Meral Danış Beştaş: Bizim hedefimiz çok büyük

DEM Parti’nin İBB Eşbaşkan Adayı Meral Danış Beştaş, 2019 ve 2023’te uyguladıkları stratejik yaklaşımın istedikleri sonuçları yaratamadığına ve toplumsal mücadeleyi ilerletemediğine işaret ederek, bu seçimlere kazanmak için girdiklerini söyledi.

Halkların Demokratik Partisi 2019’da ‘faşizmi geriletmek’ adına AKP-MHP karşısındaki adayları destekledi. Bunu stratejik bir hamle olarak tarif eden parti kapatma davası ile karşı karşıya kaldıktan sonra Yeşil Sol Parti adıyla girdiği 14 ve 28 Mayıs 2023 seçimlerinde de bu stratejiyi daha taktiksel bir düzeyde kullandı.

2024’e gelindiğinde ise DEM Parti olarak devam eden parti bu defa kendi adaylarıyla ve bazı yerlerde ise kent uzlaşısıyla seçimlere girme kararı aldı. O kararla birlikte özellikle CHP’nin önceki stratejiler çerçevesinde kazandığı büyük iller için tartışma da başlamış oldu. Aslında kamuoyu bu tartışmalara aşina. Zira hem iktidar hem de ana muhalefet DEM Parti’yi “kendi karşı tarafıyla anlaştı” olarak lanse etti. Herkes DEM Parti’yi kendisinden doğru bakarak tarif ederken DEM Parti kendi kararlarını uygulamaya koydu. İstanbul ise bu anlamda en çok tartışılan illerden biri. DEM Parti’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkan adayı Meral Danış Beştaş, bu tartışmaları ve neden aday olduklarını ANF’ye anlattı.

2019’da ve 2023’te gerek HDP gerekse de Yeşil Sol Parti olarak seçimlerde bir şekilde bir strateji ortaya koydunuz. O da faşizmi geriletme stratejisiydi fakat 2024 seçiminde stratejiniz değişti. Öncelikle bu strateji neden değişti? İkincisi, 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerinden sonra partinizin halka gittiği, geniş toplantılar yaptığı bir süreç de yaşandı. Bu stratejinin değişmesinde o toplantıların etkisi var mıydı?

Biz tabandan yükselen bir halk hareketi olduğumuzu her zaman söyleriz. Biz halkların partisiyiz bu nedenle. Türkiye'deki seçmenimizin, partililerimizin, yöneticilerimizin ve bir bütün olarak halkın talepleri, önerileri tabii ki partimizde çok ciddiye alınır. Çünkü bizim seçmen politik bir seçmen, herkesin kabul ettiği üzere bu işin acılarını yaşamış, çok büyük bedeller ödemiş, siyaseti siyasetçilerden daha iyi bilen, takip eden bir seçmen kitlesi ve bir nüfustan söz ediyoruz. Kürt halkı başta olmak üzere böyle bir durum var. Tabii ki biz bir halk hareketiyiz ve onların da bu kararlarda doğrudan etkisi olduğunu söyleyebilirim; ama bu kararlar yetkili kurullarda, kongreden kurultaydan çıkan PM, MYK kurullarında alınan kararlardır.

Neden değişti? Çünkü biz siyasette tek başına seçime özgüleyen bir parti değiliz. Demokratik siyaseti, Türkiye'de değişimi, dönüşümü, çözümü ve barışı olanaklı kılacak, sağlayacak bir yöntem olarak görüyoruz. Siyaset sadece seçimlere girip çıkmak değil, o bir yol. Siyasetin araçlarından bir tanesi destek almak, halka gitmek ama biz hep halka gidiyoruz zaten 2019 ve 14 Mayıs ile 28 Mayıs’ta uyguladığımız stratejik yaklaşım -özellikle 2019 için söylüyorum, 2023 daha çok taktiksel duruştu - istediğimiz sonuçları yaratamadı. Öngördüğümüz toplumsal mücadeleyi ilerletemediğini, aksine bir tıkanıklık yaşattığını tespit ettik. Bir bütün olarak iktidar karşısındayım diyen muhalefetin aslında iktidarla neredeyse aynı amaçlara hareket ettiğini gördük. Neticede birileri iktidar olsun diye biz bunu yapmadık ya da iktidarı aynı yöntemlerle devam ettirsin diye de yapmadık. Kürtlerin hak ve özgürlüklerini, taleplerini görmezden gelsin diye de yapmadık. Tam tersine bir kapı aralamak istedik ve bunun olmadığını, en azından bu zaman diliminde olmadığını gördük. Bir de tabii ki biz partiyiz ve seçimleri kendimiz gireriz ilk olarak, diğerleri istisnaydı. Asıl olan seçimlere kendi kimliğimizle girmektir.

İki tarafın da iktidarlaşan bir tavrı var dediniz. Sizin de dediğinize binaen DEM Parti ya da öncesi aday çıkardığında artık neredeyse ezberlenmiş iki kalıp var: “AKP ile anlaştılar”, diğer taraftan “CHP ile anlaştılar.” Kamuoyunu bu iki söylemin arasına sıkışan bir tartışmada seçime götürmek artık bir seçim geleneği oldu. Fakat DEM Partinin “üçüncü yol” dediği bir siyaset hattı var. Tam da bu iki söylem arasında üçüncü yol Türkiye halklarına ne gösteriyor?

Bu üstenci, egemenlikçi bir ilişki tarzı. Biz kendimizi sıkışmış gibi görmüyoruz. Tam tersine üçüncü yolu genişletiyoruz. Ufku genişletiyoruz ve umudu büyütüyoruz. Türkiye halklarının sadece iki kutba muhtaç olmadığını, üçüncü bir seçeneğin olduğunu, bunun adalet, özgürlük, eşitlik temelli olabileceğini; Türkiye’deki demokrasi güçlerinin, dinamiklerinin birlikte bir mücadele içinde olmaları halinde bu Cumhuriyeti demokratikleştirebilecek yolu da açıyoruz, açmaya çalışıyoruz. Herkes kendi kazancı kaybı üzerinden bizi, kendi seçmen kitlesi olarak görüyor. Bizim politik irademiz, amaçlarımız, dönüştürmeye çalıştığımız bu sistemi görmüyorlar. Bu da ne kadar doğru yolda olduğumuzu gösteriyor. Bu vesileyle biz seçim kampanyasında siyasal duruşumuzu, görüşlerimizi, politikamızı da en geniş kitleleri anlatıyor olacağız.

Peki, son seçimde adına ‘kent uzlaşısı’ dediğiniz mesele, bu saydıklarınızla da bağlantılı olarak, anlaşıldı mı, anlaşılmadı mı?

Tam anlamıyla sindirildiğini söylemek belki doğru değil; ama muhataplarının önemli bir bölümünün bunu anladığını, bazılarının bilinçli bir şekilde anlamak istemediğini ya da anlamazlıktan geldiğini düşünüyorum. Kent uzlaşısı demek o yereldeki, o merkezdeki il, olabilir, ilçe olabilir, belde olabilir; hiç fark etmez. Adı üstünde; kentin temel dinamiklerinin, kurumlarının bir bütün olarak uzlaşısı. Şurada ortaklaşalım, A isminde, B isminde ya da şu çatıda buluşalım, ortak girelim demek… Bunun hemen anlaşılması mümkün değil ama bizim demokratik perspektifimiz de bunu ortaya koyuyor. Ben kısa süre sonra bunun daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum.

Mesela DEM Parti İstanbul’da 17 ilçede aday çıkardı. Geri kalan ilçelerde kent uzlaşısı mı sağlandı yoksa bu partinizin kendi gücüne göre aldığı bir taktik miydi?

Büyükşehir dâhil 17 ilçede seçimlere giriyoruz. İki ilçede ise maalesef bir süre sorunu var. Esenler ve Bağcılar’da onun itirazlarını yaptık, bekliyoruz. Neticesinde bu partimizin kurullarının aldığı bir karar. Tek ölçü kent uzlaşısı değil, bazı ilçelerde göstermemeyi tercih ettik. Bütün yoğunluğumuzu biz 17 ilçe ve Büyükşehir’e vereceğiz.

Ama Esenyurt’ta kent uzlaşısı sağlandı değil mi?

Evet.

Aday olma tartışmalarını bir yana bırakırsak, İstanbul için ciddi bir soruna dair sormak gerekir. Ki o da deprem. İstanbul büyük bir deprem bekliyor ve bu konudaki hazırlık, meselenin ana odağı. Sizin İstanbul Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkan Adayı olarak depreme dair somut önceliğiniz nedir? En azından bu siyasi tartışmaların dışında İstanbul’a dair bu anlamda ne diyeceksiniz?

Tabii ki bu tip toplumsal meseleler de siyasetin merkezi. Bize göre sadece yarış ya da hangi parti ne diyor, nasıl yapıyordan ziyade halkın yararına nelere imza atılıyor, toplumu ne kadar önceliyor meselesi önemli. Mesela depreme yaklaşımda ya rantı ya da insan yaşamını öncelersiniz. Bu politik bir tercihtir. Biz kesinlikle insan hayatını önceliyoruz, yaşam güvenliğini önceliyoruz. Risksiz bir İstanbul meselesini önceliyoruz. Depreme yaklaşımımız bu, İstanbul hakikaten çok endişeli. Yani gittiğimiz her yerde bunu görüyorum ve Türkiye’de yaşayan herkesin mutlaka İstanbul’da bir yakını vardır. İstanbul Türkiye’dir lafını her an söylemek lazım. Hepimizin değdiği, temas ettiği bir şekilde etkilendiği büyük bir kent burası. İstanbul bir ülke aslında, hele ki uluslararası anlamda küçük ülkeleri düşünecek olursak, bu yönüyle depreme dair çok ciddi çalışıyoruz. 1 Mart’ta da İstanbul'a dair beyannamemizi açıkladık, orada bütün ayrıntılarıyla kamuoyuyla paylaştık.

Bu anlamda birkaç noktayı söylemem gerekirse biz rant odaklı deprem güvenliğinin sağlanamayacağını düşünüyoruz. Mesela şu anda en çok bir proje yarışı var. 650 bin konut yapılacak, kentsel dönüşüm olacak, nasıl olacak bunlar tartışılıyor ve ince araştırmaya girdiğimizde bu kentsel dönüşümün rant alanları yüksek bölgelerde olduğunu görüyoruz. Riskli bölgelerde değil, riskli bölgelerde yapılaşma izni verildiğini ise dehşetle öğreniyoruz. Her gün orada yine maalesef sermaye korunuyor. Yapanların rantı korunuyor. Bir kere bu yaklaşımı kesin reddetmek lazım. Biz insan odaklı ve risk durumuna göre yaklaşım göstereceğiz. Deprem toplanma alanlarından tutalım, deprem evlerine, kabinlere kadar bütün ayrıntıları tartışıyoruz. İstanbul'u nasıl güvenli bir kent haline getirebilirizi tartışıyoruz. İstanbul'un şu anda en büyük problemi deprem hakikaten, çünkü insanlar yarını göremiyor, kendini güvende hissetmiyor ve tabii ki aynı zamanda İstanbul yoksulluğun da en yaygın olduğu kent. İnsanların yaşam koşullarının en ağır olduğu kent, çünkü İstanbul’da yaşamak Bayburt'ta yaşamaktan daha zor. Hem ulaşımıyla hem fiyatlarıyla hem maliyetiyle başka bir dünya burası. Tabii ki ben burada İstanbul’u yaşayanları değil, İstanbul’da yaşayanları söylüyorum, İstanbul’da yaşamak ile İstanbul’u yaşamak başka bir şey. Nüfusun çoğunluğu İstanbul’u yaşayamıyor. Zaten kendi evinden, sokağından, mahallesinden bir adım öteye gidemiyor, sadece köprüyü metrobüsteyken belki geçebiliyor ya da işe giderken görebiliyor. Depremi, yoksulluğu, kent hakkını birbirinden bağımsız göremeyiz. Bunların hepsi birbirine bağlı. Dediğim gibi bütün ayrıntıları açıklayacağız. Biz İstanbul’un güvenli bir kent yapmak için bütçeyi nasıl kullanacağımızı, tabii ki halkın katılımıyla, İstanbul’da depreme dayanıklı konutların nasıl olacağını, risksiz alanların tespiti ve bu risksiz alanlarda yapılaşmanın nasıl olması gerektiğini açıklayacağız. Ve tabii ki kentsel dönüşüm değil yerinden dönüşüm, yani insanların mahallesinden, sokağından, komşularından koparmadan nasıl yaparız diye bakmak temel perspektifimiz.

Aslında en başta sorulması gereken bir soru bu ama tüm anlattıklarınızı ve tartışmaları beraberinde düşünürsek… Çünkü bu hepsini birleştiren asıl cevap olacaktır. Niçin adaysınız?

Biz bir kere halka ulaşmak, halkla birlikte olmak, partimizi anlatmak, Türkiye’nin devasa problemlerini tartışmak, bu konuda çözüm perspektifimizi anlatmak içim adayız en özet haliyle. Kürt meselesinin çözümsüzlüğü konusunda oluşturulan yargıya karşın çözüm perspektifimizi ortaya koymak, bu konuda tecride karşı özgürlüğü esas almak, hukuksuzluğa karşı hukuku esas alan, adaletsizliğe karşı adaletli esas alan, ölüme karşı yaşamı esas alan ve dahası uzun olan bir politik perspektifle seçim kampanyamızı yürütüyoruz. Çünkü biz halktan yana halkla birlikte bir yönetim hedefliyoruz ve bu konuda tabii ki diğer partilerle de diğer siyasi aktörlerle ve bütün dinamiklerle de bir dönüşümü hedef olarak önümüze koyduk. Siyaset biraz değiştirme ve dönüştürme iradesini ortaya koymak ve bunu başarabilmek tabii ki. Biz, o koltuğu kazanalım diye bakmıyoruz, mesele o koltuk değil bizim için mesele halka hizmet. Halka gerçekten ne kadar hizmet edebiliriz ve İstanbul üzerinden Türkiye’yi nasıl dönüştürebiliriz meselesi ve tabii ki başat olarak Kürt meselesi. Türkiye'deki ayrımcılık meselesi, inkâr meselesi, asimilasyon meselesi, inançlara karşı var olan eşitsiz yaklaşım meselesi, Alevi toplumuna karşı eşitsizlik meselesi ve kadın farkındalığı yaratabilme meselesi var. Kürtlerin mücadelesini, ödediği bedellerin anlamını anlatmak, çatışmalar yerine barış politikasını oluşturmak ve bu konuda toplumla birlikte dönüştürme çabamız; bizim hedefimiz çok büyük ve zaten siyaset de budur aslında. Yoksa sadece bir koltuk kazanalım diye değil. Ama tabii ki tüm cevaplarımız da şunu çok net söylüyoruz ve inanarak söylüyoruz: Biz birine kaybettirmek, kazandırmak gibi bir dertle yola çıkmadık. Biz kazanmak için yola çıktık. Kazanmak derken de bütün bu anlattığım başlıklarda kazanmak için.