Dağlara yolculuktan notlar 2-Şahin Can

Dağlara yolculuktan notlar 2-Şahin Can

Yeni bir ekonomi, yeni bir endüstri

Sabah altıda gerillaların Rojbaşıyla uyandım. Deliksiz bir uykuydu. Kalkar kalkmaz kendimi hiç de yeni uyanmış gibi hissetmedim.  Buraların havası çok güzel. Hava da şansıma sıcak ve güneşli. 

Sabah kalktığımda kampa dün gece dört gerillanın daha gelmiş olduğunu öğrendim. Gerilla, gece gündüz demeden yürüyor. Burada her şey o kadar çabuk değişiyor ki!

Kahvaltı sofrasını yine dışarı da kurmuşlar. Beni bekliyorlar. Yeni gelen gerillalarla selamlaşıyorum. Kahvaltıda otlu omlet var. Bir de domates. Güzel bir kahvaltı.  Kahvaltı yaptıktan sonra dün gece yarı kalan sohbetimize devam etmek istiyorum. Bu sefer kahvaltıda ana Fatma dedikleri bir ottan yapılmış çay var. Çok lezzetli. Ayrıca çok da faydalıymış. Ana Fatma çaylarımızı içerken dün yarım kalan öğrenemediğim demokratik modernitenin diğer boyutlarını soruyorum.

Peki eko-endüstriyel toplum nasıl bir şey, diye soruyorum.

“Demokratik modernitede ekonomi ve endüstrinin örgütlenme tarzıdır. Ve kapitalist modernitedekinden çok farklıdır. Yaşanabilir bir dünya yaratacak ekonomi ve endüstri modelidir” diye cevap verdi uzun boylu ela gözlü Hamza adındaki gerilla.  

Neden yaşanabilir bir model, şimdiki modelin neresi yaşanmaz, diye araya giriyorum.

Hamza; “Neresi yaşanır ki? Mevcut ekonomik sistemde milyarlarca insan açlık sınırında, ancak birkaç bin kişi firavunlardan bile daha lüks yaşıyor. Milyonlarca insan işsiz. Gelişen endüstriyle doğa alarm veriyor. Daha pek şey söylenebilir, örnekler verilebilir. Mesela İstanbul’u bilirsiniz. Bundan yirmi yıl kadar önce Haliç’in durumunu hatırlarsınız değil mi? Yıllarca milyonlarca insan o kokuyu çekti. Ve yine milyonlarca insandan alınmış vergilerle onu temizlediler. Kendileri kirlettiler. Halkın parasıyla temizlettiler. Bazı şeyler var ki Haliç gibi de değil. Geri dönüşümü bile yok. Bundandır mevcut sistemle kıyamete doğru gidiliyor” diye yanıtlıyor. 

“Peki, bu alternatif nasıl gelişecek?”

“Nasıl olacağını anlamak için ilk başta ekonomi tanımını iyi anlaman gerekir. Kapitalizmin bir ekonomik sistem olmadığını bilmen gerekir.”

“Nasıl yani?” diyorum.

Tekeller kırk haramilerden farksız!

“Ekonomi toplumun zorunlu maddi ihtiyaçlarını gidermedir. Ama mevcut durumda ekonomi denilince çek, senet, bono, tahvil, borsa gelir herkesin aklına değil mi? Bunların toplumun zorunlu maddi ihtiyaçlarını gidermeyle ne alakası var? Bunlar bir anlamda zenginlerin oynadığı kumardır. Ama ceremesini de fakir halk çeker. Söylenen, yaratılan her ekonomik krizde fakirler daha fazla fakirleşir, zenginler daha fazla zengin olur.  Aslında masallarda anlatılan kırk harami ve korsanlarla mevcut sistemimizin tekelleri arasında hiçbir fark yoktur. Tek farkları bunların emirlerinde mevcut durumlarını gizleyecek binlerce medya kuruluşu, binlerce üniversitenin ve ulus devletin olmasıdır. Mesela günümüzde yaşanan pek çok savaşın altında ekonomik talan vardır. Ancak gösterilmeye çalışılan demokrasi götürme, uygarlaştırma yalanlarıdır” diye cevap veriyor Hamza.

Peki alternatifi nasıl olacak?, diye soruyorum.

Va’lı Sozdar adındaki kadın gerilla sessizliğini bozuyor:

“Demokratik modernitede ekonomi kullanım değerlerini esas alır. Şimdi toplumun o kadar temel ihtiyacı varken hiç de insanın zorunlu ihtiyacı olmayan pek çok şey üretiliyor.  Demokratik modernitede ekonomi kar hesabı yapılmadan, sınıf ayrımına yol açmadan ve ekolojiye zarar vermeden hangi yöntemlerle daha verimli karşılanabilir bu toplumsal tartışmalarla kararlaştırılır ve yürütülür. Ekonomi, üretim, toplumun işidir; elitlerin değil.”

Peki, endüstri nasıl olacak?

“Endüstri tarih boyunca bu boyutlarda olmasa da hep olmuştur. Demokratik modernitede endüstrinin sınırı ekolojiye zarar vermeme ve temel ihtiyaçların karşılanmasını esas alır. Bu iki sınırı aşamaz. Amacı kar olmamalıdır. Böyle olunca işsizlik sorunu da aşılabilir.  En son haberlerde Türkiye nüfusunun yüzde yetmiş yedisinin şehirlerde yaşadığını söylüyor. Bundan yüz yıl önce tam tersi yüzde yetmiş yedisi köyde yaşıyordu. Kapitalizm köy kent dengesini bozarak hem ekonomik hem sosyal hem de ekolojik bir yıkıma neden oldu. Demokratik modernitede endüstri bu temel koşullara dikkat edilerek örgütlenir ve tekellerin oluşmamasına dikkat edilir”  diye sözünü tamamlıyor Sozdar.

Ekonomi devletin değil yerelin inisiyatifiyle örgütlenir

Peki üretim nasıl planlanacak? diye soruyorum.

“Demokratik modernitede ekonomi topluluk ekonomisidir. Binlerce birim ekonomik birim olarak kendini örgütleyebilir. Kocaeli’yi biliyor musun? İçinden geçilince hatta tüm Marmara bölgesinde ekonomi adı altında yutulan şehirler var. Sosyalist ekonomi ya da merkezi devlet ekonomi planlamaları gibi değil yerelin karar ve eylemiyle üretim örgütlenir. Bölgesel ve hatta ulusal koordinasyonlar gereklidir. Ama inisiyatif yerelindir. Şimdi yerelin hiç yetkisi hakkı var mıdır?” diye soruma soruyla karşılık veriyor.  

Tartışmalarımız sıcak bir şekilde devam ederken gerillalar yemeğin hazır olduğunu söylüyorlar.  Yemek yediğimiz yerin yan tarafında küçük bir kertenkele bizi izliyor. Bir gerilla bir parça ekmeği küçük küçük parçalara bölüyor. Kertenkeleye yakın bir yere bırakıyor. Kertenkele de yavaş yavaş sokulup payına düşeni alıyor.

Yemekten sonra sohbete devam ediyoruz. Demokratik modernitenin “Demokratik Konfederal Toplum Modeli”nin ne olduğunu öğrenmek istiyorum.

Leyla yanıtlıyor bu sefer: “Kapitalist modernitede siyasal hatta tüm örgütlenme boyutlarının temelinde ulus devlet vardır. Her şeyi belirleyen odur. Merkezidir. Buna karşılık demokratik modernitede demokratik konfederalist model esastır. Bu model ulus devlet gibi iktidarı hedeflemez. İsminden de anlaşılabileceği gibi demokrasiyi esas alır. Devletler idare eder, demokrasiler yönetir. Devletler iktidara, demokrasiler kolektif rızaya dayanır. Devletlerde atama, demokrasilerde seçim esastır.”

Demokratik Siyasetle Olacak!

Peki, bu nasıl örgütlenecek?

Leyla devam ediyor: “Demokratik siyasetle olacak. Demokratik konfederalizm demokratik siyasetle inşa edilecek. Kapitalist modernite merkezi, seçkin siyasetle ve iktidarla örgütlenir ve kendini yapılandırırken toplumun hiçbir yetkisi, yeteneği kalmıyor. Politik toplum yok oluyor. Türkiye örneğine baksanıza! Gerçekten kaç kişi seçimde oy kullanmak dışında politikada etkisi olabiliyor. Bunu son yıllarda Kürtler kazandıkları politik düzeyle biraz aşsalar da Türkiye toplumunun hali vahim. Demokratik konfederalizm toplumun her kesim ve kimliğine kendini ifade etme, siyasi güç olma olanağı sunar. Böylelikle toplum politikleşir.”

Peki, bunun örnekleri var mı?

Leyla gülerek; “Sanıldığının aksine tarihte bu tarz çok yaygındır. Ta ki ulus devlet tarih sahnesine çıkana kadar. Aşiretler, kabileler, etnisiteler imparatorluklar içinde kendi kimliklerini koruyarak ve bir güç olarak yaşarlar. Tarihe baktığımızda aslında devletçi merkezi sistem istisnadır. Yani okyanusta ada gibi bir şeydir. Hatta çok küçük bir ada” diye yanıtlıyor beni.

Peki, söylediğiniz toplumsal birimlerin ilişkileri nasıl olacak, farklı daha kapsamlı örgütlenmeler içinde de bulunabilirler mi?

Bu sefer Hamza cevap veriyor:

“Her birimin yerelden küresele örgütlenme konfederasyonlaşma şansı vardır. Her birimde doğrudan demokrasi esastır. Ama köyden ta kıta hatta uluslararası örgütlenmeler tarzında kendilerini örgütleyebilirler. Mesela Kürdistan’daki Süryaniler kendi köylerinde, kendi ilçelerinde, Kürdistan’da ve genel tüm dünyada örgütlenmiş bir yapıda kendilerini var edebilirler.”

Toplum örgütlenerek kendini savunur ve özgürleşir!

Peki, bu toplum kendini nasıl korur? Ordusu yok mu bunun?  diye merak ediyor ve soruyorum.

“ Tabii tümden ordu gibi olan, özünde askeri bir sistem olan ulus devlete karşı kendini koruyabilmek gerekir. Buna biz toplumun öz savunmasını gerçekleştirmesi diyoruz. Öz savunma da öyle sadece askeri bir örgütlenme değildir. Kimliklerini koruma, politikleşmelerini sağlama ve demokratikleşmelerini gerçekleştirme olgusuyla iç içedir. Toplum ancak kendini savunabiliyorsa kimliğini koruduğundan, politikleşmesini sağladığından ve demokratik siyaset yapabildiğinden bahsedebilir. Demokratik konfederalizm aynı zamanda bir öz savunma sistemi olarak boyutlanmak durumundadır. Tekellerin küresel hegemonik çağında ve bütün toplumu ulus-devlet biçiminde askerileştirdiği koşullarda, demokratik modernite ancak tüm toplumu kapsayacak tarzda, tüm zaman ve mekân koşullarında öz savunma ve demokratik siyaset temelinde, konfederal ağlardan oluşan öz sistematiğiyle hegemonyaya karşılık verebilir. Ne kadar hegemonik ağ, şebeke varsa, demokratik modernite de o denli konfederal, öz savunmacı ve demokratik siyaset ağları geliştirmek durumundadır. Tabi toplumun öz savunma birimlerinden biri şimdilik biziz. Gelecekte PKK gerillaları olmasa bile toplum her mahalle, her köy kendi savunmasını hem içe hem de dışa karşı yapacak şekilde örgütlenmelidir. Bir gül nasıl kendini korumak için dikene sahipse toplum da öyle mekanizmalara sahip olmalıdır. Şimdi dünyada ve Türkiye’de olduğu gibi öyle özerk, dokunulmaz değil, toplumsal birimin köy meclisinin, mahalle meclisi ya da il meclisinin denetimi altında faaliyet yürütür. Bu yönlü ulus devlet nasıl ekonomik sahada tekelse askeri anlamda da tekelliğini korumak için çok uğraşır. Buna karşı toplum konfederal tarzda örgütlenerek kendi öz savunmasını yapar” diyor ve duraksıyor.

Sohbetimiz devam ederken karşıdaki dağların ardında kızılın ve mavinin yüzlerce tonu günün bittiğini gösteriyor. Kaç gündür tartıştıklarımızın daha fazla ayrıntısını nereden öğrenebileceğimi soruyorum.

Leyla, “Önderliğimizin Demokratik Uygarlık manifestosu adını verdiği Avrupa insan hakları mahkemesine sunduğu beş ciltlik savunmayı okursan tartıştıklarımızı daha iyi anlarsın” diyor.

Hava kararmaya doğru içeri giriyor akşam yemeğini yiyor, televizyon izliyoruz. Yarım saat kadar televizyon izledikten sonra yatmaya gidiyorum.

Üç saatte Avaşin

Sabah kahvaltısından sonra yola çıkıyoruz. Bu sefer gidiş kolay. Çünkü hep aşağı doğru yürüyoruz. Hava bu sefer parçalı bulutlu. Bundan dolayı biraz sıcak. Beni Avaşin’in oraya kadar götürecek gerillalardan biri olan Hamza “bulutlu havalar eğer yağış getirmezse bunaltıcı bir sıcak getirir” diyor. Önümüzde birkaç gün önce bulanık akan su biraz daha berraklaşmış. Taşların şekilleri buralarda çok ilginç. Göz kamaştırıcı. Çevreyi izleye izleye yürüyüşe devam ediyoruz. Üç saat kadar sonra Avaşin’e varıyoruz. Bizi yolda bir araba bekliyor. Arabaya binmeden önce Hamza ve diğer gerillalarla kucaklaşıp veda ediyorum. Başarılar dileyerek beni uğurluyorlar.

Arabada birkaç günün muhasebesini yapıyorum. Gerçekten bildiklerimin sarsıldığını hissediyorum bu kaç günde.