Dünden bugüne KDP ve Kürdistan Politikası – 1
Kürdistan Demokrat Partisi'nin (KDP) kuruluş felsefesine, amaçlarına, hangi güçlere yaslandığına, bugüne kadar Kürtler ve Kürdistan açısından nasıl bir rol oynadığına bakmak gerekiyor..
Kürdistan Demokrat Partisi'nin (KDP) kuruluş felsefesine, amaçlarına, hangi güçlere yaslandığına, bugüne kadar Kürtler ve Kürdistan açısından nasıl bir rol oynadığına bakmak gerekiyor..
25 Nisan'da Türk devleti, Şengal'de YBŞ ve HPG güçlerine, Rojava'nın Derik kentine bağlı Qereçox alanında bulunan YPG-YPJ karargahına yönelik hava harekatı gerçekleştirdi. Bu saldırıların ulusal, bölgesel ve uluslararası yankıları devam ediyor.
Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, "KDP'yi ve Sayın Barzani'yi bilgilendirdik" açıklamasından sonra gözler KDP'ye ve KDP yönetimine çevrildi. KDP'nin istihbaratı, Peşmerge Bakanlığı ve hükümet yetkilileri, saldırıdan PKK'nin Şengal'deki varlığını sorumlu tutuyor. Bu zihniyete göre Kürdistan topraklarına saldıran işgalci güçler değil, Kürtlerin Kürdistan'daki varlığı suç oluyor. Bu zihniyete göre bakacak olursak, 1925, 1938 katliamlarından Türk devleti değil Şêx Said ve Seyit Rızalar; Enfal'den ve Halepçe'den BAAS rejimi değil Talabani ve Mesut Barzani; Mahabad'ın yıkılmasından ve katliamından İran rejimi değil Qazî Muhammed; 2004 yılı Qamişlo Katliamı'ndan Esad rejimi değil özgürlük talep eden Rojava Kürtleri sorumludur.
Hem Türk devletinin gerçekleştirdiği saldırılar hem de KDP'nin saldırılarda işgalcileri ve katliamcıları değil PKK'nin varlığını sorumlu tutan söylemleri, Kürt kamuoyunda ve Kürt örgütlerinde büyük bir öfke ve tepkiye neden olmuş durumda.
Türk devletinin böylesi saldırılara, hatta hem Rojava'ya hem de Şengal ve Medya Savunma Alanları'na dönük kapsamlı hava ve kara harekatlarına hazırlandığı çokça yazılıp çiziliyor. PKK'nin yönetim kademesine yönelik suikast planları yapıldığına dair bilgi ve belgeler yayınlanıyor. Türk devletinin bu tür amaçlarını tek başına gerçekleştirmesinin imkansız olduğu ve KDP yönetimi ile KDP istihbaratının böylesi operasyonel hazırlıklar için Türk devletiyle istihbarat paylaşımında bulunduğu, bizzat Mesut Barzani'nin Güneyli Kürt aşiret liderleriyle ve Êzîdî kanaat önderleriyle "PKK'ye karşı savaşın!" toplantıları yaptığı, basına yansımış durumda.
NEYİ AMAÇLIYOR?
Kürt halkı ve kamuoyu, KDP'nin neden böyle bir tutum içinde olduğunu soruyor. KDP'nin içine girdiği tutum, bazı çevreler tarafından 'anlaşılmaz' bulunuyor. Dört parça Kürdistan'da faaliyet yürüten birçok siyasi akım, parti ve hareket asgari taleplerde ortaklaşabiliyorken, en azından işgalci devletlerin güçleriyle ortak hareket etmek yerine Kürt partilerine yakınlaşmaya çalışıyorken, neden KDP ve destekçisi güçler Türk sömürgeciliğine bu denli kaderini bağlayarak diğer Kürt partilerine ve Kürt halkına sırtını dönüyor? Hangi güç ya da düşünce, hangi politika veya strateji/taktik, KDP'yi böyle bir tutuma itiyor? Türk ordusunun Güney Kürdistan'daki varlığına halkın yoğun tepkisine rağmen göz yuman KDP, neden PKK'nin varlığından rahatsız oluyor?
Bugün belki de bütün Kürtlerin (KDP'ye oy verenler dahil) kafasını meşgul eden sorular bunlar...
Bu sorulara 'partisel veya aşiretsel iktidar hesapları' ya da 'ekonomik çıkar ilişkileri' diyerek yanıt vermek mümkün olmadığı gibi pek inandırıcı da olmasa gerek. KDP'yi böyle bir tutuma iten derin ve çok daha önemli sebeplerin olması gerekiyor.
Bu sorulara doğru ve tatminkar yanıtlar bulmak için Kürdistan Demokrat Partisi'nin (KDP) kuruluş felsefesine, amaçlarına, hangi güçlere yaslandığına, bugüne kadar Kürtler ve Kürdistan açısından nasıl bir rol oynadığına bakmak gerekiyor.
KDP'nin Kürdistani bir parti olmadığını söylemenin birçok kişi ve çevre tarafından tepkiyle karşılanacağı aşikar. Ama yazının ilerleyen bölümlerinde göreceğiz ki KDP, aslında bağımsız Kürt kimliği ve duruşunu tasfiye etmek amaçlı 1925'lerde kurgulanmış ve 1945'lerde kurulmuş bir partiden öte bir oluşum değil. Acı da olsa, KDP ve önderliğinin çıkarlarının Kürt özgürlük çizgisini ve eğilimini ekarte etmekten geçtiğini belirtmek gerekiyor. Söz konusu yapı bunu başardığı oranda yaşam şansı bulacak, başaramadığı anda yok olup gidecektir. Tarihi bağlamda ve güncel anlamda misyonunun bu olduğu gerçeği, ontolojik olarak ana kumanda merkezine/gücüne hizmet etmeyi gerekli kılıyor. KDP'nin içerisinde bulunduğu tutumu bu 'emre itaat' yasasından başka sebeplerle izah etmek pek mümkün görünmüyor.
KDP'nin kur(dur)uluş felsefesine ve gelişim seyrine baktığımızda göreceğimiz bir diğer önemli husus ise KDP'nin demokratik (isminde olan ama esamesi okunmayan) ve Kürdistani bir çizgiye çekilmesi uğraşının gerekli ama bir o kadar da zor bir olasılık olduğudur. Özgürlük talep eden güçlerin KDP ile ilişkileri, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın ulus devletlerle ilişki bağlamında öngördüğü 'karşılıklı birbirini tanımaya dayalı ikili otorite' çerçevesinde mümkün görünüyor. Halihazırda KDP siyaseti ve liderliği (Kuzey'de öz yönetim direnişleri, Şengal'deki PKK varlığı, Doğu Kürdistan'daki PJAK ve Rojava Devrimi'ne karşı tavrı göz önüne alındığında) özgürlük güçlerini tanımak bir yana tasfiye etmeyi hedeflediğine göre demokratik bir uzlaşı ufukta görünmemektedir. Geriye kalan olasılık ise Kürtlerin ezici çoğunluğunun hiç de yaşamak istemediği çatışma olasılığıdır. Yaşanan gelişmeler, gün be gün bu olasılığın daha da yakınlaştığına işaret ediyor.
Dolayısıyla KDP'den, KDP önderliğinden ve siyasetinden Kürt ulusal çıkarlarını gözetmesi beklentisinin çok naif ve iyimser bir tutum olacağını, aksi istikamette tavırlar sergilemesinin ise kuruluş felsefesinin gereği olduğunu belirtmek durumundayız. KDP'nin kuruluşundan günümüze kadar dört parça Kürdistan'da yaşanan gelişmeler karşısında takındığı tavra bakarak böyle bir değerlendirme yapabiliriz. Bu tespiti yapmaya götüren analizimizde bir kronoloji yaparak KDP'nin bugün içinde bulunduğu siyaseti ve tutumu anlaşılır kılacak veriler sunmaya çalışacağız.
KDP'yi aslında TC'nin kuruluş dönemi CHP'sine benzetmek mümkün. Nasıl ki Osmanlı'nın dağılmasından sonra Mustafa Kemal ve arkadaşları Balkanlar'ı, Ege ve Akdeniz'i, Musul-Kerkük'ü verme karşılığında minimalist bir cumhuriyete ikna edilmişse KDP de Kürdistan'dan vazgeçilmesi karşılığında Güney Kürdistan devletçiği vaadiyle ikna edilerek yola koyulmuştur. KDP, daha kurulduğu dönemde emperyalist güçlerle böyle bir anlaşma imzalamış, bugüne kadar da bu ahde vefanın benzersiz bir örneğini sergilemiştir. Anadolu'daki Beyaz Türk ulusçuluğu nasıl geliştirilmişse, Irak Kürdistan'ındaki Kürt milliyetçiliği de (beyaz Kürt ulusçuluğu da diyebiliriz) özellikle Barzani ailesi üzerinden geliştirilmiştir.
Emperyalist güçler Kürtleri bir yandan 1925-1940 döneminde katliamlardan geçirmeye çalışırken, diğer yandan Kürdistan'ı 1926'da zorla parçalamakla yetinmemiş, Irak parçası üzerinde bu sefer kurtarıcı pozisyonda tuttukları bir Beyaz Kürt ulusçuluğunun temellerini atmışlardır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bu durumu, "Nasıl ki CHP ile Türk ulus-devleti gerçekleştirilmişse, Kürtlerde KDP ile Proto-Kürt ulus- devletçiği gerçekleştirilmiştir" şeklinde tanımlamaktadır.
Mahmûd Berzencî'nin yardımcısı Refik Hilmi'nin 1939'da Süleymaniye'de Hêvî örgütünü kurmasıyla KDP'nin temelleri atılır. 1943'te ise Irak yönetimine karşı isyan gelişir ancak İngilizlerin desteğini alan Irak ordusu saldırıya geçip Barzanilerin önderlik ettiği serhildanı bastırır. Yenilginin ardından Kasım 1945'te Mustafa Barzani, 10 bin peşmerge ile birlikte İran'a sığınır. Burada Komela'nın (Komelayî Jîyanaweyê Kurdistan) Irak Kürdistanı'ndaki kolu olan Rizgarî örgütü kurulur. Hêvî daha sonra kendisini feshederek Rizgarî'ye katılır.
22 Ocak 1946'da Doğu Kürdistan'da Mahabad Kürt Cumhuriyeti'nin ilanından cesaret alan Rizgarî ve diğer Kürt örgütleri, 16 Ağustos 1946'da Kürdistan Demokrat Partisi-Irak'ı kurar ve genel sekreterliğine Mustafa Barzani seçilir. Partiyi 1979'dan beri oğlu Mesut Barzani yönetiyor.
1961 AYAKLANMASI: TÜRK VE İNGİLİZ YÖNLENDİRMESİ
1920'lerde kıpırdanmaya başlayan ve beylerle şeyhlerin önderlik ettiği Kürt isyanları yenilgiyle sonuçlandıktan sonra 1945'lerde ilan edilen KDP'ler kendilerini çağdaş partiler olarak tanımlamaya çalıştılar. Qazî Muhammed'in idamından sonra önder figür olarak Mustafa Barzani öne çıktı. Mahabad'daki rolünden sonra (Mustafa Barzani burada askeri yetkilidir) Sovyetler Birliği'ne gitmiş, ardından 1958'deki Irak İhtilali'nden sonra dönmüştür. Irak ile uzlaşı şansı varken uluslararası konjonktür buna elvermeyince İngiltere ile Türkiye'nin silah desteği verdiği KDP, 1961'de BAAS ile çatışmalı bir sürece girdi. Peşi sıra 1964 uzlaşısı, KDP'yi bölünmenin eşiğine getirdi.
1940'lı yıllardan 1965'e kadar tek parti hükümranlığında ve BAAS rejiminin zulmü altında bulunan Güney Kürdistan siyaseti bağımsız bir çizgi tutturamadı. 'Aş-Betal' olayı olarak adlandırılan süreçte Mustafa Barzani önderliğine karşı muhalefete geçen İbrahim Ahmet ve Celal Talabani önderliği, İran'dan destek alarak 1975'te YNK'yi (Yekîtî Nîştîmanî Kurdistan) kurdu. Kopuştan sonra Türkiye destekli KDP ile İran destekli YNK'nin ilişkileri ve çelişkileri dış güçlerin de etkisi ve yönlendirmesi sonucu inişli çıkışlı, kavgalı ve gergin bir seyir izledi.
Her iki güç, 1975'ten sonra iki kanat halinde aynı hegemonik güçlerle (ABD, İngiltere, İsrail, İran ve Türkiye) ilişkilerini daha da geliştirerek federe ulus-devlet doğrultusunda mesafe kat ettiler. Modern Kürt ulusal hareketinin geliştirilemeyişi, Kürt üst tabakasının tarihsel oluşum tarzıyla (işbirlikçilik) bağlantılı olmakla birlikte bugüne kadar bu özelliğini, zihniyetini ve tavrını korumaya devam etmiştir.
Kürdistan'ın diğer parçalarında da önce KDP uzantıları oluşturulmuştur. Türkiye Kürdistanı'ndaki KDP uzantıları 1959'da 49'lar Davası, sonra 1965'te Türkiye-KDP olarak ortaya çıkmış; daha sonra T-KDP, KUK ve Stêrka Sor şeklinde kontrgerillanın denetiminde rol oynamışlardır. Rojava'da benzer biçimde KDP'nin uzantıları oluşturulmuş, İran KDP'si lideri Abdurrahman Qasimlo ve Sadiq Şerefkendi'nin katledilmesinden sonra Barzani KDP'si Doğu Kürdistan'daki KOMELA ve İran KDP'si üzerinde denetim kurarak bugüne kadar devam eden pasifikasyona (pacification (Fr.): Etkisizleştirme, direniş kırma) yol açmıştır.
KDP, 70'li ve 80'li yıllarda dört parça Kürdistan'da gelişen ya da gelişme eğilimi gösteren sol-sosyalist grupları ve oluşumları tasfiye etmekle kalmamış, diğer Kürdistan parçalarında kendisine bağlı uydu KDP'ler kurmuştur. KDP'nin tasfiye konsepti elbette ki başka örgütlerle de sınırlı kalmamıştır. Kendi içerisinde gelişme potansiyeli taşıyan özgürlükçü kesimleri de tasfiye etmekten geri durmamışlardır. KDP'nin, Türkiye KDP'sinin lideri Doktor Şivan (Sait Kırmızıtoprak) ve arkadaşlarını tasfiye ederek grubu dağıtması, bilinen en somut örneklerden olmaktadır. Benzer biçimde Güney Kürdistan'da da çok sayıda tasfiyeler gerçekleştirdikleri bilinmektedir.
Dönemin Türkiye KDP'si, PKK'nin kurulduğu dönemde "Marksizm-Leninizm'i Kürdistan'a sokmayız" diyerek tehditler savurmuş, çeşitli komplolar gerçekleştirmiştir. Aynı politika, daha sonraları hem siyasi hem de askeri anlamda devrede tutulmuştur. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 1985'te Mesut Barzani'nin Şam'da kendisiyle yaptığı görüşmede kendisine açıkça 15 Ağustos Hamlesi'nden vazgeçmelerini istediğini belirtmektedir.
Konu elbette ki politik çekişme ve partisel çıkarların çok ötesinde, ideolojik ve sistemsel boyuttadır. KDP, kurulduğu günden beri Kürdistan genelinde bir kontrol örgütü olarak destek görmüş ve NATO Gladio'sunun denetiminde ve bir parçası olarak hareket etmiştir. Emperyalist güçlerin yüz yılı aşkın bir süredir uyguladıkları politika, Ortadoğu'nun hegemonya altında tutulması için Kürt meselesinin çözümsüz bırakılmasını ve bu haliyle sorunun hep canlı tutularak çatışma zemini oluşturulmasını öngörür. Barzaniler ve KDP'ye biçilen rol, Kürdistan'da bu öngörünün hayata geçirilmesiyle yakından bağlantılıdır. Ancak PKK, Kürt sorunu konusunda çözüm ve barış vaat etmektedir ki bu çizgi, emperyalist güçlerin öngörüsüyle taban tabana zıt bir amaç anlamına geliyor. O halde KDP'nin 80'li yıllarda, 90'lı yıllarda olduğu gibi bugün de PKK'ye saldırması anlaşılır bir husustur.
KDP'Yİ KİM, NEDEN DESTEKLİYOR?
Vurgulanması gereken bir diğer husus ise, ABD başta olmak üzere uluslararası güçlerin KDP'nin özellikle Türkiye ile ilişkilerinden rahatsız olmakla birlikte KDP'ye biçilen misyonun gereği olarak desteğinin devam ettiği gerçeğidir. Günümüzde çekirdek Kürt ulus-devleti, kapitalist sistem açısından gerekli bir husus olmaktadır. Bu konuda Öcalan şu tespiti yapmaktadır: "Güçler ve ulus-devletler dengesinde Ortadoğu, son derece vazgeçilmez, stratejik bir role sahiptir. Genelde sistemin güvenliği ve petrol ihtiyacı, özelde İsrail'in güvenliği ve hegemonyası için Kürt ulus-devlet çekirdeğinden vazgeçilemeyeceği gibi güçlendirilmesi için ne gerekliyse o yapılmaya çalışılacaktır. Böylece sisteme 1920'lerde tasarlanan en önemli bir halka daha eklenmektedir. Sistemin başlangıcı için Beyaz Türk ulus-devletinin önemi ne ise, tamamlanması için de Beyaz Kürt ulus-devletinin önemi de odur."
Geçmişte olduğu gibi aslında bugün de PKK'nin KDP güdümüne girmesi, en azından devletçi çözümü kabul etmesi isteniyor. Uluslararası güçler, Kürt Hareketi'nin kendi öz gücüne dayalı, bağımsız ve özgür gelişmesini geçmişte olduğu gibi bugün de istememektedir. Bu bağlamda altı çizilmesi gereken bir nüans, bu güçlerin Kürt hareketine değil ama PKK tarzı bir harekete karşı olmalarıdır. Bu güçler, Kürdistan'a ve Kürdistan'ı egemenliği altında bulunduran devletlere yönelik politikalarıyla özgür ve özerk Kürdistan çözümünü geriletmeye çalışırken, KDP'ye biçilen asıl rol ise İran, Türkiye ve Rojava Kürdistanı'nda pasifikasyon uygulamalarına destek sunmasıdır. Bu temelde 1990'lı yılların başında Güney Kürdistan'da otonomi hareketi desteklenmiş, 2003 Irak Müdahalesi sonrası ise Kürt Federe devletinin inşasının önü açılmıştır.
Erdoğan'ın 1 Mart teskeresine atıfta bulunarak "2003'te Kuzey Irak'ta hata yaptık, Kuzey Suriye'de aynı hatayı yapmayacağız" dediği mesele, aslında söylediği tarihten çok önce başlamış bir süreç. Bu süreç, bugün çokça tartışılan TSK'nin Güney Kürdistan'daki varlığıyla direkt bağlantılı gelişmiştir. Aslında Erdoğan'ın 'hata' olarak tanımladığı süreç 2003 değil, 12 Temmuz 1991 çokuluslu Çekiç Güç'ün koruma sorumluluğu aldığı 'Güvenlikli Bölge' dönemine kadar uzanır. Türk askerinin NATO bünyesinde Saddam'a karşı bölgede konuşlanması (Türkiye'nin hedefi PKK'ydi), ironik olarak Güney Kürdistan'daki federasyonlaşma sürecini kabul etmek anlamına geliyor. O yıllardan itibaren Irak merkezi otoritesinin dışına çıkan ve kendi otonomisini fiili olarak kuran Güney Kürdistan, Saddam rejiminin yıkılmasından sonra Irak'ın yeni anayasa ile federal bir karakter kazanmasıyla birlikte federe bir yapı olarak resmiyet kazanmıştır.
Son yıllarda Hewlêr-Ankara trafiği ve uyumu ayyuka çıktı. AKP ile KDP yönetiminin milyarlarca dolarla ifade edilen kirli ekonomik ilişki ağlarıyla Güney Kürdistan'ın yeraltı ve yerüstü kaynakları Türk devletine peşkeş çekildi. KDP sadece Kürt politikası ve bölge siyasetinde AKP'nin işbirlikçiliğine soyunmakla kalmadı, içeride uyguladığı siyasetle de rol model olarak AKP'yi esas aldı. Güney Kürdistan'da siyasete darbe yapan KDP, parlamentoyu devre dışı bırakarak ve hukuksuz bir şekilde Goran'lı bakanları azlederek mutlak iktidarını zor yoluyla tesis etmek istiyor. Başkanlık seçimini yaptırmayan KDP, Güney Kürdistan Parlamentosu'nun toplanmasına izin vermeyerek ve yargı kurumlarını tekeline alarak adeta istediği gibi at koşturmaya çalışıyor.
Son yıllarda yaşanan siyasi ve toplumsal krizin yanı sıra gelir dağılımındaki adaletsizlik, memurların maaşlarının ödenmemesi, boykotlar ve yolsuzluklarla sık sık gündeme gelen Güney Kürdistan ekonomisi, bir avuç parazitin elinde can çekişiyor. Güney Kürdistan petrol bakanlığının verilerine göre aylık petrol geliri 1 milyar Dolar'ı bulan Güney Kürdistan'da yolsuzluklardan dolayı 15 milyar Dolar'lık borç açığı oluşmuş durumda. Gümrük ve petrol gelirlerinin akıbeti bilinmiyor.
25 yıldır iktidarda olan KDP'nin uyguladığı yanlış ekonomi politikaları tarım ve hayvancılığı bitirmiş, istihdam sahalarını alabildiğine daraltarak talana dayanan bir zümreyi zengin, halkı ise açlık sınırında yaşamaya mecbur bırakmıştır.
Türkiye'ye ucuz petrol ihraç eden Güney Kürdistan, hükümetin dışa bağımlı, yanlış ekonomik politikalarından ve yolsuzluklardan dolayı iflasın eşiğinde. Gelirinin yüzde 99.9'u ham petrol ihracatına dayanan Güney Kürdistan'da ithalatın yüzde 99'u petrol ihraç edilen Türkiye ve İran'dan sağlanıyor. Dolayısıyla ekonomik olarak bu ülkelere bağımlı olan bir yapının siyasi olarak bağımsız olması pek mümkün görünmüyor.
YARIN:
* KDP siyaseti can çekişiyor
* Güney Kürdistan halkı değişim istiyor
* Değişim dinamiği PKK, yok sayılıyor