakır görüşmesi AKP ile KDP'nin PKK'ye karşı yeni bir ittifak yaratma çabası olarak algılandı. Sanki AKP ile KDP kendi aralarında çözüm ve barış yaratacaklarmış gibi bir izlenim verdi. Oysa AKP ile KDP zaten dost! Aralarında bir sorun yok ki çözsünler! Zaten savaş ve çatışma içinde değiller ki barışsınlar! Aynı şey Diyarbakır meydanında toplanan kitleler için de geçerli. Onların Başbakan'ın çağrısına evet demelerinin hiçbir anlamı yok. Çünkü onların herhangi bir çözüm ve barış talepleri yok.
Erdoğan ile Barzani birbirine bakıp ve kendi kitlelerine hitap ederek ilerleme sağladık diyerek kendilerini kandırmamalıdırlar. Kürt sorununun çözümüne ve barışa çok daha ciddi yaklaşmalıdırlar. PKK Lideri'ni ve PKK'yi dışlama ve tasfiye etme yaklaşımı tehlikelidir. Bu yaklaşım çözüm ve barış yaratmaz, tersine çözümsüzlüğü derinleştirerek yeni ve tehlikeli savaş süreçlerini hazırlar.
Bizim edindiğimiz izlenim ve ulaştığımız sonuç, PKK Lideri Öcalan olmadan ve aktif katılmadan hiçbir çözümün ve barışın olamayacağıdır. Başbakan Erdoğan ve AKP bu konuda hata yapmamalıdır. "Bu işi Barzani ile yapabilirim" gibi bir yanlışın içine asla girmemelidir. Böyle bir tutum değil çözüm yaratmak, AKP oylarını bile artıramaz. Tersine daha da azaltır. Çünkü Kürt insanında ciddi bir tepkiye yol açmaktadır.
Kürtlerin yıllardır meydanlarda haykırdığı şu slogan asla göz ardı edilmemelidir: Barışın Elçisi İmralı'da! Eğer Türk-Kürt çatışması kalıcı bir barışa götürülecekse, bunun ancak PKK Lideri ile gerçekleşebileceği asla unutulmamalıdır. Apo'suz barış olmayacağı çok iyi anlaşılmalıdır!
Kaynak: Özgür Gündem