“Öcalan’a özgürlük” talebinin Dünya çapında önemi ve anlamı

Avrupa’nın ve dünyanın dört bir yanında milyonlarca Kürdün ve onların dostu güçlerin haftalardır sokaklarda “Öcalan’dan haber” talebi, biliniz ki, hepiniz içindir...

Türkiye Ortadoğu’da konserve edilmiş ya da “mekânsal” bakımdan “bölgesel”, fakat “içerik” bakımından “küresel” karakter taşıyan “üçüncü dünya savaşında” yenik düştü. Bir daha galip gelemez. Önündeki seçenek “parçalanıp dağılmak” ya da “varolanla yetinmek”ten ibaret.

Savaşta “küresel güçlerden” hangisinin zafer kazandığı henüz belli değil. Ama “bölgesel emperyalizm” açısından durum çok net: Kazanan İran’ın bölgesel emperyalizmidir.

Savaş Irak ve Suriye topraklarında yaşanmakta ve her ikisinde de İran üstünlük sağladı. İran’ın Hizbullah’ı Suriye’de Esad rejimiyle birlikte Sünni Arapların üstünde hegemonya sağlarken, İran’ın Haşdi Şabi milisleri Irak’ta duruma hakim oldu. Bu iki ülkede Arap Sünniliğinin Selefi unsurları kaybetti. Onların öncüsü olmak isteyen Türkiye de… Yakında Haşdi Şabi tarafından Başika’dan gönderildiğinde yapabileceği hiçbir şey yok.

Türkiye’nin bütün yaptığı Rojava devrimine verebildiği kadar zarar vermekten ibaret. Savaşın sona ermesi ile birlikte mutlak bir şekilde çekileceği Cerablus, El Bab ve İdlib’te, hiçbir perspektife sahip değil. Buralardaki varlığı ne Irak’ta ne Suriye de bir anlama sahip ve genel olarak Ortadoğu ve dünyada hiçbir anlam ifade etmiyor. Ama tersten şöyle bir anlama sahip: Savaş bittiğinde Türkiye sadece işgal ettiği ve “vali” tayin etmek yoluyla “ilhak” yeltenişinde bulunduğu topraklar yüzünden hesap verecek. Başta Erdoğan olmak üzere pek çok sorumlu yargılanacak.

Türkiye yenilmiş, ama hala “savaşıyormuş” gibi yapıyor. O nedenle “bir gece ansızın vurabiliriz” lafları artık boş laf. Ne Tahran’ı vurabilir; ne Şam’ı ve ne Kerkük’ü. Her yenilen devlet gibi, galiplerin eline oynamaktan başka hiçbir şey yapamaz. Referandum sürecinde bu artık kanıtlandı. Türkiye aslında referandumla ilgili tutumunu rahatlıkla ABD’ye göre ayarlayabilir, ardından da Kerkük’ün işgaline, en azından itiraz edebilirdi. Ama o galip İran’ın önünde, içeride ittifak yaptığı “Avrasyacı-Ergenekoncu-Ülkücü” güçlerin de etkisi altında yerlere kapaklandı ve onun eline oynayarak en büyük müttefiki Barzani’yi sattı. Aynı satış Suriye’de de gerçekleşti, düne kadar beslediği, silahlandırdığı ve sevk ve idare ettiği DAİŞ’i, El Nusra’yı, öteki çeteleri İran’ın ve Esad rejiminin eline oynayarak sattı.

Artık Kürdistan üstünde “hegemonya” perspektifini de kaybetti. KDP ile, aslında asıl olarak Türk ekonomisinin menfaatine olan işbirliğine dayanarak Kerkük-Musul pazarına el atma, Rojava’yı Barzanileştirme, böylece oraya da el koyma, Barzani ile birlikte Kuzey’de PKK karşıtı bir alternatif yaratma planları, bir daha dirilmemek üzere çöktü. İran Kürdistanı’nda ise hiçbir şansı yok.

Kürdistan’da artık sadece şu ikilem var: Ya İran tüm Kürdistan’a “İslam devrimini ihraç ederek” egemen olacak, ya da Öcalancı programı benimsemiş her parçanın özgürlükçü güçleri Kürdistan’ı birleştirerek, özgürlükçü laik, demokratik özerk, konfederal ve kadın eşitlikçi bir düzen kuracak. Türkiye bu denklemde yok.

Savaşın karakteri Kürdistan Rojavası’nın DAİŞ’e karşı savaşıyla elbette yeni bir boyut kazandı. Böylece küresel ve bölgesel emperyalistlerin birbirlerine karşı doğrudan ve dolaylı savaşlarına, Kürdistan halkının özgürlük savaşı eşlik etti. Bu savaşta da Türk devleti özellikle Kobane’de yenik düştü ve Rakka zaferiyle birlikte Türkiye’nin Rojava’ya karşı hazırladığı planlar büyük ölçüde çöpe gitti.

Türkiye kaybettiğinin bilincinde olduğu için, şimdi hem bölgedeki en büyük rakibi İran’ın yıpranması, hem de Rojava Kürdistan’ın yara alması için İran’ı Güney ve Rojava Kürdistanıyla çatışmaya teşvik etmekte. Ama görüldüğü gibi bütün bu çabalar yenilmiş bir devletin çaresizliğini yansıtıyor. Şurası çok açık: Türkiye, Kürdistan parçalarında artık halkı kazanamaz. Kazanamadığı halkın topraklarını da sonsuza kadar elinde tutamaz. Bu durumda onun elinde tutamadığı bu toprakları İran’ın bir kısım halkı İslamcı demagojiyle kazanarak, bir kısmını bastırarak zapt etmesi Türk devletinin hangi çıkarlarına uygun olur?

Bütün bu anlatılanlar Türk devletinin tam bir çıkmaza girdiğini gözler önüne sermekte.

Aktüel soru şudur:

Acaba Rusya’yla “ittifak” kurarak Türkiye bu bataklıktan çıkabilir mi? Uzun yıllar Sovyetler Birliği ile yakından ilişki kurmuş bir politik aktivist olarak size kesin olarak söyleyebilirim ki, böyle bir “ittifak” ya kurulamaz ya da kurulursa bu “ittifak” olmaz, Türkiye’nin Belarusyalaşması, Özbekistanlaşması gibi bir şey olur.

Siz S-400 işine boş verin. Bunlar bir atımlık borudur ve “vanası” Putin’in elindedir. Sen füze aldım sanırsın, aslında Rusya kendi sınırlarının dışında, Türkiye’de füze konumlandırmış olur. İstediğinde “patlatamazsın” bile.

Rusya Türkiye’yi kesinlikle silahlandırmaz. Türkiye Rusya’yla ittifak kurup Rus silahlarıyla donanma ve buna dayanarak Ortadoğu’da yeniden etkin olma hayallerine kapılmışsa, bu büyük bir aptallık olur. Bir tek şu soruyu sormak yerindedir:

ABD ve NATO Türkiye’yi neden silahlandırmıştı, Rusya Türkiye’yi neden silahlandıracak?

Sorunun yanıtı açık: NATO Türkiye’yi sınırdaş olduğu “komünist Rusya’ya” karşı silahlandırdı. İyi de Rusya Türkiye’yi Okyanus ötesindeki rakibi Amerika’ya karşı mı silahlandıracak? Bu çok fantastik bir şey olur; Rusya ABD’yi bile tehdit edecek bir Türkiye’yi burnunun dibinde neden istesin? İran’a karşı mı? Neden? Rusya şu sıralar İran’la iş tutmakta. Suriye’ye karşı silahlandıracağını düşünen tek bir aptal var mı? Peki Rusya Türkiye’yi Balkanlar’da Slav ve Ortodoks Bulgaristan’a mı, Ortodoks Yunanistan’a mı; Kafkasya’da Ermenistan’a mı, Gürcistan’a mı karşı silahlandıracak?

Rusya mihverinde yer alarak “bölgesel emperyalist hegemonya” peşinde koşmak hayal bile sayılmaz.

Rusya militarist, tepeden tırnağa silahlı, modern Ordulu, ekonomisi güçlü bir Türkiye asla istemez. Rusya’yla askeri ittifaka yeltenen rejim, kendi iradesiyle Rus dişçi koltuğuna oturur, çürümüş birkaç dişini yaptıracağını sandığı anda, 32 dişini birden kaybeder. “Tek dişi” bile kalmayan “canavara” döner.

Demek ki, Türkiye için bugünkü dünya durumunda hiçbir çıkış yoktur. ABD ile er ya da geç anlaşmak zorunda kalacaktır. Atıp tutmalar boşunadır. Ve bilelim ki ABD’nin Türkiye ile uzlaşması bağrında büyük bir tehlikeyi barındırmaktadır: Türkiye’nin hemen şimdi değil, ama yakın bir gelecekte İran’a karşı “koçbaşı” olması…Ya da Erdoğan’ın Saddamlaşma yolunda son bir adım atarak, şimdi işbirliği yapıyor gibi göründüğü İran’la cephe cepheye gelmesi…

Gelinen nokta çok kötü: Ya NATO dışına sürüklenecek ve Rusya’nın hegemonyasında etkisiz bir ülke olacak; ya da Amerika’nın karşısında teslim bayrağını çekip, “mezhep savaşlarında” yolunu şaşıracak.

Erdoğan iktidarına son verilmezse Türkiye’yi bekleyen ikilem böyledir.

Erdoğan muhalifleri Erdoğan sonrası için artık kolları sıvamalı ve Türkiye’nin “beka” sorununu nasıl çözeceklerini ciddiyetle tartışmalı.

Kulaklara küpe olması gereken gerçek şudur: Kürtlerin uzattığı ele tutunmadan Türkiye’yi Ortadoğu bataklığından çıkartmak kesinlikle mümkün değil. Erdoğan muhalifleri, yani ulusalcılar, milliyetçiler, Kemalistler, sosyal demokratlar, laikler, liberaller, İslamcılar eğer gerçekten ülkelerini seviyorlarsa bu gerçeği bir amentü gibi ezberlemelidirler. ABD bile kendi Ortadoğu’daki çıkarlarını “Kürtsüz” koruyamayacağını anlamışken, Türkiye bu gerçeği nasıl görmüyor?

Sorun şudur: Bütün bu olanlardan sonra Türkiye’nin Kürtlerle değil, fakat dört parçadaki Kürtlerin Türkiye ile bir “ortaklığa”, “kader birliğine” girmesi nasıl mümkün olabilir? Bu artık çok zordur. Aradan biraz daha zaman geçince, Türk-Kürt ilişkileri, hızla Türk-Ermeni ilişkilerine benzeyecektir. Belki de benzedi bile.

Fakat yine de bir çıkış yolu var.

Öcalan.

Şu anda yalnız Kuzey Kürdistan’da değil, tüm Kuzey Suriye’de, Kerkük faciasından beri artık kesinlikle söylenebilir ki, Güney Kürdistan’da ve Mahabad ve tüm Doğu Kürdistan’da, yalnızca Abdullah Öcalan tüm Kürtleri Türkiye ile, İran ile, Irak ile, Suriye ile “barıştırabilir”, onları “demokratik uluslaşma sürecinde örgütleyebilir”, sınırlar değişmeksizin onları “konfedaral bir Ortadoğu Ortak Evinde” birleştirebilir; bu dört ülkenin ve dört parça Kürdistan’ın inanılmaz zenginliklerini halklar arasında eşitlik temelinde paylaştırarak refah toplumunu yaratabilir ve en önemlisi bu büyük ittifak sayesinde Ortadoğu’da etnik ve mezhebi görünümlü küresel ve bölgesel emperyalist savaşları durdurabilir, mutlak barışı sağlayabilir.

Avrupa’nın ve dünyanın dört bir yanında milyonlarca Kürdün ve onların dostu güçlerin haftalardır sokaklarda “Öcalan’dan haber” talebi, biliniz ki, hepiniz içindir; bütün Türkler, bütün Araplar, Farslar, Ezidiler, Ermeniler, Süryaniler ve tüm Avrupa ve dünya halkları içindir….

ABD’nin zaferi Rusya için mağlubiyettir, Rusya’nın zaferi ABD için mağlubiyet. İran’ın zaferi Türkiye için yenilgidir, Türkiye’nin zaferi İran için yenilgi.

Apocu güçlerin zaferine gelince…Yalnız ve yalnız Kürdistan parçalarının zaferi herkes için zaferdir.

Öcalan’a özgürlük talebi, insanlığın kurtuluş çığlığıdır.