Erdoğan'ı Goebbels dahi kurtaramaz...- Cahit Mervan
Türk cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “ Büyük Yalan Teorisi”nin kuramcısı olan Goebbels'in izinden gidiyor. Gerçeği öldürmek için yalanı tekrarlayıp duruyor.
Türk cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “ Büyük Yalan Teorisi”nin kuramcısı olan Goebbels'in izinden gidiyor. Gerçeği öldürmek için yalanı tekrarlayıp duruyor.
Altı çocuğunu karısı Magda Goebbels ile birlikte zehirleyen, karısını öldürdükten sonra intihar eden ve vasiyeti üzerine cesetleri SS subayları tarafından yakılan Hitlerin propaganda bakanı Joseph Goebbels şöyle diyordu:
'Bir yalanı bin defa söylerseniz yalan yalan olmaktan çıkar, gerçeğin ta kendisi olur'
Şimdi Türk cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “ Büyük Yalan Teorisi”nin kuramcısı olan Goebbels'in izinden gidiyor. Gerçeği öldürmek için yalanı tekrarlayıp duruyor.
Tek bir konuda değil, birçok konuda yalan söylüyor. Hem de bunu bıkmadan, usanmadan tekrarlıyor. Tıpkı Goebbels'in yaptığı gibi 'yalanı gerçeğin ta kendisine dönüştürmek' için yoğun bir çaba ve efor gösteriyor.
ERDOĞAN'IN EN ÇOK TEKRARLADIĞI İKİ 'MASUM' YALAN
Erdoğan çevresindeki-ki bu adamlar Goebbels'in eline su bile dökemezler-psikolojik savaş uzmanlarının yardımıyla yaptığı her konuşmada birden fazla yalanı peş peşe sıralıyor. Gerçeğin geniş kitleler tarafından bilinmemesi için ısrarla birbiri ile ilişki halinde olmayan isim, yer, zaman, kavram ve cümleleri iç içe kullanıyor. Bazen bunu vuku bulan bir olay üzerine yapıyor. Bazen ise bizzat kendi adamları tarafından üretilen bir yalan üzerinden yapıyor.
Örneğin Zehra Devecioğlu adlı başörtülü bir kadının Kabataş'ta Gezi eylemcilerinin taciz ve saldırısına uğradığı yalanı gibi... Veya Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan’a suikast yapılacak yalanı gibi...
İkide bir yüzde 52 oy alarak seçildiğine vurgu yapan Erdoğan, 'Kabataş'taki taciz' ve ' Sümeyye Erdoğan’a suikast' iddialarının üretilen ve kurgulanan birer yalan haber olduğunu biliyor. Bu defalarca ispatlandı. Hatta bu haberi üreten bazı özel elaman 'gazeteciler' nasıl bir halt işledikleri ortaya çıkarılınca yarım ağızla da olsa özür bile dilediler. Kendi haberlerini tekzip ettiler.
Buna benzer onlarca, yüzlerce kurgulanarak, kamuoyunu manipüle etmek, hayatın her alanına ilişkin gerçekleri halktan gizlemek ve kamuoyunu yönlendirmek için ortaya atılan yalandan bahsedebiliriz.
Ancak 'Kabataş tacizi' ve Sümeyye suikastı' en meşhur olanları. Yani, onları üretenler tarafından dahi kabul edilen psikolojik savaş amaçlı yalanlar.
Buna rağmen Erdoğan bu her iki üretilen yalanı dilinden düşürmüyor. Her toplantıda, her açılışta, her televizyon programında Kabataş'ta başörtülü bir kadının Gezi eylemcileri tarafından taciz edildiğini ve kızı Sümeyye için bir suikast planı olduğunu söylüyor.
Yani Erdoğan “Büyük Yalan Teorisyeni” Goebbels'in başka bir metoduna başvuruyor:
'Yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkar!'
Ve garip bir şekilde Erdoğan'ın yalanları Türk toplumunda azımsanmayacak bir karşılık buluyor. İnsanlar Gezi eylemine katılanların başörtülü bir kadını taciz ettiğine ve kızı Sümeyye'nin suikast tehdidi ile karşı karşıya kaldığına inanıyor.
ERDOĞAN'IN YALANLARI 1000 İNSANIN HAYATINA MAL OLDU
Tabi en korkunç olan şey ise, Erdoğan'ın söylediği yalanların AKP tezgahında üretilen bu iki 'masum' yalanla alakalı değil. Korkunç olan şey, Erdoğan'ın yalanlarının kadın-erkek-genç-yaşlı onlarca, hatta son üç ay içinde 1000 kişinin hayatına mal olmasıdır.
Bu yalanların yenilir-yutulur, kabul edilebilinir masum bir yanı yok. Direk insanların canına kast etmiş yalanlar. Erdoğan'ın her attığı yalanlara, tıpkı Hitler'in propaganda bakanı Goebbels'in söylediği gibi inanan insanlar çıktığı için yeni katliamlar peşi sıra geliyor.
Çok açık söyleyeyim. Türkiye toplumunun ezici çoğunluğu Erdoğan'ın Roboski katliamına ilişkin yalanlarına inanmış ve destek vermemiş olsaydı, Erdoğan yüzde 52 oy alarak iktidarı gasp edemeyecek, ne Amed, ne Suruç, ne Ankara katliamı olmayacaktı. Ne de son savaşta 1000 yakın Asker, polis, gerilla ve sivil halktan insan yaşamını yitirecekti. Çünkü Erdoğan, yalan üstüne kanlı bir saltanat kuruyor. Bunu da halkı aldatarak yapıyor.
Şimdi Erdoğan aynı şeyi 102 kişinin vahşice katledildiği, yüzlerce insanın yaralandığı Ankara saldırısı için yapıyor. Dünyanın gözlerinin içine baka baka yalan söylüyor. ‘Büyük yalanı defalarca tekrarlayarak’, gerçeğe dönüştürmek istiyor.
Erdoğan elindeki devlet olanaklarını, onlarca televizyonu, her birbirinden kirli ve kanlı manşetlerle çıkan gazeteleri, yüzlerce internet sitesini ve sosyal medyadaki ak-trolleri bu iş için kullanıyor. Söylediği büyük yalanların kitlerde karşılık bulması için büyük çaba sarf ediyor.
Bağırıp çağırıyor. Sesini yükseltiyor. Tehditler savuruyor.
Ama rahat değiller. Bir endişe ve panik havası da gözle görülüyor.
Örneğin atadığı başbakan Ahmet Davutoğlu 102 barışseverin vahşice katledildiği Ankara saldırısına ilişkin devirdiği çamların haddi hesabı yok. Çünkü Davutoğlu yalan söyleme sanatında Erdoğan'ı çok gerilerden takip ediyor. Onun için ustasına bir türlü yetişemiyor.
Ne garip bir durumla karşı karşıyayız.
10 Ekim'de Ankara'da barış mitingine yapılan saldırının ayrıntıları netleştikçe Türk cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan rahatsız oluyor.
NEDEN BU KADAR TELAŞ İÇİNDELER?
Mademki bu kanlı ve vahşi saldırı ile alakaları yok, ihmalleri söz konu değil, o zaman neden katliama ilişkin ortaya çıkan detaylardan, bilgi, bulgu ve belgelerden bu kadar rahatsız oluyorlar?
Dünyanın neresinde böylesine absürt, acayip bir durum var ki?
Düşünün, ülkenin cumhurbaşkanı katliamın aydınlatılması için çaba göstereceğine, katliamın karanlıkta kalması için çaba gösteriyor.
Amed, Suruç, ve Ankara'daki kanlı ve insanlık dışı saldırıların kimler tarafından ne amaçla ve kimi hedef aldığı gerçeğini gizlemeye çalışıyor. Resmen cumhurbaşkanı olarak işi sulandırıyor. Eğer işin arkasında fiili olarak kendisi yoksa bile katil ve katiller şebekesine yardım ve yataklık yapıyor. HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş'in belirttiği gibi DAİŞ adlı küresel çapta cinayetler işleyen terör örgütün uzantısı haline geliyor.
Recep Tayyip Erdoğan, Ankara'da HDP'nin de içinde olduğu demokrasi ve barış güçlerini hedef alan kanlı saldırıya ilişkin ortaya çıkan onca delil ve bulguya rağmen, ‘Burada IŞİD de var PKK da var El Muhaberat da var PYD de var...' diyebiliyor!
Yani neredeyse Yeşil Burun Adaları'nın istihbarat örgütünü de sayacak. Herkes var! Ama ne hikmetse DAİŞ'le içli dışlı olan kendileri yok!
Bu iddiasını destekleyecek kırıntı namında dahi olsa tek bir bilgi ve bulgu sunmuş değil. Elbette canlı bombaların kimliğinden, onların MİT, Emniyet ve askeri istihbarat ile olan ilişkilerine kadar onlarca belge ve bulgu ortaya çıkmasına rağmen ısrarla bu yalanı sürdürmenin birçok nedeni var.
Her şeyden önce ortaya çıkan gerçek şudur: Bu saldırıdan MİT, Emniyet ve askeri istihbarat daha önceden haberdardır. İki: bu saldırı DAİŞ adlı katiller ordusunun iki elamanı canlı bomba olarak kullanılmıştır. Üç: saldırıyı yapanlar Antep'ten Ankara'ya son derece rahat koşullarda gelmişlerdir. Dört: zaten DAİŞ uzun dönemden beri Türkiye'de üstlenmiş, eğitim kampları olan, Türk istihbaratı ile içli dışlı bir yapıdır. Beş: canlı bombaları Ankara'da patlatanlar Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin 'Öfkeli çocukları'dır.
Katillerin ayak izlerinin kaçak saraya kadar uzandığını gösteren bu delil ve verileri uzatabiliriz. Ama buna gerek yok. Gerçek o kadar yalın ve çıplak ki. Dünyada böyle biliyor.
Evet. Erdoğan bundan 80 yıl önce Almaya meydanlarında, birahane ve salonlarında 'büyük yalan söyleyin, mutlaka bir gün inana çıkacak' diyen Goebbels'in taktik ve yönetmeleriyle sonuç almaya çalışıyor.
Ama sonuç alamıyor. Hem AKP eriyor. Hem de dünya alem 1150 odalı sarayda iktidarı için her türlü kanlı operasyonu mubah gören, savaş ve kaos çıkararak, psikolojik savaşı bizzat kendisi yürüterek sonuç almaya çalışan ve hem de altın koltuklarda oturarak hava atan görgüsüz bir 'liderin' oturduğunu görüyor.
Erdoğan sanıyor ki, dünya 30'lu yılarda büyük yalanlarla muazzam kitle toplayarak iktidara gelen Hitler zamanıdır. Değil işte.
Her şeyden önce iletişim, bilgi edinme kaynakları sadece yalancıların tekelinde değil. Bir olayın teknolojinin sunduğu nimetler sayesinde bilgi, belge, ses kayıtları, fotoğraf ve video çekimleri ile açığa çıkması bazen bir saatten az bir zaman dilimi içinde olmaktadır.
ANKARA KATLİAMININ SES KAYDI ORTAYA ÇIKABİLİR
Tıpkı Ankara katliamında olduğu gibi. Erdoğan, Davutoğlu, içişleri bakanı, MİT, emniyet ve askeri istihbarat, havuz medyasının tüm çabalarına rağmen gerçekler çok kısa zaman içinde ortaya çıkmıştır. Çıkıyor. En azından saldırıyı yapanların kimlikleri, bağlantıları, Türk polis ve istihbaratından gördükleri destek ve hoşgörü netleşmiştir. Her gün bu katliama ilişkin yeni belgeler ve bulgular ortaya çıkmaktadır. Çıkacaktır.
9 Ocak 2013'te Paris'te Sakine Cansız ve iki arkadaşının infazına ilişkinde çok yalan söylediler. Ama ne oldu? MİT üst düzey yetkilileri ile tetikçi arasında ses kaydı sızdı. Ankara katliamına ilişkinde benzeri bir ses veya görüntü kaydı bugünlerde orta çıkarsa hiç şaşmamak gerekir. Çünkü dünya küçülmüştür. Ve herkes herkesi dinlemekte, izlemekte ve kayıt altına almaktadır.
Unutmamak gerekir ki, bu ve benzeri saldırılara ilişkin ABD, Rusya, İsrail ve Avrupa devletlerinin güçlü istihbarat örgütlerinde de bilgi ve belge vardır.
Erdoğan için en kötü haber, küresel güçlerin elinde onun insanlığa karşı işlediği savaş suçlarına ilişkin klasörler dolusu belge ve bulgular olması değildir.
Erdoğan için en kötü haber Goebbels'in taktiklerini, yöntemini uygulamasına rağmen Kürdistan halkı nezdinde sıfırlanmış olması, Türkiye'de ise kamuoyunda giderekten daha çok teşhir olmasıdır.
Erdoğan bilmeli ki bu kez büyük yalan işe yaramayacak. Gerçeğin yerine geçemeyecektir.