Efrîn insanlık sınavıdır

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu'nun Efrin Direnişi ve Türk devletinin saldırılarına ilişkin Yeni Özgür Politika Gazetesi'nde yayımlanan makalesi...

Efrîn Direnişi herkesin tutumunu netleştiriyor. Efrîn’de Türk devlet işgaline yaklaşım siyasi bir ahlaktan öte, insani bir yaklaşıma sahip olup olmama ölçüsü haline gelmiştir. Kuşkusuz Efrîn’e yaklaşım aynı zamanda demokrat olup olmamanın da ölçüsüdür. Son 5-6 yılın en önemli konusu DAİŞ’in insanlık dışı saldırıları olmuştur. DAİŞ “Irak ve Suriye’de devlet kuracağım” derken, en ağır saldırılarını bir taraftan Kürtlere yaparken, diğer taraftan Avrupa dahil tüm insanlığa yönelik bir saldırıya geçmiştir. Şengal’de Êzîdî Kürtleri ve Kobanê’de ise Sünni Kürtleri tümden ortadan kaldırma saldırısı yapmıştır. Kadın, çocuk, yaşlı demeden katliamlar yapmıştır. Irak ve Suriye'de kendisi gibi düşünmeyen Araplara yönelik de katliamlar gerçekleştirmiştir. Avrupa’da DAİŞ’in yaptığı saldırılarda onlarca yüzlerce insan hayatını kaybetmiştir. Bu yıllarda tek yönelmediği ülke, yıllardır cirit attığı Türkiye olmuştur. AKP iktidarına ve AKP iktidarı yandaşlarına yönelik tek bir eylem yapmamıştır. Ancak Türkiye sınırları içinde Kürtler ve demokrasi güçlerine yönelik katliamlar yapılmıştır. Yine İstanbul’da yabancıların bulunduğu yerlere yönelik birkaç eylem yapılmıştır. Bu eylemlerin hiçbiri AKP iktidarına yönelik değildir. Aksine AKP iktidarına muhalif kesimler hedeflenmiştir. Özellikle AKP için çok kritik seçimler olan 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri öncesi AKP'nin muhaliflerine, yani demokrasi güçlerine yönelik saldırı DAİŞ için AKP'nin iktidarda kalmasının ne kadar önemli olduğunu ortaya koyar. Veya AKP'nin bu kritik seçimler öncesi DAİŞ’i nasıl kullandığını gösterir.

AKP'nin El Nusra’yı nasıl desteklediği, Rojava Devrimi’nin ilk yılında açıkça görülmüştür. El Nusra, Ceylanpınar üzerinden Serêkanîye’ye saldırtılmıştı. Ancak El Nusra Serêkanîye’de yenilgiye uğramıştır. AKP iktidarı daha sonra sadece El Nusra ve ÖSO’yu değil, DAİŞ’i de desteklemeye başlamıştır. Bunlar üzerinden Suriye ve Ortadoğu politikasında etkili olmak istemiştir. Bunları Suriye rejimine ve Kürtlere karşı kullanmak için desteklemiştir. Ayrıca daha sonra bu güçleri tasfiye etme temelinde bir pazarlık gücü olarak elinde tutmuştur. Besleyip palazlandırma ve sonra da pahalıya satma gibi bir politika izlemiştir. Bu yönüyle dünya siyasi tarihinde en kirli ve çirkin politikalardan birini bu yıllarda AKP iktidarı ve onun lideri Tayyip Erdoğan yürütmüştür. AKP iktidarının DAİŞ’in güçlenmesinde, sadece Suriye, Irak ve Kürdistan'da değil, dünyanın her yerinde katliamlar yapmasında Türkiye'nin sorumluluğu vardır. Çünkü Türkiye DAİŞ’in otobanı ve lojistik üssü haline gelmiştir. Binlerce DAİŞ’li Türkiye'den geçerek Suriye ve Irak’ta savaşmaya gitmiştir. Til Abyad ve Cerablus DAİŞ’in elinde olduğu sürece AKP iktidarı hiçbir biçimde rahatsız olmamıştır. Aksine oralar DAİŞ’in nefes borusu olmuştur. Hatta Antep ve Urfa DAİŞ’in serbest hareket ettiği sınır şehirleri olmuştur. Buralardaki mülteci kampları DAİŞ ve diğer çetelerin üsleri haline getirilmiştir. Bu mülteci kampları MİT ile DAİŞ ve diğer çete örgütlerinin ilişki kurduğu mekanlar olarak kullanılmıştır.

TÜRK DEVLETİ-DAİŞ İLİŞKİSİNİ DÜNYA BİLİYOR

AKP iktidarı 2016 ve 2017’ye kadar DAİŞ’le ilişkilerini sürdürmüştür. Ne zamanki DAİŞ’in yenileceğini ve DAİŞ konusunda çok zor duruma düşeceğini anlayınca bu ilişkilerini sınırlamış ve kendisinin de DAİŞ karşıtı olduğunu söylemeye başlamıştır. Özellikle Kobanê’yle Efrîn arasının SDG’nin eline geçmesi ihtimali ortaya çıkınca ve buraların DAİŞ tarafından korunamayacağını görünce DAİŞ karşıtı söylemini arttırmıştır. Bu alanın SDG’nin eline geçmemesi için de Halep’teki çeteleri İdlib’e çekerek bunun karşılığında Cerablus ve Bab’a girmiştir. Buralara DAİŞ karşıtı olduğundan değil, Kürt karşıtlığından girilmiştir.

Türk devletinin DAİŞ ile ilişkisini tüm dünya bilmektedir. En fazla da Rusya bilmektedir. Avrupa ve ABD de bilmektedir. Kürtler DAİŞ’i yenilgiye uğrattıktan sonra Türk devletinin DAİŞ karşıtıyım demesinin ne anlama geldiğini bir çocuk bile anlar. Musul DAİŞ’in eline geçince Türk konsolosluk çalışanları DAİŞ kontrolüne geçmişti. Sonra bunlar bir pazarlıkla serbest bırakıldı. Zaten Türkiye elindeki DAİŞ’lilerden kurtulmak istiyordu. Dönemin Musul Konsolosu CHP Milletvekili Öztürk Yılmaz, oradaki polis korumalarının DAİŞ’le nasıl dost olduğunu anlatmıştır. Aslında TC Konsolosu ve çalışanları AKP iktidarı tarafından bilerek orada bırakılmıştı. İsteseydi DAİŞ hakim olmadan boşaltabilirlerdi. Ancak AKP iktidarı Musul Konsolosluğu ve oradaki istihbarat elemanları üzerinden DAİŞ’le ilişki kurmak için kalmasını sağlamıştı. Musul Konsolosluğu bir yönüyle MİT’in de çalıştığı bir merkezdir. Yakalanan MİT üyeleri Hewler Konsolosluğu’nun MİT’in merkezi olduğunu, MİT’in Başûrê Kurdîstan'daki faaliyetlerinin oradan örgütlendirildiğini, konsolosluğun ise bu faaliyetlerin örtüsü olduğunu söylemişlerdir. Şu anda da Hewlêr Konsolosluğu böyle bir rol üstlenmiş bulunmaktadır. Musul Konsolosu Öztürk Yılmaz’ın açıklamaları, AKP iktidarının DAİŞ ilişkisini göstermektedir. Hatta Öztürk Yılmaz bildiklerinin çok azını söylemektedir.

DAİŞ’in güçlenmesinde en fazla rolü olan, dolayısıyla tüm cinayetlerde sorumluluğu bulunan AKP iktidarı şu anda DAİŞ’i yenilgiye uğratan Kürtlere saldırmakta, sivilleri katletmekte, DAİŞ’e karşı direnen yerleri işgal etmektedir. DAİŞ’e karşı en büyük mücadeleyi kim vermiştir? Şengal’de, Kobanê’de ve tüm Suriye'de DAİŞ’i kim yenilgiye uğratmıştır? Gerilla ve sivil beş bin Kürt DAİŞ’e karşı savaşta şehit düşmüştür. On binden fazla gazisi olmuştur. Kürtler hem Rojava’da, Kuzey Suriye'de, hem de Başûrê Kurdîstan'da ve Suriye'de DAİŞ’e karşı direnerek DAİŞ’i yenilgiye uğratmışlardır. DAİŞ’i karadan yenilgiye uğratanların kesinlikle Kürtler olduğu açıktır. Hiç kimse DAİŞ’i Kürtlerin ve Kürtlerle birlikte hareket eden Arapların, Süryanilerin yenilgiye uğrattığını inkar edemez. Bu gerçeği inkar etmek, dünya dönmüyor demek kadar yalan ve gerçek dışı olur.

DAİŞ’İ KÜRTLER YENİLGİYE UĞRATTI

DAİŞ büyük oranda yenilgiye uğratılmışken ve bunda da en büyük rolü Kürtler oynamışken şimdi DAİŞ’i yenilgiye uğratmada binlerce evladını şehit vermiş Rojava Kürtlerine Türk devleti saldırmaktadır. Hem de DAİŞ’e karşı mücadelede Kürtleri alkışlayan, takdir eden güçlerin onayı ve cesaretlendirmesiyle! Türk devleti şimdi DAİŞ’i yenilgiye uğratmış Kürtleri düşman ilan ederek saldırmaktadır. Hem de Kürtleri ve DAİŞ’e karşı savaşanları terörist ilan ederek! Bunu da DAİŞ karşıtı olduğunu söyleyen ve DAİŞ’in katliamlarına uğrayan Avrupalılar, ABD’liler ve Ruslar’ın göz yummasıyla yapıyor. Rusların Türk devletiyle açık pazarlık yaptıkları, Efrîn karşılığında ekonomik ve siyasi taviz kopardıkları için çok fazla üzerinde durmayacağız. Ruslar Türkiye ile insanlık tarihinin en kirli pazarlığını yapmıştır. Hava sahasını açarak Türk devletinin işgaline kapıyı açmıştır.

Türkiye bu işgalin meşruiyetini ise Avrupa ve ABD'nin sessizliğinden almaktadır. Orantılı güç kullanın, fazla sivil öldürmeyin demek, işgal edebilirsiniz, işgal etmenizi meşru görüyoruz, ama şuna buna dikkat edin demektir. Zaten Türkiye'nin güvenlik kaygılarını anlıyoruz diyerek işgale meşruiyet kazandırmışlardır. Yani DAİŞ’i yenilgiye uğratanların DAİŞ’i destekleyenler tarafından saldırıya uğramasının suç ortağı olmuşlardır. Aslında Türk devleti DAİŞ’e destek verdiği için ödüllendirilmiştir. DAİŞ’i yenilgiye uğratanların, DAİŞ’i büyütenler tarafından saldırıya uğramasına onay vermek başka anlama gelmemektedir. Bundan daha büyük ahlaksızlık ve vicdansızlık olabilir mi? Bu tutum en az Rusya’nın tutumu kadar kirlidir. Hem DAİŞ’e karşı mücadelede Kürtler övülecek ve Kürtlerin yanında olduğunu söyleyecekler, ama DAİŞ büyük oranda yenilince, yıllarca DAİŞ destekçisi olan bir gücün saldırısına göz yumulacak! Bunun izah edilecek bir yanı yoktur. Tek bir biçimde izah edilebilir; o da bu ülkenin insani, ahlaki ve vicdani hiçbir değere sahip olmadığıdır. Tümden bir yozlaşmayı ve çürümeyi yaşadıklarıdır. Türkiye kendisi yozlaştığı ve kirlendiği gibi, kendisiyle birlikte ilişkide olduğu her siyasi gücü de kirletmekte ve çürütmektedir. Şu anda, yakın zamana kadar DAİŞ’e karşı Kürtlerin yanında olduğunu söyleyen devletlerin, ülkelerin ve siyasi güçlerin içine düştüğü durum budur.

ALMANYA TÜRKİYE’NİN TEHDİTLERİNE TESLİM OLMUŞTUR

Bu konuda Almanya’ya özel bir yer açmak lazım. Almanya çok kirli bir politika izlemektedir. Ya da Türkiye'nin tehdit ve şantajlarına teslim olmuştur. Türkiye bizzat kendisinin çektiği mültecilerle Almanya’yı tehdit etmiştir. Belki bir kesim mülteci kendileri yüzünü Türkiye'ye çevirmiştir. Ancak büyük bölümünü sınırları açarak ve teşvik ederek kendisi Türkiye'ye çekmiştir. Bunlar üzerinden Suriye'deki örgütleri kontrol altına alma ve bunları Suriye politikası üzerinde bir siyasi enstrüman olarak kullanmak istemiştir. Bu politika boşa çıkınca bu defa mültecilerin yönünü Avrupa’ya yönelterek, Avrupa üzerinde şantaj yaparak Suriye politikasına destek olmalarını sağlamaya çalışmıştır. Esas olarak kendi yarattığı mülteci sorununu Avrupa üzerine yıkarak onlardan siyasi ve ekonomik tavizler almaya yönelmiştir. Halbuki Türkiye mülteciler konusunda ne ekonomik ne de siyasi olarak bir zarar etmiştir. Belki toplumsal olarak bazı sorunlar yaşamıştır; bunu da elde ettiği ekonomik ve siyasi kazançla tolere etmiştir. Son yıllarda tüm Suriyeliler ucuz köleler gibi çalıştırılmıştır. Onların Suriye'den çıkardıkları servetler Türkiye'de eritilmiştir.

Almanya hem Türkiye'nin mülteci şantajına boyun eğmiş, hem de geçmişte olduğu gibi Türkiye ile kirli ekonomik ve siyasi çıkar ilişkisini sürdürmüştür. Almanya hiçbir ahlaki, vicdani ve siyasi ilkesi olmadığından Türk devletinin soykırımcı Kürt politikasına ortak olmaktadır. Tamamen Kürt düşmanı politika izlemektedir. Türkiye Kürtlere karşı kullandığı silahların büyük bölümünü ABD, İngiltere ve İsrail’den aldığı gibi, önemli bir bölümünü de Almanya’dan almaktadır. Türk devleti şu anda Kürtlere karşı ABD uçakları, ABD ve İsrail İnsansız Hava Araçları ve Alman tankları ve teknolojik araçlarıyla savaşmaktadır. Almanya sadece tankla değil, birçok askeri aparatla Türkiye'nin Kürtlere karşı yürüttüğü savaşa ortak olmaktadır.

Almanya’nın son zamanlarda tüm Kürtlerin ortak rengi olan Sarı, Kırmızı ve Yeşil renkleri yasaklaması Kürt düşmanlığıyla ilgilidir. DAİŞ’e karşı savaşan YPG ve YPJ bayraklarının yasaklanması, aslında tüm Rojava düşmanlarıyla ortaklık yaptığını göstermektedir. Rojava Devrimi’nin en büyük düşmanı Türk devletidir, DAİŞ’tir ve El Nusra’dır. Türkiye şu anda Kürtler üzerinde soykırım politikası yürütüyor. Almanya nasıl değerlendirirse değerlendirsin, Türkiye'nin Kürt politikası soykırımcıdır. Tek millet ve tek vatandır. Yani Türkler dışında hiçbir halk yoktur. Kürdistan da Türk uluslaşmasının yayılma alanıdır. Almanya, Kürt soykırımının ortağı oluyor. Alman hükümeti “biz Kürt soykırımının ortağı olmuyoruz” diyemez. Çünkü Türkiye'nin en temel politikası budur. Bu politikaya da en fazla Almanya destek veriyor. Türkiye'nin demokrasi düşmanlığı da Kürt düşmanlığından ileri geliyor. Bu açıdan Almanya AKP-MHP faşizminin demokrasi düşmanı karakterini de destekliyor.

Almanya, Deniz Yücel bırakılırsa ilişkiler düzelir, dedi ve Deniz Yücel bırakıldı. Herhalde bu kirli pazarlıktan en fazla Deniz Yücel rahatsız olmuştur. Almanya ve Türkiye silah ticaretinde anlaşınca, Almanya’yla tank başta olmak üzere silah satışında anlaşınca Deniz Yücel bırakıldı. “AKP-MHP faşizmi tankları aldı, Yücel’i bıraktı” demek doğru olur. Deniz Yücel böyle bırakılmayı istemezdi. Hiçbir suçu yokken rehin alındı ve Almanya bu şantajlara teslim oldu.

TÜRKİYE’DE YARGI TAMAMEN SİYASİLEŞTİ

Almanya bir-iki Alman uyruklu gazeteci bırakılınca Türkiye ile ilişkiyi düzeltecek! Almanya’nın bir siyasi ahlakı ve demokratik ilkesi olmadığı bir kez daha görüldü. On binden fazla Kürt sadece Kürtlerin siyasi taleplerini dillendirdiği, Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamını istemekten vazgeçmediği için tutuklu bulunuyor. Her gün onlarca Kürt siyasetçi ve demokrat tutuklanıyor. En son Demokratik Bölgeler Partisi Eşbaşkanı Mehmet Aslan, HDK Eş sözcüsü Onur Hamzaoğlu ve ESP Eşbaşkan Yardımcısı Fadime Çelebi tutuklandı. HDP Eşbaşkanı Serpil Kemalbay da hala gözaltındadır. Barış savunucuları gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor. Efrîn işgaline karşıyım diyen herkes tutuklanıyor. Öyle insanlar tutuklanıyor ki, herkes şaşırıyor. Böylece tüm insanlara konuşmamaları, hatta düşünmemeleri için gözdağı veriliyor. Bu tutuklamalar ve insan hakları ihlalleri o kadar sıralanabilir ki, listenin sonu gelmez. Bu kadar tutuklama ve zulüm olacak, ama iki kişi bırakılınca Türkiye ile ilişkiler düzelecek! Bundan daha ilkesiz, beli kemiksiz, ahlaksız, vicdansız ve kirli politika olabilir mi?

Önüne geleni tutukluyor, ondan sonra “bizde bağımsız yargı var, mahkemeleri sürüyor, suçsuzlarsa bırakılırlar” denilerek dünya ile alay ediliyor. Deniz Yücel’in bırakılması, Türkiye'de yargının tamamen siyasileştiğinin kanıtıdır. Bir yıldan fazladır siyasi kararla tutuklandı, bırakılması da siyasi kararla oldu. Gazeteci ve yazar olan Ahmet Altan, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak ve başka birkaç gazeteciye sadece bir televizyon programında düşüncelerini söylediklerinden dolayı müebbet hapis cezası verdiler. Bu cezalar kesinlikle Saray Gladiosunun emriyle verilmiştir. Şu anda tüm gözaltılar, tutuklamalar ve bırakılmalar kesinlikle siyasi nedenlerle yapılıyor. Eskiden bunu Fethullahçılarla birlikte yapıyorlardı, şimdi AKP diğer faşist ittifaklarıyla birlikte yapıyor. Onur Hamzaoğlu ve Fadime Çelebi’yle birlikte başkaları da gözaltına alındı. Bunların hangisinin tutuklanacağı, hangisinin bırakılacağı kararını da siyasi irade, daha doğrusu Saray’a bağlı kurumlar ve kişiler veriyor.

Almanya şu anda Türkiye ile en kirli ilişki yürüten ülkelerin başında geliyor. Tayyip Erdoğan diktatörünün ayakta kalmasını sağlıyor. Tayyip Erdoğan başta Almanya olmak üzere tek ilkeleri çıkar olan ülkelerin desteğiyle ayakta kalıyor. Kürtler üzerinde soykırım politikası yürütüyor. Demokrasi güçleri üzerinde baskı kuruyor.

Anlaşılıyor ki Almanya’nın zaman zaman Tayyip Erdoğan ve AKP'ye eleştirileri daha fazla taviz koparmak içinmiş. Türkiye'nin Kürt ve demokrasi güçleri düşmanlığına karşı çıkma yerine, Türkiye'nin bu düşmanlığını ve Kürt zaafını daha fazla çıkar elde etmek için kullanıyor. Almanya tarihi olarak çok ağır bir töhmet altına gireceği bir politika yürütüyor. Almanya yöneticileri 20. yüzyılda Alman ulusunu töhmet altında bırakan politikalar içine girdiler. Hiç değilse demokrasi ve özgürlük yüzyılı olan bir çağda Alman yöneticileri bundan uzak dursunlar. Yoksa mazlumların ahı Almanya’yı da iflah etmez. Bu kadar soykırıma ortak olan bir ülke kirlenir. Kürt soykırım töhmetiyle yaşamak da kimseye hayır getirmez. Dolayısıyla Almanya AKP-MHP faşizminin demokrasi düşmanlığını ve Kürt soykırım politikasını cesaretlendirmemeli ve ortak olmamalıdır.