2017: Kan, eylemler, krizler ve dahası
Türkiye, 2017'yi de önceki yıllar kadar şiddetli geçirdi. AKP-MHP faşizminin kaos üstüne kaos yarattığı ülkede katliamlar da eylem ve direnişler de siyasi krizler de eksik olmadı.
Türkiye, 2017'yi de önceki yıllar kadar şiddetli geçirdi. AKP-MHP faşizminin kaos üstüne kaos yarattığı ülkede katliamlar da eylem ve direnişler de siyasi krizler de eksik olmadı.
Türkiye'de 2017, bitmek üzere olan yılın kapkaranlık günlerini devralmış gibiydi. Yılbaşı gecesi, birden fazla renkteki folyo balonlar ve ışıklı ağaçların yerine, AKP'nin savaşçı politikaları neticesinde kanla 'süslenmişti' adeta. İstanbul Ortaköy'de Reina adlı gece kulübüne silahlı saldırı düzenlenmiş, 39 kişi yaşamını yitirmişti. Yaralı sayısı da 70'e yakındı. İçeride 7 dakika kalan katliamcı, 700 civarındaki kişiye rastgele ateş etmişti. Herkes sivildi. Haliyle faili de, AKP hükûmetinin Ortadoğu'da finanse ettiği, "öfkeli çocuklar" diye andığı DAİŞ çetelerinden başkası değildi. Zaten çeteler bir gün sonra katliamı üstlendi. Masharipov, Türk polisi altı üstü demokratik eylemlere katılan Kürtlerle, muhaliflerle meşgul olduğu için ancak katliamdan iki hafta sonra, 17 Ocak'ta İstanbul'da yakalandı.
İZMİR'DE TAK!
Hükûmetin soykırımcı uygulamaları 2017 boyunca ülkedeki gerginliği de eylemleri de tırmandırdı. Yılın etkili eylemlerinden ilki için adres İzimir Adliyesi'ydi. 5 Ocak'ta saat 16.00'da Bayraklı ilçesindeki adliyeye düzenlenen eylemde ölen ve yaralanan polisler oldu.
Eylemi Teyrê Bazên Azadiya Kurdistanê (Kürdistan Özgürlük Şahinleri-TAK), internet sitesinden yayımladığı yazılı açıklama ile üstlendi.
TAK, eyleminin gerekçesini, beklendiği gibi, AKP'nin Kürdistan'daki katliamlarını işaret ederek açıklıyordu:
"(...) Kürdistan’ın bu yiğit evlatlarının yoldaşları olarak; şehirlerimizi tanklar, toplar, helikopterler ve uçaklarla vuranların, evleri dozerler tanklarla yakıp yıkanların, Kürt halkının onurlu insanlarını kış ortasında çoluk çocuk, yaşlı kadın evlerinden sürenlerin, direnenleri sorgusuzca kurşuna dizenlerin, cenazeleri haftalarca sokaklarda bırakanların, zırhlı araçlara bağlayarak sürükleyenlerin, yaralıların üzerine benzin dökerek cayır cayır yakanların nerede olurlarsa olsunlar yaşamlarının felaketi, rüyalarının kabusu olacağız."
Türk devleti, 'güvenli' bulunan, turizmin ve ticaretin önde gelen şehirlerinden İzmir'de böylesi bir eylemle karşılaşarak yeniden sarsılmıştı.
BARIŞA İHRAÇ!
Hükûmet, 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimi bahanesiyle Kürtleri ve muhalifleri hedef almayı sürdürüyordu. Yine darbe girişimini bahane ederek ilan ettiği Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamındaki 686 Sayılı KHK ile 8 Şubat'ta toplam 4 bin 464 kişiyi kamu görevinden çıkarmış, 330 akademisyeni de ihraç etmişti.
İhraç edilen akademisyenlerden 115'i, Kürdistan'daki savaşa karşı hazırlanan bildiriyi imzalayan, Barış İçin Akademisyenler'dendi.
AÇLIK GREVLERİ
PKK ve PAJK'lı tutsaklar, 15 Şubat'ta açlık grev başlattı. KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanlığı ise 18 Nisan'da açlık grevinin bitirilmesi için tutsaklara çağrıda bulundu. Bunun üzerine 19 Nisan'da eylem sonlandırıldı.
GÜLMEN VE ÖZAKÇA DİRENİŞE BAŞLADI
AKP faşizmi inkişaf ettikçe, çeşitli direniş yöntemleri de kendini gösteriyordu. Akademi çevresi de faşizme sessiz kalmıyordu. Akademisyen Nuriye Gülmen ve Öğretmen Semih Özakça, 15 Temmuz 2016’dan beri kamu görevinden ihraç edilen 130.000 kişinin arasındaydı. Ankara’daki İnsan Hakları Anıtı önünde oturma eylemi yaparak, ihracı kabul etmediklerini duyurdular. 120 günlük oturma eyleminden sonra defalarca ve hunharca gözaltına alındılar. 11 Mart'ta ise büyük açlık grevinin startını verdiler.
TÜRKİYE AVRUPA'DAN KOVULDU!
Türkiye, anti-demokratik uygulamalarıyla Avrupa ülkelerinin tepkisini çekmeye devam ederken, bu ülkelerle kriz yaşamaktan geri kalmadı.
Diktatörlüğün oylandığı referandum kampanyasını Avrupa'ya da taşımak isteyen AKP hükûmeti, çeşitli ülkelerde mitingler düzenlemek istedi.
'Evet' kampanyalarının ilk engellendiği ülke Almanya oldu. 2 Mart'ta, Türk Adalet Bakanı Bozdağ’ın Gaggenau kentinde, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi’nin de Köln’de yapacağı konuşmalar yasaklandı. Bunun üzerine Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Nazizmin Almanya’da bittiğini zannediyordum, meğer hâlâ devem ediyormuş” diyerek, gerilimi körükledi.
Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, sadece Hamburg başkonsolosunun rezidansında konuşma yapabildi.
Hollanda'yla da AKP propagandasını bu ülkeye taşımak istediğinde kriz çıktı. Çavuşoğlu 3 Mart'ta referandum etkinliği için Rotterdam’a gitmeyi planladığını açıkladı, 4 Mart'ta ise Hollanda Dışişleri Bakanlığı'ndan "uygunsuz durum" yanıtı geldi. 8 Mart'ta Çavuşoğlu’nun toplantısı iptal edildi.
Hollanda, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın katılacağı programı da iptal etti. 11 Mart günü Türkiye’nin Düsseldorf Başkonsolosluğu’ndaki bir referandum etkinliğine katılan Kaya, Hollanda’ya Almanya’dan kara yoluyla geçeceğini açıkladı. Ancak Kaya’nın Rotterdam konsolosluğuna girmesine izin verilmedi. Dört saat gerilim yaşandı. Bakan Kaya’nın Türkiye toprağı sayılan konsolosluk binasına girmek için direnmesinin ardından, 'OHAL' ilan edildi, Kaya ise polis eskortu eşliğinde, kendi aracından başka bir araçla Almanya’ta sınırdışı edildi.
DİKTATÖRÜN SANDIĞI
AKP hükûmeti, diktatörlüğün oylanması için 16 Nisan'da referandum yapılmasına karar verdi. 16 Nisan'da akşama doğru oy sayımı bitti. Söz konusu diktatörlüğün oylanması olunca, haliyle 'seçim' de göstermelikti. Zira özelde Kürdistan, genelde tüm ülkede şaibelerle dolu bir referandumdu.
Şaibeyi sağlama almak için Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK), "mühürsüz oy pusulası ve zarflarının geçerli sayılacağı" yönünde karar verdi.
Ayrıca referandumun OHAL koşullarında, HDP eş genel başkanları ile 13 milletvekili ve binlerce partilinin tutuklandığı dönem yapılması da başlı başına siyasi eşitliğin ve temel insan haklarının çiğnenmesi anlamına geliyordu.
Bunlara rağmen AKP Kürdistan ve Türkiye metropollerinde ciddi düzeyde oy kaybı yaşadı ancak devletin resmi sonuçlarına göre 'Evet' yüzde 51.41 çıkmıştı.
DEVLET KRİZDE
Türk devleti ciddi bir tıkanmışlığın, krizin içindeydi ve bürokraside kimsenin birbirine güveni kalmamıştı. Bu, 26 Nisan'daki açığa alma operasyonlarıyla da artık daha belirgindi: Emniyet Genel Müdürlüğü, "FETÖ bağlantılı" olduğu değerlendirilen 9 bin 103 polisi açığa almıştı.
RESMİ DİKTATÖRLÜK!
Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, diktatörlüğünü sağlamlaştırma yolunda ilerliyordu. AKP ile ilişkisini 2 Mayıs'ta resmileştirdi. 16 Nisan 2017'deki şaibeli referandum sayesindeki anayasa değişikliği ile kurucusu olduğu AKP'ye yeniden üye oldu.
GERİLLA HELİKOPTERİ DÜŞÜRDÜ
Devlet, onca soykırımcı saldırısına rağmen gerilladan bu yıl da darbe almaya devam etti. Türk ordusu, 31 Mayıs günü Besta ve Kato dağlarında operasyon düzenledi. Operasyonun koordine gücünü taşıyan Cougar tipi bir helikopter Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Sêgirkê (Şenoba) alanında hareket halindeyken HPG gerillaları tarafından ateş altına alındı. İsabet alan helikopter alandan uzaklaşmak isterken düştü.
HPG Basın İrtibat Merkezi (BİM), eyleme ilişkin açıklamasını 2 Haziran'da yaptı. Açıklamada, düşürülen helikopterde şu isimlerin olduğu aktarıldı:
"JİTEM'ci Tümgeneral Aydoğan Aydın, Albay Oğuzhan Küçükdemir, Albay Gökhan Peker, Yüzbaşı Songül Yakut, Binbaşı Koray Onay, Yüzbaşı İlker Acar, Yüzbaşı Nuri Şener, Başçavuş Mehmet Erdoğan, Uzman Çavuş Zeki Koç, Pilot Yüzbaşı Serhat Sığınak, Pilot Üstteğmen Abdülmüttalip Kesikbaş, Başçavuş Fevzi Kıral, Pilot Uzman Çavuş Hakan İncekal."
CHP'Lİ VEKİL TUTUKLANDI
AKP'nin DAİŞ'e desteği açığa çıkıyor ve bunu teşhir edenler de bağımlı yargı kıskacına alınıyordu. CHP Milletvekili Enis Berberoğlu hakkında MİT'e ait TIR'ların durdurulmasıyla ilgili görüntülere ilişkin davanın 14 Haziran'daki duruşmasında, tutuklama ve 25 yıl hapis cezası kararı çıktı.
ADALET YÜRÜYÜŞÜ
CHP, Milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasının ardından 15 Haziran'da Ankara’dan İstanbul’a ‘Adalet Yürüyüşü’ başlattı. Yürüyüş 28 gün sürdü.
Adalet Yürüyüşü'ne 3 Temmuz'da HDP de katıldı.
Ancak yürüyüş geniş toplum kesimleriyle buluşturulamadı. CHP'nin faşizme karşı etkili bir söylemle yola çıkmaması, AKP'yi zorlamayan bir yerde konumlanması da, sonuç alıcı olmasını engelledi.
Aksine, HDP'li vekillerin tutuklanmasında rol oynayan CHP'nin, kendi vekili tutuklandığında yola koyulması da, yürüyüşün sahiplenilmesinin önüne geçti.
AB-TÜRKİYE MÜZAKERELERİ DONDURULDU
Yılın yarısı eylemler, ihraç, siyasi soykırım uygulamaları ile geçerken, peyderpey Türk hükûmetine tepkilerini belli eden Avrupa, Temmuz'da adım attı. Avrupa Parlamentosu'nda AB-Türkiye müzakerelerinin dondurulmasını öngören rapor, 6 Temmuz'da 477 oy ile kabul edildi.
OHAL'İN YIL DÖNÜMÜ!
İçeriden ve dışarıdan tepkilere rağmen AKP, faşizmi kurumsallaştırmayı sürdürüyordu. OHAL'i dördüncü defa uzatan Başbakanlık Tezkeresi, 17 Temmuz'da Meclis Genel Kurulunda yapılan oylamada kabul edildi; üç ay daha uzatıldı. Böylece toplum OHAL'in yıl dönümünü de görmüş oldu!
MİT CUMHURBAŞKANINA BAĞLANDI
OHAL kapsamında iki yeni KHK de 25 Ağustos'ta yayımlandı. Kararnamelere göre, 928 kişi kamudaki görevinden ihraç edildi. MİT, bu tarihte cumhurbaşkanına bağlandı.
İNSANLIK GÖMÜLDÜ!
AKP-MHP faşizmi derinleşmesine paralel olarak Türk toplumunun bir kesimindeki nefret, ırkçılık duyguları da pekişiyordu. AKP'nin ötekileştirici, soykırımcı zihniyeti topluma nüfuz ediyor; insani değerler ayaklar altına alınıyordu. Bunun bir örneği de Ankara'da, 14 Eylül'de görüldü.
HDP Eş Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk'un annesi Hatun Tuğluk için cenaze töreni düzenlenecekti. Cemevindeki törenin ardından cenaze defnedilmek üzere Gölbaşı İncek mezarlığına getirildi. Daha sonra AKP ile ilişkili olduğu ortaya çıkacak faşistler araba, kamyon ve traktörlerle mezarlığa geldi. Cenazenin defin işlemleri sürerken törene saldırdılar ve cenazenin gömülmesine engel oldular.
Saldırıya uğrayan cenaze defnedildiği mezardan çıkarıldı.
Bu arada, insanlık dışı olaydan bir süre sonra, Hatun Tuğluk'un cenazesine saldıranlardan Murat Alp'in, Türk İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'yla karakolda çekilen fotoğrafı ortaya çıktı.
SAVAŞ MECLİSİ!
AKP-MHP rejimi, tüm başarısızlığına rağmen savaşta ısrar etmeyi sürdürüyordu. Meclis Genel Kurulunda, sınır ötesi operasyon konusunda hükûmete verilen yetkinin bir yıl daha uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi, AKP, MHP ve CHP'nin oylarıyla kabul edildi.
AKP İÇİNDE KRİZ
AKP, parti içi krizi aşamadı ve çok sayıda kendi belediye başkanına istifayı dayattı. Bunun üzerine çeşitli tarihlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş, Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek'in de aralarında olduğu birçok başkan istifa etti. Bunlardan AKP'li Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur, istifa açıklamasında, "Yolsuzluğunuz yok, FETÖ bağlantınız yok, fakat ailenize, evinize kadar ulaşan baskılar, tehdide varan müdahaleler var. Bu katlanılacak bir durum olmanın ötesine geçmiştir. AK Parti'de siyaset yapma imkanımız ortadan kalkmıştır" dedi.
KILIÇDAROĞLU'NDAN 'MAN ADASI' BELGELERİ
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu, kardeşi, eniştesi ve dünürüne ait olan ve yurt dışına milyonlarca dolar para transferini içeren belgeleri açıkladı. Hükûmet-Cumhurbaşkanlığı tarafı 'Man Adası' belgeleri için önce 'sahte', sonra 'ticari ilişkiler' dedi.
KİRLİ AKP, KİRLİ PARA: ZARRAB
İran asıllı Türk vatandaşı Reza Zarrab, 22 Mart'ta ABD'de tutuklandı. Türk bakanlarla kirli para ilişkisi olan Zarrab'ın tutuklanması, Türkiye'de yankı uyandırdı. 33 yaşındaki Zarrab, İran'a uygulanan uluslararası yaptırımları delmekle suçlandı.
New York Güney Bölgesi Başsavcılığı, eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, eski Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan, Genel Müdür Yardımcısı Levent Balkan ile Abdullah Happani hakkında, ABD'nin İran'a karşı uyguladığı ambargoyu delme suçlamasıyla 6 Eylül'de dava açtı.
Türk hükûmetiyle rüşvet ilişkisi de kuran, ABD'de tutuklu yargılanan Reza Zarrab'dan haber alınamaması üzerine Türk Dışişleri Bakanlığı Washington yönetimine 2 yazılı nota verdi.
Reza Zarrab, 28 Kasım'da ABD'de başlayan tarihi davada tanık olarak dinlenmeye başlandı. Eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'a rüşvet verdiğini itiraf etti: "Toplamda ona 45-50 milyon Euro kadar rüşvet ödemişimdir. Öteki para cinslerini hiç saymıyorum!"
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca başlatılan soruşturma kapsamında, Reza Zarrab ve 22 yakınının mal varlıklarına el konuldu. Gerekçesi ise 'Türkiye Cumhuriyet Devleti'nin güvenliği, iç ve dış siyasal yararları bakımından niteliği itibari ile gizli kalması gereken bilgileri diğer bir yabancı devlet lehine siyasal ve askeri casusluk maksadı ile temin etmek' oldu.
Bu arada, öteden beri Zarrab'a sahip çıkan hükûmet ve medyası, itiraflarıyla birlikte onu 'hain' diye damgalamakta gecikmedi. Sahip çıkarken, Zarrab’ı tutuklayan ABD’li Savcı Preet Bharara’ya yüklenmeye başlayan Sabah gazetesi, savcıyı skandal bir photoshop ile ‘FETÖ’cü ilan etti.
İtiraflar gelince ise işler değişti. Zarrab için beddua eden AKP'li milletvekilleri de vardı artık. Dahası, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı İlnur Çevik "Bu işlerin buraya varacağını daha Rıza Zarrab kuzu kuzu Amerika’ya gidip kendini FETÖ’cü ABD savcılarına yakalattığı zaman anlamalıydık" dedi.
EKONOMİ DE ÇÖKÜŞTE
AKP'nin başarısız, yanlış politikaları, Türkiye ekonomisini de çöküşe sürüklüyor. Dünya Bankası'nın Küresel Yönetişim Göstergeleri (Worldwide Governance Indicators, WGI) 2017 raporundaki veriler, Türkiye’nin her alanda bir çöküşe doğru ilerlediğini işaret ediyor. Dış ülkelerin hava yolu şirketlerinin Türkiye seyahetlerini durdurması da bu yılın gündemine oturdu. Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da itiraf niteliğinde bir açıklama yaparak, Türkiye ekonomisinden güven duymadığı için yurt dışına sermaye götüren iş çevreleri olduğunu söylemişti.
Türkiye ekonomisi bu yıl da en fazla dışarıdan borç alarak büyüme sağladı.
Ülkedeki işsizlik verileri bu yıl yüzde 10'un üzerine çıktı.
TECRİT SÜRDÜ, TEHDİT ARTTI
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a dönük tecrit 2017'de de derinleşerek sürdü. Avukatlarının, ailesinin görüşme başvuruları defalarca reddedildi. 'Çözüm Süreci'nde hükûmetin talebiyle İmralı Adası'na giden HDP'li heyetin de.
Öcalan'ın sağlığı ve güvenliğine dönük tehdit ve kuşkular da arttı. Öcalan'ın yaşamına ilişkin, Ekim'de kuşkulu ifadeler kamuoyuna yansıdı. Bunun üzerine 13 Ekim'de Bursa Cumhuriyet Basşsavcısı Uğurhan Kuş imzası ile yazılı açıklama yapıldı. Açıklama, bilgi açısından tatmin edicilikten, Öcalan'ı 'sıradan bir tutsak' gibi yansıtan dili sebebiyle de ciddiyetten uzaktı:
“Bazı sosyal medya hesaplarında Abdullah Öcalan isimli hükümlünün öldüğü yönünde haberler yer aldığı anlaşılmış olup, bu haberler tamamen asılsızdır. Bu tür asılsız haberleri yapan ve yayanlar hakkında Cumhuriyet Başsavcılığımızca gereğine tevessül edilmiş olup, kamuoyuna saygıyla duyurulur.”
KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanlığı ise gelişmeler üzerine 16 Ekim'de şu açıklamayı yaptı:
“Kaynağı tam bilinmeyen bazı haberlerle Önderliğimizin sağlık ve güvenliği konusunda kuşkulu ve çelişkili ifadeler kamuoyuna yansıtılmıştır. Kürt Halk Önderinin sağlık ve yaşamı konusunda halkımızın ve hareketimizin hassasiyetleri bilinmektedir. Bu açıdan bu tür haberlerin doğru olmadığının netleşmesi gerekmektedir. Bursa Cumhuriyet Başsavcısının 'böyle bir durum yoktur' açıklamasıyla bu durumu geçiştirmek istemesi kabul edilemez. Ailesinin, avukatların ve kamuoyunun Önder Apo’nun sağlığı konusunda haber alması en temel haklarıdır. Bunun için de Kürt Halk Önderinin avukatları ve ailesiyle acilen görüştürülmesi gerekmektedir. Halkımızın ve kamuoyunun Bursa Cumhuriyet Savcılığının açıklamasına inanması mümkün değildir. 6 yıldır avukatlarıyla, yıllarca ailesiyle görüştürülmemesini “gemi bozuk, koster bozuk, hava bozuk” gerekçesiyle engelleyen bir savcının açıklamasına inanılmayacağı açıktır."
İmralı Heyeti de 19 Ekim'de yaptığı açıklamada, Öcalan'ın sağlığı ve güvenliğinin hayati önemine dikkat çekerek, derhal görüşme yapılmasını istedi.
GAZETECİLER TUTSAK
Bu yıl Türkiye yine bir rekorun daha sahibi oldu: Tutsak gazeteci sayısı da hakkında dava-soruşturma açılan gazeteci sayısı da korkunç boyuta ulaştı. Son operasyonlar da eklenince, halihazırda 145 gazeteci ve medya çalışanı bu yıl tutsak oldu.
AYM'DEN AKP LEHİNDE KARAR!
HDP, eş başkanları ve milletvekillerinin tutuklanmasından kısa bir süre sonra tutukluluğun anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi'ne (AYM) başvuru yapmıştı. Anayasa Mahkemesi, tutuklu HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş'ın yaptığı başvuruyu 21 Nisan'da reddetti.