Benlisoy: 'Yenilmez iktidar' algısı dağıldı

Yerel seçimlerde 'yenilmez iktidar' algısının dağıldığına dikkat çeken yazar Foti Benlisoy, AKP’nin sandık ile milli irade kavramlarına saldırarak bir tür itibar ve meşruiyet kaybı yaşadığını belirtti.

AKP, 31 Mart yerel seçimlerinden beklemediği bir yenilgi aldı. 24 Haziran seçimlerini ekonomik kriz derinleşmeden aceleyle yapan iktidarın önünde bu defa birçok farklı dinamik vardı. Ekonomik krizin derinleşmesi, muhalefetin daha temkinli yaklaşımı ve HDP’nin batıda aday göstermeyip stratejik oy ile belirleyici konuma gelmesi.

Tüm bunlar AKP-MHP bloğunu geriletirken 17 gün süren mazbata krizi, HDP’nin kazandığı yerlerin bu kez YSK kayyumu ile alınması; AKP içindeki Pelikancılar tartışması ülkenin gündemine geldi. Yazar Foti Benlisoy ile AKP’nin bu görece gerileyişi, milli irade söyleminin meşruiyetini yitirişini ve HDP’nin stratejisiyle kazanılan seçimleri genel hatlarıyla konuştuk.

AKP, 31 Mart yerel seçiminde 16 yılını üzerine inşa ettiği "sandık" ve "milli irade" söyleminin kendi cephesinde tartışmaya açtı diyebiliriz. Aslında bu AKP’nin ilk seçim yenilgisi değil, 7 Haziran’da da buna benzer bir süreç yaşandı ki tüm seçimleri de öyle hakkıyla aldığı söylenemez. Ama 31 Mart’ta farklı bir tablo çıktı ortaya. AKP’yi bu noktaya getiren şey neydi?

Yerel seçimlerin sonuçları AKP için bir yenilgi, özellikle büyükşehirlerin kaybedilmesi açısından. Bu yenilgi 31 Mart gecesi itibariyle yönetilebilir bir yenilgiydi. Ancak iki buçuk hafta boyunca bunu daha yönetilemez ve hasarlı bir yenilgi haline getirdiler, buna dikkat çekmek gerekiyor öncelikle. Biz şuna alıştık çünkü bir tür kadiri mutlak, her şeye eli yeten, önceden planlı; A planı olmazsa, B planını devreye sokan ya da C, D, E diye giden bir siyasal iktidarla karşı karşıya olduğumuz vehmine kapılıyoruz çoğu zaman.

Ama gördük ki özellikle İstanbul’un kaybına hazır olmayan, bunu sindiremeyen, sindiremedikçe de hata üstüne hata yapan; dolayısıyla rakibini ya da rakiplerini parlatan bir sakillikle hareket ettiler. Tüm bu süreci ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Tutarlı bir anlatı da ortaya koyamadılar. Erdoğan ilk gün Huber Köşkü’nde balkon konuşması yaparken tabanı teselli ve teskin eder gibiydi. Sonra bu usulsüzlük iddiaları ortaya çıktı. Ama bu da sanki AKP içinde bir hizip var havası içerisinde yansıdı medyaya.

Sonuç olarak kamuoyunu ikna edemediği gibi kendi tabanının önemli bir kısmını da buna inandırmadı. Çünkü bu süreçteki yenilgi 31 Mart gecesinden daha ağır bir yenilgiye dönüştü. Bunu iki açıdan ele alırsak bir, yenilmez iktidar imgesini dağıttı bu süreç. İkincisi de sizin de bahsettiğiniz bu iktidar “milli irade” mitine dayanıyor, yani milletin çoğunluğunun bir tür özsel temsilcisi olmaya dayanıyor; ilk defa sandık, milli irade, halk iradesi söylemlerine kendisinin saldırıyor olması bir başka meşruiyet ve itibar yitimine de yol açtı.

Peki, AKP geriledi mi yoksa zayıfladı mı?

Zayıflama meselesi sadece bu seçimlerin konusu değil. Deminki soruda olduğu gibi 7 Haziran da dahil aslında son birkaç seçimdir bir şekilde AKP’nin ağır çekim erozyonu ile karşı karşıyayız. MHK ile ittifak da bunun sonucuydu. Aslında AKP-MHP bloğunun yüzde 65’ler civarında bir oy toplayacağı dolayısıyla sonraki süreçte de bu Cumhur İttifakı’nın rahat bir şekilde seçimleri kazanacağı hesaplamalar söz konusuydu.

Fakat bu hesap hızlı bir şekilde tarumar oldu ve biz ağır çekim erozyonunu görmeye başladık ki Kemal Can (Gazeteci) buna ağır ölüm diyor, dolayısıyla bir süredir zayıflama vardı zaten. Kuşkusuz şöyle de bir tablo var seçimlerde; bloklar arası bir kayma ya da hareketlilik hala çok az. Millet İttifakı ile Cumhur İttifakı arasında seçmen kayışı yok. Kayışlar ittifaklar içerisinde yaşanıyor. Cumhur İttifakı içerisinde yaşanan ki yerel seçimler çok net bir tablo ortaya çıkarmasa da AKP’nin MHP’ye doğru oy kaybediyor oluşu.

Bu seçimde en kritik şey AKP açısından İstanbul’un kaybedilmesi oldu. Elbette beklenmeyen bir şeydi buna ekonomik krizi de eklersek; son dönemde Pelikancıların özellikle ekonomik boyutta İstanbul’u kaybetmemek için direndiği senaryosu çokça dile getirildi. Bu söylemler hakkında ne düşünüyorsunuz?

AKP açısından İstanbul’un sembolik önemi ve de rant açsından ciddi bir ekonomik gelir kaybının olacağı doğru. Ama bunun AKP içindeki hizibin kaybı, şu, bu diye tarif etmek çok mümkün değil. Sonuçta bunlar entrika siyaseti, daha çok masa altından yürütülen bir durum bu. Ama daha genel olarak şu söylenebilir tabii ki kriz AKP’nin daha önce yaptığı bir şeyi engelleyecek önümüzdeki dönemde.

Nedir bu?

Yani sermayenin çeşitli fraksiyonlarını bir biçimiyle memnun etmek. AKP’nin kendisine organik olarak yakın sermaye gruplarını ya da mesela TÜSİAD sermayesine bağlı grupları da aynı anda tatmin etme becerisi vardı. Kriz bunun imkanlarını ortadan kaldırıyor. Dolayısıyla buralardaki tercihler, kimin batmasına izin verileceği ya da hangilerinin kurtarılacağı iktidar açısında zorlayıcı olacak.

Unutmayalım yeni bir parti ya da partiler tartışması da bununla alakalı. Yani AKP’nin yapacağı iktisadi tercihlerle yabancılaştıracağı özellikle sermaye grupları, parti içi sermaye hizipleri ya da devlet içi hizipler; yeni siyasal oluşumların önünü açacak ya da onara daha fazla destek sunabilecektir diye düşünürüm.

Peki, mazbata alındı hatta seçim sonuçları Erdoğan tarafından da kabul edildi ve de işimize bakalım denildi. Ama daha önce yine aynı Erdoğan “yetkiler bende, çalıştırmam” gibi söylemlerde de bulunuyordu. Bahsettiğiniz ekonomik kriz sıkışmışlığı, iktidarın yenilgi alması gibi bir durum ortadayken, AKP bu tarz bir hamlede bulunur mu özellikle büyükşehirler konusunda?

Bütün bunlar birincisi ekonomik kriz, ikincisi de çok dalgalı ve sert bir uluslararası ilişkiler içerisinde gerçekleşiyor. Bu yüzden AKP’nin manevra kabiliyetleri de daralıyor. İstanbul ya da Ankara’yı cezalandırmak ters de tepebilecek bir durum ama şunu da unutmayalım belediye meclisleri ve ilçelerde hala AKP ağırlığı var. Tabii ki kendi tercihlerini en azından dayatma noktasında aktif olacaklardır.

İktisadi bir abluka uygulanacak boyuta getirilmesi pek gerçekçi değil; ama en azından yenilginin sonuçlarını yönetmek açısından, belediye başkanlarının iktidar cenahının canını sıkabilecek hamlelerinin önü alınabilir. Hatta elini kolunu iktidara da bağlayabilir.

Orada da tartışılması gereken bir şey de şu; CHP bu seçimde özellikle bir rejim tartışmasına girmedi; aynı şekilde Mansur Yavaş ya da Ekrem İmamoğlu da Erdoğan’ın başkanlığını sorgulayacak bir pozisyonda bulunmadı. CHP açısından bilinçli bir tutumdu bu, AKP tabanını hem hedef almamaya hem de ürkütmemeye yönelik. Bunun da sonucunu aldılar ama bu aynı zamanda şu demek, tek kişiye dayalı siyasal rejimle çatışan değil daha çok uyumu öne alan bir stratejiydi bu.

HDP seçimlerde önemli bir stratejisiyle belirleyici konumda oldu ve aynı zamanda Batıda büyükşehirlerin alınmasında da büyük bir paya sahip. Ama bugün HDP’nin birinci olduğu yerler yeniden AKP tarafından gasp edildi. Bu defa YSK kayyum atadı. Bu AKP’nin büyükşehirler yüzünden HDP’yi cezalandırması mıdır?

AKP, İstanbul’da özellikle HDP seçmeninin blok halde ve bütünlüklü olarak diğer muhalefet adayına kayacağını açıkçası beklemiyordu. Elbette bu anlamda strateji bütünlüklü ortaya koyuldu ve hedefe ulaşıldı. Ama öte yandan KHK’lılar bahane edilerek mazbatanın verilmemesi direk bunun intikamıdır demek mümkün mü çok emin değilim. Çünkü AKP, Kürt meselesine bakış açısını değiştirmediği gibi giderek MHP’ye muhtaç olan bir parti haline geldi.

Ben mazbata meselesinin daha önce planlanmış olduğunu düşünüyorum hatta. Mazbatanın ikinciye verilmesinin seçim sonrası düşünülmüş olacağına inanmıyorum. Zaten bunun işaretleri verilmişti açıkçası “GBT’leri bizde” denilerek. Bu zaten tasarlanmıştı yani. AKP’nin Kürt meselesi çerçevesinde değişmesini de beklememek lazım bu açıdan. Çünkü bugün batıda yapılamayanlar Kürt ilerinde uygulanıyor. Maalesef bu toplumsal destek de alıyor. Bunu yakın zamanda gördük de. Dolayısıyla İstanbul ve Ankara’da mazbatayı vermek zorunda oluşu ile Kürt ilerinde böyle olacağı anlamına gelmiyor. Aksine Kürt illerinde kayyum meselesi devam edebilir.

Evet, Kılıçdaroğlu’na hakkını teslim etmek gerekir bu KHK’lı adaylara mazbata verilememesini eleştirdi; ama bu konuda toplumsal ve siyasal muhalefet daha güçlü ve ciddi ses çıkarmadığı, iktidara yönelik bir baskı uygulamadığı müddetçe kayyum meselesi gündemden kalkmayacaktır. Zaten seçim sonuçları bize şunu gösteriyor Bahçeli ve MHP’nin Erdoğan üzerindeki etkisinin daha da artmış olduğu gerçeği. MHP’nin Cumhur İttifakı içindeki özgül ağırlığı artıyor. Zaten siyasetin genelinde de MHP ve İYİ Parti’nin ya da ülkücülüğün temalarına bir kayma var. Bu da tedirgin edici bir başka mesele önümüzdeki süreçte.