Öcalan'ın "Kürt Sorunu" okumaları!

Öcalan’a göre Kürt sorununun demokratik ulus çözümü öncelikle Kürt tarihinin ve kültürünün doğru tanımlanmasıyla bağlantılıdır…

Peki, Kürt sorununa dair çözümler ne olabilir, nasıl hayata geçirilebilir?

Öcalan çözüm için pek çok alternatif sunmakta ve çözümün getirileri üzerinde durmaktadır. Hatta bazı önerileri üzerinde fazlaca durmak gerekiyor. Sayfalarca analize muhtaç olduğu ortaya çıkıyor. Bunu somutlaştırırsak; savunmalarında çözüme ilişkin “Yahudi-İsrail gerçeğini doğru kavramadan Kürt sorununu kavramak ve çözmek güçtür” ifadesidir. Bu derinlikli bir okumayı istiyor.

Öcalan’a göre yeni facialara yol açmamanın en uygun yolu, ilk ve en temel olarak Kürt sorununu imha, inkâr ve küllendirme, dilencileştirme konumuna düşürmeden, tutarlı, içtenlikli bir barış ve demokratikleşme reformu ile çözüme cesaret etmedir. Bunun genel formülü de Türkiye somutunda çözümlediğimiz, genel güvenlik ve kamusal alan ortaklığı olarak ‘Devlet+Kürdistan’da demokrasi’ formülünün Ortadoğu çapında genelleştirilmesidir. Kendini somutta ‘Ortadoğu’da demokratikleşme+devletin demokrasiye duyarlılığı=Kürdistan’a özgürlük’tür. Özgür Kürdistan daha çok demokratik Kürdistan’dır. Dünya genelinde Porto Allegre toplantılarını yerel demokrasilerin ulus üstü platformuna, dünya halklarının devlet odaklı olmayan Küresel Demokrasi Kongresine dönüştürmektir. Sonuç olarak Demokratik Kürdistan > Demokratik Ortadoğu Federasyonu > Küresel Demokrasi Kongresi önümüzdeki dönemin sloganı olabilir.

Diğer çözüm önerilerini ve görüşlerini şöyle sıralayabiliriz:

- Öcalan Kürt sorununun demokratik çözümünün özü dediği şeyi şöyle açıklıyor:
“Tarihsel bir olgu olan Kürtlerin Demokratik Cumhuriyete özgür yurttaşlar olarak kültürel kimlikleriyle katılımlarının önüne geçmek artık her bakımdan zordur. Bu en başta demokratikleşme açısından önlenemez. Ya demokrasiden vazgeçeceksiniz ya özgür katılımı kabul edeceksiniz. Demagoji ve bastırmayla bunu önlemek, çağımızın kesinlikle kabul edemeyeceği bir gericiliktir. Bu ne çağdaşlığın bir gereğiyle ne de Atatürkçülükle izah edilebilir; tersine bu, faşizmin bir söylemidir ve terk edilmesi gerekir. Geriye halkların özgür iradeleriyle en güçlü biçimde belirleyecekleri, ülkenin bütünlüğüyle devletin birliğinin gerçekten sağlanması kalır. Bu yaklaşım tarih boyunca Türk-Kürt ilişkilerinin ruhuna uygun olduğu gibi, çağımızın demokratik ve insan halkları özellikleriyle de tam uyum halindedir. Dikkat edilirse, bu çözümde ne sınırların değiştirilmesinden ne otonomiden, ne ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal hakların ayrı bir listesinden bahsedilmektedir. Tek gerekli görülen, gerçekten demokratik sisteme bağlılık ve şoven faşist iddialardan vazgeçmek, her grubun kendi kültürel kimliğini ve eğitimini resmi sistemi inkâr etmeksizin yaşamasıdır. Kürt sorununun demokratik çözümünün özü budur.”

- Öcalan’a göre Kürt sorununun ağırlaşmasında rol oynayan en temel etken, ne içsel bir olgu olarak Kürt ulusu ve ulus-devletçi ilişkinin doğru çözümlenebilmesi, ne de Kürt ulusal varlığının dış bir olgu olarak ulus-devlet olgusu karşısındaki konumunun doğru kavranabilmesidir. Sanki olmazsa olmaz bir ilkeymiş gibi hastalık derecesinde bir devletçi ve milliyetçi çözüme takılı kalmak, çözümsüzlüğün derinleşmesindeki temel etken durumundadır.

- Öcalan’a göre Kürt sorununun çözümü bütünseldir. Hiçbir parça tek başına çözüme gidemez. En büyük parça olan Türkiye Kürdistan’ında sorun çözülmedikçe diğer parçalardaki sorunun çözüm yoluna girmesi zordur. Ayrıca daha da dikkat çekici olan, Kürt sorununun çözümünün kapitalist hegemonik güçlerce kilitlenmiş olduğudur; onların yer almadığı, onların çıkarlarını göz ardı eden bir çözümün kolay gerçekleşmeyeceğidir.

- Öcalan’a göre Kürt sorununun çözümünde de ayrılıkçılığa ve şiddete dayanmayan, tutarlı ve anlamlı olan esas yol demokratik özerkliğin kabul edilmesinden geçmektedir. Bu yolun dışındaki tüm yollar ya sorunları ertelemeye ve böylece çıkmazı derinleştirmeye, ya da sert çatışmalara ve ayrışmaya götürür.

Bu bağlamda yine Öcalan’a göre Kürt sorununun demokratik ulus çözümü öncelikle Kürt tarihinin ve kültürünün doğru tanımlanmasıyla bağlantılıdır. Tarihinin ve kültürünün doğru tanımlanması toplumsal varlığının tanınmasını beraberinde getirir. Ulusal toplum olmak tarih ve kültür bilincine ve ruhuna sahip olmak demektir. Cumhuriyet tarihinde Kürtlerin inkârı ve imhası (Diğer ulus-devletlerin tarihlerinde de benzer uygulamalar vardır) ilkin Kürt tarihinin inkârı ve kültürel varlığının imhasıyla başlatılmıştır. Önce manevi kültürel unsurlar, daha sonra maddi kültür unsurları tasfiyeye uğratılmıştır.

-Öcalan’a göre KCK Kürt sorununa bir çözüm modelidir.
Kürt sorununda ulusların kendi kaderini tayin hakkının devletçi olmayan demokratik yorumunu ifade eden KCK, ulusal sorunun çözümünde köklü bir dönüşüm olarak değerlendirilmelidir. Kapitalist modernitenin yol açtığı ulusal sorunlar hep ulus-devletçi ve milliyetçi zihniyet ve paradigmalarla çözümlenmeye çalışılmıştır. Ulus-devletin kendisi çözümün temel aktörü olarak sunulmuştur. Ulusal sorun denildiğinde hemen akla ‚Bizim de bir ulus-devletimiz olsun‛ düşüncesi gelmektedir.

KCK Kürt sorununda demokratik çözümün somut ifadesi olup geleneksel yaklaşımlardan farklıdır. Çözümü devletten pay almada görmez. Hatta özerklik anlamında bile Kürtler için devlet peşinde değildir. Federe veya konfedere devleti hedeflemediği gibi kendi çözümü olarak da görmez. Devletten temel talebi, Kürtlerin özgür iradeleriyle kendi kendilerini yönetme hakkını tanıması, demokratik ulusal toplum olmalarına engel koymamasıdır. Eğer hâkim ulus devletler demokratik ilkeye sözde değil de özde bağlılarsa, demokratik toplumu desteklemeseler bile engellememeleri ve yasak koymamaları gerekir. Demokratik çözümü devletler veya hükümetler geliştirmez. Çözümden toplumsal güçlerin kendileri sorumludur. Toplumsal güçler devlet veya hükümetlerle demokratik anayasa bağlamında uzlaşı ararlar. Demokratik toplumsal güçlerle devlet veya hükümet güçleri arasında yönetim paylaşımı anayasalarla belirlenir. Mutlak devlet yönetimi kadar mutlak demokrasi talep etmek de gerçekçi olmadığı gibi çözümün ruhuna da aykırıdır. Demokratik çözüm özünde demokratik ulus olma ve toplumun kendini demokratik ulusal toplum olarak inşa etmesi olgusudur. Devlet eliyle ne ulus olma ne de ulus olmaktan çıkmadır; toplumun kendini demokratik ulus olarak inşa etme hakkını bizzat kullanmasıdır. Bu durumda ulus tanımını yeniden yapmak gerekir. Öncelikle ulusun tek bir tanımının olmadığını belirtmek gerekir.

KCK, Kürt sorununda ulus-devletçilikten arınmış, sadece Kürtler için değil tüm etnik ve ulusal topluluklar için geçerliliği olan demokratik ulusu çözüm modeli olarak önerme ve pratikleştirmenin ifadesidir. Kapitalist modernite tarihi boyunca tüm ulusal sorun dönemlerinde tek çözüm yolu olarak dayatılan ulus-devletçi çözümler tarihi kan banyosuna çevirmiştir. Ulus devletçi çözüm sorunları çözme yolu değil derinleştirme, şiddetleştirme ve savaşı tırmandırma, böylelikle azami kârı ve endüstriyalizmi gerçekleştirme ve sürekli kılma yoludur. KCK barışın ve çözümün yolunu kapitalist modernitenin bu üçlü sacayağını (ulus devlet, azami kâr ve endüstriyalizmi) terk etmekte ve ona karşı demokratik modernite unsurlarını (demokratik ulus, kârsız sosyal pazar ekonomisi ve ekolojik endüstri) alternatif kılmakta bulur.

-Öcalan’a göre demokratik konfederalizm seçeneği önemlidir. Şundan önemlidir, “Demokratik Konfederalizm tüm kültürel varlıkların tanınması, korunması ve kendini ifade özgürlüğünü esas alır. Bu temelde Kürt sorununun demokratik çözümünü, Kürt kimliğinin her düzeyde kabulünü, Kürt dilinin ve kültürünün geliştirilmesini sağlamayı temel görev bilir.”

-Öcalan’a göre çözümle ilgili, esaslı 3 yaklaşım mevcuttur. İlk yaklaşım ulus-devletlerin yaklaşımlarıdır. İkinci yaklaşım başını ABD’nin çektiği uluslararası güçlerin çözüm yaklaşımlarıdır ve üçüncü yaklaşım demokratik çözüm yaklaşımıdır.

Bunları özetle açmakta fayda var.

İlk yaklaşım ulus-devletlerin yaklaşımlarıdır.
Bu yaklaşımın sahipleri bölge devletleri olmaktadır. Bu devletlerin temel yaklaşımları Kürt sorunu bir yana Kürt diye bir olgunun olmadığı yönündedir. Türkler Kürtleri Türk saymakta, Araplar Arap saymakta, Farslar da Fars saymaktadır. Kürt dilinin kendi dillerinin bir türevi, ilkel bir lehçesi veya bozulmuş bir biçimi olarak görmektedirler. Bu devletlerin Kürt sorununa çözümü inkâr ve imhadır. Yani eski yaklaşımları aşılmış olmaktan uzaktır. PKK’nin yürütmüş olduğu mücadele karşısında bu inkâr ve imha politikası toplum nazarında aşılmıştır. Bu devletler de verilen bu mücadele karşısında zorunlu olarak Kürt olgusunu kabul etmişlerdir. Fakat bu sefer de “Kürt ayrı Önderlik ve PKK ayrı” tarzında Kürt sorununun asıl muhatabını yok sayan bir tutum içine girmişlerdir. Sahte önderler ve muhataplar yaratarak mevcut Kürt direnişini kırmayı ve eskiden olduğu gibi sorunu yine küllendirmeyi düşünmektedirler. Bu devletlerin temel tezlerinden biri de “Kürt sorunu diye bir şey yoktur, dış güçlerce, bizi bölmek isteyen uluslararası güçlerce ortaya çıkarılmış yapay bir sorun vardır. Bu sorun bir terör sorunudur” şeklindedir.

Bu devletler zorunlu olarak Kürt sorununu inkâr edemeseler de 54 henüz sorunun kabulü pozitif hukuk içinde yer bulmamıştır. Yani anayasal güvence yoktur. Bunun anlamı şudur: Kürtler üzerinde uygulanan inkâr ve im- ha siyaseti bugün de uygulanan temel siyasettir. Kürtlerin verdiği mücadelede yaşanacak ufak bir zayıflık olursa, tekrar eskisi gibi Kürtleri koyu bir karanlığa gömeceklerdir. Bugün zorunlu olarak, pozitif hukuk içinde yer almasa da çok zayıf bir kabulleniş de olsa kabul etmek zorunda kaldıkları Kürt sorununu tekrar mezara gömeceklerdir. Bu devletlerin yaklaşımlarının altında yatan temel ideoloji ve zihniyet milliyetçiliktir. Ulus devletçi zihniyettir. Bu devletler Türkiye, İran, Suriye ve Irak olmaktadır. Her dört devlet de tarihte ve günümüzde bu siyasetin yürütücüleri olmuşlardır. Bu siyasetin yaratıcısı İngiltere öncülüğündeki Batı sistemidir. Uygulayanlar da bu ulus-devletler olmuşlardır.

İkinci yaklaşım başını ABD’nin çektiği uluslararası güçlerin çözüm yaklaşımlarıdır.
Bu, somut ifadesini ABD’nin Irak’a yaptığı müdahale sonrasında Kürt sorununa yaklaşımda kendini gösterir. ABD’nin Ortadoğu’ya müdahalesi devletçi sistemin çözülüşünü dur- durma ve bu kapsamda sistemini reforme ederek varlığını sürdürme amacıyla yapılmıştır. Reel sosyalist sistemin çözülüşü sonrası kendi çözülüşünü, kurma- ya çalıştığı yeni sistemle engellemek istemektedir. Değişen dünya koşullarına göre kendini ele almaktadır. Sisteminin yayılımı açısından en büyük engel ulus-devletler, en tehlikeli bölge de Ortadoğu olmaktadır. Ulus-devletler uluslararası sermayenin yayılımı önünde en büyük engel pozisyonundadır. Dolayısıyla ulus-devletlerin aşılması temel hedeftir. Bir yan- dan ulus-devleti hedef alırken diğer yandan da devlet olarak küreselleşmektedir. Hedef aldıkları, ulus-devletin tamamen ortadan kaldırılması değildir. Genel sistem açısından tehdit pozisyonundan çıkarılmak istenmektedirler. Hem coğrafik hem de etki olarak küçülmüş ve zayıflamış bir devlet öngörülmektedir. ABD’nin Ortadoğu’ya, Irak’a müdahalesinin altında bu yaklaşım yatmaktadır. Bölge devletleri küçültülerek sistemin yayılımı önünde engel olmaktan çıkarılmak istenmektedir. I. Dünya Savaşı sonrası ortaya konulan Sevr Antlaşması’nın daha kapsamlısı bugün ABD öncülüğünde Ortadoğu’ya dayatılmaktadır. Bu yapılırken nasıl o dönemde kimi ulusal topluluklar hâkim güç olan Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kışkırtılarak savaştırılmışsa, günümüzde de aynı siyaset izlenmeye çalışılmaktadır. Milliyetçilik zehriyle halklar o dönemde nasıl birbirine kırdırıldıysa günümüzde de aynı yaklaşım sergilenmektedir. Ermenilerin ve Pontus Rumlarının soykırıma uğraması bu İngiliz siyasetinin sonucu olmuştur. Aynı siyaset bugün de uygulanmaya çalışılmaktadır. Kürt sorununu bu bağlamda ele aldığımızda ABD, İsrail ve İngiltere öncülüğündeki uluslararası devletçi sistem Kürt sorununa nasıl yaklaşmaktadır, çözüm anlayışı nedir ve nasıl bir modelle sorunu çözeceğini öngörmektedir? ABD, İsrail ve İngiltere bugüne kadar Kürt halkının üzerinde uygulanan inkâr ve imha siyasetinin uluslararası alandaki en temel destekçileri olmuşlardır. Her dört bölge devleti de Kürtlere karşı verdikleri savaşlarında her türlü desteği bu uluslararası güçlerden almıştır. Kürt inkârının esas sahipleri bu güçler olmuştur. Ne değişti de bu güçler Kürtlere yaklaşımlarını değiştirdiler, hatta Ortadoğu’ya ilk müdahaleyi Kürtler üzerinden yapmaya çalıştılar? Bilindiği gibi Önderliğin uluslararası komployla yakalanarak Türkiye’ye teslim edilmesi Ortadoğu’ya müdahalenin ilk adımıydı. Yaratılmak istenen bir Türk-Kürt çatışmasıydı. Önderliğin Suriye’den çıkmaması durumunda Suriye üzerinden bir savaş, planlanan bir durumdu. Yani her halükarda Ortadoğu’ya müdahale Kürtler üzerinden yapılmak istendi. Komplo da bu amaçla gerçekleştirildi. Komployla sağlanmak istenen Önderlik mücadelesiyle özgürleşen Kürt halk gerçeğini tekrardan köleleştirmekti. Kürtler, Önderlik ve PKK mücadelesiyle kendilerine biçilen kölelik statüsünü ortadan kaldırdılar. Bu durum pozitif hukuk içinde ifade bulmasa da toplumsal anlamıyla gerçeklik kazanmıştır. Yani Kürtler devletçi toplumun denetiminden çıkarak kendi özlerine uygun bir yaşamın olanaklarını ortaya çıkarmışlardır. Sadece kendilerine dayatılan kölelik statüsünü ortadan kaldırmakla kalmamışlar, aynı zamanda devletçi toplum dışı yeni bir toplumsallığın da temsilini yapmışlardır. Bunun yanında komploda kimi güncel çıkarlar da rol oynamıştır. Türkiye’nin yaşanacak bir Türk-Kürt çatışması sonrası iyice zayıflayacağı ve ABD’nin her istediğini yapan bir devlet haline geleceği hesaplanmıştır. ABD’nin bölgeye müdahalesinde bölge devletlerine karşı kullanabileceği temel bir devlet olacaktı. Bir diğer konu Kürt ilkel milliyetçiliğinin önünü açmaktır. Kürt sorununda Önderlik ve PKK dışında bir muhatap yaratarak sorunu tekrardan devletçi sistemin denetimine sokma temel amaçtır. Böylelikle Kürt sorunu bölge devletlerine karşı bir koz olarak kullanılacaktı. Adeta İngiltere’nin I. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı’yı hizaya getirmek için Ermeni ve Rumları kullanması gibi. Bu politikanın sonucu Ermeni ve Rumlar soykırıma uğramıştır. Aynı mantıkla Şeyh Sait İsyanı da kullanılmak istenmiştir. Bunun sonucunda Mustafa Kemal’in Kürt sorununa inkâr yaklaşımı ortaya çıkmıştır. Günümüzde de yapılmak istenen budur. İşbirlikçi bir Kürtlükle bölge devletleri hizaya sokulmak istenmektedir. Yani Kürtleri bir araç olarak kullanmak istiyorlar. Ermenilerin başına gelen soykırım bugün Kürtlerin de başına gelebilir. Üçüncü yaklaşım Önderliğin temsil ettiği demokratik çözüm yaklaşımıdır. Kürt sorununun çözümü kendi özüne dönme sorunudur. Kürtler demokratik, komünal değerleri derinliğine yaşayan yegane toplumdur. Bu değerlerin özü devletsizliği temsil eder. Dolayısıyla Kürtler için çözüm devletsiz bir toplum- dur. Komünal demokrasi bu sistemin politik ve toplumsal yaşam sistemidir. 56 Demokratik Konfederalizm de bu sistemin politik aracı ve toplumsal örgütlenme sistemidir. Sistemin özünü demokratik-komünal değerler oluşturur. Şimdi bu konulara değineceğiz.

-Ve Öcalan çözüm noktasında bir uyarı yapar.
Şayet çözüm olmazsa herkes çözülür! Darbeci-komplocu savaş devreye girer diyor. Nitekim bugün de yaşadığımız mesele budur ve tam da çözüme yaklaşım noktasında buradayız!

Şöyle uyarıyor Öcalan:
“Kürt sorunu konusunda Cumhuriyet rejimi şimdiki dönemde tam bir yol ağzındadır. Ya darbeci-komplocu savaş yoluna devam edecek ya da onurlu barış ve anlamlı bir demokratik çözüme gelecektir. Hem toplumda hem de devlette her iki yol konusunda yoğun bir ayrışma yaşanmaktadır. Barış ve demokratik çözüm şansı artmış olsa da halen tarihte güçlü kökleri olan darbeci-komplocu eğilim tümden özel savaş yöntemlerinden ve topyekûn tasfiyecilikten vazgeçmiş değildir. Her şeyi taraflar arasındaki karşılıklı mücadele kadar, Kürtlerin barış ve demokratik siyaset yoluyla yürütecekleri mücadelenin başarısı belirleyecektir.

***

Sorunu tanıma ve çözüm perspektiflerinden, ayrıca en başa aldığımız özet tanımdan da anladığımız üzere Öcalan Kürt sorununu çok derinlikli ele alıyor. Kimlik sorunu, sınıf sorunu, tarihsel ve modernite boyutu ile gelen sorunlar yumağına bütünsel bakıyor.
O anlamda bugün Kürt sorununu ele alan yaklaşımda çok dar kalma var.
Öcalan’ın tanımı ve ele alış şekli evrensel boyuttadır.

Bu noktadan ve tanım-çözümlerden ele alınırsa daha sağlıklı bir yaklaşım olacağına şüphe yoktur…