Türkiye, 19 Mart’ta İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu ve beraberinde 11 kişinin gözaltına alınması sonrasında yeni bir sürece girdi. Türkiye’nin birçok yerinde İmamoğlu ve ekibinin gözaltına alınmasının ardından başlayan protestolar, toplumsal muhalefet için yeni tartışmaları da beraberinde getirdi. Özellikle son yıllarda iktidarın baskı rejimi kurma adımlarına karşı halkın gösterdiği tepki, bu tepkilerin parçalı olması nedeniyle sosyalist ve sol hareketler içinde ortak mücadele hattı tartışmalarını yeniden alevlendirdi.
Emek Partisi Genel Başkanı Seyit Aslan, Saraçhane protestoları sonrasında ortaya çıkan toplumsal tepkiyi ve ortak mücadele tartışmalarını ANF’ye değerlendirdi.
’19 MART SONRASINDA İKTİDARDA ORTAYA ÇIKAN KORKU, YÜRÜNMESİ GEREKEN YOLU GÖSTERMİŞTİR’
Saraçhane’de ortaya çıkan tepkinin CHP’nin potansiyelini aştığını, özellikle üniversite öğrencilerinin tavrının mücadelenin büyümesini tetiklediğini hatırlatan Seyit Aslan, ortak mücadele tartışmalarının uzun süredir var olduğunu belirterek şunları söyledi:
“Üniversite gençliğinin mücadeleci tavrıyla tetiklediği bu güçlü kitlesel itiraz, iktidarın bütün tehditlerine rağmen ülkenin dört bir yanına yayıldı. Zeren Ertaş ve öğretmen eylemlerinin kitleselliği, lokal eylemlerin yarattığı hava, çiftçilerin traktörlerle ve ürünlerini yollara dökme eylemleri, öğrenci hareketinin lokal eylemleri, metal işçilerinin grev yasağını yırtma eylemi ve farklı kentlerde, çeşitli işkollarında yaşanan işçi eylem ve direnişleri, bölgede ve batıda kayyım karşıtı gösteriler; kitle hareketinin kaynama içinde olduğunun göstergesiydi.
Bütün bu süreçlerde herkesin ortak mücadeleden söz ettiği, ama bunun nasıl mümkün olacağı konusunda gerekli düzeyde somut adım atmadığı bir süreç oldu. Bunun nedenleri var tabii. Ortak mücadele ve birlikten ne anladığımızla ilgili bir durum. Ortak mücadeleden kasıt, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçilerin ve halkın birliğini sağlamak olmalıdır. Sol ve sosyalist partilerin bir araya gelmesi, buna hizmet ettiği ölçüde işlevli olabilir.
19 Mart sonrasında ortaya çıkan kitle hareketi, iktidara önemli oranda korku salarak yürünmesi gereken yolu göstermiştir. Halka güvenmeyen, ‘işçi ve emekçilerden bir şey olmaz. Bu halk yine makarnaya kanar’ diye düşünenler için de bu kitle hareketi bir cevap oldu. Ama yine de düzenin ve sistemin sınırları içinde kalındığını söylemeliyiz. Sol ve sosyalistlerin, gelişecek kitle hareketlerini ileriye taşıyacak ve taleplerini elde edecek bir sonuçla noktalanmasını sağlayacak düzeyi yakalayamadığı sürece, bu kaçınılmazdır.
Ortak mücadele açısından bugün yaşadığımız deneyimin özelliklerini de dikkate alarak, acil talepler etrafında bir halk cephesi örgütlenebilir. Tüm siyasi partilerin, meslek örgütlerinin, sendikaların ve benzeri kesimlerin içinde yer alacağı, yerelden başlayan birliklerin kurulduğu bir süreç, bu halk cephesinin ilk adımı olabilir. Yani örgütlerin, partilerin grup çıkarlarından önce, işçi ve emekçilerin, halkın çıkarlarını önceleyen bir tutumla hareket etmesi gerekiyor.”
‘ÖĞRENCİLERİN KAYBEDECEĞİ HİÇBİR ŞEYİ KALMADI’
Öğrenci hareketinin üzerindeki baskılara karşı büyük bir birikimin ortaya çıktığını söyleyen Aslan, öğrenciler açısından sindirme politikalarının artık bir öneminin olmadığını belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Uzun zamandır üniversiteler ve öğrenci hareketi üzerinde yaşanan baskılar karşısında farklı biçimlerde olsa da bir mücadele devam ediyordu. Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan kayyım rektör, yemekhane eylemleri, kol ve kulüpler üzerindeki baskılar, öğrenci temsilciliklerinin işlevsiz kılınması, yurtlardaki problemler, kadın öğrencilere yönelik taciz ve kötü davranışlar, harçlar gibi sorunlar öğrenci hareketinin önemli ölçüde tepkisine neden oldu.
Bu süreçlerde ciddi eylemler oldu. Öğrenciler, Boğaziçi eylemlerine katıldı. ODTÜ öğrencilerinin gösterileri bir birikim yarattı. Son olarak, Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali bardağı taşırdı ve Beyazıt çıkarması ile polis barikatlarının yıkılması en kritik eşik olarak tarihe geçti. Öğrencilerin kaybedecek bir şeyleri kalmamıştı. Alacakları diplomanın güvencesi de kalmayınca, ‘bu kadar da olmaz’ dedikleri bir süreç oldu.
Bir diğer yanı, öğrencilerin eyleme fakülte ve kampüslerden birlikte çıkmaları; sınırlı da olsa var olan topluluk gibi örgütlülükler, öğrenci gençliğin dinamizmini destekleyip güçlendiren bir etken oldu. Evlerinden, işyerlerinden, mahallelerinden çağrılara yanıt vererek tek tek eyleme katılan işçi-emekçi diğer kesimlere göre daha fazla örgütlü hareket ettikleri, aynı zamanda eylem halinde örgütlülüklerini ilerlettikleri, forumlarda bir araya gelerek birlikte karar alma mekanizmalarını işlettikleri demokratik bir süreç işletmiş oldular. Bu da onları doğal olarak öne çıkardı ve toplumda günlerce süren hareketin sürükleyicisi oldular.
Son boykot çağrılarının ülke geneline yayılması, somut olarak ortaya net bir şey koymalarından ileri geliyor. Şunun altını çizmek gerekir: Gençliğin enerjisi ve dinamik yapısının sürece kattığı çok şey var. Gençleri anlamak ve gelecek kaygılarını iyi okumak gerekiyor. Tek adam yönetimi ve saray rejiminin baskıcı, sindirme politikaları sökmedi, sökmüyor. O psikolojik barikat yıkılmış bulunuyor. Bundan sonra iktidarın saldırıları yanıtsız kalmayacak, gençlik sessizliğini bozdu. ‘İşçi gençlik el ele, genel greve’ sloganı, genel grevin ve direnişin sembolü oldu. Artık mızrak çuvalı yırtmış bulunuyor.”
‘İKTİDARI EN ÇOK KORKUTAN, KÜRT HALKIYLA TÜRKİYELİ EMEKÇİLERİN BİRLEŞMESİ’
İktidarın, özellikle Kürt halkının özgürlük mücadelesi ile işçi ve emekçilerin mücadelesinin birleşmesini engellemeye çalıştığını dile getiren Aslan, bu birleşmenin iktidarı en çok korkutan gelişmelerin başında geldiğine dikkat çekerek şunları söyledi:
“İktidarlar ve sermaye, işçi ve emekçilerin hak alma mücadelesinde ya da Kürt halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesinde hep kitle hareketini bölmeye, parçalamaya, etkisiz hale getirmeye çalışmıştır. Dediğiniz gibi, bunu bazen muhalefet içindeki kimi çevreler de yapmıştır; bugün de yapıyorlar, yarın da yapabilirler. Ama genel kitle bu söylemlere itibar etmedi ve esas olarak bugün yaşanan haksızlığa ve hukuksuzluğa dikkat çekti.
Gençlik bu süreçte önemli bir rol oynadı. Yüz binlerce kişi içinde sorumsuz davranışlara karşı sorumlu davrananlar çoğunlukta oldu. Artık işçi ve emekçiler bu kışkırtmalara gelmiyor, dinleyip geçiyor. Türk-Kürt işçi ve emekçiler, sorunların ortak olduğunu daha fazla görüyor ve hissediyor.
İşçi ve emekçi hareketiyle Kürk halk hareketinin talepleri ve mücadelesi birleşme eğilimi gösterdiğinde, nasıl değiştirici bir dinamik haline geldiğini biliyoruz. Bugün iktidarı en çok korkutan gelişmelerin başında da bu geliyor. 1 Mayıs sürecinde, iki halkın işçi ve emekçileri yan yana, talepleri için mücadele etmeye devam edecekler. Çünkü tüm işçi ve emekçilerin ekmek mücadelesi, insanca çalışma, insanca yaşama ve insanca ücret talebi ne kadar yakıcıysa, Kürt halkının eşitlik ve özgürlük talebi de o kadar yakıcıdır.
Emek Partisi olarak, Kürt halkının eşitlik ve özgürlük talepleriyle işçi sınıfının en acil taleplerini 1 Mayıs sürecinde hep birlikte haykıracağız. Bu ortak mücadelenin inşası ve güçlenmesi için de mücadele etmeye devam edeceğiz.”
‘SOKAĞA ÇIKMAYIN ALGISI YIKILDI’
Türkiye geneline yayılan eylemlerin uzun zamandır CHP’de var olan ‘sokağa çıkmayın’ algısını yıktığına dikkat çeken Seyit Aslan, ortak mücadele hattını kurmanın mümkün olduğunu söyledi. İktidarın şirazesinin bu eylemlerle bozulduğunu belirten Aslan, sözlerini şöyle sonlandırdı:
“Saraçhane’de başlayan, Beyazıt’ta öğrencilerin barikatları aşmasıyla tüm ülkeye yayılan eylemler, CHP’nin geçmişteki ‘sokağa çıkmayalım, provokasyon olur, iktidar bunu kullanır’ anlayışını yıktı. İktidarın da şirazesini bozdu. Kitleler bir kez daha kendi güçlerini deneyimleyerek korku eşiğini aştı. Ortaya çıkan kitle hareketini öngörmekle beraber, hangi koşullarda ve hangi düzeyde ortaya çıkacağını kestirmek güçtü. Tıpkı geçmişte ‘Gezi, Kobanê’ ve ‘Metal Fırtına’ diye adlandırdığımız süreçlerde olduğu gibi. Ortaya çıkan güçlü ve kitlesel hareketlerin hepsi bizlere deneyimler bırakıyor. Önemli tecrübeler ediniyoruz ve dersler çıkarıyoruz. Son süreç de böyle oldu.
Sosyalistler ve ülkedeki demokrasi güçleri olarak en öncelik vermemiz gereken şey; işçi sınıfının, Türk ve Kürt emekçilerin, kadınların ve gençlerin, her milliyetten halkın mücadelesini, onların birliğini örgütlemek ve birleşik mücadeleyi sağlamak. Sadece ilerici, devrimci ve sosyalizmden yana güçlerin bir araya gelmesi, halkın birliği, işçi ve emekçilerin birliği anlamına gelmiyor. Farklı programlara sahip örgütler, partiler ve demokrasi güçleri olarak bugün, mücadeleyi ilerletmek için işçi emekçilerin demokratik hak ve özgürlüklere ilişkin en acil talepleri etrafında bir mücadele ortaklığı kurabiliriz.
Burada geniş kesimlere güven verecek, mücadeleyle ve örgütlü güçle kazanılabileceğini göstermek için ortak hareket etmenin bir zorunluluk haline geldiğini görmemiz gerekiyor. Saray rejimi ve tek adam iktidarı karşısında, her toplumsal kesimin kendi talepleriyle birlikte mücadele içinde yer alarak, ortak bir cephede yan yana gelmesinin mümkün olduğu açıktır.
Hem iktidarın ekonomik programına karşı insanca yaşamak, insanca geçinmek ve insanca ücret için hem de Kürt sorunun eşit koşullarda çözümü, demokratik hak ve özgürlüklerimiz için bir mücadele cephesi kurmak mümkün.”