Öcalan’ın HDP analizlerini yeniden hatırlamak

Seçim sürecine girilmesi ile beraber HDP’yi kastederek “O partiyi gömün” demesi, mevcut atmosferde gerçek muhalefet olarak sadece HDP’yi görmesindendir. Faşist blok ne kadar zehirliyse, HDP de o kadar panzehirdir. Bunu en iyi ifade eden de Öcalan'dır.

Türkiye, önümüzdeki 24 Haziran günü önemli bir seçime gidiyor.

Bu seçimin en önemli özelliği tüm faşizmin artık kişi şahsında kurumsallaşmaya götürülme yönüdür. Bu sürecin adımları gerek hukuksal (mühürsüz oy geçerliliği vs.) gerek şoven-faşizan (Efrîn işgal girişimi ile yaratılan ırkçı dalga vb.) yönü ile de çoktan hazırlandı. Bilinçli olarak halklar arasında kamplaşmalar, farklı siyasi görüş ve inançlar arasında ayrılıklar yaratılıyor. Bu politikalar üzerinden de kendilerini meşrulaştırarak iktidarda kalmayı garantileyerek rant, güç devşirmeye devam etmek istiyorlar. Bir yanlışlar toplamı olan AKP, bugün halk düşmanlığının ve savaşın garantisi olarak var. Bundan ötürü mıknatıs gibi diğer tüm faşist yapıları toplamakta zorluk çekmiyor.

Seçim sürecine girilmesi ile beraber HDP’yi kastederek “O partiyi gömün” demesi, mevcut atmosferde gerçek muhalefet olarak sadece HDP’yi görmesindendir. Faşist blok ne kadar zehirliyse, HDP de o kadar panzehirdir. Bunu en iyi ifade eden de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dır.

HDP’nin bugün hangi toplumsal, siyasal ve felsefik dinamiklerin sonucu olduğu, hangi temeller üzerinden varlık kazandığı anlaşılmadan, önemi anlaşılmaz. Çünkü HDP anlaşıldıkça AKP’nin de ne kadar kötü bir kâbus olduğu ortaya çıkar.

HDP ve onunla beraber HDK, her şeyden önce ortak bir zihniyetin oluşması ve bugün demokratik ulus yaratma önündeki engellerin kalkması demektir.

Bir tarafta kendi iradeleri ile kendileri üzerinde söz hakkı sahibi olmak isteyen, demokrasiden yana halklar ve onların mücadele tarihi gerçeği diğer taraftan da her şeyi gasp etmek isteyen egemenlerin çirkin iktidar hayalleri ve bunu gerçekleştirmek için her şeyi caiz gören anlayışları. Bugün dünyada hâkim olan kapitalist emperyalist sistem, toplumsal yaşamda büyük tahribatlar yaratıp insanı yalnızlaştırıyor; bireyi kendi emeğine, kimliğine, topluma ve doğaya yabancılaştırıyor. İşte egemenlerin toplumsal birliktelik anlamına gelen her türlü örgütlülüğü etkisizleştirme ve dağıtma çabasına karşı, ortak mücadele ve dayanışma ruhunu yeniden kurmak iktidarlara ve sisteme karşı direnişin en önemli adımıdır. Siyasal saiklerle iyice kutuplaştırılan modern dünya, yine bu zamana ait tüm zehirleri kendi yarattığı tekçi, faşist, hegemonik, ırkçı bir zihniyet ile kitlelere kapitalist modernitenin çarklarına bindirip süslü ideolojilerle enjekte etmekten bir dakika olsun geri durmamakta, sürekli kendini yeniden inşa edip yeni yüzlerle varlığını kurgulamaktadır. Çok uzağa gitmeden içinde yaşadığımız ulus-devletin öncelikle kendisi olmak üzere yandaşları dışında herkesi dışsallaştırarak kendini var etme ile egemenlik arzusu üzerinden reva gördüğü yıkım, asimilasyon ve sıfır toleransın girdiği yola bakılabilir. Bireyi yalnızlaştıran, korkutan, değersiz kılan, özüne, emeğe, doğaya yabancılaştıran, sömürüyü ruhunda derinleştiren ve özümseten bir çark yaratılmış durumda. Bunu kabul ettirmek için ise devletin tüm ideolojik aygıtları birer nefer gibi çalışmaktadır.

Teklikten uzak, çoğulcu, çok kültürlü, çok renkli, ekolojik ve demokrat bir tahayyül ile oluşturulan HDP/HDK düşüncesi, her şeyin otoriter bir zemine oturtulduğu, şiddet ile terbiye edildiği, ötekilerin rahatlıkla soykırım süreçlerine tabi tutulabildiği günümüzde bir duruş ve felsefe olarak durmaktadır.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan uluslararası bir komplo ile tecrit altına alındıktan sonra çalışmalarına ara vermek bir tarafa dursun, Kürt sorununa barışçıl bir çözüm için büyük bir özveri ile çok daha fazla çalışmaya ve üretmeye başladı.

Örneğin 2001 yılında şunları belirtti:

“Eğer Kürt sorununun demokratik çözümünden yanaysak, bunda tutarlıysak, bunun yolu Türkiye’nin demokratik değişim-dönüşümü yaşamasıdır. Bunu esas almayan, bununla bütünleşmeyen, dolayısıyla Türkiye demokrasisiyle bütünleşmeyen bir Kürt demokratik gelişmesi ve Kürt sorununa çözüm arayışı doğru değildir, ilkel milliyetçi bir arayıştır. Dar milliyetçiliği ifade eder. Dolayısıyla, o çözümsüzlüğü ifade eden bir çizgidir.”

Bu sözler, bugün Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Halkların Demokratik Kongresi(HDK) olarak beden kazanan “halklar birlikteliğinin” belki de ilk ‘somut’ habercisidir.

Öcalan “çözüm” eksenli çalışmaları için yollar geliştirirken HDP/HDK gibi bir hakikati, tüm halklar için bir çıkış yolu olarak benimsedi. Bir iddia sahibi olarak deklare etti. Bu iddiası işçilerin, emekçilerin, göçmenlerin, kadınların, köylülerin, gençlerin, emeklilerin, engellilerin, dışlanan ve yok sayılan bütün halkların, tüm inanç topluluklarının, yaşam alanları tahrip edilenlerin buluştuğu ortak bir mücadele iddiasıdır.

Öcalan HDP’yi bir panzehir olarak görmektedir. En büyük etkisi burada gizlidir.

Tüm devrimci güçlerin, ezilenlerin birbirini görmesi, diyalog kurması ve program belirleyerek direnişi yükseltmesi gerektiğine inandığı için bir panzehir fikrini ortaya attı ve yıllarca üzerinde çalıştı.

2013 Yılına gelindiğinde, artık ateşi ile aydınlatan bu halklar meşalesinin heyecanını “Ben Mahir Çayan’ın çizgisiyle, onun sempatizanlığıyla başladım bu mücadeleye. 40 yıldır Mahir’in çizgisinin kavgasını yürütüyorum. Mahir’in bana verdiği bir emanettir ve ben 40 yıllık süre içerisinde bu emaneti kavga boyutu ile en iyi şekilde yerine getirmek için uğraştım. Şu anda da bu emaneti teslim ediyorum” diyerek belirtti. Aynı yıl 27 Ekim’de yapılan kongreye gönderdiği mesajda ise “Türkiyeli yoldaşlarımız Kemal, Hayri ve Mazlum’un anılarının bu kongrede yaşam bulacağına inanıyorum. HDP, Haki Karer’in şahadetinden sonra aldığımız partileşme kararı kadar tarihsel önemdedir” diyerek, Diyarbakır Zindan direnişçilerinden Kemal Pir’in, hakikat arayışlarının toplumsallaşacağına duyduğu inançla sıkıyönetim mahkemesinin yüzüne söylediği "yarın milyonlar olacağız" sözünün takipçisi olduğunu gösterdi.

2013 Newroz manifestosunda söylenenler aynı zamanda yöntem ve amaç noktasında HDP-HDK’nin perspektifini de içeriyordu. Hatırlanacak olursa; “Zaman ihtilafın, çatışmanın, birbirlerini horlamanın değil, ittifakın, birlikteliğin, kucaklaşma ve helalleşmenin zamanıdır. Bu toprakların tarihselliğinde önemli bir yer tutan “BİZ” kavramının genişliği ve kapsayıcılığı dar, seçkinci iktidar elitleri eliyle “TEK”e indirgenmiştir. “BİZ” kavramına eski ruhunu ve pratiğini vermenin zamanıdır. Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere karşı birleşeceğiz.
Zamanın ruhunu okuyamayanlar, tarihin çöp sepetine giderler. Suyun akışına direnenler, uçuruma sürüklenirler” demişti.

Öcalan, HDP için bir tanım getirerek, hedefini de belirtiyor.

Bu tanım, her şeyden önce “bir isyan partisi” olarak belirtilmesidir.

Ve hedef de “radikal demokrasinin yaşamsallaştırılması ve takibi”dir. Bununla varılacak nihai yer “demokratik ulus” gerçekliğidir. Çünkü demokratik ulus tüm bu hastalıkları en az yaşayan ulus modelidir. Kendi yönetimini kutsallaştırmaz. Yönetim sade bir olgu olarak günlük yaşamın hizmetindedir. Yöneticilik değerlidir ama kutsal değildir. Ulusal kimlik anlayışı açık uçludur; kapalı bir din üyeliği, müminliği gibi değildir. Bir ulusa mensup olmak ne bir ayrıcalık ne de bir kusurdur. Vatan, bayrak ve dil değerli olmakla birlikte kutsal değildir. İç içe ortak vatanı, dilleri ve bayrakları zıtlıklar yerine dostluklar biçiminde paylaşarak yaşamak sadece mümkün değil, aynı zamanda tarihsel-toplum yaşamının da bir gereğidir. Bütün bu özellikleriyle demokratik ulus olgusu kapitalist modernitenin çılgınlaştırıcı savaş aleti olan ulus-devletçiliğinin güçlü alternatifi olarak tarihteki yerini yeniden almaktadır.

Bu anlamda Öcalan, “HDP’nin bütün Türkiye halklarını kucaklayan, sistemin ötekileştirdiği bütün kesimleri içeren yani Alevilere, sol, sosyalist çevrelere, Müslüman demokratlara, liberal demokratlara, Türkiye’deki yoksul kesimlere, işsiz kesimlere, işçilere, emekçilere ulaşabilecek bir halk partisi” olarak düşünüyor.

Biçilen rolü de açıkça şöyle belirtiyor:

“Türkiye’nin demokratikleşmesi ve bunun içinde de Kürt sorunun çözümü…”