Kasım ayının da ABD’de başkanlık seçimleri var. Seçimlerden yine Demokratların galip çıkması bekleniyor. Şuanda en güçlü aday bir denem ABD başkanı olan Bill Clinton’un eşi Hillary Clinton. O, aynı zamanda Barack Obama’nin ilk başkanlık döneminde dış işleri bakanlığı da yaptı. Cumhuriyetçilerin adayı olması beklenen, sağ-popülist çıkışlarıyla isim yapan Donald Trump’un bayan Clintona’a karşı giderekten şansını yitirdiği belirtiliyor. Anketler son delege seçimlerinde rakibi ve sol söylemleriyle öne çıkan Bernie Sanders’e karşı üstünlük sağlayan ve adaylığı için gerekli sayıya olaşan Clinton’un, Trump’a yüzde 7 ile 10 arası bir fark attığını gösteriyor.
QSD’NİN BAŞARISI ABD SEÇİM SONUÇLARINI ETKİLEYECEK
Demokratların devlet başkanlığı seçimlerinde şansını yükselten en önemli gelişme ise Suriye ve Irak sahasında yaşanıyor. YPG-YPJ güçlerinin öncülük ettiği QSD güçlerinin son aylarda ve özellikle son günlerde DAİŞ adlı küresel faşist güce karşı elde ettiği başarı, Irak ordusunun bazı bölgelerde DAİŞ’i yenilgiye uğratması, ABD iç siyasetinde Demokratların hanesine artı olarak yazılıyor. Buda siyasetin mantığı içinde anlaşılır bir şey.
Çünkü Barak Obama iktidara geldikten sonra vaat ettiği gibi askerleri Irak’tan çekti. Sıcak çatışma bölgelerine tıpkı 1991 ve 2003 Irak savaşında olduğu gibi geniş çaplı kara hareketleri yapmayacağını açıkladı. Buna da aslında sadık kaldı. Bunun yerine kendisi açısında ‘’tehlikeli’’ güçlere karşı ‘’dost’’ güçleri desteklemek yolunu seçti.
Obama yönetimi bu anlamda hem Suriye’de hem de Irak’ta başarı göstermiş oldu. Irak’ta Kürtleri ve merkezi Irak yönetimini, bu manada Şiileri destekleyerek DAİŞ faşizminin geriletilmesini sağladı, Suriye’de ise esas olarak Kürtlerle işbirliği yaparak bu hedefine ulaştı veya ulaşmaya çalışıyor. Menbiç ve Rakka’nın düşmesiyle birlikte bu durum daha da netleşmiş olacak.
KÜRESEL ÇAPTA TEHDİDE KARŞI GÜÇ BİRLİĞİ
Buna karşı Kürtlerin ABD ile DAİŞ faşizmine karşı iş ve güç birliğine gitmesi son derece anlaşılır bir şeydir. Bu işbirliği Kürtleri hiçbir anlamda başkasının silahlı askerleri haline getirmez. Ortada Kürdistan’ın açık tehdit eden, Kürtlere karşı soykırım uygulayan, bölge ve dünya halklarının başına bela olmuş ve küresel çapta bir tehdit oluşturan faşist bir güç var.
Tıpkı ikinci dünya savaşında Hitler faşizmine karşı kurulan cephe gibi, farklı ideolojilere sahip insanlar, güçler ve devletler bu küresel tehdit karşısında güç ve işbirliği yapıyorlar. Kendinden emin olan hiçbir güç böylesine bir koalisyonun içinde var olmaktan korkmaz. Kürtlerinde yaptığı bu.
Aslında DAİŞ tehdidi ortaya çıktığı günlerde Kürtler ciddi manada süreci değiştirecek bir aktör olarak görülmediler. Daha doğrusu ABD ve diğer küresel güçler Türkiye gibi ‘’bölgesel güçlerin’’ itirazlarını önemsediler. Onların ‘’kırmız çizgilerini’’ dikkate aldılar. Ancak sahadaki gelişmeler bir anlamda ABD’yi Kürtlerle ittifak yapmak zorunda bıraktı.
KOBANÊ DİRENİŞİ ABD’NİN KÜRTLERE BAKIŞINI DEĞİŞTİRDİ
Kırılma noktası ise Kobanê direnişi oldu. 15 Eylül 2014’te DAİŞ güçlerinin Türkiye gibi bölgesel giriciliği de arkalayarak Kobanê’ye saldırması, peşi sıra YPG-YPJ güçlerinin, tüm Kürt halkının bu küçük kasabayı savunmak için akıllara durgunluk veren direnişi, bütün dengeleri alt üst etti. DAİŞ burada hatırı sayılır bir yenilgi aldı. Çöküş sürecine girdi. Kürtlerin bu direnişi aynı zamanda dünya çapında insanlık vicdanında da derin sarsıntılara yol açtı.
ABD nihayetinde sahada DAİŞ’le mücadelenin, geleneksel müttefikleri ile olmayacağını, tam aksine Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi güçlerin DAİŞ’i beslediğini, büyüttüğünü gördü. Bu ABD ve DAİŞ karşıtı küresel koalisyonu yeni arayışlara itti. Rusya’nın da sahaya askeri olarak dönüş yapması bir anlamda süreci hızlandırdı.
DAİŞ’İ SALT ASKERİ ALANDA ALT ETMEK YETMEZ
Öte yandan Rojava Kürdistan’ında kurulan yeni sistem Suriye’de çözüm arayanlar için yeni bir esin ve çıkış kaynağı oldu. Farklı ulusların ve inançların bir arada eşit koşullarda yaşamasını ön gören bu sistem, çözüm için kilit öneme sahip olmaya başladı.
Görüldü ki, DAİŞ adlı küresel faşist gücü askeri olarak yenilgiye uğratmak önemli olsa da, yetmiyor. Bunun yanı sıra kalıcı bir barış ve huzurun sağlanması için yeni demokratik bir sisteme ihtiyaç var. Bunun ise Federal bir Suriye olduğu artık su götürmez bir gerçek haline geliyor.
Bu konuda da ABD, Rusya gibi küresel güçlerin bakış açısıyla Kürt ve Suriyeli halklarının demokrasi ve özgürlük isteyen temsilcileri hemen hemen aynı nokta buluşuyorlar. Şam ve Ankara rejimi gibi çağdışı ve tekçiliği esas alanlar dışında hiç kimse eski Suriye’yi hayal dahi etmiyor. Herkes bugün artık Suriye’de kalıcı bir çözümün ancak bu coğrafya üzerinde yaşayan, farklı ulus ve inanç gruplarının eşit haklara sahip olmasında görüyor. Bu nedenle Rojava Küristan’ı ve Kuzey Suriye federasyonu için atılan adımlar ve yapılan çalışmalar dikkatten kaçmıyor.
İşte ABD tamda iki nedenden dolayı Kürtlerle güç birliği yapıyor. Birincisi sahada dengeleri kalıcı şekilde kökünden değiştiren askeri bir güç var: YPG-YPJ ve onun öncülük ettiği QSD güçleri, İkincisi ise Kürtlerin ve Kuzey Suriye’deki müttefiklerinin gelecek konusunda söz ve siyasi vizyonları var.
Bir noktanın altını çizmekte yarar var. ABD gibi süper bir güç elbette ki, bölgede çatışma halinde olan güçlerden sadece birisini tercih etmez. Zaman zaman ağırlığını bir taraftan yana koyabilir. Ama esas olarak onun davranışlarını çıkarları belirler. Bu Kürtler içinde geçerlidir. Kürtlerde ABD veya başka bir güçle DAİŞ karşıtı bir cephede yer alıyorlarsa tayin edici olan Kürdistan’ın ve bölge halklarının çıkarlarıdır.
Bu nedenle Kürt-ABD ilişkilerin esasını ‘’karşılıklı çıkarlar’’ belirlemektedir. Bu ‘’karşılıklı çıkarlar’’ durumu devem ettiği müddetçe ilişkilerde bir kırılma beklemek doğru olmayacaktır. İlişkilerin derinliğini ise ‘’karşılıklı çıkarların’’ boyutu belirleyecektir.
KÜRTLERİN ÖZGÜVENİ VE ÖZ GÜCÜ BELİRLEYİCİDİR
Hiç şüphe yok ki, Kürt Özgürlük hareketi öz güven içinde hareket etmekte. Kendisine öz güveni olduğu içindir ki, ideolojik olarak çok farklı görüş ayrılığı içinde olduğu güçlerle DAİŞ gibi küresel faşist bir güce karşı ittifak ve güç birliği yapabilmektedir. İşin esasını da bu öz güven ve öz güç oluşturmaktadır. Altını çizmekte yarar var ki, bu öz güç ve güven gelip geçici bir durum değil. Her zamankinde daha fazla kalıcı ve sürekli olmaya adaydır. Bunu da en iyi bilen ABD’dir.
Bu nedenle ABD’de Kasım ayında yapılacak başkanlı seçimlerini kazan kim olursa olsun ABD-Kürt ilişkilerinde ve Suriye politikasında bugünkü düzeyi aşağı çeken radikal bir değişiklik beklemek doğru değil. Demokratların adayı Hillary Clinton’un kazanması halinde mevcut Obama yönetimin izlediği politikayı devam ettirmesi, hatta derinleştirmesi sürpriz olmayacaktır.
Doğrusu Bill Clinton döneminde Kürt-ABD ilişkileri tarihin en büyük krizini yaşadı. ABD’nin başını çektiği bir komplo sonucu Abdullah Öcalan Türk devletine esir düştü. Kürtlerin bunu unuttuğu veya arkaladığı sanılmasın. Elbette ki, ABD ne kadar süper bir güç olursa olsun bu kötülüğün ahlaki ve politik sorumluluğu altındadır. Daha önce 1975 Cezayir Anlaşması sonrası Güney Kürdistan hareketinin yenilgisine yol açan koşullarının yaratılmasındaki uğursuz rolü de dikkate alındığında, Kürtlerin ABD’nin bu günkü politikasına ‘’kuşku’’ ile yaklaşmaları çok doğal ve normaldir.
Ancak kendine öz güveni olan ve öz gücüne güvenen her siyasi hareket geleceği ‘’kuşkular’’ üzerine inşa edemez. İşte Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin yaptığı da budur. Bu nedenle Kasım seçimlerinde Bill Clinton’un eşi Hillary Clinton’un kazanması sonrası politikanın değişeceğine ilişkin ortada elle tutulur veriler yokken, kuşkudan çok real duruma bakıyor. Gerçek olan ise Kürtlerden çok ABD’nin Kürtlere muhtaç olduğudur.
Bu nedenle şuan sahada var olan askeri güç birliği, kısa gelecekte sahadaki durum sonuç olarak siyaset ve diplomasiye de yansıyacaktır. Kaldı ki yansımaktadır da. Türk tarafının Hillary Clinton beklentisi ise ‘’aç tavuğunun rüyasında kendisini darı ambarında görmesi’’ gibi bir şeydir.
KUZEY’DEKİ DİRENİŞ ROJAVA’NIN GELECEĞİNİ GARANTİ ALTINA ALDI
Türk devletinin, Kürtleri bütün siyasi ve çözüm süreçlerinin dışında tutma çabası artık iflas etmiştir. Belirleyici olan ise Kürtlerin, Türk devletinin tüm askeri, siyasi ve diplomatik çabasına rağmen güçlü bir aktör olarak tarih sahnesine çıkmasıdır. Kuzey Kürdistan’daki Türk devletinin soykırımına karşı direnişin ortaya çıkardığı en önemli kazanımda budur. Bu direnişle kelimenin gerçek anlamında Rojava’nın geleceği garanti altına alınmıştır. PKK bir kez daha ortaya koyduğu tarihi direnişle, ağır bedellere rağmen, Türk devletinin Rojava karşında sadece elini-kolunu bağlamakla kalmamış, onu hareket edemez hale getirmiş, adeta felce uğratmıştır. Esas ‘’önleyici savaş’’ burada yaşanmış, yaşanmaya devam ediyor. Bu nedenle Kuzey direnişi lokal düzeyde değerlendirmek ciddi yanılgılara yol açmakta. Olan biteni sadece bir ‘’hendek meselesine’’ indirgenmekte büyük resmi görmemekten kaynaklanıyor.
Öte yandan Türk devletinin Kuzey’deki direniş karşısında çökertme planının çökmüş ve boşa çıkmış olması ABD’nin Rojava politikasını derinleştirmesine yol açmıştır. Daha derin askeri ve siyasi alandaki iş ve güç birliği bu muazzam direniş sonrası gelmiştir. Kanıt için sadece son birkaç aydaki yaşanan trafiğe, temelleri atılan Rojava-Kuzey Suriye Federasyonu’na, Rakka ve Menbiç’e bakmak yetecektir.
Kuzey’de Kürt direnişin Rojava ve Suriye özgülünde Kürt-ABD ilişkilerini olumsuz etkileyeceğini düşünenlerde yanılmıştır. Bu direniş Rojava Kürdistan devriminin garantörü olduğu için, küresel güçlerde, ABD’de bunan göre pozisyon almıştır.
Geçtiğimiz günlerde Yeni Özgür Politika gazetesinde yayımlanan makalesinde Selahattin Erdem’inde dikkat çektiği gibi şimdilik ‘’AKP Hükümeti Kürtlerin Cenevre-3’e katılımını engellemeyi başardıysa da, ABD’nin DAİŞ’e karşı Kürtlerle birlikte savaşını’’ engelleyemedi. Aksine bu işbirliğinin derinleşmesine neden oldu.
Bu nedenledir ki, önümüzdeki süreçte, özelliklede Menbiç ve Rakka operasyonları sonrası Rojava Kürdistan temsilcilerini daha çok siyasi ve diplomatik arenada göreceğiz. Kürtlerle, ABD’nin başını çektiği kürsel güçler arasındaki ilişki giderekten daha açık ve şeffaf hala gelecek.