Dünyanın çeşitli bölgelerinde süren kadın mücadelelerini ve özyönetim deneyimlerini yakından izleyen DEM Parti Milletvekili Özgül Saki, edindiği izlenimleri ve Türkiye’de süren barış mücadelesini ANF’ye değerlendirdi.
‘BARIŞ MÜCADELESİ VEREN ZAPATİSTALAR KÜRT ÖZGÜRLÜK HAREKETİ’Nİ YAKINDAN İZLİYORLAR’
Dünya deneyimlerinden örnekler veren Özgül Saki, tanıklıklarına ve izlenimlerine dair şunları aktardı:
“Dünya üzerinde çatışma çözümü ve özyönetim süreçleri açısından farklı coğrafyalardan azımsanmayacak kadar çok bilgi-birikim ve deneyime sahibiz. Tüm bu deneyimler bize gösteriyor ki tek bir yol haritası, tek bir reçete yok; her coğrafyanın, her dönemin kendine özgü çözüm politikaları, örgütlenmeleri, farklı mücadele yolu ve yöntemleri var.
Geniş anlamıyla barış çalışmaları etrafında araştırmalar yapan, Türkiye ve dünyadan örnekleri inceleyen DEMOS Araştırma Kolektifinin yayınları bu anlamda oldukça yararlı içerikler sunuyor.
Ayrıca Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün (DİSA) hazırladığı ‘Çatışma Çözümü ve Barış İnşası: Dünya Deneyimleri Serisi’ araştırma dizisi de bu alandaki en yetkin çalışmalardan biri.
2017- 2020 yılları arasında, oradaki mücadeleye tanıklık etmek mümkünse küçük bir parçası olabilmek amacıyla yaklaşık bir buçuk yıl geçirdiğim Guatemala, Chiapas ve Kolombiya’daki tanıklıklarım, çatışma çözümü ve barış inşası konusunda epeyce fikir sahibi olmamı sağladı diyebilirim. Bir gerilla hareketi olan Zapatistaların silahlı mücadele dönemi, Kolombiya ve Türkiye ile kıyaslandığında oldukça kısa sürüyor. Ama onların ‘Otro Mundo es Posible’ (Başka Bir Dünya Mümkün) diyerek 2000’li yıllardan itibaren kendi topraklarında inşa ettikleri toplumsal yaşam gerçekten çok etkileyici. Tüm tehdit ve baskılara rağmen özerk ve otonom bir toplumsal sistem o tarihten bugüne yaşam sürüyor. İlk gidişimden hemen sonra oradaki tanıklıklarımı kısa bir yazıda anlatmıştım.
Binlerce kilometre uzaklıktaki bambaşka bir coğrafyada Zapatista hareketinin Kürt Özgürlük Hareketi’ni bu kadar yakından takip ediyor olması beni ilk başta çok şaşırtmıştı. Emperyalist- kapitalist sistemin kâbus gibi halkların üzerine çöreklendiği bir dönemde, Zapatistaların kendi devrimlerini geliştirme ve dayanışma ağlarını büyütme sürecinde hem ilham olma hem feyz alma ihtiyacı duyduklarını ve bu anlamda, Rojava Devrimi’nin onlar için taşıdığı önemi her fırsatta ifade ettiklerini gördüğümde şaşkınlığım geçti diyebilirim.
Özellikle Zapatista kadınların gerek gerilla mücadelesinde gerekse toplumsal-siyasal mücadelede kendi öz-örgütlenmeleriyle var olmaları ve geliştirdikleri kadın özgürlük perspektiflerinin, Kürt kadın hareketinin Jineoloji felsefesiyle benzerlikleri apayrı bir röportajın konusu olabilir.
Şubat 1996’da Meksika hükümeti ve EZLN arasında imzalanan San Andres Anlaşması’dan bir süre sonra, artık silahlı eylem yapmayacağını açıklayan Zapatistalar, ‘Ölümü değil, yaşamayı seçtik. Silah depolarımızı büyütmektense okullar, hastaneler yapmayı, yaşam şartlarımızı iyileştirmeyi seçtik’ diyerek kendi topraklarında özerk, komünal bir toplumsal yaşam inşa etmeye başladılar.
1994’ten San Andres Anlaşması’nın imzalandığı 1996 yılına kadar geçen sürede, barış masasında sanıldığının aksine Subcomandante Marcos değil, Comandante Ramona oturuyordu. Müzakerelerin her aşamasında Zapatistalar, topluluklarına dönüp yaptıkları toplantılarla gelişmeleri değerlendiriyor ve sonra kolektif kararlar alarak çözüm masasına oturuyorlardı. Bu anlamda oldukça özgün bir süreç yaşadılar.
Kısmi de olsa yerli halkların taleplerinin karşılandığı anlaşmaya Meksika hükümeti uymuyor. Buna rağmen Zapatistalar, anlaşma çerçevesinde kendi yönetimlerini oluşturmaya başlıyorlar. O günden bugüne birçok kez örgütsel yapılarını dönemin ihtiyaçlarına göre dönüştürerek, Chiapas’ta özerk, otonom, kadınların eşit temsil edildiği ve kolektif mülkiyet esasına dayalı bir yaşamı koruyorlar. Bu anlamda, Kürt Özgürlük Hareketi’nin demokratik toplum modeline oldukça benzeyen politik bir eksenleri olduğunu söyleyebilirim.
‘BARIŞ SÜREÇLERİNDE TÜM SORUNLARA RAĞMEN ISRARCI OLMAK GEREKİYOR’
Kolombiya'da hükümet ile gerilla örgütü FARC (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri) arasında, elli iki yıl süren çatışma ve dört yıl süren barış müzakereleri sonucunda Eylül 2016’da barış anlaşması imzalandı. Barış süreci altı başlık üzerinden yürütüldü: Toprak reformu, siyasete katılım, silahsızlanma, yasa dışı uyuşturucu sorununa çözüm, kurbanların hakları ve barış anlaşmasının uygulanması.
Hem silahlı mücadelenin uzun sürmesi hem de bu yıllar boyunca yaşanan gelişmeler açısından, FARC’ın çeşitli defalar tek taraflı ilan ettiği ateşkes dönemleri, Kolombiya hükümetindeki değişen aktörler nedeniyle oldukça şiddetli geçen süreçler, müzakerelerin sürdüğü dönemlerde dahi kanlı çatışmaların devam etmesi gibi durumlar ve gerilla mücadelesinde izledikleri yol ve yöntemler açısından FARC ve PKK arasında benzerlikler kurmak mümkün.
Tüm bu deneyimler ışığında, Kürt meselesinin eşit ve adil siyasal çözümü için müzakerelerin sürdüğü 2013-2015 dönemi ve sonrasındaki ağır baskı ile şiddet sürecinde yaşadıklarımız hafızalarımızda taptazeyken, o dönemin siyasi aktörleri ve mücadele arkadaşlarımız onlarca yıl hapis cezası almışken, Türkiye’de Ekim 2024’te Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla girilen yeni müzakere döneminde yapılması gerekenleri bir çırpıda izah etmek zor. Kesin bir reçetesi de yok zaten, ama temel ilkeler belirlemek elzem.
Kolombiya müzakere ve barış süreci, başka birçok nedenin yanı sıra, imzalanan anlaşmanın maddelerine taraflarca büyük oranda uyulması nedeniyle de başarılı bulunan bir süreç. Bu nedenle bize de yol gösterici olabilecek bir deneyim olabilir. Kolombiya’daki son barış süreci yaklaşık dört yıl sürdü. Tabii ki FARC ile hükümet arasında öncesinde kamuoyuna açık olmayan bazı temasların olduğu biliniyor. Bu son dört yılda ise tarafların masada müzakere ettiği konular eş zamanlı olarak ülkenin birçok bölgesinde forumlarda tartışılıyor, çatışmadan etkilenen tüm toplumsal kesimlerin talepleri raporlar halinde heyetlere iletiliyor. Barışın toplumsallaşması meselesine gerçekten çok güçlü bir örnek sunuyor bize bu deneyim.
Oraya gittiğimde, barış anlaşmasının üzerinden iki yıl geçmişti ama bu örgütlenmelerin hiçbiri dağılmamıştı. Anlaşmanın imzalanması sonrasında atılan adımların her biri yakın takibe alınmıştı. Özellikle toprak reformu ve yerli halkların talepleri konusunda ciddi sorunlar devam ediyordu. FARC gerillalarının silah bırakması sonucu boşalttığı bölgelere köylülerin güvenli geri dönüşü tam olarak sağlanamamış ve doğan boşlukta o bölgelere paramiliter güçler yerleşmeye başlamıştı. Bulunduğum bir köyde bu sorunun tartışıldığı iki günlük büyük bir buluşmaya ben de katıldım. Kendi topraklarını savunmak için tekrar silahlanma dahil yapılabileceklerin tartışıldığı ve dayanışma ağlarının örülmesine karar verilen toplantıda hem FARC’a hem hükümete sert eleştirilerde getirildi.
Çok uzattım. Burada söylemek istediğim, barış, müzakere ve çözümün birkaç ayda hallolabilecek bir mesele olmadığı ve en önemlisi, kendi öz-örgütlenmelerinizin güçlü olmadığı koşullarda kazanımların her an geri alınabileceğidir. O halde ‘Türkiye’de ne yapmalıyız’a gelirsek, barışı sadece iktidarın inisiyatifine bırakmamalı ve tüm toplumsal kesimlerin sürece politik dahlini sağlayacak örgütlenmeleri hızla oluşturmalıyız. Kolombiya’da yapıldığı gibi, bu aşamada forumlar, tartışmalar örgütleyerek, endişeleri ve kaygıları kolektif bir politik müdahaleyle aşmanın yöntemlerini bulmak zorundayız.
Şunu da biliyoruz ki, Cumhur İttifakı’nın Ortadoğu’daki güç dengelerindeki değişim ve İsrail’in Suriye’de yerleşik güç olmasına giden gelişmeler nedeniyle ve Kürt Özgürlük Hareketi’ni yenemeyeceği gerçeğini kabullenmek zorunlu kaldığı bir noktada, böyle bir müzakere çağrısı gerçekleşti. Kuşkusuz, yine de çok önemli bir adım ve politik faaliyet alanımızı oldukça genişlettiğini de görüyoruz.
İki hafta önce katıldığım ‘Barış Süreçleri’ konulu uluslararası toplantıda, Kenya’dan katılan bir kişi ‘Böylesi dönemlerde karamsar olmak, buradan bir şey çıkmaz demek çok konforlu, çünkü bu durumda hiçbir şey yapmanıza gerek yok. Zor olan, tüm risklerine rağmen barışta ısrarcı olmak, mücadeleye devam etmek, en temel gereklilik’ demişti. Evet, zor olanı yapmak; sadece iktidarın adımlarını bekleyen bir pozisyondan hızlıca uzaklaşmak, tüm kesimlerin kendi barış planını oluşturabileceği toplumsal ağlar kurmak ve uzun erimli bir politik sürece hazırlanmak.”
‘KÜRT KADINLARININ BARIŞ ISRARI ÇOK ÖNEMLİ’
Kürt kadınlarının barış ısrarının önemine dikkat çeken Özgül Saki, şu ifadeleri kullandı: “Bir savaş coğrafyasının ortasında Kürt kadınlarının barış için gösterdiği ısrarlı çabaları ve her dönemde Türkiyeli kadınları barışa davet etmeleri, savaşın tüm kadınların yaşamlarında yarattığı ağır tahribata karşı ortak mücadelenin öneminin bilincinde olmalarıyla bağlantılı. Bunun yanı sıra, kadınların barış süreçlerinde sadece destekleyici bir konumda kalmalarının yeterli olmadığını; karar alıcı ve inşa edici bir politik varoluşla mücadeleye dahil olmalarının kalıcı barışın olmazsa olmaz şartı olduğunu bilmekten de kaynaklanıyor.
90’lı yıllarda ‘Arkadaşıma Dokunma’ ile başlayan ve 1996 yılında Barış İçin Kadın Girişimi ile devam eden bu birliktelik, zaman zaman kesintiye uğrasa da 2009’da yeniden canlandırılarak daha örgütlü bir muhtevaya bürünmüştü. 2013’te başlayan müzakere döneminde aktif rol üstlenen Barış için Kadın Girişimi’nin ‘Çözüm Süreci’ raporu ise, yeni dönemde nasıl bir perspektifle sürece dahil olabileceğimize dair oldukça yol gösterici bir belge olmaya devam ediyor.
O günden bu yana, patriyarkaya karşı mücadele ile barış mücadelesinin kesiştiği birçok kampanya ve eylemde ortak mücadeleyi güçlendirme arayışı hiç bitmedi. Bugün de ‘Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi’nin kurulması hepimiz için yeni bir eşik anlamına geliyor. Siyasetin suç olmaktan çıkarılması, sınır ötesi harekatlara, özel güvenlik bölgesi uygulamalarına, askeri yığınaklara son verilmesi ve tüm kayyımların geri çekilmesi; ayrıca buna zemin hazırlayan 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin iptal edilmesi gibi acil taleplerin kamuoyuyla paylaşıldığı bir eylemle kendisini duyuran bu inisiyatif, kendisine onurlu bir barış için yollar döşemeye başladı.
Barış için ısrar eden kadınlar, bu yolun kolay olmadığının bilinciyle, enternasyonal bir dayanışmanın da ihtiyacını gören bir zeminde örgütlenmelerine devam ediyor.”
‘KÜRT KADINLARININ BARIŞ MÜCADELESİ TÜM KADINLARA ULAŞMIŞ DURUMDA’
Kürt kadınlarının barış mücadelesinin aslında kadınlara ulaştığına, Eren Bülbül’ün annesinin sözlerinin bu açıdan önemli olduğuna işaret eden Özgül Saki, örgütlü mücadelenin bu açıdan önemli olduğunu vurgulayarak sözlerine şöyle devam etti:
“Bu mücadelenin sesi aslında tüm kadınlara ulaşıyor. Karadeniz’de askerlerin çatışma bölgesine zorla götürmesi sonucu ölen Eren Bülbül’ün annesinin ‘Bundan sonra kimse ölmeyecekse barışın gelmesi lazım’ demesi, bize çok şey söylüyor. Evet, Türk annesi de gerçekten barış istiyor. Ama yüz yıllık inkâr, imha ve asimilasyon politikalarının yarattığı karşıtlaşmayı bir çırpıda aşmak mümkün değil, ne yazık ki.
Türkiye’de güçlü bir savaş karşıtı hareketin oluşturulamamasının nedenleri üzerinde de ciddi biçimde durmamız gerekiyor. Özgürce konuşabildiğimiz, demokratik süreçlerin yaşanmasının mümkün kılındığı bir ortamda barış talebinin ne kadar güçlü olabildiğine şahit olabiliriz. Tüm dünyada sağcı, faşizan ve otoriter rejimlerin güç kazandığı bir tarihsel momentte işimiz kolay değil. Ancak barışın toplumsallaşması için örgütlü mücadele elzem.”
‘KADIN HAREKETİ BARIŞ ADIMLARINA UYGUN ADIMLAR ATMAYA BAŞLADI’
PKK’nin silah bırakma ve kendisini feshetme kararının barış mücadelesini genişletmek için önemli bir aşama olduğunu söyleyen Özgül Saki, kadın hareketinin bir bütün olarak bu çabalara dönük önemli adımlar atmaya başladığını dile getirdi. Özgül Saki, sözlerini şöyle tamamladı: “PKK’nin silah bırakması ve eşzamanlı olarak kendini feshetmesi, Türkiye’deki barış görüşmelerinin alanını genişletme potansiyeline sahip. Ama bu, kendiliğinden olabilecek bir sonuç değil tabii ki. NATO’nun ikinci büyük ordusu olmakla övünen bir iktidar, askeri yöntemle yol alamayacağını itiraf etmiş oldu aslında. Bu, onlar açısından kabullenilmesi çok zor bir durum; o yüzden çözüm, müzakere ve barış kavramlarını hiç kullanmıyorlar, dikkat edilirse. Ağız birliği etmişçesine ‘Terörsüz Türkiye Süreci’ diyorlar. Kavramlar önemli; bu ifade, hiçbir siyasi ve toplumsal adım atmadan Kürt meselesini güvenlik sorunu olarak tarif edip, yeni bir meşruluk devşirmeye çalışma beyanı olarak da okunabilir.
Öte yandan, PKK’nin kendini feshetmesine ve ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’na uluslararası destek artıyor, tüm kesimlerin bunu sahiplenmesi oldukça güçlü. Şimdi siyasal ve toplumsal alanda mücadeleyi büyütmek, sınıf mücadelesi ile gençlik hareketi içinde örgütlenmek, iktidarı gerçek anlamda adım atmaya zorlayıcı eylem ve etkinliklere hız vermek, bu sürece desteğini açıklayan tüm siyasi oluşumlarla etkili bir iş birliği yapmak gerekiyor.
Başında da söylediğimiz gibi, barışın inşası çok ciddi bir iş; iktidarın iki dudağı arasına bırakılamaz. Bu ciddiyete uygun örgütlenme, kıyasıya politik tartışma ve etkili yapılanmalar gerektiriyor.
Türkiyeli feministler, Kürdistanlı feministler ve bir bütün olarak kadın hareketi, bu ciddiyete uygun adımlar atmaya zaten başladı. Zapatistaların dediği gibi ‘Yavaşça acele’ ederek yola koyuldular; dünya deneyimlerine tekrar bakıyorlar, geçmişi eleştirel bir süzgeçten geçirerek yeni dönemin ihtiyaçlarına uygun bir politik eksen belirliyorlar. Enternasyonal bağları güçlendirmek için ağlar kuruyorlar ve her şeyden önemlisi hem bugünü hem yarını dönüştürmek istiyorlar.
Süreç nereye evrilirse evrilsin, bu mücadele ortaklığının devam edeceği özgüvenine sahip bir hareket, kadın barış hareketidir.”