Barış mücadeleyle kazanılır

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu'nun Yeni Özgür Politika gazetesinde yayınlanan makalesi...

1 Eylül Dünya Barış Günü geçti. Almanya’nın Polonya’yı işgali sonrası boyutlanan İkinci Dünya Savaşında milyonlarca insanın ölümü böyle bir gün ilan edilmesini gerekli kılmıştır. Yoksa insanlığın barış özlemi binlerce yıl sürmektedir. Bu açıdan barış gününü 78 yılla sınırlamak doğru değildir. Binlerce yıldır her günün barış içinde geçmesini isteyen bir özlem vardır.

Barış en güzel sözcük ve en güzel özlemdir. Ancak iktidarın, devletin, sömürgeciliğin, soykırımın, sömürünün, baskının ve emperyalizmin var olduğu dünyada barışa kavuşmak kolay değildir. Sadece barış istemekle barış gelmiyor. İnsanlığın ve toplumun çoğunluğunun barış istemesi önemlidir. Bu, barış mücadelesini güçlendirir. Ancak barışın mücadele etmeden geleceğini sanmak büyük bir yanılgıdır, gaflettir. Barışa böyle yaklaşmak, baskıcı, sömürgeci ve soykırımcı güçlerin ömrünü uzatır. Dolayısıyla barış geç gelir. Barış adına toplumu pasifize etmek de, mücadeleden alıkoymak da en fazla da barış düşmanlarının işine gelir. Hatta barış karşıtı bir tutum olur. Bu açıdan barışın mücadeleyle geleceği bilincini geliştirmek ve toplumu mücadeleye sevk etmek tüm barış isteyenlerin temel görevidir.

Türkiye ve Kürdistan’da son yıllarda barış kavramı yanlış anlaşıldı. Bu da mücadeleyi zayıflatan etken oldu. Bu durumdan soykırımcı sömürgecilik yararlandı ve daha şiddetli bir savaş için hazırlandılar ve bugün Kürt halkına karşı savaş yürütüyorlar. AKP-MHP iktidarının böyle bir savaş yürütmesinden en fazla da mücadelesiz barışın geleceğini sananlar sorumludur. Kuşkusuz böyle bir yanılgı ve gaflet esas olarak soykırımcı sömürgeci Türk devlet gerçeğini tanımamaktan ortaya çıkmıştır. AKP iktidarının 7 Haziran seçimlerinden bugüne kadar yürüttüğü politikalar ve gerçekleştirdiği saldırılar bu yanılgıya düşenleri ayıltmıştır. AKP iktidarına karşı mücadele edilmeden demokrasinin de özgürlüklerin de barışın da kazanılmayacağı çok iyi görülmüştür.

Kürdistan’da barış kavramının yanlış anlaşılması; kolay koşullarda mücadele edilerek barışın kazanılacağının düşünülmesi, esas olarak da Kürdistan gerçeğinden kopmayı ifade eder. Kürdistan’da özgürlüğün nasıl elde edileceği konusundaki cehaleti ortaya koyar. Kürdistan’da zor koşullarda mücadele etmeden en küçük adım bile atılamaz, kazanım elde edilemez. Kürdistan’da özgür ve demokratik yaşamın kanunu, zor koşullarda mücadele edip başarmaktır. Zor koşullarda mücadele edip başarıyı elde etme tarzı kazanılmadan hiç kimse ben Kürdistan özgürlük ve demokrasi mücadelesi veriyorum diyemez. Kürdistan devriminin tarzı, zor koşullarda mücadele edip başarmayı hedefler. Bunun dışında hiçbir yaklaşım ve mücadele anlayışı Kürdistan devriminin tarzını ortaya çıkarmaz. Kürdistan devriminin tarzını yakalamadan ve bu tarzda mücadele etmeden de Kürdistan’da hiçbir kazanım elde edilemez. Kürdistan’da barış da sadece ve sadece zor koşullarda mücadele etmekle kazanılır.

PKK, Kürdistan devriminin tarzını doğru tespit ettiği için kısa sürede gelişme gösterdi. 12 Eylül faşizmi karşısında zindanda zor koşullarda mücadele edip başarma esas alındığından direnişler zafer kazanmış, faşistler yenilmiştir. Diyarbakır zindanında 14 Temmuz Direnişçileri şahsında tutsaklar zor koşullarda direnip başararak hem Kürdistan devriminin tarzının ne olması gerektiğini ortaya koymuşlardır, hem de Kürdistan devriminin tarzını yaratmışlardır. Kürdistan devriminin tarzının ne olması gerektiğini en somut biçimde ortaya koymuşlardır.

Ancak özellikle Önder Apo’nun çatışmasızlık ortamında yürüttüğü görüşmeler doğru anlaşılmamış, bu da Kürdistan devriminin tarzından uzaklaşmayı beraberinde getirmiştir. Halbuki PKK reformist teslimiyetçiliğe karşı mücadele ortamında Kürdistan devriminin tarzını yaratmıştır. Bugüne kadar Kürdistan devriminin tarzıyla mücadele edildiği için büyük gelişmeler sağlanmıştır. Yani zor koşullarda mücadele etmek özgür ve demokratik yaşamın tarzı haline getirildiği için sürekli başarılar elde edilmiş ve Kürt halkının özgürlük mücadelesi bugün sadece Kürdistan’ın dört parçasında değil, tüm Ortadoğu’da halkların özgür ve demokratik yaşam umudu ve öncüsü konumuna gelmiştir. Bu gerçeklik ortadayken İmralı görüşmeleri yanlış anlaşılarak kolay yollardan özgür ve demokratik yaşamın kazanılacağı sanılmıştır. Önder Apo, çatışmasızlık ve görüşme sürecinin toplumu örgütleme ve her türlü mücadele olasılığına göre hazırlanmasını isterken, görüşmelerle sorunun çözüleceği beklentisi içine girilmiştir. Özellikle demokratik siyasi alan ve mücadelenin toplumsal bileşeni olan orta sınıf böyle bir beklenti içine girmiş, bu beklenti ve ruh halini halka da yansıtmışlardır. Yanılgılar ve gaflet içine düşme bir yana, toplumu Kürdistan devriminin tarzından ve mücadeleden uzaklaştırarak özgürlük mücadelesine zarar vermişlerdir. Niyetler ne olursa olsun, Kürdistan devriminin tarzından uzaklaşma bu durumu ortaya çıkarmıştır.

Bugün yasal demokratik alandan, parlamento grubundan ve belediye eşbaşkanları ve meclis üyelerinden binlerce insanın tutuklanması da bu yanılgının sonucudur. Mücadele çizgisi yerine mevcut iktidardan bir şeyler beklemek, demokrasi ve özgürlük mücadelesini zayıf bırakmış, bundan yararlanan AKP-MHP iktidarı da saldırarak binlerce demokratik siyasetçiyi zindanlara atmıştır. Eğer bugün milletvekili ve belediye eşbaşkanları zindanda ise, bunda kendilerinin taşıdığı kolay koşullarda özgür ve demokratik yaşamı elde etme yanılgısının payı büyüktür. Kürdistan’ı ve toplumu zor koşullarda mücadele etmeye göre hazırlamadıkları ve Özgürlük Hareketi de bu yanılgıları önlemede yetersiz kaldığı için faşizm saldırmış ve binlerce demokratik siyasetçiyi zindanlara atmıştır.

AKP iktidarı ya Kürt sorununu çözecekti, ya da Ortadoğu’da ve dünyada gelişme gösteren, güçlenen Özgürlük Hareketi’ne saldıracaktı. Bu iki seçenekten başka bir durum beklemek tabii ki Kürt sorununu ve AKP gerçeğini anlamamak olur. AKP iktidarının Kürt sorununda çözüm politikası olmadığı için saldıracaktı. Yüzyıldır olan da hep bu olmuştur. Ne zaman Kürt halkında bir kıpırdama olmuşsa hep saldırıya geçilmiş, halka zulüm yapılmış, zindanlar doldurulmuş, Kürt halkının taleplerini dillendirmede öncülük yapanlar idam edilmişlerdir. Önder Apo bu gerçeği bildiğinden Kürtlerin gelişme ve güçlenme yaşadığı Üçüncü Dünya Savaşı ortamında soykırımcı sömürgeciliğin saldıracağını görmüş, bu konuda defalarca demokratik güçleri ve Kürt Özgürlük Hareketi’ni uyarmıştır. Sonraki gelişmeler ortaya koymuştur ki, bu uyarılar gerekli ciddiyet ve sorumlulukta ele alınmamıştır. Hatta demokratik siyasal alan durumun hep görüşmeler sürecindeki gibi gideceğini sanmıştır. Düşman saldırılarına hazırlıklı olunmamış, saldırıldığında, zindanlar doldurulduğunda ise, neden böyle oldu gibi gerçeklikten kopuk bir gaflet yaşandığı görülmüştür. Ya çözüm için adım atılacaktı ya da saldırılacaktı. Dolmabahçe Mutabakatı reddedildiğine göre saldırılacaktı. Başka bir şey beklemek, kafayı kuma gömmektir. Önder Apo, belki 7 Haziran’la durdurabilirim diye düşünmüş, ancak demokrasi güçleri, AKP-MHP’nin yaptığı siyasi darbeye karşı tutum koyup mücadele içine girmeyince Kürt halkına ve demokrasi güçlerine yönelik savaş pratiğine geçmiştir.

Kürdistan’da soykırımcı zihniyet kırılmadan ne Kürdistan’a ne de Türkiye’ye barış gelebilir. Çünkü Kürt inkarcılığı, yani tek millet, tek vatan anlayışı kurumsal faşist bir devlet ve iktidarı zorunlu kılmaktadır. Böyle bir zihniyet, iktidar ve politikadan da Kürt sorununun çözümü ve barış beklemek mümkün değildir. Çok etkili mücadele vermeden Türkiye demokratikleştirilemez. Bu açıdan Kürt özgürlük güçleri ve Türkiye’nin tüm demokrasi güçleri bu faşist iktidara karşı ortak mücadele vermeden ne Türkiye demokratikleşir ne Kürt sorunu çözülür ne de barış gelir. Devletten ve iktidardan bir beklenti içine girilmemelidir. Türkiye’de iktidarlar demokratikleşme doğrultusunda köklü adımlar atmazlarsa başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye’nin demokratikleşme sorununu çözemezler. Bu çerçeveden bakıldığında Türkiye’yi demokratikleştirecek olan, sadece ve sadece demokrasi güçlerinin mücadelesidir. İktidardan beklemek, kafayı faşizmin bıçağı altına uzatmaktır. Faşizmden beklenti içinde olunamaz. Sadece ve sadece mücadele edilir. Barış da sadece ve sadece zor koşullarda mücadele edilerek kazanılır. Zor koşullarda mücadeleyi göze alamayanlar ne özgürlük ve demokrasi mücadelesi verebilirler, ne de barışı görebilirler.

Barışın mücadelesiz kazanılacağını sanmak, hatta barışı faşizme karşı mücadelesizlik olarak anlamak en kötü barış anlayışıdır. Barışa böyle yaklaşmak, barışın böyle sağlanacağını sanmak, savaşın daha fazla uzun sürmesini istemektir. Kim barış istiyor ve savaşın sonlanmasını istiyorsa özgürlük ve demokrasi mücadelesine daha fazla katılmalıdır. Barışın yolu, özgürlük ve demokrasi mücadelesini yükseltmekten geçer.