Altüst olan bölge dengeleri: Kaybeden ve kazananlar - Seyit Evran

Ortadoğu'da baş döndürücü hızda gelişmeler yaşanıyor. Bu gelişmeler aslında son dört yıldır bölgede yaşananların somut sonuçları biçiminde ortaya çıkıyor...

Ortadoğu'da baş döndürücü hızda gelişmeler yaşanıyor. Bu gelişmeler aslında son dört yıldır bölgede yaşananların somut sonuçları biçiminde ortaya çıkıyor. Gelişmeler Tunus’taki ayaklanma ile başladı. Ardından Mısır ve Libya ile sürdü. Suriye’ye gelip dayandığında tıkandı. Şimdiki gelişmeler ise bu tıkanıklığı aşmanın yolları ve çabalarıdır. Bir anlamda Sykes-Picot Anlaşması'nın 100. yılında bölgenin yeniden dizaynı, demektir. Bu da aslında bölgedeki dengelerin altüst oluşudur. Özellikle son birkaç aydan beri yaşananlar ise tümüyle bunu kanıtlar nitelikte.

TÜRKİYE GELİŞMELERİ YANLIŞ OKUDU

Erdoğan ve AKP yönetimindeki Türkiye 21. yüzyılı doğru okuyamadı. Doğru okuyamadığı için altüst olan ve yeniden dizayn edilmeye çalışılan bölgede en fazla kaybeden ülke oldu. Zira 21. yüzyılın yükselen bir değeri olarak mücadelesi ve ödediği ağır bedellerle ortaya çıkan Kürtleri görmedi. Bırakalım görmeyi 20. yüzyılda Kürtlere biçilen elbiseyle Kürtleri görmeye devam etmek istedi. Bu da Kürtlerin inkarı, imha ve dil, tarih, kimlik, kültür olarak yok edilmesi gömleğiydi. Erdoğan ve ekibi bunu bir yandan izlediği ancak hiçbir stratejik yaklaşıma dayanmayan Kafkasya ve ABD, Rusya ve Batı’ya dayalı kalıcı olmayan, taşra siyaseti mantığıyla sürdürmeye çalıştı. Bir döneme ve bir yere kadar da böyle götürdü. Ancak 2011 yılında halkların -ki bu Kürt Baharı olarak tanımlandı- isyana kalkışıyla bu durum giderek değişti. Değişen durum içinde RTE ve ekibinin bölgeye çözümsüzlük ve kaos üreten politikaları her geçen gün biraz daha ortaya çıktı. Bundan dolayı giderek stratejik ortağım dediği ülkeleri tek tek yitirmeye başladı. Önce Kafkaslardan soyutlandı. Daha sonra giderek bölgede dostum, kardeşim dediği ülke yöneticileri ile ülkeleri kaybetti. Bölgeye hakim olayım, derken son üç ay içinde yaşanan gelişmelerden sonra bir anda kuşatılan, yalnızlaşan bir ülke pozisyonuna düştü. Çünkü bölge için izlediği politika ve çizgi son derece tehlikeli ve bölgeyi kan gölüne çeviren bir çizgiydi. 

Diğer bir nokta ise dayandığı ve üzerinden siyaset yürüttüğü güçlerin kimlik, amaç ve yapılarıydı. Suriye ve Rojava gerçeğinde izlenen politika ve çizgi somutluk kazanınca geriye kalan stratejik ittifaklarını da yitirmeye başladı. Dün akşam ABD’nin Müslüman Kardeşler'e ilişkin aldığı karar bunu bariz bir şekilde gösteriyor. Aslında son üç aydır bir tercih yapması konusunda birçok taviz de verilerek çizgisini netleştirmesi fırsatı tanınan Erdoğan ve AKP yönetimi izlediği çizgiden vazgeçmedi. Bölgeyi kan gölüne çeviren ve çizgi olarak bir kaos ve kriz ile halklara katliam dışında bir şey getirmeyen, vahşi uygulamalarıyla insanlık tarihine barbar gruplar olarak geçen paravan gruplarla ilişkilerini Kürtlere karşıtlık üzerinden devam ettirdi. Bu grup ve güçlerin başında Müslüman Kardeşler hareketi geliyordu. El Kaide kökenli Nusra ve Ehrar Şam ile DAİŞ’te bu grupların ortaklığı üzerinden Suriye’ye geçirildi ve her türlü destek sunuldu. Bu gruplardan Nusra 2012’de ABD ve daha sonra da BM tarafından 'terörist örgütler listesi'ne alındı. DAİŞ ise Suriye’ye geçtiği gibi bu listedeki yerini aldı. Erdoğan, DAİŞ ve Nusra’ya Müslüman Kardeşler'in grupları üzerinden her türlü desteği sunmaya devam etti. Açığa çıkmasına rağmen destekten vazgeçmedi. Öyle ki, Kobanê saldırısıyla birlikte bu gruplara verdiği destekle ilişkiyi aslında bir anlamda resmileştirdi. Güvendiği İncirlik Hava Üssü'nü açıp kapatma ve çete gruplarına uygulattığı planlarla sınırları içine çektiği Suriyeli mülteciler kozu ile bu politikalarını sürdürdü. Başta ABD olmak üzere uluslararası güçler Türkiye’nin izlediği şantaj ve tehdit politikasına ya boyun eğecekti, ya da tedbirlerine alarak giderek Türkiye’yi daha fazla yalnızlaştıran bir duruma getireceklerdi. Avrupa ülkeleri yaptıkları para yardımıyla mülteciler konusuna bir çözüm bulduklarını sandılar. Ancak Erdoğan mülteciler için belirlenen yardımı almasına rağmen baskı oluşturmak için alttan alta mülteci akışını sürdürdü. ABD ise İncirlik kozunu elinden çıkarmak için Rojava Özerk Yönetim’nin elinde olan topraklar üzerinde hareket edebileceği bir havaalanı inşa etti. Böylelikle Türkiye’nin tüm tehdit ve şantaj kartları elinden alındı. 

ROJAVA 'STRATEJİK İTTİFAK' OLARAK GÖRÜLÜYOR

Bir yandan Erdoğan'ın izlediği tehdit, şantaj ve mahalle kabadayısı politikaları boşa çıkarılırken yüzyılın gücü olarak ortaya çıkan Kürtler Rojava gerçekliğinde giderek daha güvenilir, ittifak yapılabilir bir duruma kendilerini getirdi. Suriye toprakları üzerindeki tüm çete gruplarının saldırılarına karşılık amansız ve tarihi bir direniş gösteren YPG/YPJ güçleri giderek daha fazla güvenilir bir güç durumuna geldi. Öyle ki artık başta ABD olmak üzere uluslararası tüm güçler tarafından DAİŞ’e karşı direniş gösteren ve mücadele veren tek güç olduğu kabul gördü. Rojava savunma gücü YPG, yüzyılın saldırısı olarak da kabul edilen DAİŞ çetelerinin Kobanê saldırıları sırasında gösterdiği direniş bir milat oldu. O yüzden Kobanê direnişinden sonra gerek ABD olsun, gerekse batılı diğer ülkeler olsun Kürtlere stratejik yaklaşmaya başladılar. Rusya da böyle bir dönemde devreye girerek ittifak arayışını geliştirdi. Bu güçlerin artık açık bir şekilde Kürtlere özellikle de devrim gerçekleştirilen Rojava'daki irade ve savunma güçlerine yaslanmaya çalışmaları ittifak arayışında önceliğin hangi güce verildiğini gösteriyor. 

MÜSLÜMAN KARDEŞLER ÜZERİNDEN SON DARBE...

ABD ve Rusya ile Kürtler ve özellikle de Rojava konusunda çelişen, zaman zaman tehditler savuran Türkiye şu ana kadar Suriye’ye ilişkin yapılan toplantı, konferans içinde oldu. Alınan kararlara ortak edildi. Ancak yapılan toplantı ve konferanslarda alınan tüm kararları boşa çıkaran ülke de oldu aynı zamanda. Türkiye bunu 35 yıldır yani Suriye Baas rejimi tarafından 1982 yılında yenilgiye uğratılan Müslüman Kardeşler üzerinden yaptı. Çünkü Müslüman Kardeşler'in '82'de yediği darbeden sonra geriye kalan kadroları Türkiye’ye geçti. Orada örgütlemesini yürüttü. Türkiye’ye dayanarak Suriye’ye karşı mücadele yürütmeye çalıştı. Şimdi Suriye Ulusal Koalisyonu içinde yer alan ve yöneticiliğini yürüten kadroların büyük çoğunluğu bu ekipten oluşuyor. Halit Hoca, Ahmet Cerba, Kürtlerden Abdulbasit Seyda, Ahmet Remedan, Burhan Ğelyum bunlardan sadece birkaç tanesidir. Türkiye özellikle BM Özel Temsilcisi De Mistura ile başlatılan Suriye’deki iç savaşa çözüm arayışları yaklaşık iki hafta önce Münih’teki toplantıda 27 Şubat'ta ateşkes ilan edilmesi gibi ciddi bir sonuç ortaya çıkardı. Bu karar ABD ile Rusya’nın devlet başkanları düzeyinde yapılan bir anlaşma ile alındı. Ve her iki güç de bu kararı uygulamak için çalışacaklarını deklare etmiş durumda. Bu kararın ne kadar uygulanacağı, kimlerin bağlı kalıp kimlerin kalmayacağı birkaç gün içinde belli olur. Ancak bazı gruplar vardı ki daha karar açıklanmadan koşul ileri sürerek yerine getirilmemesi durumunda ateşkesi uygulamayacaklarını açıkladı. Koşul ileri sürerek açıklama yapan bu gruplar Türkiye’de beslenip büyütülen, her türlü desteğin verildiği Müslüman Kardeşler kökenli gruplardır. Böylece, Türkiye’nin bu gruplar aracılığıyla daha şimdiden Kürt düşmanlığından ötürü bu ateşkesi boşa çıkaracağı yönünde çalışacağı mesajı alındı. Budan dolayı ateşkesin yürürlüğe girmesine üç gün kala Müslüman Kardeşler ABD tarafından terörist olarak ilan edildi. Bu karar aslında Erdoğan ve ekibine vurulan en son ve ağır darbe oldu. Çünkü Erdoğan ve ekibi bu örgüt üzerinde Suriye’de var oluyor. Ve varlığını bu örgütle daha da ileriye götürmeye çalışıyor. Bu konu uluslararası güçler tarafından da biliniyor. Bu karar aynı zamanda başta ABD, Rusya olmak üzere Batılı ülkelerin Rojava devrimi şahsında Kürt politikalarının artık geri dönüşü olmayan yeni bir yola girdiğini gösteriyor. Yani bundan sonra Türkiye yerine Kürtlerinde tercih edilebildiğini gösteriyor. Bu da aslında Türkiye’nin sadece bölgesel değil, uluslararası alandaki ortak ve ittifaklarını da yitirdiğini gösteriyor. Bu da bölgede dengelerin altüst olduğunu gösteriyor. Bunun yanı sıra altüst olan dengelerde kaybeden ve kazananların kimler olduğunu ortaya koyuyor. Değişen bölge dengeleri ile izlenen yeni halklar ve bölge politikaları sonucunda Türkiye’nin kaybettiği, Kürtlerin ise kazandığı açık bir şekilde görülüyor.

BUNDAN SONRA NE OLUR?

ABD’nin aldığı Müslüman Kardeşler'i terörist ilan eden karardan sonra şimdi tüm çevreler 'bundan sonra ne olabilir' sorusuna cevap arıyor. Belki kısa vadede değil ancak bu karardan sonra Türkiye’nin Müslüman Kardeşler'e desteğini sürdürmesi Türkiye açısından iki sonuç doğurabilir. Ya Türkiye o gruplara destek verdiği için terörizme destek veren ülke ilan edilir. Ya da yenilgisini kabul ederek değişen dengelere göre hızla kendisini yapılandırır. Erdoğan ve AKP başta olduğu sürece Türkiye’nin imha, inkar politikasından vazgeçip kendisini yeniden yapılandırarak etkili olmaya çalışma şansı görünmüyor. Bu da aslında Türkiye’ye karşı bir son darbe niteliğinde olan kararın devam ettirilerek geliştirilen müdahalenin sürdürüleceğini gösteriyor. Türkiye’nin artık bölge ve uluslararası güçler açısından eskisi gibi bir öneminin kalmadığı görülüyor. Aslında vazgeçilenin Türkiye olduğu söylenemez. Vazgeçilenin Erdoğan ve AKP olduğunu görmek daha doğru olur. Bu da Erdoğan ve partisi AKP’nin hızla sona doğru gideceğini gözler önüne seriyor. Yani değişen bölge dengeleri ile kaybeden Erdoğan ve AKP olurken, Kürtlerin kazandığını söylemek hiç de yanlış değil. Yani, artık Kürtlerin statüsüz kalmayı kabul etmeyeceği söylenebilir.