21 yıllık yasağın öyküsü...
21 yıllık yasağın öyküsü...
21 yıllık yasağın öyküsü...
26 Kasım 1993'te dönemin Alman İçişleri bakanı Kanther'in duyurduğu PKK yasağı bu yıl 21. yılına girdi. Kürdistan'daki kirli savaşta Türk devletinin en önemli partneri olan Almanya uyguladığı PKK yasağıyla hem dünya çapında örnek gösterdiği demokrasisine zarar verdi, bir halkın direnişine yasak koymak istedi. Üstelik yasak sadece Almanya ile sınırlı kalmadı ve diğer batılı ülkelere de ilham kaynağı oldu.
Bütün dünya artık azılı çete grubu DAİŞ'e karşı en etkili mücadeleyi Kürt savaşçılarını verdiği konusunda hem fikir. Dünya kamuoyu ve basını günlerce HPG ve YJA Star gerillalarının 3 Ağustos 2014'te DAİŞ çetelerinin Şengal'deki soykırım girişiminde on binlerce Êzidî'nin hayatı kurtardığını konuştu. Aynı şekilde YPG/YPJ savaşçılarının 15 Eylül'den bu yana Kobanê'de DAİŞ'e karşı verdikleri mücadele sadece Kürdistan ve bölgenin değil, dünyanın da direniş tarihine geçti.
Ancak Avrupa Birliği Konseyi hala PKK'nin AB'nin "terörist örgütler" listesinde kalmasında ısrar ediyor. Aynı şekilde 15 Ağustos 1984 atılımından bu yana Türkiye ile birlikte PKK ile mücadeleyi kafaya koyan Almanya da eski konseptini değiştirmek istemiyor. Peki, Kürdistan özgürlük mücadelesine karşı uluslararası alanda ilk operasyonlar nasıl başladı? Almanya'nın buradaki rolü neydi?
ERNK'NİN KURULUŞUYLA BAŞLAYAN SÜREÇ...
Kürdistan İşçi Partisi (PKK), 15 Ağustos 1984’te silahlı mücadeleyi başlatmasıyla bölgede olduğu kadar dünya çapında da dikkatleri üstüne çıktı. 15 Ağustos eyleminden sonraki ilk Newroz’da, 21 Mart 1985 günü Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin (ERNK) kuruluşunu ilan etmesiyle PKK, kitle hareketini örgütleyecek geniş bir yelpazenin ilk kanadını da açmış oldu.
Fakat ERNK’nin önünde ağır görevler vardı. Kürdistan’ın toplumunun her kesimini; kadın, genç, işçi, aydın ve dindarını Kürt özgürlük hareketinin sömürgeciliğe karşı açtığı devrim kanalına akıtacak, diplomasi yapacak, ‘direnişin sesini’ dünyaya duyuracaktı. Hedef; Kürtlerin yaşadığı bütün kıtalar, ülkeler, şehirler, mahallelerdi.
Kürdistan devriminin dünyaya açılmak kapı araladığı 1985 yılında Türk devleti de dünyanın batılı süper güçleriyle Kürt özgürlük mücadelesini bastırmak için kolları sıvadı. Bunun için Türkiye’nin Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üyeliğinin bütün nimetlerinden yararlanması için düğmeye basıldı.
Kimi siyasi gözlemciye göre Kürt dostu İsveç Başbakanı Olof Palme’nin 28 Şubat 1986 günü öldürülmesi ve hala birçok yönü karanlık olan bu suikastın PKK’ye mal edilmeye çalışması, uluslararası güçlerin Kürdistan özgürlük mücadelesine karşı başlattığı ‘yok etme konseptinin’ ‘başlama fişeği’ oldu. Zaten cinayet sonrasındaki günlerde Almanya’ya biçilen rol kendisini ele verecekti. Palme cinayetinden dolayı Avrupa medyasında PKK’ye karşı bir linç kampanyası başlatılırken, Almanya da üstüne düşenleri yapacaktı.
Palme’nin öldürülmesinin üzerinden bir ay geçmeden ERNK’nin birinci yıldönümünün kutlanacağını Duisburg’daki merkezi Newroz gecesi öncesinde Almanya’da PKK’ye karşı anti-propagandanın dozajı artırıldı. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın da bu geceye katılacağı iddia edildi. Bunun üzerine Newroz gecesi yasaklanırken, yüzlerce polisin katılımıyla birçok şehirde operasyon başlatıldı.
1986'ın Ağustos ayında ise “PKK’nin Hamburg’daki Türk konsolosluğuna karşı bombalı saldırı eylemi son anda önlendi” haberi manşetlerde yer aldı. Daha sonra yıllarda MİT’in tezgahladığı ortaya çıkacak senaryoda; sözüm ona bir PKK’li Hamburg’ta patlayıcı maddelerin ve silahın bulunduğu tren istasyonundaki emanet dolabını açmaya çalışırken yakalanmıştı. Fakat PKK Avrupa Temsilciği yayınladığı bildiriyle yakalanan kişinin örgütleriyle uzaktan yakından herhangi bir ilişkilerinin olmadığını açıkladı.
AİHM ALMANYA'YA DÜSSELDORF'TAN CEZA KESTİ!
1980’lerin ortasında PKK’ye karşı en üst düzeyde harekete geçen isim ise Federal Başsavcı Kurt Rebmann’dı. Sol ve muhalif gruplara karşı acımasızlığıyla tanınan Rebmann 12 Eylül rejiminin paşalarıyla yakın dostluğu vardı. Uluslararası düzeyde Kürt hareketine ‘terörist’ etiketi yapıştıran ilk isimlerin başında gelen Rebmann PKK’yi “İç güvenliğin en büyük düşmanı” ilan etti.
Rebmann'ın talimatıyla 1987 yılının Ağustos’unun ilk günlerinde 11 şehirde 43 Kürdün evi basıldı. Bu operasyonlarda polis, Kürtlerin 700 bin Mark parasına el koydu. Federal Başsavcı Rebmann aynı yıl “Artık Kürt mültecilerini kabul etmemeliyiz, buraya gelip başımıza bela oluyorlar” açıklamasını yaptı.
Rebmann’ın “en büyük icraatı” ise Alman yargı tarihi ve Kürt özgürlük hareketine “Düsseldorf dava” olarak geçecek yargılamalardı. Federal başsavcılığın talimatıyla Kürt siyasetçilere yönelik 1987’de başlayan gözaltı, tutuklama, ev ve dernek baskınları furyası 1988’de artarak sürdü.
Aralarında Duran Kalkan, Ali Haydar Kaytan ve Hüseyin Çelebi’nin de bulunduğu 20’den fazla siyasetçi ve aktivist 24 Ekim 1989 günü Düsseldorf Eyalet Mahkemesi’nde özel güvenlik bölmelerinde tutularak hakim karşısına çıkarıldı. RAF’tan sonra siyasi bir örgüte karşı yürütülen ikinci en büyük, Almanya’nın yabancı bir örgüte karşı yürüttüğü soruşturmalar listesinin en başında olan Düsseldorf davası Mart 1994’e kadar sürdü.
Yargılamalarda yapılan suçlamalar ise ispatlanmadı ve tutuklananlar peşi sıra serbest bırakıldı. Dava ise Almanya’ya 8,5 milyon Mark’a patladı.
Nisan 1988’de Fransa sınırında gözaltına alınan ve daha sonra Düsseldorf davasında yargılanan Duran Kalkan ise Mart 1994’te serbest bırakıldı. Şu anda KCK Yürütme Konseyi Üyesi olan Kalkan 5 yıl 11 ay boyunca “geçici tutuklu” olarak alıkonulmasını ve avukatıyla yazışmalarının sistematik olarak okunmasını AİHM’e taşıdı. Temmuz 2001’te kararını açıklayan AİHM, Almanya’yı mahkum etti. Fakat Kalkan Almanya’nın vermesi gereken para cezasını kabul etmedi.
Bu arada Kurt Rebmann’ın PKK ve diğer sosyalist hareketlere beslediği öfkenin nedeni yıllar sonra anlaşıldı. 2011 yılında, 2005’ta 81 yaşındayken ölen Rebmann’ın Nazi rejimi döneminde Hitler’in liderliğindeki NSDAP partisine üye olduğunu belgeleriyle ortaya çıktı. 17 yaşındayken gönüllü olarak Nazilerin gençlik kollarına yazılan Rebmann hakkında 2. Dünya Savaşı’nın ardından bir soruşturmanın açılmış, fakat kısa süre sonra dosya rafa kaldırılmıştı.
KÜRDİSTAN'DAKİ KİRLİ SAVAŞTA ALMANYA'NIN SUÇLARI
1990 yılıyla birlikte hem Kürdistan’daki savaş şiddetlenerek yayılmış, hem de Almanya’ya sığınan Kürt savaş mağdurlarının sayısında patlama olmuştu. Almanya'da Kürt nüfusu yarım milyona dayanıyor, açılan dernek, kurum ve organizasyon sayısı her geçen gün artıyordu.
Dönemin Alman hükümeti ise Türkiye ile siyasi ve ekonomik dostluğun tepesine Kürdistan’daki savaşın rantını koymuştu. 1990’da iki Almanya’nın birleşmesinin ardından, soğuk savaşın askeri rekabet çılgınlığının eseri olarak ülkenin hem doğusu ve hem batısındaki silah depoları tıka basa doluydu. Bu durum şüphesiz Almanya’nın Kürdistan’daki savaşta “silah tüccarlığına” soyunması için fevkalade bir ortam sunuyordu.
1989-1990 yılları arasında Almanya Türk subay ve polislerinin eğitimi için 3 milyon Marklık bir harcama yaptı. Bu resmi olarak bilinen miktardı. 1989-1991 yılları arasında NATO savunma yardımı olarak ise Türkiye’ye 260 milyon Mark, 1992-1995 dönemi için de 212 Milyon Dolar para verildi.
1991 yılına kadar Türkiye ile yapılan silah anlaşmaları çerçevesinde Almanya 6,3 Milyar Mark değerinde silah sattı. Bunun yarısı Kürdistan’daki gerilla savaşının başladığı 1985’ten sonrasına tekabül ediyordu. 1990 yılında ise soğuk savaş sonrası Türkiye’ye biçilen “Yeni Ortadoğu jandarma” görevi çerçevesinde, Avrupa’nın güvenlik anlaşmalarını gerekçe gösteren Almanya Türkiye’ye 100 Leopord tankını, 187 M-113 panzeri, 45 Phantom uçağı ve 131 ağır silahı hibe etti.
Türkiye’ye ile yapılan silah anlaşmalarında dönen para ise Alman politikacıların iştahını kabartıyordu. Dönemin Savunma Bakanı Gerhard Stoltenberg’in 15 Leopard panzeri Türkiye’ye yasadışı yollarla sattığı ve kişisel kar ettiği ortaya çıktı. Skandalın patlak vermesiyle Stoltenberg 31 Mart 1992’de istifa etmek zorunda kaldı.
1990 yılında Almanya, NATO’nun anlaşmaları çerçevesinde Türkiye’ye 300 adet BTR-60 tipi askeri aracı sattı. Fakat hem Türkiye ve hem de Almanya NATO’nun anlaşmasını ihlal etti. Çünkü NATO her iki ülkeye bu askeri araçların sadece “dış güçlere karşı” ve ülke savunmasında kullanılmasını öngörüyordu. Ancak Türk ordusu söz konusu bütün askeri araç-gereçleri Kürt sivillere karşı ölüm makinesine dönüştürdü.
Özgür Gündem gazetesi ise 16 Ekim 1992’de “İnsanlık sürükleniyor” manşetiyle çıktı. Manşetin altında verilen fotoğraflar; çatışmada öldüğü iddia edilen bir sivilin Alman yapımı BTR-60 adlı askeri araca bağlanarak sürüklendiğini gösteriyordu. Olay ise 6 Eylül 1992 günü Cizre ilçesi Şeyh Değirmenci Köyü'nde yaşanmıştı. Fotoğraflar ve araçların seri numaraları Almanya’yı işaret ediyordu.
Kohl hükümeti büyük baskı altındaydı, 8 Nisan 1994’ten itibaren geçerli olmak üzere Almanya ile Türkiye arasındaki silah ticareti durduruldu. Ancak ne gariptir ki 24 gün ara verilen Türkiye ile duran silah ticareti yeniden başladı. Devreye bu kez giren Dışişleri Bakanı Klaus Kinkel 4 Mayıs 1994’te silahların sivil halka karşı kullanıldığına dair iddiaların ispatlanmadığını öne sürdü. 1995 yılında ise bakan Kinkel, Cizre’de Kürt sivillerinin bağlanarak sürüklediği belgelenen BRT-60 için “O araçlar bizim değil, Rusya’nın olabilir” dedi.
26 KASIM 1993'E GİDEN SÜREÇ...
1992; Kürdistan’daki savaşın doruğa çıktığı yıl kadar Avrupa’daki Kürt örgütlenmesinin zirveye yaptığı yıl olarak da tarihe geçti. 1 Ağustos günü Bochum’daki spor stadyumu 1. Uluslararası Kürdistan Festivali’ne gelen Kürdistanlılar ve dostlarıyla tıka basa doluydu. Kürt hareketi Avrupa’da ilk kez yüz bin insanı buluşturmuştu.
Tansu Çiller’in Haziran 1993’de başbakan olmasıyla hem Kürdistan’daki savaş ve hem de Avrupa, özellikle de Almanya’daki Kürtleri yeni bir dönem bekliyordu. İlk gezisini Rusya’ya yapan Çiller’in sırada Almanya’ya geleceği ve PKK’yi bu ülkede yasaklatmak, “terörist” ilan ettirmek ve Kürt derneklerinin kapısına kilit vurulmasını sağlamak için elindeki bütün kozları devreye sokacağı konuşuluyordu.
Ankara’da hazırlıkları yapılan Kürt karşıtı diplomasi baskısına Bonn hazırlıksız yakalanacaktı. Başbakan Kohl şöyle diyordu: “Almanya federal bir sistemdir. Her eyaletin ayrı yasaları vardır. Dolayısıyla PKK’yi yasaklamak mümkün değildir”. Dışişleri Bakanı Klaus Kinkel ise “Ben eski bir adalet bakanı olarak PKK’ye terörist demekte temkinli davranırım” diyordu.
Ancak ne olduysa Çiller’in gezisiyle oldu. Almanya'ya 20 Eylül 1993 günü gelen Çiller ardından ABD Devlet Başkanı Clinton’un davetlisi olarak 12 Ekim 1993 günü ABD’ye gitti. Çiller’in iktidara gelir gelmez çizdiği Moskova-Bonn-Washington güzergahın şifrelerini anlamak hiç de zor değildi. En önemli gayesi Kürdistan’daki savaşın dozajını yükseltmek için uluslararası desteğin artırmaktı.
52 SAYFALIK YASAK BÜLTENİ NASIL HAZIRLANDI?
22 Ekim 1993 günü Amed’in Lice ilçesi Türk ordusunun ateşi altına girdi. Lice’deki vahşet Avrupa’daki Kürtleri de harekete geçirdi. 4 Kasım 1993’te Almanya’nın 30’dan fazla kentinde Lice protestoları gerçekleşti. Bu arada Türk konsoloslukları, seyahat acenteleri ve Türk bankalarına saldırılar yapıldı. Wiesbaden’deki bir lokalde çıkan yangında bir kişi hayatını kaybederken, Kürtlere karşı gözaltı furyası başladı. İlk işaret dışişleri bakanı Kinkel’den geldi: “PKK derhal yasaklanmalı.”
22 Kasım’da başlayan 16 eyaletin içişleri bakanları yapılan toplantıya federal içişleri bakanı Kanther PKK’yi yasaklayacak 53 sayfalık bültenin taslağıyla gitti. Toplantıda Kanther'in kararnamesi olduğu gibi kabul ettirirken, 25 Kasım günü yasağı ilk açıklayan NRW Eyaleti’nin İçişleri Bakanı Schnoor “Bunu Kanther istedi” dedi. Hamburg’un İçişleri Senatörü Wrocklageise “Yasağı Kanther’e sorun” diyordu.
Kürdistan’daki savaşa, şiddetin nedenlerine, Türk ordusunun köy yakmaları ve katliamlarına ilişkin tek kelimenin geçmediği Kanther’in yasak bülteni özetle şöyleydi:
“PKK/ERNK halkların uyumlu şekilde beraber yaşamasını engelliyor. PKK’nin taraftar ve sempatizanlarınca Almanya ve Türkiye’de, Türkiye’nin bir bölümünü kurulacak Kürt devletine dahil etmek için suçlar bunu yeterince kanıtlıyor. Almanya’nın çıkarları tehdit altında. Şiddet eylemleri Türkiye ile olan ilişkilerimizi önemli ölçüde zedelemektedir. PKK faaliyetlerine Almanya’da daha fazla müsaade etmek, Alman dış politikasının güvenirliliğini tartışır hale getirir ve değer biçtiğimiz çok önemli bir ortağın güvenini sarsar.”
Bu bültenle ilan edilen PKK yasağı çerçevesinde Berxwedan Yayınları, Kurd-Ha haber ajansı, Kürdistan komiteleri, Kürdistanlı Yurtsever İşçi ve Kültür Dernekleri Federasyonu (FEYKA-Kürdistan) ve ona bağlı 29 Kürt dernek kapatıldı.
'DANKE HERR KOHL'
Yasağın ilk gününde Hürriyet gazetesi “Danke Herr Kohl” (Teşekkürler sayın Kohl) manşetiyle çıktı. Yasağın duyurulduğu 25 Kasım günü ise devlet televizyon kanalı ARD’nin akşam haberlerine çıkan Kanther ise şöyle diyordu:
“Almanya’nın bir savaş ve isyan ülkesi olmasına izin veremem. Almanya teröristlerin dinlenme yeri değil. Bazı yabancı grupların ülkelerindeki sorunları ülkemize taşımalarına izin vermeyeceğiz. Yasak, bu derneklere zorla üye olanların kendilerini PKK’nin tehditlerinden korumalarını sağlayacak.”
Ancak tablo hiç de Kanther'in sözüne ettiği gibi değildi. PKK’nin kuruluş yıl dönümü olan 27 Kasım’da yapılacak kutlamaların arifesine getirilen yasak çerçevesinde kapısına kilit vurulmak istenen derneklerde Kürtler oturma ve açlık grevleri eylemine geçmişti. Hem de daha ilk gecede derneklere vurulan mühürler söken Kürtler yasağa en iyi etkili cevabı vermişti.
Yasağın perde arkasında Ankara merkezli yoğun bir diplomasi girişimi vardı. 26 Kasım 1993 günü “Gizli kurye harekatı” manşetiyle çıkan Milliyet gazetesi, PKK’nin yasaklanması için Çiller-Kohl-Clinton arasındaki görüşme trafiğini yazdı. Her üç liderin dinlenmeyen telefonlar ve gizli kuryelerle aracılığıyla yaptıkları görüşmelerde PKK’ye karşı operasyon kararı alınmıştı.
YASAĞI GETİREN KANTHER'İN KİRLİ PROFİLİ
PKK yasağı ve medya-kamuoyunda yaratılan Kürt karşıtı hava için Çiller’in gizli ödeneklerden Almanya’ya para aktardığı birçok kez dile getirildi. Bu ödeneklerle Çiller’in Kohl’un seçim kampanyasına sponsor olduğu iddia edildi. Zira Kohl ve ekibinin dolandırıcılık ve rüşvete hiç de yabancı olmadığı yıllar sonra açığa çıkacaktı.
Zira Hıristiyan demokrat lider Kohl bir kez daha başbakan olmak istiyordu ve 1994’deki seçimler için harıl harıl seçim kampanyalar düzenliyordu. 1999’da patlak veren ve Almanya’yı sarsan CDU’ya bağış skandalında Kohl’un seçim kampanyalarını silah lobisinden aldığı paralarla sağladığı ortaya çıktı.
Kamuoyunun baskısı karşısında Kohl ise 1999’ın son günlerinde 1993-1998 yılları arasında partisine yapılan bağışlardan 2 milyon Mark’ı kişisel hesabına geçirdiğini itiraf etmek zorunda kaldı.
CDU kirli işlerini Kanther’e yaptırmıştı. 2000’nin ilk günlerinde CDU’nun Hessen Genel Sekreteri iken 1983 yılında partisinin 20 milyon markını İsiviçre ve Lischtenstein’da akladığı tespit edilince Kanther milletvekilliğinden istifa etti. 2005 yılında sonuçlanan davada Kanther 18 ay hapis cezasına çarpıtıldı. Cezası paraya çevrildi ve Kanther 50 bin Euro ödeyerek kurtuldu.
İSTİHBARATTAN 'YASAK İŞE YARAMADI' İTİRAFLARI...
93 yasağının ardından Almanya’nın hemen hemen her şehrinde yapılması planlanan ilk Newroz kutlamaları, 20 Mart 1994’te çıkartılan genelgelerle yasaklandı. Yasağa öfkelenen Kürtlerin tepkisi sert oldu. Şehirlerarası bütün yollar Kürtlere karşı tutulurken, Kürt eylemciler otoyollarını işgal etmeye başladılar. Yasağı en sıkı uygulayan ise Bayern Eyaleti’nin Türk dostu İçişleri Bakanı Günther Beckstein oldu. Bayern’de o gün eylemlere katılan 500 civarında Kürt gözaltına alındı, yıllarca sürecek soruşturmalara tabii tutuldular.
Mannheim’da ise Kürt kadın akitvistler Nilgün Yıldırım (Berîvan) ve Bedriye Taş (Ronahî) Almanya’nın Newroz yasağına karşı bedenlerini ateşe verdiler. Almanya, o günlerde hem yasakla nasıl bir yükü omuzladığını fark etti, hem de Kürdistan’daki savaşın bir parçası olduğu için sert eleştirilerin hedefi oldu.
Devlet bütün organlarını kullanarak hayata geçirdiği yasak Kürtleri, Kürt özgürlük hareketinden koparamadı. Zira 20 yılın Anayasa Koruma Örgütleri’nin raporlarına bakıldığında PKK’ye olan sempatinin 1993’ten itibaren katlanarak arttığı açıkça görülecektir. Raporlara göre 1993’te PKK’li olduğu iddia edilen Kürtlerin sayısı iki kat artarak 6 binden 13 bine çıktı.
Zaten yasaktan bir yıl sonra Kürtlerin yoğun yaşadığı Kuzey Ren-Westfalya Eyaleti’nin Anayasa Koruma Örgütü yasağın “işe yaramadığını” ve Kürtleri çok öfkelendirdiğine dikkat çekti. 1995 yılında ise Polis Sendikası “Yasakla birlikte PKK’liler yer altına çekildi ve işler daha da zorlaştı” uyarısını yaptı.
Aynı Aşağı Saksonya Eyaleti Anayasa Koruma Örgütü de yasağın Kürtler arasında “yanlış anlaşıldığını” ve PKK sempatizanlarının ikiye katladığını itiraf ediyordu. Federal Anayasayı Koruma Örgütü ise 2007 yılındaki raporunda ülkede yaşayan Kürtlerin yüzde 10’unun Kongre Gel’in aktif sempatizanı olduğunu ve yasağın aslında pratik anlamının olmadığını bildirdi. İstihbaratın Haziran 2013’te açıkladığı rapora göre ise ülkedeki aktif PKK’li sayısı 13 bin.
2001 yılında Kürdistan ve Avrupa’da düzenlenen "Ben de PKK’liyim” imza kampanyası Almanya’da yoğun ilgi gördü. Almanya’da toplanan imzalar federal ve eyalet meclislerine verildi. Ancak Federal Meclis’in Dilekçe Komisyon “PKK’nin ülkenin iç güvenliği için tehlike oluşturduğu” gerekçesiyle imzaları reddetti. Ayrıca imza atanlardan yüzlerce kişi sorgulandı, tutuklandı, ceza aldı, hatta vatandaşlık ve oturum hakkının uzatılmasında engellerle karşılaştı.
ALMANYA'DAKİ YASAK DİĞER ÜLKELERE ESİN KAYNAĞI OLDU
PKK'yi resmi olarak yasak listesine alan ülke Almanya olsa da pratikte, Fransa Kürtlerin siyasal faaliyetlerini yasaklayan ilk ülke oldu. 21 Kasım 1993'te Kürtlere yönelik dönemin en büyük polisiye operasyonu gerçekleştirildi.
17 dernek ve çok sayıda ev baskın düzenleyen Fransız polisi, 110 kişiyi gözaltına aldı. Bazıları altı ay cezaevinde kaldı. Aynı operasyonların sonucu olarak Kürdistan Enformasyon Merkezi kapatıldı.
Dönemin İçişleri Bakanı Charles Pasqua, yabancı düşmanı politikaları ile biliniyordu. Bu operasyonlara ilişkin dava 2001'de tüm sanıkların aklanması ile sonuçlandı. Pasqua ise siyasi-finansal birçok yolsuzluk davasının konusu olmaktan kurtulamadı. Ne gariptir ki onun da Alman mevkidaşı Kanter gibi kirli bir sicili vardı.
2000'li yıllardan itibaren Fransa'daki baskılar yeni bir boyut alarak, düşünce özgürlüğünü de vurmaya başladı. Kürtlerin Med TV'den sonra 1999'da kurulan ikinci televizyonu olan Medya TV, 2004'te Fransa topraklarında yayın yasağına maruz kaldı.
Cumhurbaşkanlığı görevine sağcı Nicolas Sarkozy'nin geldiği 2007'den itibaren gözaltı ve baskınlar yeniden hız kazandı. Sadece Ocak 2007 ile Şubat 2013 arasında 250'ye yakın Kürt siyasi gerekçelerle gözaltına alındı.
Ekim 2011'de Paris ile Ankara arasında Kürt siyasal faaliyetlerine yönelik geniş bir güvenlik anlaşması imzalandı. Bu anlaşma, alanda ortak operasyon yürütmeyi öngörüyordu.
9 Ocak 2013'te Paris'te üç Kürt kadın devrimcinin katledilmesi ardından, kamuoyunun baskısı nedeniyle anti-Kürt yasa tasarısı 26 Şubat'ta askıya alındı. Kürtler ve dostları halen Meclis'te bekleyen bu tasarının tamamen iptalini ve bir daha gündeme getirilmemesini istiyor.
İngiltere ise Şubat 2001'de PKK'yi resmi olarak yasakladı. Tarih 28 Şubat 2001'i gösterdiğinde dönemin İngiliz İçişleri Bakanı Jack Straw, aralarında PKK'nin de olduğu 21 harekete üye olmak ve desteklemeyi yasakladıklarını açıkladı. Özellikle Ankara bu karardan sonra duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
Bir yıl sonra Ocak 2002'de bu kez Avustralya PKK'yi yasaklayarak, İngiltere, ABD, Almanya'dan sonra PKK'yi yasak kategorisine dördüncü ülke oldu.
PKK mevcut durumda Kanada, ABD, Avrupa Birliği, Avustralya, Türkiye, Yeni Zelanda ve İngiltere'nin "terörist örgütler" listesinde yer alıyor. Son olarak 11 Haziran 2008'de Kırgızistan hükümeti de PKK'yi "terörist örgüt" olarak değerlendiren bir karar aldı.
Bununla birlikte 30 Mayıs 2008'de dönemin ABD Başkanı George W. Bush uluslararası uyuşturucu ile mücadele yasası uyarınca, PKK'ye yönelik mali yaptırımlar devreye koydu. PKK'ye yönelik bu uygulama dönemin Türk başbakanı Erdoğan'ın Kasım 2007'de Washington'da Bush ile yaptığı görüşmenin ardından başladı.
YARIN:
- Kürt aktivisteler siyasetçiler 26 Kasım 1993 gününü nasıl karşıladı?
- Derneklerde toplanan Kürdistanlılar yasağa karşı nasıl bir deriniş sergiledi?
Kaynaklar;
- ANF, Özgür Politika, Yeni Özgür Politika ve Berxwedan gazeteleri.
- Anayasayı Koruma Örgütü’nün 1993-2013 yılı arasındaki raporları.
- Azadî Hukuk Bürosu’nun “20 Jahre PKK-Verbot” (20 yıllık PKK yasağı) kitapçığı.
- “PKK”, Nikolaus Brauns ve Brigette Kiechle, Schmitterling Yayınları, 2010
- 1982-1998’e Helmut Kohl hükümetinin Türkiye politikası, AlexenderRefflinghaus, Köster Yayınları, 2002