Bayık: Devlet İmralı görüşmelerini savaşın bir parçası olarak yürüttü

KCK Yürütmek Konseyi Başkanı Cemil Bayık, komplonun amacı, gelişim seyri, İmralı süreci ve mevcut duruma ilişkin sorularımızı yanıtladı.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik gerçekleştirilen Uluslarası 15 Şubat komplosu 17 yılı geride bıraktı. Öcalan İmralı’da zindanında tutulmakta ve 5 Nisan’dan bu yana kendisinden hiçbir haber alınamamaktadır.

KCK Yürütmek Konseyi Başkanı Cemil Bayık, komplonun amacı, gelişim seyri, İmralı süreci ve mevcut duruma ilişkin sorularımızı yanıtladı. Bayık, bir kez daha, ‘Öcalan’a yaklaşım savaş ve barış gerekçesidir’ hatırlatmasında bulunarak, önümüzdeki sürece ilişkin çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

İşte KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Sayın Cemil Bayık’ın sorularımıza verdiği yanıtlar:

15 Şubat komplosu 17 yılı geride bıraktı. 18. yıla nasıl bir giriş yapılıyor?

Uluslararası komplo gerçekleştiğinde hem uluslararası güçler, hem de Türkiye önderlik çizgisini saf dışı etmek istiyorlardı. Ortadoğu'da kendilerinin hakim olacağı bir düzen kurmak istiyorlardı. Önder Apo'nun çizgisini hem uluslararası güçler, hem de Türkiye kendi politikaları açısından engel olarak görüyorlardı. Ancak geçen 17 yıl Önder Apo çizgisinin bırakalım geriletilmesini, kendilerini hakim kılmayı, Önder Apo çizgisi Ortadoğu için tek siyasi alternatif haline geldi.

Şu anda Ortadoğu'da bir kaos yaşanıyor. Suriye'de kaos yaşanıyor. Türkiye'de bir kaos yaşanıyor. Bu kaos içinden çıkış yapacak hiçbir güç yok. Askeri güçleriyle, ekonomik güçleriyle hakim olmak istiyorlar; ancak hiçbirisinin Ortadoğu'nun sorunlarına, Türkiye'nin sorunlarına, Suriye'nin sorunlarına cevap olacak bir politikası bulunmuyor. Bu yönüyle uluslararası komplonun 18. yılına önderlik gerçeği ve önderlik çizgisi tek kurtuluş çizgisi olarak giriyor. Koşullar zor da olsa önderlik gerçeği bu komplonun 18. yılında geleceği kazanacak biçimde etkisini gösterecektir. Önder Apo'nun siyasi çizgisi, özgürlük çizgisi, demokrasi çizgisiyle bölgede sorunları ağırlaştıran çizgiler arasında mücadele sürecektir.

Ortadoğu'da ne klasik iktidar bloklarının, ne Suriye'nin, ne Türkiye'nin, ne İran'ın sorunları çözme gücü vardır; ne de ABD ve Rusya’nın Ortadoğu sorunlarına çözüm getiren politikaları. Çünkü Ortadoğu'nun sorunları çok karmaşıklaşmıştır. Sadece askeri güçle, ekonomik güçle Ortadoğu'nun sorunlarını çözmek mümkün değildir. Beş bin yıllık devletçi sistemin yarattığı kat kat biriken toplumsal sorunlar vardır, siyasal sorunlar vardır, kapitalist modernitenin son iki yüzyılda yarattığı sorunlar vardır. Soykırımcı ulus-devlet zihniyetinin Ortadoğu'da yarattığı sorunlar vardır. Sorunlar binlerce yıl kat kat üst üste birikerek ağırlaşıp içinden çıkılmaz hale gelmiştir. Zihniyet olarak ise bin yılların Ortadoğu'daki devletçi despotik zihniyetiyle ulus-devletin soykırımcı hegemonik zihniyeti iç içe geçerek en tehlikeli iktidar anlayışlarını, siyasal anlayışlarını Ortadoğu'da ortaya çıkarmıştır. Bu açıdan yıkılanın yerine de kimse alternatif koyamıyor. Her siyasi güç çürümüş olan, artık meşruiyeti kalmayan, gereksiz hale gelen ve yıkılan iktidar biçimlerinin farklı bir varyantını hakim kılmak istiyor.

Öte yandan uluslararası ve bölgesel güçlerin çekişmesi kapitalist modernitenin, uluslararası güçlerin ve bölgesel güçlerin siyasal çıkarlarını öne çıkarıyor. Bu yönüyle de halkların özgür ve demokratik yaşam seçeneği dikkate alınmıyor. Özgürlük de, demokrasi de, eşitlik de, adalet de çıkarlara kurban ediliyor. Böyle bir kaotik durum yaşanmaktadır. İşte böyle bir kaotik ortamda Ortadoğu gerçekliğini çözmüş, Ortadoğu'nun binlerce yıllık tarihini en iyi biçimde çözümlemeye tabii tutmuş, devletçi zihniyetin, sömürücü zihniyetin tarih ve toplum içindeki etkilerini çok iyi çözmüş, dinlerin coğrafyası olan Ortadoğu'da dinin toplumsal işlevini, kültürel işlevini en iyi biçimde ele almış, yine Ortadoğu'nun güçlü yanlarını, zayıf yanlarını değerlendirmiş; kapitalist modernitenin Ortadoğu'da yarattığı sorunları derinliğine ele almış ve bu temelde Ortadoğu gerçekliğine, yerelliğine uygun, öte yandan evrenseli de somutlaştıran, yani evrenselle yerelin birbirini tamamladığı bir ideolojik-siyasi çizgi ortaya koyan Önder Apo gerçeği ve onun örgüt-mücadele anlayışı bugün Ortadoğu'da halkların umudu haline gelmiş bulunuyor. Şunu söyleyebiliriz; bu kaostan çıkış yapabilecek tek güç, Önder Apo'nun çizgisidir. Nitekim Rojava’daki devrim bu nedenle ayakta kalmıştır. Rojava Devrimi bu nedenle Suriye ve Ortadoğu kaosu içinde hala çözüm umudu taşımaktadır. Rojava ve Kuzey Suriye, Ortadoğu ve Suriye kaosu içinde barışın, istikrarın olduğu bir coğrafya durumundadır. Bunu sağlayan, kesinlikle Önder Apo'nun ideolojik-siyasi çizgisinde Rojava Devriminin gelişmesidir. Hatta şunu söyleyebiliriz; Rojava’da Önder Apo'nun ideolojik-siyasi çizgisinin ancak yüzde 25-30’u gerçekleşmiş durumdadır. Çok sınırlı bir önderlik gerçekleşmesi vardır. Bu zayıf pratikleşme bile Rojava’da halkların umudu haline gelmişken, önderlik çizgisinin tüm boyutlarıyla hakim olduğu bir Rojava, bir Suriye gerçekten Ortadoğu'daki bütün sorunların çözüm gücü haline gelebilecektir.

ÖNDER APO ÇİZGİSİNDEKİ MÜCADELEMİZİ HİÇBİR GÜÇ ENGELEMEYEZ

Bu açıdan biz Hareket olarak komplonun 18. yılına çok umutla giriyoruz. Bizim mücadelemizin etkili olacağını, kazanacağını düşünüyoruz. Çünkü Önder Apo çizgisindeki mücadelemizi hiçbir güç engelleyemez, engelleme gücü yoktur. Doğru politikaların, ideolojilerin gücünü tarihte hiçbir askeri güç engellememiştir, zor gücü engelleyememiştir. Bugün belki Türkiye Bakurê Kurdîstan’da tüm faşist güçleri bir araya getirerek, faşist bir cephe kurarak soykırımcı faşist cephenin altında Kürdistan'a saldırıyor,  şehirleri yakıp yıkıyor, katliamlar gerçekleştiriyor, ama bu kesinlikle onların gücünden gelmiyor. Yaşanan ağır sorunlar karşısında çözüm bulamayanlar, çözümsüz olanlar her zaman bu yola başvurmuşlardır. İdeolojik ve politik olarak çözüm gücü olamayanların elindeki tek güç silahtır. Bu açıdan Türkiye'nin silaha bu kadar başvurması ideolojik ve siyasi olarak bitmişliğinin, çürümüşlüğünün ifadesidir. Bunu kesinlikle böyle görmek gerekiyor. Eğer bir ideolojik ve politik çözüm gücü olsaydı bu noktaya gelinmezdi. Bugün Ortadoğu'daki bütün iktidarlar çökmüştür. İdeolojik ve siyasi olarak çözüm bulamadıkları için hepsi silaha başvuruyor. Aynı şey kapitalist emperyalist güçler için de söz konusudur. Onların hepsi de ellerindeki ekonomik imkanlarına güveniyorlar, silahlarına başvuruyorlar. İdeolojik ve siyasi bir çözüm bulamıyorlar. Toplumsal sorunlara, kültürel sorunlara Ortadoğu'nun özgünlüğüyle evrensellik değerlerinin birbirini tamamladığı bir çözüm üretemiyorlar.

Türkiye de bu sistemin bir parçası olarak ideolojik ve politik olarak tıkanmıştır. AKP iktidarının Kürt sorununa ve Türkiye'nin diğer sorunlarına çözüm bulacağım diyerek geldiği nokta ortadadır. Ancak bir zihniyet değişikliği ve bu temelde politika üretemediği için sorunlara çözüm bulamamıştır. Önder Apo Türk devletine şans tanıdı, AKP hükümetine şans tanıdı. Ortadoğu çıkmazından, Türkiye'de yaşanan ideolojik ve siyasi çıkmazdan çıkarmak istedi. Bunu 2013’teki manifestosunda da ortaya koydu, İmralı’daki görüşmelerde de ortaya koydu. Ancak Türkiye'de bu basirette bir yönetim anlayışı olmadığı için Önder Apo'nun bu yaklaşımlarını, tanıdığı bu fırsatı, bu imkanı Kürt sorununun çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesi temelinde kullanıp sadece Türkiye'de sorunları çözme değil, bu temelde bütün Ortadoğu'da çözüm gücü olacak bir irade ortaya koyamamıştır. Önder Apo'nun ortaya koyduğu perspektif temelinde demokratik zihniyetiyle, demokratikleşmeyle bütün Ortadoğu'yu etkileyecek, Ortadoğu'nun çekim merkezi olacak bir Türkiye olma yerine, tamamen Kürt halkının özgürlük mücadelesini şiddetle ezerek bütün bölgedeki gericilerden daha gerici bir güç olduğunu, hiçbir biçimde halklar için vereceği bir şey olmadığını ortaya koyan bir AKP iktidarı ve Türk devlet gerçeği ortaya çıkmıştır. İşte biz böyle bir devlete karşı mücadele veriyoruz. Çıkmaza giren, Türkiye'nin ağır sorunlarına ideolojik ve siyasi olarak çözüm bulamayan, tıkanmış bir Türk devletine karşı mücadele veriyoruz.

TÜRK DEVLETİ İDEOLOJİK VE SİYASİ OLARAK ÇÖKMÜŞ

Uluslararası komplonun 18. yılına girerken, Türk devleti ideolojik ve siyasi olarak çökmüşken, Önder Apo'nun çizgisi İmralı’da bir güneş gibi doğmuştur. Bu çizgi ile batı kaynaklı Türkiye'deki kültürel soykırımcı faşist zihniyetle Ortadoğu'nun despot zihniyetinin birleştiği ucube bir iktidar gerçekliği arasında tarihi bir mücadele sürmektedir. Bundan kazanacak olan kesinlikle Önderlik çizgisidir. Erdoğan’ın, Davutoğlu’nun bağırarak, çağırarak kazanacağı hiçbir şey yoktur. Davutoğlu her ağzını açtığında “bizim medeniyet şöyle, böyle” diyor; uyguladıklarının hiçbir medeniyetle alakası yoktur. Bu konuda bırakalım şu medeniyeti, bu medeniyeti temsil etmeleri, Osmanlı’nın da çok gerisini düşmüşlerdir. Osmanlı var olduysa Kürt-Türk ilişkileriyle var olmuştur. Doğuda, yani Kürdistan'da Kürtlerin özerkliğini tanıyarak ta Viyana kapılarına kadar gitmiştir. Eğer Kürtlerle anlaşmasaydı bırakalım Osmanlı’nın büyük güç olmasını, Avrupa’ya kadar gitmesini, Suriye sınırlarını bile aşamazdı. Bu yönüyle Osmanlı’yı yaşatacağını söyleyen AKP bu tarihe de ters bir yaklaşım içindedir. Cumhuriyetin kuruluşuna da terstir. Cumhuriyetin kuruluşunda da bütün farklı kültürlerin, belli düzeyde Meclis içinde kendi kimliği ve kültürüyle var olduğu bir gerçeklik vardır. Kürtler kendi dilini, kültürünü inkar etmeden Meclis’e girmişlerdir. Dersimliler de, Kürdistan'ın diğer bölgelerindeki halkın temsilcileri de Meclis’e kendi kıyafetleriyle, kendi dili ve kültürüyle gitmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti böyle kurulmuştur, kendisini böyle var etmiştir. Eğer Kürtlerle savaş içinde olsaydı, Alevilerle savaş içinde olsaydı, Dersimlilerle savaş içinde olsaydı, Çerkezlerle savaş içinde olsaydı bu savaşı kazanabilir miydi? Şimdi o zaman koşullar gereği Mustafa Kemal böyle davrandı, taktik yaptı, Kürtler başta olmak üzere diğer toplulukları aldattı diyorlarsa, bunu diyenler kendilerini aldatmaktadırlar. Böyle diyenler Türkiye Cumhuriyetini kazandıran gerçekliği inkar etmektedirler. Şimdi bunlar inkar edilerek bugün Kürt halkına, Alevilere ve Türkiye'deki her türlü farklı toplumsal kesimlere karşı da bir savaş açılmıştır. Türkiye böyle bir zihniyet ve politikaya yönelerek kendisini sürekli krizler içinde tutmaktadır. Dolayısıyla da bir özel savaş devleti haline gelmiş bulunmaktadır.

Türkiye Önder Apo'yu esaret altına alarak kendisini güya kurtaracağını sanmıştır. Ama Önder Apo'yu esaret altına almasıyla birlikte Kürt sorununda kültürel soykırımda ısrar ederek, Kürt sorununu çözmeyi değil de ezme yaklaşımını ortaya koyarak ve bu politikayı da bugüne kadar sürdürerek kendisini tıkatmış, sadece içeride değil, dışarıda da Türk devletini tehlikelerle karşı karşıya getirmiştir. Şu anda Erdoğan, Davutoğlu bağırıyor, çağırıyor, ama bu güçlü olduklarından değildir. Türkiye gerçekten de çok tehlikeli, riskli bir süreçtedir. Tam bir maceracılık peşindedir. Bu maceracılık bir politik çıkmazın, ideolojik çıkmazın sonucudur. Kesinlikle geleceği yoktur. Başarısı yoktur. Şu çerçevede belki belirli macera peşinde koşanların başarısı olabilir. Eğer ideolojik ve siyasal çizgisi toplumsal sorunlara cevap veriyorsa, o dönemin siyasi sorunlarına cevap veriyorsa, belli bir cesaret içinde olanlar, böyle bir politik tarza sahip olanlar belki kazanabilir. Ama ideolojik ve politik çizgisi doğru değilse, yapılan kabadayılıklar, bağırmalar, çağırmalar ancak bir çöküşün habercisi olabilir. Şimdi Türkiye'de de kesinlikle Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu her türlü faşist kesimi yanına alarak, bir faşist cephe kurarak demokrasi güçlerine ve Kürt halkına karşı savaş açmışlardır; kendi ellerindeki şu silahı, bu silahı, şu tekniği kullanarak güya kazanacaklarını sanıyorlar. Ama şunu belirtelim, bu politikanın, bu saldırının sonu çöküştür. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü ne Türkiye içi açısından ne de bölge açısından herhangi bir çözümleyici politikaları vardır. Kürt düşmanlığı onları içeride ve dışarıda politik çıkmazla karşı karşıya getirmiştir.  

1999’dan bu yana, 17 yıl aradan sonra bakıldığında, Nereden nereye gelindi?

Komplo Önder Apo'yu esaret altına alarak Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etmek istiyordu. Önder Apo'yu İmralı’ya gömmek istiyorlardı. Önder Apo ile örgütü arasındaki bağı, Önder Apo ile halk arasındaki bağı; halkla örgüt arasındaki bağı, tüm bunları koparmak, Özgürlük Hareketini etkisizleştirmek istiyorlardı. Özgürlük Hareketi Ortadoğu siyasetinde etkisi olmayan bir güç haline getirilmek isteniyordu. Bu komplonun bir amacı da Önder Apo'yu ve Kürt Özgürlük Hareketini Kürt siyaseti içinde etkisiz hale getirmekti. Çünkü 1998 yılı hatırlandığında Önder Apo'nun siyasi etkisi sadece Bakurê Kurdîstan’da değil, Başurê Kurdîstan’da da, Rojhilat Kurdîstan’da da çok etkili hale gelmişti.

Hem uluslararası güçler, hem de Türk devleti bu önderlik gerçeğini saf dışı etmeyi düşünüyorlardı. Ancak Önder Apo'nun AİHM savunmalarında belirttiği gibi “tarihsel komplolar gelişmeleri durdurmaz, aksine hızlandırır” tezi doğrulandı. Önder Apo uluslararası komplodan çıkardığı dersle komployu boşa çıkaracak ideolojik, teorik, siyasal yoğunlaşmalarını geliştirdi. Komploya yol açan yetersizliklerin, tıkanıklıkların ne olduğunu ortaya koyarak hem kendisi komploculara karşı sağlam bir duruş ve mücadele içine girdi, hem de örgütün ve halkın uluslararası komploya karşı sağlam ve güçlü bir mücadele yürütmesini sağladı. Uluslararası komplo önderliğimizi esaret altına aldı, ama önderliğimizin “öldürmeyen yara güçlendirir” değerlendirmesinde olduğu gibi bu süreçten Önderliğimiz de, Hareketimiz de, halkımız da güçlü olarak çıktı. Çünkü komplodan Önder Apo ve Hareketimiz var olan eksikleri nasıl gideririz diye yoğunlaşmış, eksikleri, yetersizlikleri gidererek daha etkili mücadele eder hale gelmiştir. Hareketimizin komplodan önce de önemli ve birçok başarı elde eden mücadelesi vardı. Ancak komplo gerçeğinin ortaya çıkardığı gibi eksikleri, yetersizlikleri de vardı. Çünkü eksikleri, yetersizlikleri olmasaydı uluslararası güçlerin komploları boşa çıkarılabilirdi. Önder Apo ve Hareketimiz bu bilinçle uluslararası komployu boşa çıkaracak ideolojik, teorik, örgütsel, siyasal yaklaşımları geliştirerek ve bu temelde de mücadelesini yükselterek daha etkili mücadele eder hale gelmiştir. Uluslararası güçler, Türkiye Hareketimizin artık mücadele edemeyeceğini, etkisiz kalacağını düşünürken, Hareketimizin daha etkili mücadele eder hale geldiğini herkes görmüştür.

TÜRK DEVLETİ HAM HAYALLERE KAPILDI

Ertuğrul Özkök 2000 yılında yazdığı bir yazıda şunu belirtmişti; toprağa konulan savaş baltaları bir daha çıkmaz. Yani paslanır, artık bu iş bitmiştir değerlendirmesinde bulunmuştur. Bunu derken artık PKK bir daha kendini toparlayamaz, ayağa kalkamaz, mücadele edemez, bu iş son bulmuştur biçiminde değerlendirme yapmıştır. Türk devletinin yaklaşımı da böyledir. PKK sorunu bitmiştir, demiştir. Hatta bir General PKK'yi nasıl bitirdikleri konusunda kendisine bir övgü payı çıkarmak için şöyle değerlendirmelerde bulunmuştur; “tarih PKK'yi dünyanın en büyük örgütlerinden biri olarak en büyük, en güçlü gerilla örgütlerinden biri olarak yazacaktır, ama tarih şunu da yazacaktır; bu örgütü Türk devleti yenmiştir, yenilgiye uğratmıştır” biçiminde değerlendirmede bulunmuştur. Ama önderlik gerçeğini tanımadıkları için, PKK gerçeğini tanımadıkları için, Önder Apo'nun öncülüğünde on yıllardır verilen mücadele sonucu ortaya çıkan halk gerçekliğinin niteliğini unuttukları için böyle ham hayallere kapılmışlardır. Ama Hareketimiz uluslararası komployla Önder Apo'nun esaret altına alınmasına rağmen PKK üzerinde içeriden, dışarıdan her türlü baskı yapılmasına rağmen 2003 yılında uluslararası güçlerin, işbirlikçi Kürtlerin ve Türkiye'nin etkisiyle örgüt içinde ortaya çıkan tasfiyecilik Hareketimizin yarattığı kültür, Önder Apo'nun müdahalesi ve halkın örgüte bağlılığı sonucu tasfiye edilmişlerdir. Belki bu provokatif tasfiyecilerin çıkışıyla birlikte örgüt içinde kimi kayıplar yaşanmıştır, ama örgüt içinde yük olan, artık mücadelede gözü olmayan, örgütü mücadeleden alı koyan, mücadele ruhunu öldüren kişiliklerin saf dışı olmasıyla Hareket yeniden mücadele dinamizmi kazanmıştır. Bir nevi mücadelenin önündeki tortular temizlenmiştir. Böylece Hareketimizin daha etkili mücadele eder hale gelmesi sağlanmıştır.

Bunlar uluslararası komplonun uzantılarıydı. Uluslararası komplonun uzantıları da yenilince komploya karşı mücadelenin, komployu boşa çıkarmanın önü de açılmıştır. Çünkü tasfiyeciler zaten komplonun sonucuydu. Uluslararası komplocuların önderliği esaret altına alarak, artık senin çizginle mücadele olmaz, senin önderliğinle olmaz, teslim olmanız gerekir dayatması bu kesimlerde irade kırılması ortaya çıkarmıştı. Komplo onların şahsında başarılı olmuştu. Ama onların şahsında başarılı olan komplo bütün örgüt içinde başarılı olamamıştır. Komplonun uzantıları saf dışı edilince uluslararası komplocuların, Türkiye'nin ve bu komploya bel bağlayanların bütün hayalleri yıkılmıştır. Aslında uluslararası komplocular en büyük kaybı orada yaşamıştır. Ya da komplonun boşa çıkarılmasının en önemli adımı örgüt içindeki uzantıların yenilgiye uğratılmasıdır, saf dışı edilmesidir, başarısız kılınmasıdır. Zaten ondan sonra gerçekten mücadelenin önü açılmıştır. Hem 1 Haziran hamlesiyle gerilla yeniden hamle yapmıştır, hem de halkımızın özgürlük mücadelesi bütün parçalarda yükseltilmiştir.

PKK KOMPLONUN GERÇEKLEŞTİĞİ DÖNEMDEN ÇOK DAHA GÜÇLÜ HALE GELMİŞTİR

Bugün şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; PKK'nin ideolojik gücü, siyasi gücü, askeri gücü komplonun gerçekleştiği dönemden daha da etkili hale gelmiştir. PKK'nin mücadele gücü eskiye göre çok arttığı gibi, potansiyelleri daha fazla katbekat artmıştır. Çünkü bu 17 yıllık mücadele ve Ortadoğu'da yaşananlar Önder Apo'yu daha etkili bir önderlik, PKK'yi sadece Kürdistan'ın değil, Ortadoğu halklarının özgürlük umudu haline getirmiştir. Hatta Önder Apo'nun ve PKK'nin ortaya koyduğu özgürlük ve demokrasi çıkışıyla tüm insanlık için, tüm dünya için özgürlük ve demokrasi ocağı haline gelmede çok önemli gelişmeler ortaya çıkarılmıştır. Şunu söyleyebiliriz; tarihin her dönemde bir coğrafya, ya da bir düşünce ve ideoloji halklar için umut olur. Halkların yaşadığı toplumsal, kültürel, siyasal sorunlara çıkış bulur, çağrı olur, umut haline gelir. Bugün de İmralı koşullarında ağır baskı ve tehdit altında geliştirilen Önder Apo'nun çizgisi zindan duvarlarını aşarak, tek kişilik adanın o kuşatılmış koşullarını aşarak bütün Ortadoğu'da bir güneş gibi doğmuştur.

Önder Apo'nun paradigması Ortadoğu toprağına düşmüştür. Kadın özgürlükçü, demokratik, ekolojik toplum paradigması kesinlikle bu topraklarda çok güçlü boy verecektir. Bu topraklar maddi uygarlığın değil, manevi uygarlığın topraklarıdır. Bu topraklar toplumsallığın topraklarıdır; bireyselliğin toprakları değildir. Bu açıdan Önder Apo'nun ortaya koyduğu demokratik toplumcu çizgi, yani toplumcu çizgi Ortadoğu'nun manevi uygarlık değerlerine dayanarak da tüm insanlık için bir çıkış olacaktır. Bugün komplo açısından nereden nereye gelindi denirse, önderlik esaret altına alınıp PKK'nin bitirileceği, PKK'nin bitirilmesi temelinde Ortadoğu'da kendilerinin hakim olacağı bir statüko, denge, yeni bir Ortadoğu şekillendirmek isterlerken, Ortadoğu'ya kaosu daha fazla getiren, Ortadoğu'daki çıkmazı daha da derinleştiren güç oldukları ortaya çıkmış, ancak esas olarak esaret altına aldıkları önderlik gerçeğinin, önderlik çizgisinin yeni bir Ortadoğu kurabileceği, yeni Ortadoğu'nun kuruluşunun bu çizginin mayalamasıyla gerçekleşeceği bir noktaya gelinmiştir.

ÖNDERLİK ÇİZGİSİNDE BİR ROJAVA DEVRİMİ GERÇEKLEŞMİŞTİR

Uluslararası komplo Suriye'de gerçekleşmiştir, Suriye'nin geldiği durum ortadadır. Önder Apo Suriye'den çıkarılmış, Rojava’dan çıkarılmış, ama bugün uluslararası komplonun “Apo’yu Rojava’dan çıkardım, Suriye'den çıkardım, ben başarılıyım” dediği yerde önderlik çizgisinde bir Rojava Devrimi gerçeklemiştir. Bu sadece Rojava’daki Kürtlerin devrimi değildir, bütün kuzey Suriye'deki halkların ve bütün Suriye'nin devrimidir. Rojava Devrimini sadece Kürtlerle sınırlamamak gerekir. Önderlik ideolojisi, çizgisi dar milliyetçi yaklaşıma sahip Kürt devrimi çizgisi değildir, sadece Kürt halkının özgürlük ve demokrasi çizgisi değildir; bütün Ortadoğu'nun, Suriye'nin, Türkiye'nin, Irak'ın, İran'ın özgürlük ve demokrasi çizgisidir. Önder Apo Kürtlerin özgürlüğünü de tüm Ortadoğu'nun ve bu ülkelerin özgür ve demokratik yaşamı çerçevesinde gerçekleşeceğine inanan ve Kürt sorununun çözümünü, Kürt halkının özgürlüğünü bölge halklarıyla birlikte ele alan bir yaklaşıma sahiptir. Bugün bu çizginin Suriye'de pratikleşme imkanı fazlalaşmıştır. Bu gerçeklik bile komplonun Önder Apo karşısında başarısız kaldığının açık sonucudur.

Sayın Öcalan’a yönelik komplo bugün nasıl bir yöntemle devam ediyor?

Uluslararası komplo büyük oranda boşa çıkarılmıştır. Aslında uluslararası komplo Önder Apo ve Özgürlük Hareketi'nin mücadelesi karşısında yenilmiştir. Ancak uluslararası komployu gerçekleştiren zihniyet sürmektedir. Hem uluslararası güçlerde Kürt sorununa yaklaşım değişmemiştir, Kürt sorununda köklü bir yaklaşım değişikliğine gitmemişlerdir, hem de uluslararası komplo dönemindeki zihniyetin aynısını şu anda sürdürmektedirler. Uluslararası güçler 20. yüzyılın başında Kürt soykırımına dayalı bir Ortadoğu düzeni kurmuşlardı. Bu Ortadoğu düzeninde Kürtler dışlanmış, bölge hakim ulusların ya da bölge devletlerinin esas alındığı bir düzene kavuşturulmuştu. Hala da bu düzeni kuran anlayış sürmektedir.

Uluslararası güçler, o zaman kapitalist emperyalizmin öncü gücü İngiltere, Musul ve Kerkük’ün bırakılması karşılığında Türkiye'nin Kürtleri kültürel soykırıma uğratacak ulus-devlet kurmasına müsaade etmişlerdi. Ortadoğu dengeleri böyle kurulmuştu. Uluslararası komplodaki zihniyet de buydu. Uluslararası komplo eğer 20. Yüzyılın başında gerçekleşen kültürel soykırımı gerçekleştiren zihniyette olmasaydı Önder Apo'ya yönelik böyle bir uluslararası komplo içinde yer almazlardı. Gerçekten tarihin en zalim, en vicdansız komplosu gerçekleştirilmiştir. Önder Apo’ya dünyada kalacağı yer bırakmamacasına bir komplo gerçekleştirilmiştir. Bütün dünya üzerine bir baskı kurulmuştur. Bunu hem kendi çıkarları gereği yapmışlardır, hem de Türk devletini Ortadoğu politikalarında kullanmak için yapmışlardır. Bu politikayı yürütenler amaçlarına tam ulaşamasalar da hala Türk devletini Ortadoğu'da kullanmak istiyorlar; Kürtlerin varlığını yine bölge ülkelerinin üzerinde baskı olarak kullanmak istiyorlar. Kürt sorununu bir çözme zihniyetleri yok, Kürt sorununun çözümsüzlüğü üzerinden Ortadoğu'daki siyasal hakimiyetlerini sürdürmek istiyorlar. Kürt sorununun çözümsüzlüğü üzerinden bölge ülkelerini kendilerine bağlı kılmak istiyorlar. Böyle çok çirkin, insanlık dışı, vicdansız, ahlaksız bir politika hala sürüyor. Bunu böyle görmek gerekiyor.

TÜRK DEVLETİNİN ZİHNİYETİ DEĞİŞMEMİŞTİR

Türk devleti zaten kültürel soykırımcı politikada ısrar ediyor ve aynı 20. yüzyılda olduğu gibi bütün devletler benim kültürel soykırım politikama destek versin diyor. Benim gibi Kürt karşıtlığı yapsın diyor. Erdoğan ve Davutoğlu son zamanlarda ABD'ye PYD terör örgütüdür, PKK terör örgütüdür deyip, benimle ittifaksınız, o zaman benim gibi Kürt karşıtlığı yapacaksınız dayatmasında bulunuyor. Bu açıdan 20. yüzyıldaki uluslararası düzen gibi uluslararası güçlerin desteğini alıp Kürt soykırım politikasında ısrar etmek istiyor. Bu yönüyle Türk devletinin de zihniyeti değişmemiştir, bunu sürdürmek istiyor.

Uluslararası güçler de uluslararası komployu yaptığı dönemdeki zihniyeti çok değiştirmemişlerdir. Kuşkusuz kısmi değişiklikler olmuştur. Özellikle de Kürt halkının gücünü görmüşlerdir. Komplonun gerçekleştiği dönemde Amerika Dış İşleri Başkanı Madeleine Albright’ın halkın tepkisine gönderme yaparak “bu kadar da beklemiyorduk” demesi, nasıl örgütlü bir halk gerçeğiyle karşı karşıya olduklarını görmelerini sağlamıştır. Yine Rojava Devriminin önderlik çizgisinde gerçekleşmesi, Rojava Devriminin sadece Rojava’yla sınırlı değil, dört parçada Kürtlerin desteğini alan, Kürtlerin sempatiyle baktığı bir dayanağı olan devrimin olması uluslararası komplocuların Kürt politikasında kısmi değişiklikleri yapmasını sağlamıştır. Yine Güney Kürdistan Federasyonun var olmasının getirdiği sonuçlar var. Bu da Kürt Özgürlük Hareketi'nin dört parçada geliştirdiği mücadelenin sonucudur. Kürt özgürlük mücadelesinin geliştiği ortamda Başurê Kurdîstan’da kazanımlar elde edilmiştir. 1992’de Başurê Kurdîstan meclisinin ve bu temelde yönetiminin oluştuğu günün Kürt Özgürlük Hareketi'ne saldırılması da özgürlük mücadelemizin gelişmesiyle Başurê Kurdîstan’daki kazanımlar arasındaki bağın çarpıcı örneğidir. Eğer dört parçada Kürt halkının özgürlük mücadelesi gelişmeseydi Irak’ta bu federasyonu kesinlikle boğarlardı. Zaten Türkiye bu federasyonu 5 Kasım 2007’de Bush-Erdoğan görüşmesinden sonra tanımıştır. Çünkü orada Türk devletine ve AKP'ye PKK'ye savaşmada destek verdikleri için Türk devleti ve AKP de PKK'ye verilen desteğin karşılığı Güney Federasyonunu tanımak zorunda kalmıştır. Bu, Türk devletinin bütün Ortadoğu'da kültürel soykırımın öncülüğünü yapan politikasında bir gedik açmıştır. Ya da bu politikasında bir zafiyet ortaya çıkarmıştır. Her ne kadar Türk devletinin şu anda bu tanımaya karşı olarak Güney Kürdistan’la ilişki temelinde Kürt Özgürlük Hareketini etkisizleştirme, tasfiye etme politikası olsa da, Özgürlük Hareketimizin, mücadelemizin sonucu sadece Başurê Kurdîstan’da değil, Kürdistan'ın dört parçasında Kürt halkının bilinçli ve örgütlü hale gelmesi, uluslararası güçlerin Kürt politikasında kimi yaklaşım değişiklikleri ortaya çıkarmıştır. Ama köklü bir değişiklik olmamıştır. Mücadelemizin varlığı uluslararası güçlerin ve kimi bölge güçlerinin Başurê Kurdîstan’daki federasyonu tanıma durumu ortaya çıkarmışsa da, genel Kürt politikasında köklü bir değişiklik yapmadıklarından dolayı sadece Bakurê Kurdistan açısından değil, Başurê Kurdîstan dahil bütün Kürdistan parçaları açısından tehlikeler de devam etmektedir. Her türlü komplocu yaklaşım tehlikesi sadece Bakurê Kurdîstan değil, bütün Kürdistan parçaları için sürmektedir. Daha yakın zamanda 1 Mart tezkeresini onaylasaydık, Irak'a girseydik Başurê Kurdîstan Federasyonu olmazdı demeleri, nasıl bir anlayışta olduklarını ortaya koyuyor.

KÜRTLERİN ORTADOĞU’DA BİR GÜÇ OLDUKLARI ARTIK GÖRÜLÜYOR

Erdoğan’ın ‘1 Mart tezkeresi sırasında yaptığımız hatayı şimdi Suriye’de yapmayacağız’ demesi bu anlama  mı gelmektedir?

Elbette bu anlama geliyor. Uluslararası komplocularda şöyle bir değişiklik olmuştur; Kürt Özgürlük Hareketi'nin etkisiyle tüm parçalarda gelişen mücadeleyi tasfiye edip etkisizleştiremeyeceklerini gördüklerinden kontrollerine alma, denetimleri altına alma gibi bir yaklaşım içine girmişlerdir. Böyle bir politika yürütmektedirler. Artık Kürtlerin Ortadoğu'da bir güç olduğu görülünce, hem de bilinçli, örgütlü bir güç olduğunu pratikte ortaya koyunca Kürtler üzerindeki siyasi denetimlerini sağlama politikasına yönelmişlerdir. Rojava’daki politikaları bunu ifade etmektedir.

Uluslararası komplocular yine Türkiye'yi Ortadoğu'da kullanmak istediklerinden Kürt halkının Bakurê Kurdîstan’da yürüttüğü mücadeleye karşı hala doğru bir yaklaşım içinde değillerdir. Aslında hem Türkiye'yi zayıflatmak, hem Kürtleri zayıflatmak, böylelikle Türkiye'yi kontrol etmek ve Kürtler üzerindeki etkisini arttırmak gibi bir yaklaşım görülmektedir. Türkiye'nin Kürtler üzerinde yaptığı bu vahşi katliamlara rağmen ses çıkarmaması, bu politikanın dışa vurumu olarak ele görülmelidir.

Önderliğe yönelik komplo zayıflamasına rağmen sürdürülmektedir. Kuşkusuz Önder Apo'nun esaret altına alındığı dönemdeki gibi bir bütünlük yoktur. Avrupa’nın, ABD'nin, Rusya’nın, Yunanistan’ın ve komplo içinde yer alan diğer güçlerin bir bütün olarak Türkiye'nin istekleri doğrultusunda hareket etme yaklaşımları yoktur. Bu konuda çelişkiler ve farklılıklar vardır. Yine uluslararası komploda Başurê Kurdîstan’daki örgütler aktif olarak kullanılmıştı. Şimdi yine belli düzeyde kullanma politikaları olsa da hala Türkiye KDP üzerinden, KDP ilişkileriyle böyle bir amaç gütse de, komplo dönemindeki gibi Başurê Kurdîstan’daki örgütleri, halkı Özgürlük Hareketi'nin üzerine sürme, bu komploda onlara rol verme durumu eski düzeyde değildir.

AB VE ABD İMRALI TECRİDİNE DESTEK OLUYORLAR

Öte yandan Önder Apo'nun hala tecrit altında tutulmasını sağlıyorlar. Bu konuda ABD ve Avrupa da Türkiye'nin İmralı üzerindeki ağır tecrit uygulamasına karşı değildir. Bu yönüyle İmralı’daki tecrit politikası konusunda Türkiye hala ABD'nin, uluslararası güçlerin desteğini almaktadır. Ancak Önder Apo'nun 17 yıllık çabaları sonucu Önder Apo gerçeğinin uluslararası alanda ve halklar içinde, demokrasi güçleri içinde önemli bir etkisi oluşmuştur. Önder Apo'nun etkisi, itibarı uluslararası alanda, halklar içinde, demokrasi güçlerinde gelişmiştir; büyük bir itibar kazanmıştır. Etki sahibi olmuştur. Bu yönüyle artık Türkiye'nin, uluslararası güçlerin o zamanlar yaptığı gibi şöyle terörist, böyle terörist söylemleri eskisi gibi etkide bulunmamaktadır. Eskiden çok açık sürdürürlerken, şimdi bu komplo, bu önderlik ve PKK düşmanlığı biraz daha gizli ve örtülü biçimde sürdürülmektedir. Önder Apo'nun ve PKK'nin etkisinin çok güçlü olduğunu gördüklerinden, bu etkisini sınırlama, Önder Apo'nun ideolojik-siyasi etkisini kendi politikalarını engelleyecek durumdan çıkarma yaklaşımları vardır. Bu yönüyle Önder Apo çizgisiyle uluslararası güçler, yine Türkiye çizgisi arasında mücadele sürmektedir. Ancak gelinen aşamada şöyle bir durum da vardır: Önder Apo çizgisini, Kürt Özgürlük Hareketini, Kürt halkını tümden yenilgiye uğratmak mümkün değildir.

Komplo hala çeşitli biçimlerde sürdürülmek istenmektedir, ama komploya karşı mücadele de etkili bir biçimde devam etmiştir. Önemli sonuçlar alınmıştır. İdeolojik ve politik olarak komplo yenilgiye uğratılmıştır. Uluslararası güçler Önder Apo'dan ve Özgürlük Hareketinden hoşlanmasalar da,  istemeseler de komploya karşı mücadele giderek karşılıklı belirli bir uzlaşma temelinde yan yana yaşama gerçekliğini dayatmaktadır. Soğuk savaş döneminde “yan yana yaşama” diye bazı kavramlar çıkmıştı. O zaman tabii ki bir soğuk savaş ve nükleer dehşet dengesi içinde söylenen sözlerdi. Ama bugün soğuk savaşın olmadığı ortamda özgürlük ve demokrasi güçleriyle diğer güçler arasındaki mücadelenin sürekli sert bir çatışma içinde geçmesi yerine, bu mücadelenin belirli çerçevede sürmesini ifade eden yan yana birbirini kabul etme koşulları mutlaka ortaya çıkacaktır. Komployu çeşitli biçimde sürdürmek isteyenler bunun sonuçsuz kalacağını görüp Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamını, Önder Apo'nun özgürlüğünü kabul etmek zorunda kalacaklardır. Çünkü halkımız da, örgütümüz de Kürt halkının özgürlüğü ve Önder Apo'nun özgürlüğü gerçekleşmediği müddetçe mücadelesini fedai çizgisinde her türlü baskıya karşı direnerek sürdürecektir. Çünkü Önder Apo özgürleşmeden halkımızın özgürleşmesi mümkün değildir. Bir halkın önderliği özgürleşmeden hiç kimse o halkın özgürlüğü kazandığını söyleyemez. Bu, bir halkın özgürlüğünün diyalektiğidir, bir halkın özgürlüğünün kanunudur. Bu, belki de dünyada hiçbir önderlik gerçeğinde olmayacak kadar Önder Apo gerçeğinde daha da fazla geçerlidir. Halkımız uluslararası komplonun yeni biçimlerini de, yeni yaklaşımlarını da boşa çıkarıp önderliği özgürleştirene kadar bu mücadelesini sürdürecektir.

‘ÖNDER APO’DAN 5 NİSAN’DAN BU YANA HABER ALAMIYORUZ’

Sayın Öcalan’dan en son ne zaman mesaj aldınız ve hareketinize yönelik, önümüzdeki dönem için nasıl bir perspektif sundu?

Önder Apo’yla ilişkimiz en son 5 Nisan’da yapılan görüşmede olmuştu. Yine ondan önce yapılan görüşmeler vardır. Dolmabahçe Mutabakatının sunulduğu ve Erdoğan’ın reddettiği dönemdeki görüşmelerde Önder Apo açıkça; demokratik çözümden yana olduğunu, bu konuda ısrarlı olduğunu, ısrarını sürdürdüğünü, ama buna gereken karşılık verilmediğini, bu açıdan artık kendisinin yapacak bir şeyi olmadığını, söylemiştir. Hatta bu son görüşmelerde HDP heyetine eğer demokratik çözüm olmayacaksa, müzakere olmayacaksa, bir sonuç olmayacaksa gelmeyin demiştir. Bundan sonraki gelişleriniz ancak sohbet olur, hiçbir değeri olmaz demiştir. Önder Apo'nun yaklaşımı böyle olmuştur. Bu durumda Kürt halkı artık kendi yolunu kendisi çizer; kendi mücadelesini kendisi yürütür; benim artık ne örgüte, ne halka söyleyeceğim bir şey olamaz, mesajlarını vermiştir. Önder Apo'nun son dönemlerdeki mesajları bu çerçevedeydi. Zaten bunları zaman zaman İmralı’ya giden HDP heyeti de dile getirmiştir. Hatta önderlik eğer bir çözüm olmazsa çok sert, şiddetli bir savaş gelişir diyerek bir çözüm olmadığı takdirde ortaya çıkacak durumu açıkça, netçe ortaya koymuştur.

Önder Apo İmralı’da müzakereyi sürdürdüğü dönemde bile siyasi soykırım operasyonları yapmışlardır, 2011-2012’de şiddetli bir savaşa girmişlerdir. Çünkü çözüm politikası olmayınca sonunda Kürt halkının örgütlülüğünü, mücadelesini ezmek, Kürt halkının iradesini kırmak, Kürtleri haklarını talep edemez duruma getirmek isteyeceklerdir. Çünkü Kürtler bilinçleniyor, örgütleniyor, haklarını istiyor. Bu haklar ya verilecektir ya da verilmediğinde ezme politikası devreye girecektir. Önder Apo bu gerçekliği bildiğinden, buradan görüşmelerden, diyalogdan bir sonuç almazsak bunun sonu benim de önüne geçemeyeceğim şiddetli bir savaş olur diye hükümeti uyarmıştır. Hatta hükümete defalarca şunu söylemiştir; Kürt sorununda adım atmazsanız darbe mekaniği devreye girecektir. Gerçekten de böyle olmuştur. Kürt sorunu çözülmediği için Türkiye'de tekrar darbe gerçekleşmiştir; darbe mekaniği devreye girmiştir.

BÜTÜN KÜRT DÜŞMANLARI AKP ETRAFINDA İTTİFAK KURMUŞTUR

Bugün AKP etrafında ortaya bir faşist cephe çıkmıştır. Bütün şovenist milliyetçiler, Ergenekoncu denenler, Kürt düşmanlarının hepsi AKP etrafında bir ittifak kurmuştur. 1990’lı yıllarda kirli savaşı yürütenler bugün yeniden görevlendirilmiş, Cizre’de, Nusaybin’de, Gewer’de, Sur’da, Kürdistan'ın her tarafında bu çeteler kullanılmaktadır. JÖH denilen JİTEM’dir. PÖH denilen, 1990’lı yıllardaki kirli savaşçılardır.

Önder Apo, kesinlikle diyalog ve görüşme olduğu zaman örgütün kendisinin bu diyalog ve görüşmelerine fırsat verilmesini istemiştir. Hatta Dolmabahçe Mutabakatı konusunda itirazlarımız olduğu halde, bu itirazlara gerek yok, böyle bir mutabakat yayınlayacağız demiştir. Ama Önder Apo defalarca da ve en son görüşmelerde de “biz burada bunu sonuca götüremezsek Kürt halkı tabii ki kendi yolunu kendisi çizecektir, kendi mücadelesini kendisi yürütecektir; kendi kendini yönetecektir; kendi özgür ve demokratik yaşamını kuracaktır” demiştir. Bu hem görüşmelerde dile getirilmiştir, hem de savunmalarda vardır. Bu yönüyle tabii ki diyalogun, müzakerenin olmadığı, gelişmediği yerde onlar Kürt halkını ezmek isteyecekler, buna karşı da Özgürlük Hareketi direnecektir. Nitekim daha diyalogun sürdüğü 2014 yazında savaş kararı almışlardır. Önder Apo bunu fark etmiş, üç aşamalı demokratik müzakere taslağıyla önüne geçmek istemiştir. Bu çabalarıyla Dolmabahçe Mutabakatını sağlamış, ama devlet ve ordu içinde Kürt düşmanı bir kesimle uzlaştığından bu çabaları ellerinin tersiyle itmişlerdir.

Şu açıktır, herkes de takdir etmektedir; önderlik İmralı’dadır. Her zaman devletin görüp konuşabileceği, yan yana gelebileceği yerdedir. Önder Apo burada en makul yaklaşımları göstermiştir. En yaratıcı yaklaşımları göstermiştir. Bunu Türkiye kamuoyu da dünya da takdir etmiştir. Önder Apo'nun çözümleyici yaklaşım içinde olduğunu, sorunları çözmek istediğini görmüşlerdir. Bu ne anlama gelmektedir? Önder Apo'nun yaratıcılığıyla, basiretiyle yapamadığı, çözemediği bir sorunu dışarıda herhangi birilerinin, “biz hükümetle görüşeceğiz, şöyle yapacağız, böyle çözeceğiz” demesinin bir değeri yoktur. Önder Apo bu hükümete adım attıramamışken, bu hükümet Dolmabahçe Mutabakatını da yok saymışken birilerinin biz hükümetle görüşürüz, şununla, bununla görüşürüz, yeni bir süreç başlatırız, yeni bir şey yaparız gibi yaklaşımları kendini kandırmaktan ibarettir. Biz bu çerçevede Önder Apo'nun yapamadığını biz yapacağız gibi bir yaklaşım içinde değiliz. Artık halkımıza ve bize düşen görev, Türk devletinin bu politikasına karşı mücadele etmek olmaktadır. Önder Apo da zaten savunmalarında ve İmralı’daki görüşmelerinde eğer sonuç çıkmazsa örgüt de, halk da kendi yolunu kendi çizer demiştir ve bu çerçevede Harekete ve halka kendi inisiyatifini kullanma yolunu açmıştır; bu hakkı tanımıştır. Bu hakkın ne olduğunu açık ve net bir biçimde söylemiştir.

TECRİT SÜRDÜĞÜ MÜDDETÇE SAVAŞ ŞİDDETLENECEK

Sayın Öcalan’a yönelik bu saldırılar devam ettiği müddetçe, bu sürecin şiddetleneceğini söylemek mümkün mü?

Önder Apo'ya yönelik bu tecrit, psikolojik baskı, ağır baskı sürdüğü müddetçe bu savaşın şiddetleneceğini ortaya koyar. Zaten savaş esas olarak 5 Nisan’da başlamıştı. Önceden karar alındı, ama ilk önce uygulaması, ağır uygulaması oradan başlatıldı. 7 Haziran’dan sonra ise tamamen demokrasi güçlerinin birliği ve mücadelesi görülerek faşist bir cephe kurulmuş, savaş şiddetlendirilmiştir. Bu açıdan Önder Apo'ya yaklaşım değişmeden, Kürt sorununu çözme anlayışı ortaya çıkıp gerçek anlamda bir müzakere ortaya çıkmadan şu andaki çatışmaların, savaşın duracağını beklemek doğru değildir. Çünkü faşist cephe bu savaşı sürdürme kararı almıştır. Mücadeleyle geriletilmeden yeni bir siyasi durum ortaya çıkmayacaktır. Bu nedenle önderlik muhatap alınmayacak, şu deniyor, bu deniyor. Önderlik muhatap alınmayacak derken, aslında hiç kimse muhatap alınmayacak, artık Kürt sorunu yoktur anlamına gelmektedir. Zaten geçen gün Davutoğlu 1925’i kast ederek 91 yıldır bu tür girişimde olanlar olmuştur, hepsi ezildiği gibi bu da ezilecektir demiştir. Öyle şu Kürt’ü, bu Kürt’ü muhatap alma, çözme gibi bir yaklaşımı yoktur. Hiç kimse kendini kandırmasın. Sadece toplumu kandırmak, özel savaş gereği, psikolojik savaş gereği istişare meclisi kuracağız, şunlarla görüşeceğiz, bunlarla görüşeceğiz demektedirler. Bunlar tamamen Kürt sorununu çözmemenin üstünü örtme yaklaşımlarıdır, çözmemenin söylemleridir. Bunu açıkça burada vurguluyoruz. Herkesin de böyle bilmesi gerekiyor.

Yürütülen savaş ve tutum en başta da Önder Apo'ya karşıdır. Önder Apo ile o kadar diyalog olmuştur, görüşme olmuştur; Önder Apo'nun söyledikleri reddediliyor, kabul edilmiyor. Önderliğin makul çözüm yaklaşımı kabul edilmediği için bu savaş başladı. Bunu herkesin bilmesi gerekiyor. Yoksa savaşı biz başlatmışız, şöyle başlamış, bunların hepsi yalandır, hikayedir, bir özel savaş yönlendirmesidir. Savaşı Türk devletinin kendisi Dolmabahçe Mutabakatını reddederek, Önder Apo'yu tecrit altına alarak, önderliğin ortaya koyduğu en makul yaklaşımları reddederek özgürlüğünü talep eden, demokrasi isteyen, örgütlü olan Kürt’ü ezmek için başlatılmıştır. Bunun başka türlü bir izahı yoktur. Başka türlü bir izaha başvurmak, Türk devletinin politikalarını, AKP'nin politikalarını görmezden gelmek, kafayı kuma gömmek, özel savaş propagandalarının etkisiyle hareket etmektir. Ya da özel savaşın etkisi altında hem nalına, hem mıhına vurma yaklaşımlarıdır. Önder Apo'ya bu kadar baskı yapanların, tecrit uygulayanların aynı zamanda savaşı sürdürenler olduğu açıktır. Önder Apo tecrit altında olduğu müddetçe kesinlikle Türk devletinin saldırısı da sürecektir, buna karşı Özgürlük Hareketi'nin direnişi de sürecektir.

ÖNDER APO’YA YAKLAŞIM SAVAŞ VE BARIŞ GEREKÇESİDİR

Hareketimiz defalarca söylemiştir; Önder Apo'ya yaklaşım savaş ve barış gerekçesidir. Bunu şunun için söylemiştir, Kürt diyalektiği budur. Kürt önderlerine yaklaşım Kürt’e yaklaşımdır. Kürt’e yaklaşımın değişmesi ancak önderlerine yaklaşımın değişmesiyle mümkündür. Kürt’ün siyasi iradesini tanımayan, siyasi iradesini reddeden, ezen tabii ki aynı zamanda Kürt’ün hakkını, hukukunu, Kürt’ün varlığını reddetmektedir, yok saymaktadır. Bu açıdan Kürt’ün siyasi iradesinin tanınmadığı, baskı altına alındığı bir yerde tabii ki bu Kürt halkına karşı, Özgürlük Hareketi'ne karşı savaş anlamına gelmektedir.

Bu açıdan Önder Apo'nun özgür ve demokratik koşullarda müzakere yapmadığı, önderliğin özgürleşmediği bir yerde ne Kürt sorunu çözülür ne de bu mücadele biter.  Kürt halkı da koşullar ne olursa olsun direnecektir. Kürt halkı bu kadar ağır bedeller verdi. Kırk yıldır bedeller verdi. Bunları hep özgür ve demokratik yaşam için verdi. Bu taleplerinden vazgeçmeyecektir, özgür ve demokratik yaşamdan vazgeçmeyecektir. Mücadelesini her koşulda kesintisiz sürdürecektir. Bu yönüyle herkes Türk devletinin Kürt politikasında değişiklik olup olmadığını Önder Apo'ya yaklaşıma bakarak değerlendirebilir. Bir halkın siyasi iradesi, Önderi tanınmayacak, ama Kürt’e doğru yaklaşılacak, bu mümkün müdür? Bir halkın siyasi iradesini tanımamak zaten ona karşı savaş anlamına gelmektedir. Şeyh Sait ve arkadaşları niye idam edilmiştir? Seyit Rıza ve arkadaşları niye idam edilmiştir? İhsan Nuri niye Türkiye'den çıkmak zorunda kalmıştır? Hepsi de Türk devleti Kürt halkının varlığını tanımadığı için! Siyasi iradesini ezmek istediği için! Çünkü siyasi iradesi varlığının ifadesidir, ben varım demek anlamına gelmektedir. Bu açıdan Kürt’ü yok etmek için en başta da ben varım diyenin, biz varız diyenin, bu konuda önderlik yapanın, örgütleyenin, mücadele edenin tasfiye edileceği açıktır. Bugün de Türk devletinin Önder Apo'ya yaklaşımı bu çerçevededir.

KÜRT HALKINA YÖNELİK SOYKIRIM POLİTİKASI VARDIR

Erdoğan artık HDP’li vekillerin de gitmesine gerek yok. Hükümet Öcalan’ı muhatap almamalı dedi. Tecridin daha da ağırlaştırılacağı görülüyor. Devlet bununla ne yapmak istiyor?

Artık tecridin ağırlaştırılmasından da söz edilemez. Zaten tecrit uygulanıyor. Beş yıla yakındır avukatlarıyla görüştürülmüyor, ailesiyle görüştürülmüyor. Burada sorun artık ağır tecrit sorunu değildir; Kürt halkına yönelik bir soykırım politikası vardır; inkar ve imha politikası vardır. Bir şiddetli savaş yürütüyor. Bu şiddetli savaşı yürüttüğü ortamda önderliği de muhatap almazlar, her türlü baskı kurarak önderliği de teslim alma baskısı yürütürler. Nasıl ki dışarıda teslim alma politikası izleniyorsa, aynı baskı önderliğe de yapılıyor. Bu şu anda yürütülen savaşın sonucudur. Kürt halkının iradesi kırılmak isteniyor, bunu görmek lazım. Niye şöyle yapılıyor, niye böyle yapılıyor denemez. Nedeni açıktır. Tamamen inkar ve imha politikasıyla bağı var. Şurada ya da burada biri eksiklik yapmış, hata yapmış, onunla ilgili değil. Bu, Erdoğan’ın, Davutoğlu’nu kişiliğiyle de ilgili değil. Evet, kişilikleri durumu daha da ağırlaştırıyor, kişiliklerin de siyasette etkisi var, ama bugün bir karar var. Bu Kürt halkını tasfiye etme kararı çerçevesinde bütün şovenist milliyetçi güçlerle, bütün Kürt düşmanı güçlerle birleşilmiştir. Açıktan açığa “biz Kürt’ü tanımıyoruz, Kürt’ü muhatap almayız, öyle muhatap alarak hiçbir sorunu çözmeyiz; biz özel savaşımız gereği inkar ve imha politikamız gereği bazı adımlar atabiliriz; daha doğrusu Kürtlere yönelik kültürel soykırımı engellemeyecek, Kürtlerin kültürel soykırımına örtü olacak, kültürel soykırım politikasının bir parçası olacak bazı özel savaş adımlarını biz kendimiz atarız diyorlar. Öcalan muhatap alınmamalı demek, Kürtler muhatap alınmamalı, Kürt sorunu yoktur demektir. Zaten Kürt sorunu yoktur, kalmamıştır, Kürt vatandaşlarımızın sorunu vardır, diyorlar. 1990’lı yıllarda, daha önceki yıllarda yürütülen politika ve söylemler bugün farklı biçimlerde tekrar edilmektedir. Bununla yapılmak istenen çok karmaşık değildir, nettir. Kürt’ün iradesini kırmak, ezmek; ezme temelinde kültürel soykırım sistemini geliştirmek, tamamlamaktır.

HALKIN İRADESİNE KIRMAK İSTİYORLAR

İmralı’yı muhatap almayacağız, hiç kimseyi muhatap almayacağız derken kuşkusuz halkın iradesini de kırmak istiyorlar. Bu tür söylemler bir yönüyle de halka yönelik psikolojik savaştır. Önderliğe baskı ortamında halkın psikolojisi bozulmak isteniyor. Burada sadece önderliğe yönelik bir uygulama yoktur; tüm halka yöneliktir. Tüm halk üzerinde bir irade kırma savaşıdır, psikolojik savaştır. Bakın önderliğinize böyle yapıyoruz, önderliğinizin bizim için bir değeri yok, anlamı yok, sizin de hiçbir değeriniz yoktur anlamına geliyor. Zaten bu nedenle şu anda Kürdistan'da çok saldırgan politika izlenmektedir. Hiçbir kural, kaide dinlenmeden saldırı yürütülmektedirler. Erdoğan demedi mi kaymakamlara, mevzuatları, yani yasaları ve anayasayı dinlemeyin, her türlü uygulamayı yapın! Nitekim halka her türlü uygulamalar yapılıyor. Halkın her türlü protestosuna, yürüyüşüne nasıl saldırıldığı görülüyor. Tamamen ezme doğrultusunda bir saldırı vardır, hareket vardır. İmralı’ya kimse gitmeyecek demesinin zaten bir anlamı yok. Bu politikayı izleyen böyle diyecek. Hatta böyle demesine bile gerek yok. Sanki gidilebilirmiş, ama gitmesine gerek yokmuş gibi bir şey söylemenin de hiçbir anlamı yoktur. Her şey ortada, açık ve nettir.

AKP ZORLANMIŞTI DİYALOGLA NEFES ALMAK İSTEDİ

Sayın Öcalan’ın 2013’ten beri geliştirmek istediği barış süreci neden tam karşılık bulamadı?

AKP hükümeti 2013’teki görüşmelere 2012’de çok zorlandığı için gelmek zorunda kaldı. Çok zorlanmıştı. Bu görüşmelerle, diyalogla nefes almak istedi. Bir çözüm politikası yoktu. Eğer 2013 Manifestosu bir sonuç almadıysa, - bu süreç 2012’nin sonunda başlamıştı- nedeni, tamamen Türk devletinin, hükümetinin Kürt sorununda bir çözüm politikası olmamasıdır. Önder Apo makul yaklaşımlarla, tartışmalarla Türk devletini, hükümetini bir makul çözüme getirmek istedi. İmralı’da çırpında, ateşkesleri bunun için yaptı, yumuşak yaklaşımlar bunun için gösterildi, makul yaklaşımlar bunun için gösterildi, Türk devletinin gerçekten kabul edilmeyecek baskıları ve tutumlarına rağmen sabırlı davranarak, belki adım attırabiliriz denildi. Yoksa AKP'nin, devletin politikası vardı da süreç böyle başlamadı. Böyle bir yaklaşım göstererek onlara adım attırmak istedi. Böyle anlamak lazım.

ÇÖZÜM İÇİN CESARET VERİCİ ADIMLAR ATTIK

Peki, o zaman niye gerillayı geri çekme çağrısı oldu? Niye AKP’ye karşı bu kadar yumuşak bir yaklaşım gösterdiniz, esir askerleri bıraktınız? Bu konuda size yönelik eleştiriler de var…

Gerilla güçlerinin geri çekilmesi kararı da, askerlerin bırakılması da hepsi bir adım attırmak için, cesaret vermek içindi. Ama AKP hükümetinin de, Türk devletinin de çözüm yaklaşımı yoktu. Herhalde bunların bir karşılığı olacaktı. Karşılıksız bunların yapılamayacağı açık! Önder Apo ve Hareketimiz bunları yaparak adım attırmak istedi; bir karşılık gelmesini sağlamak istedi. Ama böyle bir zihniyet yok. Nitekim AKP içinde İslam’ın örnek kişilerinden Abuzer’e benzetilen, yani vicdanlı ve adaletli olarak sunulan Bülent Arınç gerillanın geriye çekilmesi konusunda cehenneme kadar yolları var, dedi. Bu kadar önemli adımlar, büyük adımlar atılıyor; gerilla savaşı durduruluyor, gerilla güçleri geriye çekiliyor, karşılığında sanki çocuk oyunu oynanıyor, ortada sanki büyük bir savaş olmamış, yüz yıllık bir sorun yokmuş gibi cehenneme kadar yolları var, deniliyor. 2013 çağrısının karşılık bulmamasının tek nedeni budur.

AKP'ye adım atması için toplum da cesaret vermiştir. Toplum da çözüm istiyordu. Aydınlar, yazarlar Türkiye'de herkes Kürt sorununun çözümünden yanaydı. Adım atılmasını engelleyecek hiçbir durum yoktu. Tek engel zihniyetti, politikaydı. Kürt sorununda çözüm politikaları yoktu. Erdoğan 2007’de Dolmabahçe’de Yaşar Büyükanıt’la Kürt düşmanlığı üzerinden bir mutabakata varmıştı. AKP'nin yeniden iktidar olması karşılığında Kürtlere karşı savaş kararı almıştı. Kürt sorununda tek millet olmayı engelleyecek hiçbir adım atmama, Kürtleri zaman içinde kültürel soykırıma uğratacak politikadan vazgeçmeme konusunda mutabakata varıldı. Onun için Abdullah Gül, yani eşi türbanlı olan birisi Çankaya’ya kabul edildi. O dönemdeki siyasal ortamı hatırlayanlar bilir. AKP iktidarına karşı önemli bir tepki vardı. Bu tepkiyi Erdoğan direnerek, şunu ederek geriletmedi, orduyla anlaştı. Bu anlaşma zaten sonuçlarını 22 Temmuz seçimlerinden sonra gösterdi. Hemen Kürtlere karşı savaşta kararlılık mesajları vermeye başladılar. ABD’ye giderek orada PKK'ye karşı bir ortak tasfiye harekatı başlatıldı. Bu çerçevede Güney Kürdistan Federasyonu bile tanınmak zorunda kalındı. Devlet içinde Kürtlere karşı bir savaş mutabakatı oluştu. Bu mutabakatın içinde Yaşar Büyükanıt da, İlker Başbuğ da vardır. Hatta Kürtçe dil kurslarının açılması, devlet kanalında televizyon yayınında 24 saate çıkarılması gibi adımların İlker Başbuğ tarafından kabul edildiği, önerildiği ve pratikleştirildiği söylenir. Pratikleştirilmesinde onun onayı var, onun yaklaşımı var. Böylelikle psikolojik savaşı güçlendirip Kürtler yeniden kültürel soykırım sistemi içine sokma amaçlanmıştır. 2007 Dolmabahçe mutabakatı olduğu için Önder Apo ile yapılan Dolmabahçe Mutabakatı reddedilmiştir. Bu gerçeğin bilinmesi lazım.

ONLAR HİÇ ADIM ATMADI BİZ FAZLASIYLA ATTIK

Hareketimiz 2013’te önderliğimizin ortaya koyduğu bütün adımları yerine getirmiştir. Hareketimiz bu konuda bütün sorumluluklarını yerine getirmiştir. Hatta bu konuda bizim AKP'nin olumsuz yaklaşımlarına, politikasına rağmen fazlasıyla adım attığımızı Önder Apo eleştirmiştir. Bu yönüyle Önder Apo'nun 2013’te ortaya koyduğu manifestoyu ve üç aşamalı planı biz tamamen kabul ettik, benimsedik, hem de hızlı biçimde pratikleştirdik. Onların öyle söylediği gibi yavaş pratikleştirmedik. Hatta onların bazı adımlar atması gerekiyordu, onlar olmadığı halde biz pratik adımlar attık, gerilla güçlerinin önemli bir bölümünü geriye çektik. Ama hiçbir karşılık bulmadık.

Zaten 2013’teki Önder Apo'nun ortaya koyduğu perspektif ve üç aşamalı plan 2013’ün sonuna gelindiğinde tümden boşa çıkmıştı. AKP hükümeti tarafından boşa çıkarılmıştı. Önder Apo o süreçte AKP'nin adım atmadığını gördü, ama yine de AKP hükümetinin Fetullahçılarla yaşadığı sorun nedeniyle hükümeti zorlamak istemedi. AKP hükümetinin Fetullahçılarla sorun yaşadığı, sıkıştığı bir dönemde AKP hükümetini zorlayacak bir yaklaşım göstermedi. Bu yaklaşımla AKP'ye adım attırmak istedi. Bakın ben size her türlü olumlu yaklaşımı gösteriyorum, size adım atmanız için zemin sunuyorum, fırsat sunuyorum, zor zamanınızda, en sıkışık zamanınızda herhangi bir yaklaşım göstermiyorum dedi, ama buna rağmen Erdoğan herhangi bir adım atmadı. Aksine Ergenekoncularla, milliyetçi şovenist kesimlerle ittifak kurarak başta Kürtler olmak üzere bütün muhaliflerini ezmek ve tasfiye etmeye yöneldi. Kürt Özgürlük Hareketi'yle, demokrasi güçleriyle ilişkilenip Türkiye'yi demokratikleştirme yolunda bir tercihi değil, bütün faşist güçlerle, şovenis güçlerle bir araya gelerek Kürt Özgürlük Hareketini ve demokrasi güçlerini ezme tercihini yaptı. 2013 çağrısı ve bunun ortaya çıkardığı olumlu zemine rağmen Kürt sorununun çözülememesini böyle anlamak lazım.

2013’te Önder Apo'nun ortaya koyduğu makul yaklaşımın karşılık bulmamasının nedeni zihniyet sorunudur. Zaten daha sonra da Önder Apo yine makul yaklaşım gösterdi. Üç aşamalı bir müzakere taslağı ortaya koydu, bu sonradan Dolmabahçe’de bir mutabakat haline geldi. Ama yine karşılık bulmadı. Bütün bu gerçekler Kürt sorununda adım atılmamasının tek nedeni olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bu da devletin politikalarıdır, AKP'nin bir çözüm zihniyetinde olmamasıdır. 2013 demokratik manifestosu, önderliğin açılımı niye sonuç almadı, Dolmabahçe mutabakatı niye sonuç almadı, İmralı’da yapılan görüşmeler niye sonuç almadı denilirse hiçbir yerde cevabını aramamak lazım. Tek cevap, zihniyet değişmemiştir, politika değişmemiştir. Zihniyet ve politika değişmeyince sorun çözülmez. Sonunda yine gerilim ve çatışma ortaya çıkar. Nitekim olan da o olmuştur.

AKP GÖRÜŞMELERİ SAVAŞIN PARÇASI OLARAK YÜRÜTÜYORDU

KCK’den bazı yetkililer, Sayın Öcalan ile görüşen kamu güvenliği müsteşarı Muhammed Dervişoğlu’nun aynı zamanda savaş konseptini hazırladığını ifade ettiler. Bu konuda sizdeki bilgiler ve yorumunuz neler?

Zaten kamu güvenliği müsteşarlığı bir özel savaş sorumluluğudur. Kamu güvenliği müsteşarı özel savaş yetkilisidir; özel savaş merkezinin içindedir. Bu yönüyle görüşmelerde nasıl onlar olduysa, savaş planında da onlar vardır. Görüşmeleri de savaşın parçası olarak yürütüyorlardı. Çözüm politikaları yoktu, nasıl oyalar, nasıl zaman kazanırlar, oyalama ve zaman kazanma içinde PKK'yi tasfiye edecek koşulları nasıl bulurlar hep bunun üzerinde yoğunlaşmışlardır. Önder Apo ve Hareketimiz bunları bilmiyor muydu? Biliyordu. AKP tasfiye politikasıyla zaman kazanmak isterken, Önder Apo ve Hareketimiz de devleti ve toplumu çözüme hazırlamak istiyordu. Bu görüşme süreci bir mücadele süreciydi. Tabii ki bu mücadele içinde acaba AKP hükümetine adım attırabilir miyiz yaklaşımı da vardı. Bu görüşmeler, diyalog sürecinde toplumu ve devleti çözüme hazırlamada belirli gelişmeler sağlamıştır. Ancak yine de bu sürecin ortaya çıkardığı fırsatları çok iyi değerlendirdiğimiz söylenemez.  Ama AKP hükümeti de bu görüşmeler ve diyalog sonucunda amacına ulaşmamıştır. Hareketimiz yine de bu dönemde güçlenmiş, belirli gelişme göstermiştir.

O dönemdeki fırsatlar, imkanlar akla getirildiğinde Hareketimiz örgütlenmesiyle, halkı bilinçlendirmesiyle, hazırlığıyla bu dönemi daha iyi değerlendirebilirdi; AKP'yi ve devleti savaşamaz hale getirebilirdi. Böyle bir sonuç elde edebilirdi. Bu yönüyle bizim açımızdan bir eksiklik, bir özeleştiri verilecekse Önder Apo'nun yarattığı bu ortamda, bu diyalog ve görüşmeler sürecinde halkı örgütlemek, toplumu örgütlemek konusunda yaşadığımız yetersizliklerdir. Hareket olarak toplumu ekonomik, sosyal, kültürel her alanda kendi kendini örgütleyip güçlendirerek hem Kürdistan'da toplumun örgütlendirilmesini sağlamak, hem Türkiye'de demokrasi güçleriyle ilişki geliştirerek, ortak örgütlenmeler yaratarak Kürt sorununun çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesi bilincini, örgütlenmesini ve bunun hareketini daha güçlü kılarak AKP'yi savaşamaz hale getirebilirdik. Bu yönüyle Önder Apo'nun ortaya koyduğu savaşın olmadığı bu süreçleri çok iyi değerlendirdiğimiz söylenemez. Devletin zihniyetini görerek, AKP hükümetinin zihniyetini görerek toplumu örgütleyerek, toplumu bilinçlendirerek AKP'yi savaş edemez hale getirebilirdik. Ama bu konuda gerçekten bizlerde de, demokrasi güçlerinde de, Kürt demokratik hareketinde de gevşeklikler olmuştur. Özellikle demokrasi güçlerinde ve Kürt demokratik hareketi içinde sanki diyalog oluyor, orada görüşme oluyor, sorun çözülecek gibi çok fazla beklenti içine girilmiştir. Bu, aslında Türk devletini tanımama, AKP hükümetini tanımama anlamına gelmektedir. Bu nedenle de bu savaşın sürmediği süreci, o diyalog sürecinin yarattığı toplumu bilinçlendirme ve örgütlendirme imkanları doğru değerlendirilmemiştir. Çatışmasızlık ortamı demokrasi güçlerine de çok önemli fırsatlar sunmuştur. Hareketimize çok önemli fırsatlar sunmuştur. Bu yönüyle geçmişten beri bu yönlü çatışmasızlık süreçlerini iyi değerlendirdiğimiz söylenemez. Bu konuda bir gaflet yaşanmıştır. Bu gaflet belli düzeyde Hareket içinde de yaşanmıştır. Sanki oradaki görüşmelerle sorun çözülebilirmiş gibi bir beklenti içine girilmiştir. Kadroda bu olmuştur, demokratik siyasette, halkta bu olmuştur.

PKK BU DÖNEMDE ŞEHİRLERE KOYMAMIŞTIR

Kuşkusuz bu görüşmelerle devleti, AKP'yi çözüme zorlama yaklaşımı olmuştur. Bu politika doğrudur. Ama bunun yanında Türk devletinin, AKP'nin zihniyetinin kolay değişmeyeceğini, çözüm için adım atmama ihtimalinin daha yüksek olduğunu görüp gerçekten güçlü bir toplumu hazırlama olabilirdi. Bu konuda gerçekten yetersizlikler yaşanmıştır. AKP hükümeti ve bazıları diyor ki, bu dönemden PKK yararlandı, şehirleri silah deposu haline getirdi. Kesinlikle bunlar doğru değildir. Bu bir demagojidir. Bu süreçte kesinlikle şehirlere, kasabalara, silah koyup böyle bir savaş hazırlığı içine girilmemiştir. Bunun böyle bilinmesi gerekiyor. Bu açıdan bizim için özeleştiri verilmesi gereken, bu konuda gafil olmamız, düşmanın saldırılarına karşı hazırlıksız yakalanmamızdır. Dolmabahçe Mutabakatını reddeden, Önder Apo'yu esaret altına koyan, sonra da savaşı şiddetle başlatan AKP hükümetidir. Görüşme sürecinde savaşa hazırlanmıştır. 7 Haziran seçim sonrası da savaşı şiddetlendirmişlerdir. Görüşmeler sürdüğünde savaşı hazırlık yaptıklarını itiraf eden Ahmet Davutoğlu’dur. 23 Temmuz’da savaşı başlatmamız doğru bir karardır diyen Ahmet Davutoğlu’dur. Bu savaşı başlatma karşısında, saldırılar karşısında Kürt gençleri, halkı hazırlıksız bir direnme içine girdiler. Bu konuda söylenecek bir şey varsa, Hareketimizin öngörülü davranıp Türk devletinin saldırıları karşısında önceden yeterli hazırlık yapmamasıdır. En başta da Bu dönemde AKP'yi ve devleti savaşamaz hale getirecek toplumsal örgütlenmeyi, yani demokratikleşme ve çözüm hareketini bütün Türkiye'ye yayılmamasını, etkili kılınmasını sağlayamamak, diğer yandan da devletin saldırı ihtimaline göre gereken hazırlığı yapmama yönünde ciddi eksiklikler yaşadığımız açıktır.

ÖNDERLİKLE GÖRÜŞME YAPILDIĞI ZAMAN SAVAŞ SİMÜLASYONU HAZIRLADILAR

Bu açıdan esas olarak Türk devleti savaşa hazırlanmıştır. Bir taraftan diyaloglar sürerken, diğer taraftan savaşa hazırlanmışlardır. 2014’te simülasyonunu yapmışlardır. Önderlikle görüşmeler yapıldığı zaman bu yapılmıştır. 2014 30 Ekim Milli Güvenlik Kurulunda savaş kararı alınmıştır. Bunların hepsinin içinde kamu güvenliği müsteşarı da vardır. Şu ayrı bir şeydir, barış savaşanlar arasında olur. Savaş yürütür, sonradan savaşı yürütenler barış da yapabilir. Bunun bir anormalliği yoktur. Politikanın böyle bir yanı da vardır, savaşın böyle bir yanı da vardır. Ama şu gerçektir; önderlikle diyalog ve görüşmeler olduğu dönemde devlet ve hükümet bu görüşmeleri çözüm için yapmamıştır, o sırada savaş hazırlıkları yapmışlardır. Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı nasıl savaşılır, PKK'ye karşı nasıl savaşılır, nasıl etkisiz kılınır, halk nasıl etkisiz kılınır bu konuda sadece kamu güvenliği müsteşarlığı değil, MİT müsteşarı Hakan Fidan da işin içindedir. Erdoğan “benim sır küpüm” dedi. Sır küpüm dediği nedir? Kürtlere yönelik yürütülen özel ve kirli savaşta sır küpüdür. Başka ne sır küpü vardır? Evet, sır varsa, bu sırların yüzde 80’i Kürtlere yönelik kirli savaş sırlarıdır. Yüzde 20’si başka konulardadır. Bunu kesinlikle böyle görmek gerekiyor. Kürtlere karşı özel savaşı, yani oyalama, aldatma, zaman kazanıp daha sonra fırsatını buldu mu saldırıp tasfiye etme politikasını birlikte yürütmüşlerdir. Bunu böyle bilmek gerekiyor.

Fransa’da Sara yoldaşın katledilmesinden MİT bilgisiz olabilir mi? Önceden karar aldı MİT, AKP hükümeti karar aldı. 30-40 PKK yöneticisi katledilecek; önde gelenler katledilecek! Böylelikle örgüt güya tasfiye edilecekti. Bu kararın içinde Hakan Fidan da var, kamu güvenliği müsteşarı da var. Bu açıdan arkadaşımızın İmralı’da görüşmeleri yürüten kamu güvenliği müsteşarlığının, yani Dervişoğlu’nun da bu işin içinde olduğunu söylemesi isabetlidir, doğrudur.

İmralı’da da bir yönüyle savaş Önder Apo ile kamu güvenliği müsteşarı arasında yürütülmüştür. Orada öyle bir psikolojik savaş yürütülmüştür. Bu savaş bir dönem görüşmeler, diyaloglar biçiminde yürürken, daha sonra net tutumlar biçiminde kendini ortaya koymuştur. Son görüşme notunda önderlik tutumunu açık koymuştur. Çünkü bu kamu müsteşarıyla yapılan son görüşmelerde Önderlik devletin ve AKP hükümetinin politikalarını anlamış ve en son görüşmede HDP heyetinin de durumu bilmesi için tavrını açık ortaya koymuştur. Zaten son görüşme, kamu güvenliği müsteşarının Önder Apo'ya dayatmaları, o güne kadar yapılan görüşmelerin ve diyalogların anlamsız olduğunu ortaya koyan tutumları karşısında, Önder Apo da madem bu görüşmeler ve diyaloglar hepsi boştu, reddedildi, o zaman ben de bu işin içinde yokum demiştir, restini çekmiştir. Erdoğan’ın Dolmabahçe Mutabakatını reddetmesi, Önder Apo'nun Newroz açıklamasını “bu İmralı’yı meşrulaştırır” sözlerine, Türk devletinin bu çözümsüz, özel savaş politikalarına karşı sorunu diyalog ve siyasetle çözme yerine saldırıyla çözme politikasına karşı Önder Apo da 5 Nisan’da “artık ben yokum, ne yapıyorsanız yapın” biçiminde restini çekmesiyle sonlanmıştır. Bunu da herkesin bilmesi gerekir.

İmralı sistemi var oldukça bir barış ve çözüm sürecinden bahsetmek mümkün mü?

Kuşkusuz İmralı sistemi bir uluslararası komployla kuruldu. Kürt halkına savaş açıldı. Kürt halkının özgürlük mücadelesi tasfiye edilmek için komplo gerçekleşti ve önderlik İmralı’ya atıldı. Bu amaçla Önderlik zindana atıldı ve 17 yıldır da tek başına bir adada tutulmaktadır. Komplo ve komplo temelinde kurulan İmralı sistemi zaten bir savaş politikasıdır, soykırım politikasıdır, ezme politikasıdır.  Komplo bu amaçla gerçekleşmiştir, İmralı sistemi bu amaçla sürdürülmektedir. Bu sürdüğü müddetçe de bu amaç sürüyor demektir. Bu amaç devam ediyordur demektir. Önderliğin özgürlüğü gerçekleşmeden Türk devletinin bu amacından vazgeçtiğinden bahsedilemez. Dolayısıyla Kürt Özgürlük Hareketini ezme, Kürtleri soykırıma uğratma politikası sürüyor demektir. Kürt halkının önderlerine yaklaşım bir soykırım politikasıdır. Komplo bir soykırım politikasının sonucudur. Önder Apo İmralı’da soykırım politikası sonucu kalmaktadır. Orada sadece Önder Apo'ya değil, Kürt halkına karşı bir soykırım politikası yürütülmektedir. Soykırım politikası nedeniyle önderlik İmralı’ya atılmıştır. Önderlik Türkiye Cumhuriyetinin soykırım politikasını Şêx Sait ve arkadaşlarına yönelik saldırıyla başladığını söyler. Fiziki ve kültürel soykırım Şêx Sait ve arkadaşlarının idamıyla başlatılır. Yani Kürt önderlerine yönelik idam politikasını, ezme, tasfiye politikasını Türkiye cumhuriyetinin soykırım politikasıyla açıklar. Soykırım politikasının ilk somut ifadesinin böyle ortaya çıktığını söyler. Bugün İmralı üzerinde de bu soykırım politikası izlenmektedir. Soykırım politikası sonucu önderlik İmralı’dadır. Bu açıdan o sistem var oldukça Türk devleti politikasından vazgeçmeyecektir. Bu gerçekliğin çok iyi bilinmesi gerekir.

BARIŞ İÇİN ÖNCE İMRALI’DAKİ POLİTİKANIN DEĞİŞMESİ LAZIM

Barış, çözüm olabilmesi için ilk önce İmralı’daki politikanın değişmesi lazım. Bu yönüyle biz sürekli Önder Apo'nun özgürlüğünden söz ediyoruz. Önder Apo'nun özgürlüğünden söz ederken Türk devletinin Kürtler üzerinde uyguladığı politikayı bırakmasından söz ediyoruz. Önder Apo özgürleşmeden, İmralı sistemi ortadan kalkmadan hiç kimse Kürt sorununda çözüm olacağını beklememelidir. Aksine İmralı’daki duruma bakarak Türk devletinin politikası anlaşılmalı ve buna karşı Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamını sağlamak için mücadele yükseltilmelidir. Önder Apo'nun İmralı’daki durumu, Kürt halkında bir özgürlük denklemidir, özgürlük diyalektiğidir. Bunu herkes bilecek.

Önder Apo'ya yönelik politika değişmeden kim Türk devletinin Kürtlere yaklaşımının değiştiğine inanır? Kürtlerle barış yapacaksa, gerçekten Kürt sorununu çözecekse, o zaman Önder Apo'nun özgürlüğünü sağlaması gerekir. O zaman gerçek barış olur. O zaman gerçekten bir çözüm olur. Eğer kalıcı bir çözüm olacaksa önderliğin özgürlüğüyle olabilir. Hem önderlik esaret altında tutulacak, orada çürümeye terk edilecek, yok sayılacak, hem de Kürtlerle barış yapılacak, bu mümkün mü? O zaman buna nasıl barış derler, bu nasıl barış oluyor? Bu, Kürtlerle savaşı sürdürmek anlamına gelir. Kürtlerle savaşı sürdürmek ise Kürtleri öldürme savaşıdır. Bu açıdan İmralı sisteminin değişmesi, Önder Apo’nun özgürleşmesi olmazsa olmazdır. Önder Apo özgürleşmeden, Önder Apo ile özgür koşullarda müzakere yapılmadan siyasal çözüm olmaz. Bu savaş demektir. Önder Apo İmralı’da olduğu müddetçe bu savaşın sürdürüleceği anlamına gelir. Önder Apo'yla özgür koşullarda müzakere yapmak ise savaşın bırakılacağı anlamına gelir. Kürtler üzerinde soykırım politikasının bırakılacağı anlamına gelir. Şimdi ne devletin ne de AKP'nin böyle bir politikası vardır. Bu bakımdan hiç kimse yakın zamanda şu değişir, bu değişir dememelidir. Kesinlikle Önder Apo özgürleşene kadar bu savaş da, bu direniş de sürecektir. Bunun herkes tarafından böyle bilinmesi gerekiyor.

Kuşkusuz zaman zaman görüşmeler oldu, politika yapıldı, Hareketimiz de yaptı, biz de yaptık, politika yapmak yanlış da değildir, taktik yapmak yanlış değildir, ateşkes yapmak yanlış da değildir. Önderlik bunları demokratik siyasal çözüm için denedi. Biz de denedik. Ama sonuç alınamadı. Artık o süreçler bitti, artık eskisi gibi yeni bir süreç başlamaz. Ancak müzakereyle başlayabilir, müzakere olabilir. Gidip görüşüp gelmekle olmaz. Önderlik zaten müzakere için gelmeyecekseniz gelmeyin, dedi. Türk devleti de zaten bunu bildiği için, çözüm politikası olmadığı için İmralı’ya da kimse gidip gelmez, diyor. Önderlik zaten gidenleri ciddiye almaz. Bu gerçeğin böyle bilinmesi gerekir. Bu açıdan tüm halkımız uluslararası komplonun 18. yılında halkımızın geliştirdiği özyönetim hamlesi mücadelesini daha güçlü biçimde sahiplenip geliştirerek halkımızın özgürlüğüyle önderliğimizin özgürlüğü mücadelesini birleştirerek yükseltmeli ve bu temelde 18. komplo yılını komployu zihniyetiyle birlikte tamamen yere gömme, önderliği ve Kürt halkını özgürleştirme yılı haline getirmelidir.

Uluslararası güçlerin komplo sürecindeki rolü çokça değerlendirildi. Mevcut durumda devam eden tecrit ve işkencede bu güçlerin nasıl bir rolü ve beklentileri vardır veya nasıl bir hesapları bulunmaktadır?

Bu soruya kısmen diğer sorularda cevap verdik. Uluslararası komplo esas olarak ABD'nin başını çektiği İsrail’in içinde olduğu, Avrupa’nın içinde olduğu bir komploydu. Öyle Türkiye'nin gerçekleştirdiği bir komplo değildi. Türkiye'ye gardiyanlık rolü verilmişti. Zaten Ecevit, Apo’yu niye teslim ettiler, ben anlayamadım, demiştir. Ecevit’in bu ifadesi zaten uluslararası komplonun kimler tarafından gerçekleştirildiğini, Türkiye'nin rolünün ne olduğunu çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır.

ULUSLARARASI GÜÇLERİ TECRİDE DESTEK SUNUYOR

Uluslararası güçler hala Önder Apo'nun İmralı’da tutulmasına destek vermektedirler. Yoksa beş yıldır avukatlarıyla görüştürülmüyor, ailesiyle görüştürülmüyor. Böyle bir şey olabilir mi? Ailesinin Türkiye anayasa ve yasalarına göre hakkı yok mudur, avukatların hakkı yok mudur? İmralı’da yapılan uygulamalar açıkça suçtur, Türkiye yasalarına göre bile suçtur. Türk devleti bunu açıkça yaptığı halde Önder Apo üzerindeki ağır tecrit konusunda uluslararası güçlerin Türk devletine karşı söyledikleri bir şey yoktur. CPT var, güya insan haklarını, cezaevlerini kontrol eden bir kurumdur, ama İmralı’daki uygulamalara kulağını tıkamaktadır. İmralı da zaten sıradan, herhangi bir zindan değildir. Önder Apo'ya kişiye özel yasalar uygulanmaktadır. Ne anayasalar, ne de yasalar Önder Apo'ya uygulanmaktadır. İmralı’da Önder Apo üzerinde yazılmamış, özel savaş yasaları uygulanmaktadır. Bunu Avrupa’daki CPT de bilmektedir, bütün kurumlar da bilmektedir, herkes de bilmektedir. Ama buna rağmen AKP’nin politikalarına ses çıkarılmamaktadır.

AİHM yeniden yargılanmanın yolunu açtı, ama Türk yasaları dinlemedi. Bu yönüyle Türk devletinin bu tutumunu sadece Türkiye'nin gücüne, Türkiye'nin bağımsız devlet olmasına bağlamamak lazım. Eğer uluslararası güçler, Avrupa, ABD isteseydi Önder Apo üzerindeki uygulamaları değiştirebilirlerdi. Ama komployu kendileri yaptılar. Aslında ortak bir düzen kurdular, bir İmralı düzeni kuruldu. Bunu da Türk devletiyle birlikte kurdular. Bu yönüyle tabii ki onlar Önder Apo'nun ve PKK'nin hem Kürtler üzerinde etkili olmasını istemiyorlar, Kürtlerin Önderi olmasını istemiyorlar, hem de PKK'nin de tüm Kürtler üzerinde etkili olan bir hareket olmasını istemiyorlar. Bu açıdan İmralı’daki tecrit ve işkence politikasına göz yumuyorlar, ya da bugün PKK'ye yönelik kirli savaşa göz yumuyorlar. Kürt halkına yönelik yürütülen kirli savaşa göz yumuyorlar. Bununla Türkiye'yi kendilerine bağlı kılıyorlar. Türkiye bu hukuksuzluk işlerini Avrupa’nın göz yummasıyla, ABD'nin göz yummasıyla yapıyor. Tabii ki bu göz yumma karşılığında da Türkiye'yi kendilerine bağlı tutuyorlar. Yani Türkiye'nin ipini ellerinde tutuyorlar. Zaten Kürt sorunu çözülmediği müddetçe Türkiye bağımsız olamaz. Kürt sorunu çözülmediği müddetçe Türkiye'nin ipi her zaman başkalarının elinde olur. Bunu böyle belirtmek gerekir.

Uluslararası güçler Önder Apo'nun komplodan sonra söylediği gibi tavşana kaç, tazıya tut politikası izlemektedirler. Kürt sorununun çözümsüzlüğü üzerinden Türkiye'ye baskı yapmaktadırlar. Kürtlerin özgürlük sorunu var, varlık sorunu var, kesinlikle savaşacaklardır. Kürtlerin savaşmaktan, direnmekten başka çareleri yoktur. Bunu herkes biliyor. Bunu bildikleri için Kürtlerin Türk devletine karşı direnişini, bu mücadelesini her zaman Türk devletini kendilerine bağlama, kendi politikaları temelinde kullanma biçiminde değerlendiriyorlar. Bu politika değişmedi. Bu politika değişseydi İmralı’daki Türk devletinin bu yaklaşımlarını da kabul etmezlerdi, Türk devletinin halk üzerindeki baskı ve zulüm politikalarını da kabul etmezlerdi. Bu yönüyle baskılara göz yumulması uluslararası güçlerin Ortadoğu politikası, Türkiye politikasıyla ilgili bir durumdur.

ULUSLARARASI GÜÇLERİN POLİTİKALARINDA KISMİ BAZI DEĞİŞİKLİKLER VARDIR

Komplo içinde yer alan uluslararası güçlerin politikalarında kısmi bazı değişiklikleri vardır, ama köklü değildir. Köklü bir değişikliğe gitmiş değillerdir. Bu açıdan uluslararası güçlerin bu politikalarını da, Türk devletinin bu politikalarını da boşa çıkaracak olan Kürt halkının direnişidir. Kürt halkı örgütlü olur, direnirse, uluslararası güçlerin politikalarını da boşa çıkarır, Türk devletinin de politikalarını boşa çıkarır. Aslında uluslararası güçlerin Kürtler üzerindeki bu yanlış hesapları boşa çıkarılırsa, Türk devletinin de hesapları boşa çıkarılır. Ya da Türkiye halkları, demokrasi güçleri uluslararası güçlerin politikalarını görürlerse, yine Türk devletinin Kürt düşmanı politikalarının Türkiye'ye bir faydası olmadığını görürlerse, ancak Türkiye halklarının kardeşliğine dayalı, Kürt sorununun çözümüne dayalı bir politikanın Türkiye'yi gerçekten özgür kılacağını, bağımsız kılacağını düşünürlerse halkımızın mücadelesiyle, halkların mücadelesiyle hem Türkiye'nin, hem uluslararası güçlerin mevcut İmralı sistemini sürdüren politikaları boşa çıkarılabilir. Özcesi uluslararası güçlerin politikalarının ne kendiliğinden boşa çıkacağını beklemek lazım ne de hiç değişmez demek lazım. Değişmez diye bir şey yoktur. Halklarımız, halklar mücadele verirse uluslararası güçlerin de politikalarında değişiklik yapılabilir, Türk devletinin kültürel soykırımcı politikalarına da geri adım attırılabilir.