Suriye'de yaşanan gelişmelere ilişkin ANF'nin sorularını yanıtlayan araştırmacı tarihçi Foti Benlisoy, AKP'nin bölgede Kürt-Arap geriliminin zeminini hazırladıðına dikkat çekti.
Araştırmacı tarihçi Foti Benlisoy, Türkiye'nin Suriye'ye ilişkin tüm planlarının arkasında Kürt sorununun olduðunun altını çizdi, Güney Kürdistan tarzı travmatik deneyimi Batı Kürdistan'da yaşamak istemediðini belirtti. Benlisoy, "Dolayısıyla Türk hükümetinin Güney Kürdistan'a yönelik müdahalesine de Batı Kürdistan'a yönelik müdahalesine de karşı çıkmadan onun Suriye meselesine yönelik angajmanına karşı çıkmanın anlamı yok" dedi.
AKP'nin Kürt-Arap geriliminin zeminini hazırladıðına dikkat çeken Benlisoy, Suriye'deki siyasal ve askeri çatışmanın giderek mezhebi bir karakter kazanmasının yanında bir etnik karakter kazanmasının, ayaklanmanın kendi kendini bacaðından vurması anlamına geleceðini söyledi, "Çünkü Esad rejiminin daðıtılıp daha demokratik bir rejim yaratılabilmesinin tek koşulu Suriye'de Kürtlerin demokratik siyasal özlemlerini tatmin edebilen siyasal bir form tarif edilmesi" dedi.
Araştırmacı yazar Foti Benlisoy, Suriye ve Batı Kürdistan'da yaşanan gelişmelere ilişkin olarak ANF'nin sorularını yanıtladı.
Libya'da 8 ayda iktidar düştü. Suriye için de ilk beklenti buydu. Ancak böyle olmadı. Suriye'de hesaplar tutmadı mı? Suriye meselesine fazlasıyla Libya merkezli bakılıyor. Baştan beri Libya kıyası hakim oldu.
Bu bakış doðru deðil mi? Pek doðru deðil. Libya'da başka dinamikler söz konusuydu. Örneðin, emperyalist merkezler tarafından Libya petrolünün çok önemli olması nedeniyle, bugün Suriye'de yaşanan uzun süreli istikrarsızlık orada göze alınamazdı. Bir başka özellik Arap devrimci süreci içinde Libya, emperyalist aktörlerin süreci kontrol edemediði bir dönemden çıkışın da işaretiydi. Emperyalist aktörlerin, Libya'daki ayaklanmayı çalması, yani oradaki halk hareketini kendi kontrolüne alması sadece Libya'ya deðil, bütün Arap devrimci sürecine ilişkin bir müdahaleydi.
Suriyede ise baştan itibaren emperyalist aktörlerin uluslararası askeri müdahale seçeneðini masaya koymadı, böylesi bir yönelim söz konusu olmadı.
YEMEN FORMÜLÜ ARANACAK
Neden? Esad rejiminin Libyanın tersine ABD ile ilişkileri iyi deðildi. Libya'da Kaddafi rejimi, 2000 yıllardan itibaren ABD, Ýngiltere ve Fransa ile herhangi bir sorun yaşamayan bir rejimdi. Esad rejimi böyle deðil; ancak buna raðmen askeri müdahale seçeneðinin açıkça gündeme gelmediðini görüyoruz. Bu Suriye'nin bölgedeki özgün konumuyla ilgili. Suriye'ye yönelik askeri bir müdahalenin yaratacaðı bölgesel deprem emperyalist aktörler açısından ürkütücü. Özellikle ABD Suriyeye açıktan bir askeri müdahalenin askeri, siyasi ve ekonomik maliyetini kaldırabilecek durumda deðil. Ortada Libyadaki gibi petrol akışının devamlılıðını garantiye almak gibi bir aciliyet de yok. Ýkincisi, Suriye'de Esad sonrasına dair garantiler yok. Suriye kapalı bir kutu.
Mesala Mısır'da Mübarek devrilmeden önce aşaðı yukarı hangi politik aktörlerin güçlü olduðunu, Mübarek devrilirse eðer, hangi politik aktörlerin öne çıkabileceðini öngörmek belki mümkündü. Suriye'de ise böyle bir açıklık yok. Suriye'de şimdi devasa bir hareketlilik görüyoruz, yeni toplumsal ve siyasal akımlar ortaya çıkıyor. Yani emperyalist aktörler açısından ciddi bir belirsizlik söz konusu.
Ýsrail'in Suriye rejimiyle sürekli bir ihtilafı olmasına raðmen, Suriye onun için kestirilebilir, hatta 'güvenilir' bir rakipti. Şimdi oluşmakta olan siyasal, sosyal, askeri istikrarsızlık Ýsrail açısından dahi kaygı verici. Dolayısıyla bir açık müdahale seçeneði yok ortada. Bence emperyalist aktörlerin temel stratejik yönelimi, hem Beşar Esad rejiminin yorulması, yıpranması hem de onun karşısında oluşmuş muhalefetin yorulması yıpranması. Bunun sonucunda emperyalist aktörler bir tür aracı konumunda ortaya çıkarak, Yemen'de olduðu gibi diktatörün çekildiði ama diktatörlük kurumlarının mümkün mertebe ayakta kaldıðı bir uzlaşı formülü uygulamaktı.
Emperyalist aktörler bu plana yakın mı? Bir bakıma evet. Suriyede tarafların yıprandıðı, güçsüzleştiði bir hal var. Ancak emperyalistler açısından mevcut durum kontrolden çıkabilecek bir hal de alabilir. Hillary Clinton'un son açıklamasındaki, "Suriye Ulusal Konseyi, içerdeki muhalefeti ne kadar kapsıyor?" sorusu, onların tasavvurlarının, alanda cereyan eden mücadeleler açısından geçerli olmadıðını ortaya koyuyor. Doha'da oluşturulan çatı örgütünün ne kadar kapsayıcı olacaðı tartışmalı. Bizde Suriye'deki çeşitli muhalif grupların emperyalizmin bir piyonu olduðu düşüncesi hakim. Ancak Clinton'un açıklaması bir dizi müdahalelerine raðmen ABDnin dahi o çatışma içerisinde tasarımlarını tam olarak hayata geçiremediðini gösteriyor. Bunda Esad rejiminin beklenenden daha sert ve kararlı çıkmasının etkisi de var.
TÜRKÝYE GÜNEY KÜRDÝSTAN TRAVMASINI TEKRARLAMAK ÝSTEMÝYOR
Suriye ile ilgili tartışmalarda Batı Kürdistan çok özgün bir yerde duruyor. Bir özerklik ilanı da söz konusu oldu. Türkiye bu gelişimin önüne geçmeye çalışıyor. Batı Kürdistan'ın gelişimi engellenmesine uygun bir siyasi konjonktür var mı? Güney Kürdistan tarzı bir travmatik deneyimin Batı Kürdistan'da yaşanması kaygısı, Türkiye'nin baştan itibaren Suriye'deki gelişmelere bu kadar aktif bir şekilde katılmasını beraberinde getirdi. Bu yüzden de Türkiye, Suriye Ulusal Konseyi'nin oluşturulmasında Kürt demokratik taleplerinin mümkün mertebe yansıtılmamasına çalıştı. Suriye Ulusal Konseyi (SUK) içinde Müslüman Kardeşler etkiliydi. Türk hükümetinin, Suriye Müslüman Kardeşleri ile ayrıcalıklı bir ilişkisi var. Türkiye'nin Suriye'de arkasında durduðu temel politik aktör, Müslüman Kardeşler. Bu nedenle Kürt muhalefetini SUKa entegre etmek Türkiye açısından önemliydi. Fakat, Kürt muhalefetinin, Türkiye'nin denetim altında tuttuðu yapıya monte edilemediðini gördük. Suriye'deki Kürt muhalefeti derken, sadece PYD'den bahsetmiyorum, Kürt Ulusal Konseyi'ndeki tüm Kürt siyasal partilerinden bahsediyorum.
Türkiye'nin alternatifleri var elbette. Özellikle PYD'nin, Batı Kürdistan'da etkin olmaya başlaması, Türkiye'nin farklı stratejileri devreye sokmasını beraberinde getiriyor. Örneðin, Esad'ın PYD ve PKK ile gizli bir anlaşma yaptıðı söylemi, sadece iç tüketime dönük bir söylem deðil. Aynı zamanda Suriye'deki çatışmada da Türkiye'nin öne sürdüðü bir argüman. Türkiye, Suriye'deki deðişik muhalif siyasal akımlarla görüşürken, onları kendi denetimi altına almaya çalışırken, aynı zamanda onlarla PYD ve Kürt muhalefeti arasındaki açıyı daha da büyütmeye çalışıyor. Bunu yaparken, bu söylemi onlar üzerinde de yeniden üretmeye çalışıyor. Bunda, yani Arap muhalefetinde PYDye dair şüphe oluşturmakta etkili olduðunu görüyoruz.
Üzerinde daha önce çok durmadıðımız bir başka faktör de şu: Türkiye'nin Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) üzerinden Kürt bölgesindeki gelişmeleri tayin etmeye girişmesi. Türkiye'de ÖSO'nun emir-komuta zinciri içinde merkezi bir yapısının olduðu yönünde bir hayal var. Oysa ÖSO farklı siyasal yönelimleri olan yerel askeri birimlerden oluşan heterojen bir yapı.
SELEFÝ/ÝSLAMÝ DALGA YÜKSELÝYOR
Bunun anlamı ne? Ne önemi var? Deðişik siyasal aktörlerin bu yerel ve parçalı silahlı birimleri kendi yedeklerine alma ihtimalini daha da kuvvetlendiriyor. Türkiye'nin kendine yakın bulduðu, lojistik destek saðladıðı ya da finanse ettiði silahlı birimler aracılıðıyla bunlardan kimisi ÖSO etiketini kullanıyor, kimisi kullanmıyor- bir takım provokasyonlara giriştiði ortada. Haseki vilayetindeki bir dizi çatışmayı buna baðlamak gerekiyor. Türkiye bölgede bir Kürt-Arap geriliminin zeminini oluşturmaya çalışıyor adeta. Bu çok tehlikeli bir şey. Suriye'deki ayaklanmanın karşı karşıya olduðu en büyük sorun, dış aktörlerin, ayaklanmayı, kendi jeostratejik çıkarları doðrultusunda esir alması ve kullanmaya çalışması. Bu nasıl sonuçlar yaratıyor? Örneðin Katar ve Suudi Arabistan, kendilerine yakın silahlı grupları desteklerken, Suriye'deki halk hareketi içindeki Ýslami güçlerin gücünü artırıyor. Bu da Suriye'de son dönemde güçlendiði görülen Selefi/Ýslami dalgayı yaratıyor.
Suriye'de Ýslamcılıðın güçlenmesi ne anlama geliyor? Bu, ayaklanmanın başında neredeyse hiç olmayan mezhebi bir söylemin, halk hareketi içinde yaygınlaşması demek. Ayaklanmanın başında, hiçbir zaman mezhep ayrımlarının halk hareketi içinde ifade edilmediðini görüyoruz. Edildiði durumda bile çok sınırlıydı. Beşar Esad rejimi daha çok bu ayrımlara sarıldı. Yakın dönemde ise Katar ve Suudi Arabistan'ın finansal, siyasal, diplomatik manevralarıyla birlikte Suriye'deki muhalif hareket içindeki siyasal çatışmayı, mezhepsel terimlerle okuyan - örneðin şöyle: Nusayri-Safevi diktasına karşı Sünni ezilen halk adına cihat yapıyoruz- bir söylem yaygınlaştırılıyor.
Türkiye bu durumda nasıl bir pozisyon alıyor? Türkiye de buna simetrik bir şey yapıyor. Müslüman Kardeşler ile özel ilişkisi dolayısıyla daha ılımlı Ýslami söylemi zaten yaygınlaştırıyor. Ama aynı zamanda bir Kürt-Arap geriliminin de zeminini yaratıyor.
KÜRTLER BAASÇI REJÝMÝN EN BÜYÜK KURBANLARI
Böyle bir gerilimin tarihsel gerilimi var. Güncel olarak, Kürt-Arap gerilimi planı tutar mı? Dediðin gibi tarihsel olarak zemin var. 1960'larda yapılan nüfus sayımı ile yaklaşık 100-120 bin Kürt'ün vatandaşlık hakkından mahrum bırakılması, kamusal hayatta yer alamaması, dillerini kullanamaması, Araplaştırma politikaları sonucunda sürgüne maruz kalmaları, gayrimenkul alıp satamamaları... Bunlara karşı kendisini Arap milliyetçisi olarak tanımlayan bir rejim var.
Bunun yanında, muhalefet dediðimiz siyasal akımların önemli bir oranda kalkış noktası da bir tür Arap milliyetçiliði. Kürtlerin bireysel kimliklerini tanımaya dönük bir söylem varsa da, Kürt ulusal özlemlerinin, kendi kendini yönetme arzusunun, kolektif düzeyde kültürel hakların tanınmasının söz konusu olmadıðını görüyoruz muhalefette de. Dolayısıyla da PYD'nin ya da Kürt Konseyi'ni oluşturan Kürt siyasal partilerinin muhalefetle de arasındaki soðukluðun temel kaynaðı, muhalefetin de bu Arap milliyetçiliði geleneðini şu ya da bu biçimde benimsemiş olması. Bu yüzden de Kürt muhalif yapılarının, Suriye muhalefetine entegrasyonu söz konusu olamadı.
Ama şunu abartmamak gerekiyor. Türkiye'de özellikle AKP'nin öne sürdüðü gibi Kürtler eşit mesafe de almıyor. Kürtler Baasçı Esad rejiminin en büyük kurbanlarından biri. Onlar zaten sistematik olarak uzun yıllar boyunca Esad rejiminin muhalifi olarak kaldılar. 2004 Qamışlo Katliamı hatırlardadır. Dolayısıyla Esad rejiminin daðılmasından en çok sevinç duyacak topluluk Kürtlerdir. Kürtlerin tereddüdü, yeni oluşacak Suriye'de kendi ulusal taleplerinin karşılanıp karşılanmayacaðı meselesi.
Bu sorunun şu an için yanıtı yok deðil mi? Yok. SUK'un bir önceki başkanı Kürt'tü. Demin bahsettiðim soðukluðu bertaraf etmeye dönük kimi girişimler oldu ama ara kapanmış deðil. Hatta Serêkaniyê'deki çatışmalarda gördüðümüz deðişik silahlı gruplar arasında PYD'nin Esad rejimi ile işbirliði yaptıðı algısı da pekişmiş gözüküyor. Bu Türkiye kanalının yaygınlaştırdıðı bir algı aynı zamanda. Bu mesafe daha da mı açılır, yoksa kapanır mı, onu göreceðiz. Burada Türkiye'nin tavrı çok kritik. Siyasal ve askeri çatışmanın giderek mezhebi bir karakter kazanmasının yanında bir etnik karakter kazanması, Kürtlere karşı deðilse bile Kürtleri dışlar hale gelmesi, aslında ayaklanmanın kendi kendisini bacaðından vurması olacaktır. Çünkü Esad rejiminin daðıtılıp daha demokratik bir rejim yaratılabilmesinin tek koşulu Suriye'de Kürtlerin demokratik siyasal özlemlerini tatmin edebilen siyasal bir form tarif edilmesi. Bu yapılamadıðı takdirde, Beşar Esad rejimi yerine başka bir rejim gelecektir, o rejim de Kürtler açısından pek farklı olmayacaktır.
DÝÐER HALKLARLA BERABER KALICI BARIŞ KOŞULLARI OLUŞTURULMALI
Esad rejimi devam ettiði ya da deðiştiði durumda -bugünkü muhalefet yapısına bakıldıðında- ilk hesaplaşacakları yerin Batı Kürdistan olduðunu düşünüyorum. Olabilir. Bugün Irak'ta yaşadıðımız sürece bakalım. Maliki rejimi ile Irak bir toparlanma yaşadı. Adeta bu derlenmenin doðal bir yan ürünü olarak Irak hükümeti ile Güney Kürdistan yönetimi arasında ciddi bir gerilim yaşanmakta. Dolayısıyla Kürtlerin kendi demokratik sosyal ve siyasal taleplerini bölgede gerçekleştirmesinin yolu oradaki diðer halklarla kalıcı barışın koşullarını oluşturabilmek.
Kürt tarafının niyeti böyle mi? Diðer halkları sürece kattıklarını düşünüyor musunuz? Kürt tarafı da çok çeşitli. Arap kamuoyunda, Kürtlerin Irakta ABD işgalinin bir aktörü olarak deðerlendirildiðini unutmamak gerekiyor. Maliki de bu algı üzerine giderek, Kürt düşmanlıðına oynayarak, Şii ve Sünni toplulukları Arap milliyetçiliði aracılıðıyla birleştirmeyi öngörüyor. Dolayısıyla bu gerilimin arkasında böyle bir tarihsellik de var.
Unutmayalım bölgenin tarihinde benzer durumların çok örneði vardır. Siyasal rejimin şu ya da bu nedenle çözüldüðü ya da zayıfladıðı koşullarda Kürtlerin kendi kendilerini yönettiði yapılar kısa süre için oluşmuştur. Ama söz konusu devletler kendini toparladıðı andan itibaren bunların, dediðin gibi, ilk vurduðu da Kürtler olmuştur. Dolayısıyla ulusal özlemlerin karşılık bulduðu kalıcı bir barışı inşa edebilmek konjonktürel başarıların ötesinde bir şey gerektiriyor. Suriye'deki Kürtlerin siyasal kazanımlarının kalıcı olabilmesi Suriye'nin daha demokratik, özgür olabilmesiyle mümkün. Böyle bir Suriye için farklı unsurları kapsayan demokratik bir çerçevenin tarif edilebilmesi gerek.
Suriye'den Türkiye'ye gelelim. Suriye'ye yönelik emperyalist müdahalelere karşı çeşitli eylemler yapıldı. Bu eylemlerde Batı Kürdistan'a yönelik Türk devletinin müdahaleleri söz konusu olmadı. Neden böyle? Umarım bir tercih deðildir. Tercih deðilse şu demektir: AKP iktidarına karşı çeşitli tepkiler söz konusu. Bu tepkilerle kolaycı bir ittifak aranıyor olabilir. Kürt meselesini görmeden Suriye politikalarına itiraz ederek CHP tipi itirazla çok rahat bir araya gelinebilir. Herhangi bir pürüz olmaz. Muharrem Ýnce'nin Meclis'te yaptıðı konuşma vardı, Güney Kürdistan'a yapılan müdahaleyi meşrulaştıran tezkere için "ne güzeldi" diyordu. Yeni tezkereye ise karşı çıkıyordu. Bu söyleme teslim oluruz savaş karşıtı hareket olarak. Oysa bizim sürekli iki tezkerinin söz konusu olduðunu vurgulamamız gerek.
Türkiye'nin Suriye'ye ilişkin müdahale, mahipülasyon ya da angajmanının arkasında hep Kürt meselesi var. Dolayısıyla Türk hükümetinin Güney Kürdistan'a yönelik müdahalesine de Batı Kürdistan'a yönelik müdahalesine de karşı çıkmadan onun Suriye meselesine yönelik angajmanına karşı çıkmanın anlamı yok.
Belli ki Türkiye'de çok geniş bir kesimde, Suriye'ye yönelik askeri maceraya karşı tepki var. Büyük ihtimalle, AKP'ye oy vermiş birçok insanın da paylaştıðı bir kaygı bu. Dolayısıyla, Suriye ile doðal olarak birbirine baðlı Kürt meselesini birbirine iliştirmek, muhalefeti buradan örmek, bize ek bir enerji de saðlayacaktır. Kürt meselesinde de barışı talep edebilmek için oradan bir kanal açacaktır. Kürt meselesinde Türkiye Cumhuriyetinin yürüttüðü savaşa karşı tepkileri çoðaltmak için Suriyedeki savaş politikasının, aslında buradaki savaş politikasının bir uzantısı ve devamı olduðunu savunmak bizim açımızdan faydalı olacaktır. Yani sonuçta bugüne kadar çoðu kez yapılanın tam tersini yapmak gerekir. Bunu yaparsak, yani Suriye konusuyla Kürt meselesini ne kadar ilişkilendirirsek, Kürt halkının taleplerini karşılayan bir barışı savunmak açısından daha olumlu bir konumda olacaðımızı düşünüyorum.
AKP'NÝN SURÝYE POLÝTÝKASI ABD DAYATMASINDAN ÝBARET DEÐÝL
Güncel politikaya bakarak soruma yanıt verdin... Sol, sosyalist hareketin genetik kodlarındaki Kemalizm'le hesaplaşmanın etkisi nedir bu tutumda? Daha derinde bulunan nedenler var tabi... Suriye eylemlerinde temel slogan, "Katil ABD, Ortadoðu'dan defol". Sanki AKPnin Suriye politikası ABDnin bir dayatmasından ibaret. Esas itibariyle kendi hükümetini, kendi hükümetinin dış politika tercihini çok da odaðına almayan bir söylem. Aslında Suriye meselesinde solun politik hedefi Türkiye sermayesi, onun kolektif aklı olarak Türkiye devleti deðil. ABD ve ABD'nin piyonları ya da ajanları olarak gördüðü yerel elemanlar, taşeronlar sadece. Türkiye sosyalist hareketin emperyalizmi nasıl algıladıðı, kapitalizmin gelişimini nasıl anladıðıyla alakalı bir durum bu. Tabi ki, bahsettiðin milli girdi, milliyetçi girdiyle de alakalı. Sosyalizm derken azımsanmayacak bir bölümümüzün antikapitalist boyutu olmayan, baðımsızlık çerçevesine sıkıştırılmış bir sosyalizmi kastetmemizle de alakalı. Sosyalist hareket içinde bu kadar baðımsızlık, bu kadar yurtseverlik vurgusu, antikapitalizmden arındırılmış antiemperyalist vurgu oldukça Kürt meselesi ile barışması çok zor olacaktır. Önemli bir bölümü yurtseverlik diliyle konuşan Türkiye sosyalist hareketi neoliberalizmin ve savaşın ikili basıncı altında ezilmiş Kürt halkına ne kadar deðebilir ki.
MESELE SADECE ÝDEOLOJÝK VE KÜLTÜREL SÖYLEM DEÐÝL
Son olarak, "yeni osmanlıcılık" konusunu konuşmak istiyorum. Türkiye dış politikasında "yeni osmanlıcılık" tutar mı? Mesele keşke bir ideolojik ya da kültürel söylem olarak Osmanlı emperyal nostaljisiyle sınırlı olsa. Osmanlıcılık söyleminin ardındaki daha temel dinamiklere bakalım: ABD'nin bölgedeki gücü, 2000'li yılların başındaki gücü deðil. Bu yüzden ABD bir takım, alt emperyal aktörler aracılıðıyla hareket ediyor, onların politik hamlelerini daha fazla gözetmek zorunda kalıyor. Mesela bu yüzden daha fazla Katar ismini duyuyoruz. Irak'ı işgal ederken, Katar ismini bu kadar çok duymuyorduk. ABD politikaları paralelinde hareket eden bölgesel aktörlerin, hareket sahasının arttıðı bir dönem bu. Türkiye de bir altemperyal aktör olarak bu sahadan istifade etmek istiyor. Davutoðlu'nun diliyle söylersek, "bir oyun kurucu aktör" ya da bölge gücü olarak devreye girmek istiyor. Dolayısıyla bölge gücü olarak temayüz etmek arzusundaki Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye gibi aktörler arasında işbirliði olduðu kadar rekabet de söz konusu oluyor. Türkiye'nin aktifleşen dış politika tercihleri arkasında böyle bir dinamik de var.
Bir başka husus, Türk sermayesinin, eski Osmanlı coðrafyasını oluşturduðu söylenen topraklarda, hatta daha ötesinde Orta Asya'da etkin bir aktör olmasının adımları Özal döneminde atıldı. Güney Kürdistan meselesini Türk sermayesinden baðımsız tartışmamız mümkün deðil. Türkiye sermayesi Güney Kürdistan'ın yeniden inşaası sürecinde etkin bir rol aldı. Barzani'nin AKP kongresinde konuşma yapması Erdoðan'a kişisel sempatisinden kaynaklanan bir şey deðil. Türkiye ile Güney Kürdistan arasında oluşan çok ciddi iktisadi baðlar söz konusu. AKP hükümeti Barzani yönetimini mutlak anlamda kontrol edemez ancak üzerinde basınç oluşturacak ciddi bir iktisadi nüfuza sahip. Türk sermayesi daha geniş bölgede, Suriye'de örneðin çok etkin bir aktör haline gelmişti. Mısır ve Libya'da buna dahil.
Yani AKP'nin dış politikasının zeminini oluşturan daha yapısal dinamiklerden bahsederken, ABD'nin son 10 yıl içinde bölgedeki gücünün gerilemesi ve Türk sermayesinin daha aktif hale gelmesine bakmak gerekiyor.
Bu Türk dış politikasını bölgede daha etkin bir rol almaya doðru itiyor. Osmanlı meselesi bunun sosu. AKP, Ýslamcı bir kökenden geldiði, milliyetçi-muhafazakar olduðu için böylesi bir dış politika uygulamıyor. Ýdeolojik tercihler dolayısıyla ortaya çıkmış bir dış politika yönelimi deðil bu. Elbette etkisi vardır ideolojik tercihlerin. Ancak, az önce de bahsettiðim gibi daha yapısal, temel dinamikler söz konusu.