Vicdanın sesini yükseltelim

En başta öncüler olmak üzere tüm çalışanlar vicdani olarak kendini sorgulamaz, direniş tutumunu büyütmezlerse hiçbir çalışmayı başarılı kılamazlar. Herkesi vicdanını dinlemeye davet ediyoruz.

Bugün direnişimizin 76. günü. Leyla Güven ve Nasır Yağız arkadaşlarımızın eylemleri ise artık kritik süreci aşmış durumda. Keza cezaevlerindeki arkadaşlarımızın ve Galler’deki İmam Şiş arkadaşımızın eylemleri ise 70’li günlerinde.

Direnişimiz genişleyerek devam ediyor. Fakat tecridi kıracak ve faşizmi dağıtacak bir toplumsal düzeye ulaşmış değil. Direnişimiz, bu potansiyeli önemli oranda açığa çıkardı. Bu anlamda derinleşerek de devam ediyor. Beraberinde ortaya çıkardığı çok önemli kazanımlar da söz konusudur.

Burada önemli olan, direniş sürecinin içinde açığa çıkan maddi ve manevi kazanımlar değildir kuşkusuz. Maddi ve manevi kazanımlar, sadece direnişimizde motive edici bir rol oynar. Kürdistan ulusunun, demokratik toplumun ve dostlarının direnişe daha güçlü katılmalarını ve sahip çıkmalarını motive eder. Fakat unutmayalım, amacımız mutlak surette tecridin kırılmasıdır. Önder Apo’nun, özgür ve sağlıklı bir ortamda çalışabilecek yaşam koşullarına ulaşması ve onun şahsında da Kürdistan toplumunun yarım asırdır sürdüğü mücadelesinin sonuçlarının kalıcı, özgürlük temelinde bir statüye kavuşturulmasıdır. Önemli olan ve mücadelemizin varmak istediği hedef, budur.

Hiçbir hedef yolun sonunda bizleri hazır beklemiyor. Mücadele etmeden, çalışmadan hiçbir hedefimizi gerçekleştiremeyiz. Biraz çalışarak, biraz bekleyerek ya da izleyerek, bir gün katılarak bir hafta unutarak hiçbir şey yapamayız. Bir işi öne alırken diğer işleri onun gölgesinde bırakmak, direnişi bir eylemle sınırlı görmek, miting ve yürüyüşlere katılırken nefes aldığımız diğer bütün zamanları rutin yaşamda unutulur hale getirmek, mücadele etmemek demektir.

Oysa, ulusal seferberlik ruhu ve inancıyla direnişe çağrı yapıyoruz. Çünkü biliyoruz, Strasbourg’da yaşadığımız gibi hücre hücre direnmeden, direnişi her ana sığdırmadan kazanamayız. Yine artık net bir şekilde anladık ki, bu direnişe her çevreden insan katmayı başaramazsak bir parça eksik kalacaktır. Direnişle doldurmadığımız her an tecridi yaşatıyor, faşizmi güçlendiriyor. Direnişe katamadığımız ve dışında kalan herkes bir lanet gibi sırtında tecridi taşır ve yaşatır konumda olacaktır. Bu nedenle direnişi anı anına geliştiriyoruz. Kazanımlarımızı anlara sığdırıyor, kattığımız her bireyde tecridi kırıyor, faşizmi yeniyoruz. Şu içinde olduğumuz günlerin her anı bir devrim, katılan her bireyi, devrimin bir kalesi gibidir. Bizce bu henüz yeterince idrak edilmiyor.

Ulusal direniş dışımızda gelişen ve sadece geneli alakadar eden bir konu değil. Ulus bizleriz, ailelerimizdir; bizi ve ailemizi ilgilendiren tüm işler ulusumuzun işleridir. Burada sıralayamayacağımız kadar çok olan bu işlerin hepsi direniş zeminidir. Çünkü tecrit ve faşizmin sızmadığı tek bir hücre yoktur. Yaşamı parçalara bölmek ve birbirinden kopararak özel genel vb ayrıştırmak faşizmin bizlere kanıksattığı bir aldatmacadır. Önder Apo üzerinde hayata geçirilen tecridi bizlere kanıksattıkları gibi…Unutturarak yaşam bağlarımızı koparmak istedikleri gibi…

Şimdi de aynı şeyi direnişimize dayatıyorlar. Direnişi diğer yaşam alanlarından ayrı ele almak, diğer işlerimizi direnişin alanı olarak görmemek, direnişi sadece bir kesime ve yaşamın bir boyutuna sığdırmak, genele ve yaşamın bütün boyutlarına direniş sorumluluğuyla yaklaşmamak tecridi kanıksatmanın; dolayısıyla direnişimizi anlamayarak yalnız bırakmanın çok sinsice hazırlanmış, kurgulanmış ve pratikleştirilmiş, özel bir faşizm uygulamasıdır. Artık hiç kimse buna alet olmamalıdır. Kim olursa olsun, nerede bulunursa bulunsun ve ne iş yapıyorsa yapsın esas gündemi, direniş olmalıdır. Biz öncülerin de herkesi ve yaşamın her alanını direnişe katmak dışında başka bir sorumluluğunun olmadığını unutmamalıyız. Unutmak, sessiz kalmak ve sınırlamak tecridi derinleştirmektir.

Hangi çalışma elimizdeyse, onu nitelikli ve başarılı kılmalıyız, onun etrafında toplumu örgütlemeli, bir araya getirmeli ve seslerini yükseltmeliyiz. Bizden farklı düşünen ama yüreği ve vicdanı tecridi kabul etmeyen her Kürde ulaşmalı, direnişe katmalıyız. Ailemizin rızkı için harcadığımız emek, çocuklarımızın eğitiminden tutalım sağlık sorunlarına kadar yaptığımız bütün işleri direniş haline getirebilir, bu sessizliğe bürünen alanları direniş çığlığına dönüştürebiliriz.

Örneğin, şu an Türkiye‘de seçim çalışmaları yürütülüyor. Açlık grevleri ve cezaevlerinde başlayan direniş ile yürütülen seçim çalışmaları, ayrı şeyler değildir. Israrla bunu ayrıştırmak, seçim çalışmalarını da başarısız kılacaktır. Oysa seçim çalışmasının kendisi faşizmi yıkacak bir direniş olarak ele alınmalıdır. Direnişin tek bir cephesi yoktur. İnsanların sokağa dökülüp seslerini yükseltmesi de bir direniştir, bunun yanında seçim çalışmasını ev ev, sokak sokak ve köy köy insanımıza birebir taşıyarak, direniş şiarını anlatarak, toplumu harekete geçirmek de bir direniştir. Avrupa’da yaşayan halkımız ve dostları da, bir çok alanda çalışma yürütüyor. Ekonomik, politik, diplomatik vb. bu toplumsal çalışmaları birbirinden ayrıştırarak direnişi sadece mitinglerle sınırlamak, sessiz ve tavırsız kalmak direnişi zayıflatmak anlamına geliyor.

İşte tam bu noktada Uğur Şakar arkadaşın yüksek vicdan, irade ve bağlılık gerektiren eylemini hatırlatarak doğru anlamak gerekir. Direnişimizden 6 ay önce de Almanya’da Ümit Acar arkadaş kendisini yakmış ve şehit düşmüştü. Adeta bu günlere bir çığlıktı. Karşılık vermediğimiz ortadadır. Tabi ki direnişimizin bir parçası olarak faşizme karşı net, keskin ve kahramanca bir duruş olarak değerlendiriyoruz ama hiçbirimiz unutmamalı bu bir vicdan ayaklanmasıdır. Çünkü bir tarafta direniş, diğer tarafta ise rutinleşen bir sorumsuzluk ve sessizlik var. Ve bu sessizlik vicdanları ayaklandırıyor. Uğur arkadaş da olduğu gibi vicdan, ateşten bir çığlığa dönüşüyor.

En başta öncüler olmak üzere tüm çalışanlar vicdani olarak kendini sorgulamaz, direniş tutumunu büyütmezlerse hiçbir çalışmayı başarılı kılamazlar. Herkesi vicdanını dinlemeye davet ediyoruz. Bizler rutin günlük işlerin peşinde değiliz. Hücre hücre, an an direnerek 40 yıllık mücadelemizin birikimini kalıcılaştırma ve özgürlüğe dönüştürme çabası içerisindeyiz.  “Tecridin kırılması ve faşizmin yıkılması” bu anlama geliyor. Leyla Güven öncülüğünde başlayan ve devam eden bu geniş kapsamlı direnişimize, yine Uğur Şakar arkadaşın eylemine, tavrına ve onun iradesine doğru sahip çıkmanın yolu, vicdanları ayaklandırmaktan geçer. Her yer ve her an da, güçlü ve kararlı bir duruşla direnişi büyütür, vicdanın sesini yükseltirsek kazanırız.

Direniş mutlaka başaracaktır. Tecrit kırılacak, faşizm yenilecektir.

Kaynak: Yeni Özgür Politika