Engin: Geliyê Tiyarê bize ‘düşmanını unutma’ dedi
Geliyê Tiyarê Katliamı, 37 özgürlük savaşçısının 2011-2012 Şehit Çiçek Devrimci Operasyonunda kimyasal ile katledilmesi olayıdır.
Geliyê Tiyarê Katliamı, 37 özgürlük savaşçısının 2011-2012 Şehit Çiçek Devrimci Operasyonunda kimyasal ile katledilmesi olayıdır.
Ekim yirmi biri yirmi ikiye bağlayan gece Şehit Çiçek Devrimci Halk Operasyonundan iki sonra gerçekleştirilen katliamda sağ kurtulan YJA-STAR gerillası Nupelda Engin, Geliyê Tiyarê’yi ANF’ye anlattı. Engin, “Kendi benliğini, kendisini devlete satmayan, kendisini kurban etmeyen, kendisini devlete pazarlamayan bir kültürün, binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan bir kültürün, bir halkın direnişiydi” dedi.
Kürt Özgürlük Hareketi için Ekim ayı yoğun bir mücadele sürecini ifade ediyor. Bu mücadele destansı ve mitolojik savaşları andırıyor. Ana tanrıçanın tanrılara karşı verdiği mücadeleye benziyor. Bu mücadele uğrunda yaşamlarını yitirenlerin büyük yaşam özleminin kaynağı; verimli Hilal’de, uygarlığın doğuş merkezi olan Zagros silsilelerinde saklıdır. Ekim ayı kavgasının tanrıçaları kökenini, tarihin şafağında ana tanrıçanın ilk kavgasından aldı. İnsanlık bir kez daha özgürlük mücadelesini bu çağda canlandırıyordu. Bu ay, tarihin şafağında yaratılan yaşam gibiydi. Ama aynı zamanda bu ay insanlığın yüzünde kara bir leke olarak kaldı. Bu kara lekelerden bir tanesi Geliyê Tiyarê Katliamıdır. Geliyê Tiyarê Katliamı, 37 özgürlük savaşçısının 2011-2012 Şehit Çiçek Devrimci Operasyonunda kimyasal ile katledilmesi olayıdır. Katliamdan sağ kurtulan YJA-STAR Gerillası Nupelda Engin, Geliyê Tiyarê nedir, kendisi için ne anlam ifade ettiğini, eylemi, eylemin coşkusunu Fırat Haber Ajansına (ANF) anlattı.
İşte Rotinda Engin’ın anlattıkları …
2011-2012 yılının Kürt Özgürlük Mücadelesi için savaşta yeni bir hamle, yeni bir dönemin başladığı bir süreç olduğunu, bu dönemi Devrimci Halk Savaşı olarak tanımladıklarını söyleyen Engin, bu savaşın mantığı ile de bağlantılı olduğunu belirtti. Toplumsal barışın inşa olmadığı, Kürtler olarak, Kürt toplumu olarak hala haklarına sahip olmadıklarından, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın hala İmralı’da dört duvar arasında olmasından kaynaklı savaşın yeni bir konuma, yeni bir aşamaya geldiği bir süreç olduğunu dile getiren Engin, bu durumlardan kaynaklı o sürece Devrimci Halk Savaşı dediklerini ifade etti.
‘BU SAVAŞ HALKIN SAVAŞI VE BİZDE HALKIN EVLATLARIYIZ’
O süreçte savaşı başarmanın aslında Devrimci Halk Savaşını da başarmak olarak değerlendirdiklerini söyleyen Engin, “Eski savaş tarzımızı, var olan savaş tarzımızı aşarak daha iyi nasıl başarabiliriz, halk olarak daha iyi nasıl öz savunmayı, meşru savunmamızı sağlayabilir, bunun için ne yapabiliriz yoğunlaşması içerisindeydik. Şehit Çiçek Devrimci Harekâtı da bunun bir hamlesiydi. Yani Geliyê Tiyarê, böylesi bir dönemi ifade ediyor. O açıdan biz gerillalar için de yeni bir dönemdi. Yani savaşı dağdan şehre kaydırmak istiyorduk. Savaşı halkla omuz omuza vermek istiyorduk. Bu savaş halkın savaşı ve biz de halkın evlatlarıyız. Biz halkın çocuklarıyız. Bu halk için bu dağlardayız. Halkın, halkların özgürlüğü için mücadele ediyoruz. Halkların özgürlüğü için uğraşıyoruz. Bu halk bizlere umut bağlamış. Savaşın gerekçesi toplumsal barışın inşa edilmemiş olmasıdır. Savaşımızın gerekçesi nedir? Halk, halklar olarak kendi haklarımızı, toplumsal halklarımızı elde edememiş olmamızdır. Verilen bunların mücadelesidir. 2011-2012 yıllarında bizim böylesi bir harekâta girişmememizdeki temel sebep aslında dönemin karakteri biraz böyleydi. Ve halen süren bu savaştır. Burada şehit düşen arkadaşlar Devrimci Halk Savaşının ilk şehitleridir aslında” şeklinde sözlerine başladı.
‘SAVAŞIN ÖZ AMACI KENDİMİZİ SAVUNMAKTIR’
Geliye Tiyare’de yaşamlarını yitirenlerin alanı tutan gerillalar olduğunu, birebir eylemin içinde olan insanlar olmadığını söyleyen Engin, savaşın kurallarına, savaşın ahlakına göre hareket eden bir güç olduklarına değindi. Savaşı başkalarını ezmek için kullandıkları bir şiddet yöntemi olarak ele almadıklarına vurgu yapan Engin, savaşta kullanılan gücün düşmanın zihniyetiyle, ideolojileriyle bağlantılı olduğunu belirtti. Engin, devamla şunlara dikkat çekti: “Halk olarak, hareket olarak bizler böylesi bir zihniyete sahip değiliz. Böyle savaşta her kuralı, her şeyi mubah gören bir hareket değiliz. Savaşın öz amacı kendimizi savunmaktır. Kendi yaşamımızı, kendi inançlarımızı, kendi toplumsal varlığımızı, kendi benliğimizi koruyabilmektir. Bunun için verilen bir savaştır. O yüzden savaşın kurallarına bağlıyız. Savaşın da kendi içinde insanlığa bırakabileceği bazı şeyler olabilmelidir.”
“GELİYE TİYARE, TOPLUMSAL BELLEĞİMİZDİR”
Engin, Geliyê Tiyarê’yi şu sözlerle dile getirdi: “Bu topraklarda yaklaşık iki yüz yıldır Kürtler üzerinde katliamın, öldürmenin, boğmanın, vahşetin gerilla üzerinde uygulama biçimidir Geliyê Tiyarê. Geliyê Tiyarê aslında toplumsal belleğimizdir. Devlet ile Kürt halkı arasında süren bellektir, hafızadır. O yüzden Geliyê Tiyarê’nin çok iyi anlaşılması gerekiyor. Geliyê Tiyarê’ın anladığın zaman Uludere Katliamını, Ankara’da iki yüz kişiyi gözden çıkartan mantığı, zihniyeti anlayabilirsin. Geliyê Tiyarê, bize devletin vahşetini unutmayın diyor. Maraş, Dersim, Geliyê Zilan katliamlarını unutmayın diyor. Uludere, Ankara katliamını unutmayın diyor. İnsanlığın bu durumu böyle okuması gerekiyor. Geliyê Tiyarê’de iki-üç gün içerisinde sanki biz beş bin yıllık tarihimizi yaşadık. Beş bin yıllık Kürt sorununun Kürtleri nasıl katlettiğini yani o beş bin yıllık hafızayı tekrardan yaşadık. O yüzden Geliyê Tiyarê’nin sorumluluğu bizler için büyüktür. Geliyê Tiyarê’nin bizler için anlamı bu bağlamda tekrardan kendi toplumsal belleğimizi, toplumsal gerçekliğimizi unutmamak gerekir. Geliyê Tiyarê’de bir düşman meselesi değil. Tamamen katliama, soykırıma kilitlenmiş ancak bu soykırım ve katliamı gerçekleştireceğimiz bir oluşum var, bir devlet ve iktidar oluşumu var. Geliyê Tiyarê bize düşmanını, düşmanın yaptıklarını unutma dedi. Karşıdaki vahşeti unutma dedi. Kendini unutma dedi. Düşmanı tanımak açısından, düşmanının yapacaklarını tekrardan görmek açısından önemlidir Geliyê Tiyarê. Geliyê Tiyarê’de bir vahşet, soykırım var ama diğer yandan da birbirine sadık olabilen, birbiri için var olabilen, birbiri çırpınan insanlar var. Nasıl ki bir ana evladını bırakmaz, onun için ölüme gider bizde birbirimizi bırakmadık. Kimse kimseyi bırakmadı.”
‘BU TOPRAKLARDA SÖNMEYEN DİRENİŞİN DEVAMIYDI GELİYE TİYARE’
Dehşet ve ölümün sürekli üzerlerine geldiğini, insan belleğinin, hafızasının alamayacağı bir durum olduğunu söyleyen Engin, savaşan bir güç olarak bu durumu, dehşetin bu kadarını, insanlık çıkışının bu kadarını idrak edemediklerini dile getirdi. Engin, “Geliyê Tiyarê, savaşı aşan bir dehşetti, bir katliamdı. Orada cesareti de yaşadın. O cesaretin bir hafızası da var bizde. Oradaki fedakârlığı yaşıyorsun. Bu normal bir fedakârlık değildi. Bir insan için binlerce metre yükseklikte gelecek bir roketi göğüsleyecek bir cesaret. Üzerine inen kazanları göğüsleyebilecek bir cesaret. Bu cesaret bizim toplumsal yanımızdır. Binlerce yıldır bu topraklarda sönmeyen direnişin devamıydı aslında. Bunu çok canlı görüyorsun. İnsanlar dehşete, vahşete karşı yenilmediler. Yenilmeyen bir insanlık vardı, yenilmeyen bir inanç vardı Geliyê Tiyarê’de” şeklinde konuştu.
‘ONLAR ŞEHİT DÜŞTÜKTEN SONRA YÜRÜYECEK ŞEYE İNANIYOR’
Özgürlük gerillaların yaşamlarını yitirdikten sonra yürüyecek şeye inandıklarını, inandığı bir yaşam için ölmenin gururuyla yaşadıklarına vurgu yapan Engin, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Şehit düşmek üzereyken ‘Biji Serok APO’ diyerek nefes veren arkadaşlara şahit oldum. Yani insanlar bu denli Önderliğe inanıyor. Öldükten sonra, şehit düştükten sonra yürüyecek şeye inanıyor. İnandığı bir yaşam için ölmenin gururuyla yaşıyor. İçine girdiğinde her arkadaşta farklı toplumsal hafıza, farklı bellek vardı, onların farklı dünyaları vardı. Bu da bizim yenilmeyen tarafımızdır. Korku nedir bilmeyen, yenilmek nedir bilmeyen, kaçmak nedir bilmeyen bir tarafımız da vardı. Geliyê Tiyarê, aslında böyle bir toplamdır. Biz Geliyê Tiyarê’yi Türk Devleti gelip bizi vurdu deyip anlatamayız. Orada bizim yaşadığımız, Kürt halkının, Kürt toplumunun beş bin yıldır uygarlık karşısında yaşadığı direnişin hepsini bulabiliriz. Oradaki her arkadaşta bulduğun toplumsal bir damar var.”
‘HEM DÜŞEN İNSANLIK HEM DE YÜKSELMEYE ÇALIŞAN İNSANLIĞIN OLDUĞU YERDİ’
Geliyê Tiyarê’de o kadar güçlü ve yakından vurulmalarını, üzerlerine kullanılan tekniğin, Türk Devletine teknik anlamda yardım eden kapitalist devletlerin olduğunu kaydeden Engin, bu devletlerin başında İsrail ve ABD’nin geldiğini söyledi. Orada 37 gerillanın olduğunu ve aslında üzerlerine çöken ağırlığın sadece Türk Devleti olmadığını dile getiren Engin, “Biz birden dünyayı karşımızda bulduk. Dünyada nasıl bir savaşın döndüğünü, insanları yok etmek için ne kadar yoğunlaşıldığını, egemen sistemin aslında kendi özgürlüğü için, kendi varlığını korumak için yola çıkmış insanlar karşısında yok etme teknikleri için ne kadar çalıştığını bir kez daha göstermiş oldu. Normal bir gerilla gücüydük orada. Geliyê Tiyarê’de dünyayı karşımızda buldukça çok şaşırmadık aslında. Üzerimize bu kadar teknik kullanıldığında şaşırmadık. Kürtler olarak, halk olarak, kadınlar olarak özgürlüğün çok kolay olmadığını biliyoruz. Orada olan arkadaşların hepsi bunu biliyordu. Yani eline silah alıp çıkmış birkaç insan değildik. Belli bir bilince sahip, arayışları olan, belli inançları olan insanlardık. İnsanlık bu kadar düşmüş olamaz dedik. İnsanlık bu kadar katliam için, soykırım, vahşet için kendini kaybetmiş olamaz dedik. Kendini bu kadar güçlendirmiş olamaz dedik. Bu kadar dehşet saçmaya hevesli insanlık olamaz dedik. Geliyê Tiyarê’de hem düşen insanlığı hem de yükselmeye çalışan insanlığını, toplumsallığını kazanmaya çalışan insanların karşı karşıya geldiği bir yerdi, bir savaştı” dedi.
Geliyê Tiyarê’de ölüm ile yaşamın birbirine çok karıştığını, neyin ölüm, neyin yaşam olduğunu ayrıştırmanın zor olduğunu belirten Engin, katliam içindeki çığlıkları iyi duymak gerektiğini ifade ederek sözlerini şöyle devam ettirdi: “Oradaki insanlar bir kamyon kazasında ölen insanlar değil. Oradaki insanlar bir bina yıkılmış altında kalmış insanlar değil. Hepsi toplumsal bir bellek, bir damar... Bu toplumun bir damarı. Aynı zamanda oradaki duruş, oradaki savaş iki düşmanın karşı karşıya gelip birbirini yok etmesi değildi. Uygarlığın, devletin devlet zihniyetinin toplum üzerine geliş biçimiydi. Kendi benliğini, kendisini devlete satmayan, kendisini devlete kurban etmeyen, kendisini devlete pazarlamayan bir kültürün, binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan bir kültürün, bir halkın direnişiydi.”
‘HEVAL BRUSK’TA KURTARMAYA ÇALIŞTIĞIMIZ PKK RUHUYDU’
Engin, katliam esnasında yaşadığı bir olayı da şöyle anlattı: “Komutanımız Brusk arkadaş şehit düşmüştü. Üzerine taş düşmüştü. Onu kaybettiğimizde her şeyimizi kaybettiğimiz sandık. Saatlerce Heval Brusk’un başında kaldık. Üzerimize yağmur gibi roket yağıyordu. Normal bir durum değildi. Ama roketleri hissetmiyorduk. Arkadaş taşın altında kalmıştı, bütün çabamız o arkadaşı oradan çıkartmaktı. Heval Brusk’ta bizim kurtarmaya çalıştığımız neydi gerçekten. Sadece bir can mı? Bir can için kimse o kadar dayanamaz. Aslında bizim Heval Brusk’ta kurtarmaya çalıştığımız PKK ruhuydu. Bir PKK’li komutandan aldığımız histi, ruhtu. O inançla biz onu kurtarıyorduk aslında. O yüzden ölümü çok takmadık, hissetmedik. Çünkü sanki ölümün arasında, avuçlarının arasında onu kurtarmaya çalışıyorduk ve birçok arkadaş da öyle. Heval Brusk’un başında beklerken genç arkadaşlara seslendim, “uçaklar yine vuracak çıkın buradan” diye çıkmıyorlardı. Heval Ruken’in sesi geliyordu, kimisi onun başındaydı. Bütün çabalar o arkadaşları kurtarmaya yönelikti. Biz neyi kurtarmaya çalışıyorduk gerçekten? İnançlarımızı kurtarmaya çalışıyorduk aslında. Yaşamımızı kurtarmaya çalışıyorduk. Hem de o kadar yoğun yağan roketin altında, o kadar dehşetin altında. O kadar çığlığın, iniltinin, kan kokusunun içinde kurtarmaya çalıştığımız bir şeyler de vardı. Geliyê Tiyarê hem bunları öğretiyor hem de yaşamımızın nasıl yaşanılması gerektiği noktasında bizlere ders veriyor. Bu yaşam böyle kurtarılıyor, böyle yaratılıyor. O zaman bu yaşam böyle yaşanılıyor, bu yaşam böyle özgürdür. Eğer savaşta yaşadığımız, şehit düşen arkadaşların yarattığı psikoloji yarattığı ruha uygunsa doğru bir yaşamdır. Buna uygun bir yaşamsa örgütlü bir yaşamdır. Buna uygun bir yaşamsa gerçekten özgürlüğe bağlı bir yaşamdır.”
Yaşamla şahadet arasındaki bağı daha iyi kavradıklarını, bunun bir hakikat, soyut bir duygu, kurgu olmadığını ifade eden Engin, bu yaşamı yaratanların o değerler olduğunu söyledi. Yoldaşı için fedai olabilen, yoldaşı için can verebilen, yoldaşını kurtarabilen, yoldaşını kendisinden daha fazla düşünebilen, toplumu kendisinden daha fazla düşünebilen, toplumun özgürlüğünü kendi özgürlüğünde gören, ikisinden kopmayan bir yaşam olabilmişse ve kapitalizme, kapitalist sistemin yarattığı uygarlığa reddedebilirse reddi varsa bir insanın böylesi bir yaşam uygun olduğuna vurgu yapan Engin, kendilerinin orada reddettiği sadece ölümün olmadığını, onların reddettiği karşılarında duran düşmanın, egemenin o kibrinin, o tüketiciliğinin, bir insan, bir güç olarak katliamlardan bu kadar zevk alması olduğunu dile getirdi.
‘ORADA PKK’NİN RUHUNA OLAN BİR İNANÇ VARDI’
Sağ kurtulmasını yaşamlarını yitiren gerillalara borçlu olduğu söyleyen Engin, “Şuanda hayatta isem çatışan arkadaşların sayesindedir. Onlar çatışmasaydı o yaralı halimle büyük ihtimal ya düşmanın eline geçerdim ya da hayatta olmazdım. Geliyê Tiyarê’de bu kadar çok kaybın olmasında hem düşmanın üstümüze geliş biçimi, vahşeti çok ağırdı hem bu vahşete karşı duruş ve ruh çok güçlüydü hem de PKK’nin ruhuna olan bir inanç vardı” diye kaydetti.
‘BÜTÜN BENLİĞİMİZLE KENDİMİZİ YAŞAMA ADAMIŞTIK’
Orada yaşamlarını yitiren gerillaların moral düzeyini de anlatan Engin, son olarak şunlar dile getirdi: “Orada kendimizi çok güçlü hissediyorduk. Sanki insan olmaktan çıkmıştık, soyutlanmıştık. Başka bir varlıktık sanki. Arkadaşlar çok soğukkanlıydılar. Şehit düşen arkadaşların başında bekleyen genç arkadaşlar çok soğukkanlıydılar. Acayip bir kuvvet vardı bizde. Sanki bizde acı, sıkı, gözyaşı hepsi kaybolmuştu, onu hissetmez hale gelmiştik. Sanki roket bedenlerimize işlemiyor gibiydi. Geliyê Tiyarê katliamı esnasında ulaştığımız ruh hali başka bir haldi. Mesela şuanda yanımıza bir taş düşse dönüp bakarız. Ama o vakit arkamıza kazan düştü dönüp bakmadık. Başka bir ruha girdik. Başka bir şeyle bütünleştik. Oradaki güç ve kuvveti inançlardan aldığımız için bizi hiçbir şey yıldırmıyordu. İnandığımız değerler vardı. Yaşam olarak gördüğümüz, uğruna yaşamayı istediğimiz, uğruna hayallerimizin olduğu bir direniş, bir mücadele var. Ve biz o anda sadece o hayallerimizle, o duygularımızla, o maneviyatımızla oradaydık. Güçlüydük gerçekten. Bambaşka bir hırs vardı bizde. Yani düşmana karşı, düşmanın yaptıklarına karşı bambaşka bir hırs vardı. Sanki Geliyê Tiyarê’de bütün evrenle bütünleştik. Başka bir şeydi, başka bir şeye erdik orada. Arkadaşlarda o ruh hali çok fazla vardı. “Heval, düşman üzerimize geliyor, bombalarınız hazırlayın” derken sanki normal bir şeymiş gibi davranılıyordu. Biz orada, o eylemde böylesi bir morale sahiptik. Bütün benliğimiz ile kendimizi yaşama adamıştık. Orada arkadaşları yürüten de oydu aslında. Bütün benliğiyle yaşama adanmanın vermiş olduğu ruh haliydi. Yaralı arkadaşlarla konuşurken, inleyen arkadaşlarla konuşurken o ruh haliyle konuşuyorlardı. Yani böyle dehşeti, çığlığı örten, aşan bir ruh halimiz vardı, bir maneviyatımız vardı.”