AB'nin yolu yine Amed'ten mi geçecek? - Perwer Yaş

AB'nin yolu yine Amed'ten mi geçecek? - Perwer Yaş

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın uluslararası bir komployla Türkiye'ye teslim edildiği 1999 yılında Ankara, Brüksel yolunda tarihi virajı geçti. Zira 1997'de Lüksemburg zirvesinde, deyim yerindeyse Avrupa Birliği (AB) Türkiye'yi kapı dışarı etmiş, Brüksel Ankara ile bütün siyasi ilişkilerini kesme kararı almıştı. 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Finlandiya'nın başkenti Helsinki’de toplanan Avrupa Birliği liderleri Türkiye'nin 1987 yılında yaptığı tam üyelik başvurusuna olumlu cevap verdi, Ankara'ya "Adaysınız" dedi.

Dönemin Türk başbakanı Bülent Ecevit'in apar topar Helsinki'ye uçup liderlerle çektirdiği hatıra fotoğrafıyla da Türkiye, ilk kez Avrupa aile albümüne girdi. 1963'te Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ortaklık anlaşması imzalamasıyla başlayan Avrupa maratonunda en önemli etap aşılmıştı, ancak Ankara'yı bir dizi ev ödevleri bekliyordu.

Zirveden bir hafta sonra 16 Aralık 1999’da ise Ecevit'in koalisyon ortağı, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz başbakan yardımcısı olarak gittiği Diyarbakır'da, Helsinki'nin verdiği sinerjiyle midir bilinmez, gazete manşetlerine taşınan tarihi bir cümleyle kurmuştu; "AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer". Uzun süre tartışılan bu söz aynı zamanda Kürt çözümünün Brüksel yolunda en zorlu ve kilit üyelik kapitali anlamına da geldiğinin itirafıydı. Fakat Yılmaz'ın tarihi Diyarbakır çıkışı yıllar içinde unutulup gitti.

BAŞLARKEN TIKANAN MÜZAKERE!

2002 yılında iktidara gelen AKP hükümeti ise Brüksel ile ancak 3 Ekim 2005’te tam üyelik müzakerelerine başlatabildi. (Türkiye ile aynı gün müzakere startı veren ve müzakerelerini 7 yılda tamamlayan Hırvatistan'ın ise bu yılın ortalarında resmen AB üyesi olması bekleniyor.) Ankara'nın AB için heveslendiği o yıllarda birliğin motoru olarak görülen iki ülke Almanya ve Fransa'da muhafazakar hükümetlere başa gelmiş, Avrupa'da hava tersine esiyordu.

Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy bir anlamda AB yolunda set anlamına gelen müzakere fasıllarına sınırlama getirdi, Almanya'nın Hıristiyan demokrat başbakanı Angela Merkel ise tam üyelik yerine "imtiyazlı ortaklık" tezini savunuyordu. Diğer yandan hızlı başlayan AB yasalarıyla eli güçlenen AKP'nin Brüksel temposu düşmüş, reformlar yavaşlamış, ev ödevlerinin yıllık karnesi anlamına gelen AB ilerleme raporlarında kötü notlar alıyordu.

"Ankara'nın AB dosyası tam da artık rafa kaldırılıyor" fikrinin yaygınca konuşulduğu bir dönemde, geçtiğimiz ay dosya yeniden açıldı. Kimi analizciler  süreci Ortadoğu ve İslam ülkelerinde değişen dengeler, Ankara'ya bölgede biçilen rolün artması ve Türkiye'nin büyüyen ekonomisi Euro krizini şokunu atlatmak isteyen Avrupa'nın iştahını kabartmıştı. Bu denklemde batı, Türkiye ile geçinmeliydi ve bu yüzden AB düğmesine basıldı biçiminde yorumladı.

'BÖLGESEL POLİTİKA' FASLI NEDEN ÖNEMLİ?

Şubat ayında Paris yönetimi, Brüksel-Ankara hattında ön önemli müzakere başlıklarında birisi olan “bölgesel politika” faslının önündeki blokajı kaldırdı. Ankara'yı ziyaret eden Alman başbakanı Merkel ise bu yıl içinde bir başlığın daha açılması gerektiğini söyleyerek "Müzakerelerin ucu açıktır" uyarısına rağmen "AB sürecini hızlandıracağız" mesajını verdi.

Geçtiğimiz hafta Paris'in yumuşamasıyla AB Temsilciler Komitesi, Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu faslının açılış kriterlerini resmen onayladı. AB üyeliğiyle bölgelere AB bütçesinden aktarılacak fonları kapsayan bu fasıl, Türkiye'deki bölgeler arasındaki gelişmişlik ve gelir farkının azaltılması öngörüyor. Bu yılın ilk yarısına kadar açılması beklenen bu fasıl ile Türkiye'nin müzakerelerde açtığı toplam fasıl sayısı 14'e ulaşacak. Zaten diğer fasıllardaki açılış kriterlerini bile yerine getirmeyen Türkiye ile 2010'dan bu yana hiçbir fasıl müzakereye açamadı.

8 yıllık üyelik maratonunda 35 müzakere başlığından sadece “bilim ve araştırma” faslını tamamlayan Ankara'nın önünde daha birçok fasılda engeller var. AB gözlemcilerinin "Mevzuat uyumu ve müzakerelerin teknik altyapısı son derece yavaş ilerliyor" eleştirisini yönelttiği müzakere masasında, siyasi nedenlerle engellenmiş 18 Fasıl var. Bunlardan 4 fasıl için hala Fransa'nın vetosu sürüyor, Kıbrıs ise 8 faslı bloke etmiş durumda.

'YEREL YÖNETİMLER ŞARTI'NA GETİRİLEN ŞERHLER!

Şubat ayında Avrupa Parlamentosu’nda ‘Kürt sorununa barışçıl çözüm için diyalog’ oturumuna katılan AB ve Avrupa Parlamentosu temsilcileri ise Türkiye’nin AB’ye girebilmesinin koşulunun ‘Kürt sorununun demokratik çözümü’ olduğunun altını çizerek İmralı sürecine tam destek vermiş, "AB'nin yolu İmralı'dan geçer" mesajı vermişlerdi.

Geçtiğimiz hafta İmralı'da BDP heyetiyle görüşen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın "AB yerel yönetim özerklik şartına konulan şerh kaldırılırsa Kürt meselesi de önemli ölçüde çözülür" sözleri ise gündeme damgasını vurdu. Öcalan'ın dikkat çektiği bu şart, merkezde toplanan yetkilerin bir bölümünün yerel yönetimlere devredilmesini öngörüyor, yerel yönetimleri güçlendiriyor, merkezi idarenin elini zayıflatıyor.

Şartın 4. maddesinin 3. fıkrasında yer alan “Vatandaşa en yakın olan makamlar kullanılır" ifadesi Avrupa'nın tarif ettiği en çarpıcı yerel yönetim esprisi. Şartı imza atan ülkelerde kısaca yerel yönetimlerde atananlar değil, seçilenler söz sahibi. Aslında Türkiye "Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı"nı 1988 yılında imzaladı. Ancak buna rağmen Türkiye şu hükümlere çekince koydu;

- Yerel makamları doğrudan ilgilendiren planlama ve karar süreçlerinde kendilerine danışılması,

- Yerel yönetimlerin iç örgütlenmelerinin kendilerince belirlenmesi,

- Yerel olarak seçilmiş kişilerin görevleriyle bağdaşmayacak işlev ve faaliyetlerinin kanun ve temel hukuk ilkelerine göre belirlenmesi,

- Vesayet denetimine ancak vesayetle korunmak istenen yararlarla orantılı olması durumunda izin verilmesi;

- Yerel yönetimlere kaynak sağlanmasında hizmet maliyetlerindeki artışların mümkün olduğunca hesaba katılması;

- Yeniden dağıtılacak mali kaynakların yerel makamlara tahsisinin nasıl yapılacağı konusunda yerel yönetimlere önceden danışılması;

- Yapılacak mali yardımların, yerel yönetimlerin kendi politikalarını uygulama konusundaki temel özgürlüklerini mümkün olduğu ölçüde ortadan kaldırmaması,

- Yerel yönetimlerin haklarını savunabilmeleri için uluslararası yerel yönetim birimleriyle işbirliği yapabilmeleri, uluslararası birliklere katılabilmeleri,

- Yerel yönetimlerin iç hukukta kendilerine tanınmış olan yetkileri serbestçe savunabilmek için yargı yoluna başvurabilmeleri.

Aslında Türkiye'nin bu şerhleri kaldırması için AB ve Avrupa Konseyi uzun bir süredir çabalıyor. Türk hükümeti ise sadece Bakanlar Kurulu kararıyla bütün çekinceleri ortadan kaldırabilir. Çünkü şartın uygulanması için hali hazırda bir kanun maddesi var. 2004 yılında ise merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasındaki görev, yetki ve sorumlulukları yeniden düzenleyen yasa tasarısı ise dönemin Cumhurbaşkanı Sezer tarafından "Kürtlere özerklik verilecek" kaygısıyla kısmen veto edilmiş ve yasa rafa kaldırılmıştı.

İmralı görüşmelerinde Öcalan'ın gündeme getirdiği bu kritik çekinceler kaldırılır mı bilinmez ama tam uygulanacak "Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı"nın başta Kürt meselesi olmak üzere Türkiye'deki birçok soruna neşter vuracağı aşikar. Belki de Mesut Yılmaz'ın 14 yıl önce dile getirdiği "AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer" tezi yerine, Amed'in de 'kendi yolunu bulması', yarım yüzyıllık Türkiye'nin AB macerasındaki en önemli eşik olacak.

Kaynaklar;

1- TC Avrupa Bakanlığı'nın Mayıs 2011'de yayınladığı "Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartına İlişkin Bilgi Notu"

2- Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi'nin Şubat 2013'de yayınladığı 'AB Üyelik Müzakerelerinde Son Durum' raporu.

3- "Yerel yönetimlere özerklik anahtar", Lale Kemal, Taraf, 20 Şubat 2013

4- 2012 Türkiye İlerleme Raporu ve Genişleme Stratejisi Belgesi