Çözüm sürecinin yeni parametreleri - Cahit Mervan

Çözüm sürecinin yeni parametreleri - Cahit Mervan

PKK lideri Abdullah Öcalan tarafından 2013 yılının ilk ayında başlatılan çözüm sürecine ilişkin tartışma ve tarafların yaptığı açıklamalar devam ediyor.

Çözüm sürecinin gidişatı, geleceği ve parametreleri açısından Kürt ve Türk tarafı arasında ciddi görüş ayrılıkları var. Türk tarafına göre bazı ufak-tefek aksaklıklar dışında, işler tıkırında gidiyor! Kürt tarafına göre ise ortada elle tutulur bir süreç söz konusu değil.

İki taraf arasındaki bu derin görüş ayrılığının esas nedeni ‘sorunu’ tanımlamak ve çözüm yoluna ilişkindir.

ERDOĞAN’IN ÇÖZÜM PROJESİ YOK

PKK ile en son hem Oslo’da, hem de İmralı’da masaya oturan AKP hükümeti, onun lideri Erdoğan Kürt ve Kürdistan sorununu tarihsel-sosyolojik ve siyasal boyutlarıyla tanımlamaktan ve ona uygun çağdaş-demokratik bir çözüm önermekten çok uzaklar. Bu nedenle sorunu güvenlik ve bireysel haklar sorunu olarak ele almaktalar. TRT6 ve benzeri ‘adımları’, bir iki yerin isimin iade edilmesini ve özel okullarda Kürtçe eğitimin yapılmasını sorunun çözümü için yeterli görmekteler. Bu nedenle köklü, kalıcı ve adil bir barışı sağlayacak çözüm projeleri yok.

Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti PKK ile hem Oslo’da hem de İmralı’da barış ve demokratik bir çözümden çok zaman kazanmak için masaya oturdu. Kürt ve Kürdistan sorununu müzakere eder gibi görünerek Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye edebileceğini düşündü. Bir taraftan sıkıştığı her fırsatta Kürtlerin, Abdullah Öcalan’ın, PKK’nin kapsını çaldı. Diğer taraftan görüşme ve müzakerelerin sürdüğü zamanlarda ise binlerce insanı rehin aldı. Askeri operasyonlarını hızlandırdı. Kazan Vadisi, Kortek, Şexşuman, Lice ve Roboski gibi katliamlara imza attı. Her seferinde de işlediği bu insanlık suçlarını bir başkasının üzerine yıkmaya çalıştı. Örneğin aktardığımız bu kanlı askeri ve siyasi soykırım operasyonlarının bir kısmını Fethullah Gülen Örgütü’ne yazdı. Bir kısmını ise istemeyerek yapıldığı imajını yaydı.

KOBANÊ OYUNU BOZDU

Bütün bunlardan daha da önemlisi Erdoğan ve AKP devleti bir taraftan İmralı’da Öcalan ile masaya otururken, diğer taraftan Kürtlere karşı DAİŞ eliyle bir vekalet savaşı geliştirdi. Kürtlerin kolunu kanadını kırarak aslında tarihsel olarak kaybettiği bir savaşı kazanmak istedi. Bunun en son ve en kalleşçe biçimine Kürtler ve dünya, Kobanê’ye karşı DAİŞ çetelerinin istila hareketi başlattığı günlerde şahit oldu ve halen de oluyor.

Aslında Türk cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın arzusu gerçekleşmiş ve Kobanê düşmüş olsaydı bugün Türk hükümet ve devlet yetkililerinin ağzından kamuoyu çözüm ve barış gibi kelimeler duymayacaktı. Sözde dahi olsa çözüm süreci diye bir şeyin esemesi dahi okunmayacaktı.

Ancak YPG-YPJ savaşçılarının ve Kobanê halkının akıllara durgunluk veren ve tarihin akışını değiştiren direnişi, Tayyip Erdoğan’ın ve AKP hükümetinin planlarını yerle bir etti. Türk tarafının son haftalarda ve günlerde ısrarla çözüm sürecinin devam ettiğine vurgu yapmasının esas nedeni budur.

Çünkü Kobanê karşısında DAİŞ eliyle istediği başarıyı elde edemeyen, aksine izlediği politika sonucu Kürdistan, bölge ve dünyada yalnızlaşan ve Türkiye’yi de iç savaşın eşiğine getiren Erdoğan yönetiminin çözüm sürecinden başka tutunacağı dalı kalmamıştır. Erdoğan ve ekibi bir kez daha İmralı görüşme masasına dönerken bu mecburiyet ve ruh hali içinde dönmüştür.

Bu ‘şerden bir hayır çıkar’ mı, onu önümüzdeki günler gösterecek. Açıkça söylemek gerekirse Kürt tarafı AKP’nin içine düştüğü bu zor durumu ona karşı bir şantaja dönüştürmek ve pragmatik bazı sonuçlar elde etmek için kullanmıyor. Muhatabına ‘düştün, bir tekmede ben vurayım’ demiyor. Bu noktada da AKP ve onun zihniyetinden temelde ayrılıyor.

Baş müzakereci Öcalan ve PKK başta olmak üzere Kürt tarafının derdi bu değil. Derdi Kürt ve Kürdistan sorununa adıl, demokratik bir çözüm bulmak. Bu topraklarda kalıcı ve onurlu bir barışı tesisi etmektir. Bu nedenle ne yaptığının bilincindedir.

Kürt tarafı, başta da Öcalan ve PKK, hem Oslo’da, hem de İmralı’da AKP hükümetinin kamuoyunca bilinen bütün o özel savaşçı ve kirli politikalarının farkında olarak masaya oturdular. Denile bilinir ki, AKP’nin ‘olmayan tavşanı şapkadan çıkarmaya çalışan’ sahtekar yanını en iyi Kürt tarafı, Öcalan ve PKK biliyor. Çünkü 2002’den buyana bu hükümet ve ‘oligark sınıfına’ karşı verilen özgürlük ve demokrasi mücadelesinin merkezinde onlar bulunuyor.

Kürt tarafı dün de bugün de Kürt ve Kürdistan sorununu bir ulusun kolektif haklarının iadesi ve demokrasi sorunu olarak ele aldı. Bu nedenle görüşme ve olası müzakereler için temel nokta budur. Yani Kürtlerin ve diğer ezilen toplulukların kendi geleceklerini özgürce belirleme hakkının ikirciksiz bir şekilde tanınmasıdır. Müzakere edilmesi gereken bunun nasıl, ne zaman ve hangi biçimde olacağıdır.

İkincisi, İmralı süreci üç aşmalı bir süreç olarak başladı. Çokça söylendi. Ancak bir kez daha hatırlatmakta yarar var. Üçüncü, yani normalleşme aşamasında Öcalan’ın özgürlüğüne kavuşması öngörülüyordu. Bunu Öcalan ‘sürecin sonunda herkes özgür olacak’ diye tanımladı.

TARAFLARIN POZİSYONU DEĞİŞTİ

Şimdi Erdoğan ve AKP hükümeti özelliklede 6-8 Ekim Kürtlerin meşru isyan sonrası tekrardan çözüm sürecine dönerken sanki geçmişte İmralı’da hiçbir şey konuşulmamış ve üzerinde mutabakata varılmamış gibi bazı şartlar ileri sürmesinin karşılığı yoktur. Daha doğrusu AKP medya eliyle yaratmaya çalıştığı ‘ben güçlüyüm’ algısının ötesinde Kürt tarafına şart koşamayacak kadar güçsüz ve yorgundur.

Bekli de en önemlisi Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin Şengal direnişi ile başlayan ve Kobenê ile doruğa çıkan yükselişi, dünya çapındaki meşruiyeti ve bunun Kürdistan ve bölgede yol açtığı sonuçlar yeni bir durumdur.

Yani taraflar 2013 yılın başındaki pozisyonlarından farklı bir yer duruyorlar. Bir tarafta DAİŞ eliyle Kürtlere karşı yürüttüğü vekâlet savaşını kaybeden, yalnızlaşan Erdoğan ve AKP, diğer tarafta destansı bir direnişle DAİŞ ve onun arkasındaki bölgesel gericiliği yenilgiye uğratan bir PKK ve onun lideri Abdullah Öcalan var.

Bu manada Türk cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın halk değimiyle kuyruğu dik tutmak için ‘’Müzakere kelimesini kullanmak yanlış olur’ demesinin de bir manası yoktur. Boş bir laftır.

Zaten AKP kurmaylarının dillendirdiği ve Türk medyasının bir ‘halkla ilişkiler’ çalışmasın dönüştürdüğü ‘silahsızlanma ve ‘geri çekilme’ de Kürt tarafının gündeminde bulunmuyor.

Kaldı ki diyalogun da ve başlarsa müzakerenin de parametreleri artık değişmiştir. Yani yeni bir müzakere eğer Kobanê, Afrin ve Ciziri’nin güvenliğini, Kuzey’ Kürdistan’ın özerkliğini ve tabi ki koşulsuz ve şartsız Öcalan’ın özgürlüğünü öngörürse bir müzakere olacaktır.

Ha… Bir de yine bildik özel savaş kalemleri PKK’nin kendini lağvedeceği söylentilerini yayıyor. Dünya yörüngesinden çıkarsa neden olmasın?