Erdoğan'ın siyasi kodları-2: İttihat ve Terakki’den alınan faşizm

İttihat ve Terakki partisi; oluşum şekli, yaptıkları, zorbalıkları ve yalan üzerine kurulu dünyası ile bugünün Erdoğan’ına çok şey katmıştır. Bunu görebilmek için iki partiyi karşılaştırmak yeterlidir. Aynı şekilde çözümden yana asla olmamışlardır.

İttihat ve Terakki, Osmanlı devletinde kurulan ilk siyasi partidir. 21 Mayıs 1889’da İttihat-ı Osmani adıyla II. Abdülhamit yönetimine karşı gizli bir örgüt olarak İstanbul'da kuruldu. İlk başkanı Ali Rüşdi’dir. Paris, Bükreş, Kahire, Selanik ve İstanbul olmak üzere pek çok yerde örgütlendiler. Model olarak İtalyan masonlarının örgütlenme modelini esas aldı.

Kuruluşu Ahmet Rıza, Prens Sabahattin, Bahaddin Şakir, İbrahim Temo (Arnavut), İshak Sukuti (Diyarbakır’lı, Sükützadelerden, Kürt), Mehmet Reşit Bey (Çerkez), Hüseyinzade Ali (Azeri) ve Abdullah Cevdet (Malatya-Arapgir), Mahir Said gibi isimlerin öncülüğünde oluşsa da ileride sivrilecek olan ve harekete damgasını vuracak olanlar Talat Paşa, Enver Paşa, Cemal Paşa, Dr. Nazım, Cavit Bey ve Abdullah Cevdet olacaktır. Aslen has be has Kürt olmasına rağmen Türkçülüğün ilk babalarından olacak olan Ziya Gökalp da sonraları bu hareketin lider kadroları arasında yerini alacaktır.

ASKERİ DÜZENLEMELER YETERLİ OLMAYINCA SİVİL KURUMLARDA YENİLİKLERE GİRİŞİLDİ

İttihat Terakki Partisi, İtalyan Mason Karborani örgütünü örnek almış ve bu örgütün gizlilik esaslarına göre yapılanmıştır. Karborani Mason örgütü 1800’lerin başlarına kadar uzanan bir geçmişi bulunmaktadır. "Karbonariler bütün sosyete sınıflarından mensuplarını toplayarak devlet içinde devlet haline gelmişlerdi. Mensuplarına askeri emirler vererek, onların suçlarını bile gizli mahkemelerinde yargılıyorlardı, Umumî mahkemeye kendi gizli mahkemelerinin müsaadesiyle müracaat edilebiliyordu."

Bu partinin siyaset sahnesine nasıl girip yükseldiğini, hangi yöntemleri benimsediğini çıkış hikayesi üzerinden bakalım… Bilindiği üzere 1800 ortalarında Osmanlı’da ‘sadece askeri alandaki düzenlemelerin yeterli olmadığı anlaşılınca sivil-idari kurumlarda da yeniliklere girişildi. Bu temelde atılan en dikkate değer adım ‘Tanzimat Fermanı’dır. Tanzimat, mutlakıyetçi yönetim modelinden meşruti yönetim modeline geçişi başlattı. Kısa bir süre sonra da Meşrutiyet ilan edildi.

OSMANLIYI KURTARMA TEMELİNDE ATILAN ADIMLAR KOPUŞ SÜRECİNİ BAŞLATTI

Tanzimat Fermanı bağımsızlık hareketlerinde bir canlanma meydana getirdi yine demokratik talepler gündeme geldi ve bu temelde ‘Kanûn-i Esasi’ ilan edildi. Türk siyasi hayatında ilk olarak halk, padişah yanında yönetime katılmış oldu. Osmanlı toplumunda kaynaşmayı sağlama amacıyla atılan bu adımlar tersi sonuçlar verdi, dönemin ideolojisi olan milliyetçilik Osmanlıyı kurtarma temelinde atılan adımlarla birlikte tüm halklar arasında hızlıca yayıldı. Ve kopuş süreci başladı.

Atılan adımların beklenen sonucu vermediğini gören II. Abdülhamit (1876-1909) kısa bir süre sonra Meşrutiyet Dönemine son vererek 33 yıl sürecek olan “İstibdat Dönemini” başlattı. Milliyetçiliğin zayıflattığı Osmanlı devletini kurtarma arayışları ilk olarak örgütsel bir yapıya I. Meşrutiyet sürecinde kavuştu denilebilir. Bu geniş tabanlı olarak örgütlenen, daha çok subayların kontrolünde olan ve muhalif karakteriyle gelişen İttihat ve Terakki Partisi’dir.

GELENEKSEL SİSTEMİN DAĞILMASI TOPLUMSAL ÇÖZÜLMEYİ BERABERİNDE GETİRDİ

İttihat ve Terakki’nin ülke içinde ve dışında etkili bir şekilde başlattığı muhalefet çalışmaları 1908 yılında Meşrutiyetin yeniden ilan edilmesine neden oldu. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Osmanlıyı kurtarmak amacını güden düşünce akımları 20. yüzyıl başlarında ilan edilen II. Meşrutiyetle daha da geliştiler. Osmanlı devletinin dağılmasını önleme ve birliğini korumaya çalışan bu düşünce akımları Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük şeklinde gruplandırılabilir. Bu akımlar, I. ve II. Meşrutiyet sürecinde Osmanlı devlet yönetiminde etkili olmuşlardır. (Bknz: Bölüm 1)

Buraya kadar anlatılan kısmı kısaca özetlemek gerekirse, geleneksel sistem dağılıyordu. Bu durum toplumsal çözülmeyi de beraberinde getiriyordu. "Demokratikleşme" girişimleri bu anlamda kaçınılmaz olarak uygulandı ve bazı akımlara angaje olundu. İlk olarak Osmanlıcılık etrafında kurtarma ve birleşme çabaları oldu.

SON GELİŞTİRİLEN VE DİNLE HARMANLANAN AKIM TÜRKÇÜLÜK

Bu anlayışa göre Osmanlı imparatorluğu sınırları içinde yaşayan tüm insanlar ilk siyasi kimliği ne olursa olsun onlar redde‐dilmeden genel çerçevede Osmanlı vatandaşı sayılacaktı. Fakat bu durum gerçekçi değildi. Daha sonra bir birleştirme unsuru olarak İslamcılık denendi. Din devreye sokuldu fakat o da kısmı bir başarı sağlayacaktı. Son geliştirilen ve din ile harmanlanan akım ise Türkçülük idi. İttihat ve Terakki’nin gelişim süreci tam da bu akımların ortasındadır. En son karar kıldığı da Türk + İslam sentezidir.

Bu parti daha sonraki süreçlerinde Türk siyasal hayatına damga vuracak ve etkileri günümüze kadar gelecek olaylara imza attı. 18 Ekim–8 Kasım 1908 tarihleri arasında İttihat ve Terakki gizli bir kongre yaparak partileşti. İttihat ve Terakki ile Abdülhamit arasında süren iktidar çekişmesinde Osmanlı içinde istikrarsızlık had safhaya çıktı ve çöküş dönemine girildi. 1909 Martında “Din elden gidiyor!” “Şeriat isteriz” gibi sloganlarla başlayan ve tarihe “31 Mart Vaka’sı” diye geçen güya şeriatçı ve hilafetçi ayaklanma(!?) üzerine İttihat ve Terakki’ye bağlı Hareket Ordusu İstanbul’a girdi. II. Abdülhamit, İttihat ve Terakki ileri gelenlerince tahttan indirildi, yerine kendinden iki yaş küçük olan kardeşi Muhammed Reşad getirildi.

İTTİHAT VE TERAKKİ, KANLI YÜZÜNÜ TEŞKİLAT-I MAHSUSA ÖRGÜTÜNÜ KURARAK GÖSTERDİ

31 Mart Ayaklanmasının bastırılmasından ve II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra duruma hakim olan İttihat ve Terakki, diğer bütün partileri feshederek birçok muhalifi tutukladı. İstanbul’da sıkıyönetim ilan edilerek Sıkıyönetim mahkemeleri kuruldu ve birçok kişi idam edildi.

Birçoğu da sürgüne gönderildi. İktidarı ele alana kadar izlediği yöntem, İstanbul’a gönderdiği temsilcileri eliyle siyasete müdahale ederek, hükümet ve Meclisi Mebusan üzerinde denetim sağlama oldu. Bu 1908–1913 arası dönemde siyasi istikrarsızlığı körükledi ve Osmanlının dağılışını hızlandırdı. Tabii, İttihat ve Terakki, en kanlı yüzünü Teşkilat-ı-Mahsusa örgütünü kurarak gösterecektir. Çok ilginç ve düşündürücü yönü ise bugün dahil hiçbir zaman Teşkilat-ı-Mahsusa’nın herhangi bir yasayla kurulmuş olduğunu gösteren bir belgenin dahi bulunamamış olmasıdır. 1914 yılında yapılan seçimleri de kazanan İttihat ve Terakki, Osmanlı Devletini Birinci Dünya savaşına soktu. Talat, Enver ve Cemal gibi İttihat ve Terakki paşaları bu yolla kaybedilen toprakların geri alınacağı, kaybedilen istikrarın yakalanacağı, büyük ve görkemli imparatorluğun yeniden canlanacağı hülyalarıyla girdikleri bu savaş Osmanlının ve yanında savaşa girdiği Almanya’nın yenilgisiyle sonuçlandı. Osmanlı müttefik güçlere teslim oldu ve işgal edildi.

SÜRGÜN, KATLİAM, FAİLİ MEÇHUL CİNAYETLER İTTİHAT VE TERAKKİ'NİN MİRASIDIR

1914-1918 yılları arasında devam eden ve yenilgiyle sonuçlanan Birinci Dünya Savaşı sonunda İttihat ve Terakki, iktidardan uzaklaştı ve lider konumunda bulunan Enver, Talat ve Cemal paşalar ile Doktor Bahaaddin Şakir, Doktor Nazım, 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesini imzaladıktan bir gün sonra gece yarısı kaçtılar. Daha sonra Enver Paşa Türkistan’da, Talat Paşa Berlin’de, Cemal Paşa da Tiflis’te, Ermeniler tarafından öldürüldüler.

Sosyolog Şerif Mardin, İttihat ve Terakki Hareketi için: “Yeni Osmanlılar dediğimiz ihtilalci örgüt ve devlet adamlarından, askeri bürokratlardan ve ulemadan oluşan bir Cunta Hareketidir” demektedir.

Bugün siyasete ordu eliyle müdahale, askeri darbe, siyasi şantaj, rüşvet yoluyla iktidarı ele geçirme, seçimlere hile karıştırma, korkular yaratarak izledikleri baskıcı katliamcı politikalara meşruiyet yaratma, uluslararası ittifaklara yaslanarak içerideki muhalefeti ezme ve kaybettiklerini kazanma, kendini devletin ve milletin sahibi görme, diğer halkların mallarına el koyarak, sürgün ve katliam politikalarıyla Türkleştirmeyi geliştirerek devleti kurtarmaya çalışma, güdümlü basın yaratarak kamuoyunu dezenforme etme, faili meşru cinayetlerle muhalifleri ortadan kaldırma! Tüm bunlar bu İttihat ve Terakki’nin bugün Türk siyasetine bıraktığı siyasal mirastır ve çöplüktür.

TÜRKİYE TARİHİNİN EN KARANLIK SAYFALARINA ADINI KANLA YAZDILAR

İttihat ve Terakki zihniyeti bugün de benzer bir şekilde devrededir. Kullandıkları yöntemleri, bugün TC’nin birçok gizli kurum ve kuruluşları uygulamaktadır. JİTEM bunlardan sadece bir tanesidir. Hizbullah ve diğer pek çok kontra yapı da bu zihniyetin ürünüdür. Unutulmamalıdır ki Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Kazım Karabekir, Celal Bayar gibi Cumhuriyetin kurucu kadroları da İttihat Ve Terakki Partisi’nin üyesiydi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın İttihat ve Terakki hakkında özgün değerlendirmeleri var. Öcalan’a göre farklı yapıdaki/anlayıştaki kişilerin bu derece yan yana gelmesinin sebebi ilk başta Abdulhamid’e olan öfkeleridir. Bunun sonucu olarak biraz İttihatçı kesilmek zorundadırlar. Öcalan şöyle ifade ediyor: "Bu Osmanlı paşa milliyetçileri, 23 Temmuz 1908 yılında Abdülhamit’e karşı hürriyet ilan ederler. Sloganları “Herkese Eşitlik, Hürriyet ve Kardeşlik” idi. Ancak gerçek olan şudur ki; İttihat Terakki, Türkiye Tarihi’nin en karanlık sayfalarına adını kanla yazmaya başlar. İttihat Terakkiciler giderek asıl yüzlerini göstereceklerdir.

Önceleri sözde ortakçı ve yenilikçi görünenler, özünde ne kadar militarist ve halklara düşman olduklarını göstereceklerdir. Çok erkenden Ermeni Kıyımı’na geçeceklerdir. Ermenilerden sonra sıra Kürtlere gelecektir. İttihat ve Terakki Cemiyeti yalnızca Ermeni ve Yunanlılara yönelmekle kalmayıp açıkça görüldüğü gibi, Talat; Ermenileri, Enver; Kürtleri ve Cemal Paşa ise; Arapları sindirmek için iş bölümüne gitmişlerdir.”

TÜRKİYE'NİN KÜRTLERE DAYANMAKTAN BAŞKA ŞANSI YOK

27 Ekim 2006 tarihindeki görüşme notlarında ise bu partinin başka bir özelliğinden güncel olarak bahsetmektedir. Bugünkü AKP ve zihniyetinin, yine onun etrafında görünen ulusalcı faşist kliklerin bir zamanlar Envercilerin, ittihatçıların Osmanlıya yaptığı gibi Türkiye’yi yıkmak üzere olduklarını ifade etmektedir.

Devamla şunları belirtmekte: "Şu anda içinde bulunulan durum, Birinci Dünya Savaşı Sonrası döneme benzemektedir. O zaman İttihatçılar yanlış politikalarıyla Osmanlı’nın çöküşüne neden oldular. Şimdi de bu zihniyetin temsilcileri Türkiye’yi parçalanmaya doğru götürmektedir. Birinci Dünya Savaşı sonrası süreçte Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki’cileri tasfiye etmiş, akılcı davranıp Kürtlere dayanarak Cumhuriyeti kurabilmiştir. Bugün de Türkiye’nin Kürtlere dayanmaktan başka şansı yoktur. Türkiye’de faşizm böyle körüklenirse sorun çözümsüz kalırsa daha tehlikeli şeyler yaşanır. Başkaları da İttihatçıların yaptığı Ermeni katliamı gibi bir Kürt katliamını Türkiye kaldıramaz."

İttihat ve Terakki partisi; oluşum şekli, yaptıkları, zorbalıkları, pragmatist anlayışı ve yalan üzerine kurulu dünyası ile bugünün Erdoğan’ına çok şey katmıştır. Bunu görebilmek için iki partiyi karşılaştırmak yeterlidir. Aynı şekilde çözümden yana asla olmamışlardır.