‘Boykot ekonomik değil, siyasal bir tepki’

2 Nisan’daki kitlesel boykotu değerlendiren Akademisyen Özgür Müftüoğlu, bunun siyasal bir tepki olduğunu ve iktidarın da asıl olarak halkın toplu hareket etmesinden endişe duyduğunu söylüyor.

ÖZGÜR MÜFTÜOĞLU

Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması sürecini, sokak eylemlerindeki polis şiddeti ve tutuklama furyası takip etti. Eylemlerin hemen ardından Ramazan Bayramı tatilinin 9 güne çıkarılmasıyla sokaklar yatıştırılmaya çalışıldı. Fakat 2 Nisan için bir boykot çağrısı yapıldı ve birçok mekân ile marka boykota dahil edildi. Özellikle 1 Nisan’da mekânların da kepenk açmayacaklarını duyurması ve boykot çağrısının yaygınlaşması üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçundan soruşturma başlattığını duyurdu. Öte yandan, bakanlar televizyon kanallarında yaptıkları açıklamalarla bunun ekonomiye bir sabotaj olduğunu yineledi.

Boykotun etkilerini sorduğumuz Akademisyen Özgür Müftüoğlu, bir günlük bir boykotun ekonomik kaybının büyük olmasa da siyasal etkisinin güçlü olduğunu söylüyor.

İKTİDAR SÜREKLİ OLMASINDAN KORKUYOR

Müftüoğlu, iktidarı asıl kaygılandıran şeyin toplu hareket etmek olduğunun altını çizerek şunları anlatıyor: “Bir günlük tüketmeme eyleminin ekonomik olarak baktığınız zaman çok da büyük bir etkisi yok. İki yıl süren Covid salgını döneminde de sık sık sokağa çıkma yasakları oldu, tüketim azaldı. Burada esas mesele sadece bunun yaratacağı ekonomik sonuçlar değil. Siyasi iktidarı ve sermaye çevrelerini asıl endişelendiren, halkın siyasi iktidara karşı bir eylemde bulunması. Bazı dönemler vardır; en pasif eylemler, pasif diye görülen eylemler bile çok önemli etkiler ortaya çıkartabilir. Bu da biraz böyle bir eylem. Aslında Kürtler bunu daha önce kepenk kapatma eylemleriyle yaptı. Çünkü kendini ifade etme yolu kalmadığında bu tür eylemler oluyor. İktidarı asıl endişelendiren, bu eylemliliklerin sürekli olması. Son derece pasif bir şey ama bir hareket var. İnsanlar ortak bir odakta buluşuyor. Oy verme eylemi de böyleydi; pasif ama harekete geçirdi. İnsanlarda ortak bir duygu, iktidara karşı ortak bir tepki oluşuyor. Tepki bir araya geliyor.

Siyasetçiler uzun yıllardır şuna çok alıştı. Bu sadece AKP ile ilgili değil, 12 Eylül'den bu yana gelen bütün baskıcı dönemlerde de ‘nasıl olsa toplum çeşitli şekillerde manipüle edilmiş durumda. Sürekli medyayla manipüle ediliyor, buna rağmen bir şeyler yapmıyor. Yapmaya çalışanın da tepesine biniliyor. Dolayısıyla toplumdan zaten bir ses çıkmaz.’ Hatta tüketim burada çok önemli. Toplumun bundan vazgeçmesi hiç beklenemez. Şu olabilirdi: A kafede kahve içmeyip de B kafede içilebilir, ama tümden kahve içmemek bir kesim için çok beklenmedik bir durum. Ancak bu artık ekonomik değil, siyasi bir tepki.

Eğer daha demokratik koşullar olsaydı, örgütlülük daha fazla olsaydı, sokakta insanların kendilerini ifade etme yolları, yöntemleri daha rahat olsaydı, tepkiler başka türlü ortaya çıkabilirdi. Geçen hafta sokağa çıkanları gördük; çoluk çocuk herkese hem ağır şekilde şiddet uygulandı hem de tutuklandılar en olmadık nedenlerle. Bunların hepsi bir korkutma yöntemi. Sokak bastırılınca, halk internet başına geçer Twitter (yeni adıyla X) ve Facebook'ta iki tane mesaj yazar, onların da üç beşini tespit eder, akşam evinden alırız; öbürleri de korkar zaten diye bakıldı. Ama şimdi bu iş çok dallanıp budaklandı. Onların da hiç beklemediği ölçüde dallanıp budaklandı. Toplum artık bir tepki veriyor. Bu, siyasal bir tepki. Tıpkı Gezi’deki gibi mesele üç beş ağaç değildi; burada da mesele sadece İmamoğlu değil. Yoksullaşma, işsizlik, çaresizlik, özellikle gençler için eğitimin artık herhangi bir şey olmaması, sonuç vermemesi gibi.”

‘ENDİŞELİ OLMAKTA HAKLILAR’

Üretimden gelen gücün, yani grevin daha etkili olup olmayacağını sorduğumuz Özgür Müftüoğlu, bunun daha etkili olduğunu fakat şu koşullarda böyle bir eylemselliğin olmadığını söylüyor:

“Normal şartlarda kapitalist sistemin en büyük endişesi, üretimin durmasıdır. Çünkü üretim durduğunda bütün ekonomik faaliyetler de beraberinde durur. Dolayısıyla sermaye birikmez, kapital birikmez, sistem işlemez. Emekçilerin böyle bir gücü var. Ama emekçiler bu gücün farkında değiller, çok büyük ölçüde. Çünkü farkına varmalarını sağlayacak alanlar hep kapatılmış. Bunları yazan teoriler yasaklanmış, örgütlenmeler dejenere edilmiş vs. Dolayısıyla beraberinde de etkisiz bir örgütlenme var edilmiş. Bütün bunlar varken sermaye ya da iktidar için böyle bir endişe yok. Zaten birkaç grev olursa ya yasaklanıyor ya da çeşitli şekillerde engelleniyor.

En son bir 1989 bahar eylemlerinde böyle ciddi bir grev dalgası yaşanmıştı, ama o zamandan beri neredeyse böyle çok ciddi bir grev yok. Bunun aslında artık tamamen bertaraf edildiğini düşünüyorlar. O yüzden bu koşullarda maalesef böyle bir grev yapılamaz. Çünkü o üretim durduğunda bütün mekanizma, bütün sistem duracak. Grevler, ekonomik amaçla bile yapılsa ve bir dalgaya dönüşürse, siyasi iktidarları çok tehdit eden bir durum haline gelir. Bunun tarihte birçok örneği var; hem Türkiye'de hem de dünyada var.

Şunu da belirtmek lazım: Toplumda giderek bir şeyler uyanıyor. Yaşadıklarımız da bunun işareti. Bugün boykot yapan, yarın grev de yapabilir. Şimdi ‘yapamaz’ diyoruz, nesnel koşulların olmadığını söylüyoruz, ama bu süreç onu da yavaş yavaş getiriyor. Dolayısıyla bunun önünü kesmeye çalışıyorlar. Açıkçası, siyasi iktidar açısından bu durum çok endişe verici ve haklılar endişeli olmakta!”