Bayık: Savaşı çığırından çıkaranlar sonuçlarına katlanır

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık: Böyle bir devlete karşı tabii ki gençler de, kadın da fedai olur. Böyle bir zalime karşı bütün Kürtler kendini bomba yapıp patlatabilir. Savaşı bu yönlü çığırından çıkaranlar sonucuna da katlanırlar.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık: “Türk devletinin uçaklarıyla, tankı ve topuyla saldırarak Ceyş El Suwar savaşçılarını ve birçok sivili katletmesi Suriye'de yeni bir durum ortaya çıkarmıştır. Bu durum, Rojava Devrimi ve Kuzey Suriye Federasyonu Güçleriyle Türk devletinin çatışmasının açık hale gelmesini sağlamıştır. Rojava Devrimi ve Kuzey Suriye Federasyon Güçleri bu saldırıya karşı teslim olmayacağına göre, Türk devletiyle bir savaş durumunun gelişeceği anlaşılmaktadır. Doğru bir politika ve kararlı mücadele sürdürülürse Türk devletinin bu saldırılarının ters tepeceği ve Türkiye'ye pahalıya mal olacağı açıktır” dedi.

Türk devletini uyaran Bayık, “Böyle bir devlete karşı tabii ki gençler de, kadın da fedai olur. Böyle bir zalime karşı bütün Kürtler kendini bomba yapıp patlatabilir. Kürt’e böyle zulmü, böyle ahlaksızca uygulama yaparak Kürt’ün iradesini kıracağını sananlar daha büyük bir öfke patlaması ortaya çıkaracağını ve bunun altında ezileceklerini bilmelidirler… Biz buradan sesleniyoruz: evet savaş yürütüyoruz, ama her yol ve yöntem mubah değildir. Savaşı bu yönlü çığırından çıkaranlar sonucuna da katlanırlar. En son böyle bir uyarı yapma ihtiyacı duyuyoruz” diye konuştu.

Suriye’de kısa süreli ateşkesler bile uygulanamıyor. Rusya ve ABD öncülüğündeki blokların yanı sıra Türkiye gibi işgüzarlıklarla kendi gündemini de yürütmek isteyenler var. Siz kendi cephenizden baktığınızda büyük güçlerin hesaplarını, sahaya yansımasını ve Kürtler açısından olumlu/olumsuz taraflarını nasıl tasnif ediyorsunuz?

Ortadoğu, dünya dengelerinin kurulduğu coğrafyadır. Dünya dengelerinin kurulduğu bu coğrafyada Suriye’nin pozisyonu da önemlidir. Suriye batı açısından çok önemli üç devlete sınırdır. İsrail, Lübnan, Türkiye! İsrail, Lübnan ve Türkiye aynı zamanda batının Ortadoğu'ya açılım alanıdır. Bu açıdan Suriye’deki rejimin nasıl olacağı, karakterinin nasıl şekilleneceği batılılar açısından önemlidir. Öte yandan Rusya için de Suriye önemlidir. Eskiden beri Rusya’nın en fazla ilişkide olduğu ülkelerin başında Suriye gelmektedir. Rusya’nın başka Ortadoğu ülkeleriyle ilişkisi olsa da Suriye ile ilişkileri diğerlerine göre daha derindir, daha çok boyutludur. Bu açıdan Rusya da Suriye’yi bırakmak istememektedir. Bu yönlü bir mücadele vardır.

Türkiye ise hala Osmanlı döneminden kalma alışkanlıklar, genler ve zihniyetle Ortadoğu'da etkili olmak istemektedir. Nitekim Suriye’de iç karışıklıklar olunca Libya’dan farklı olarak hemen Suriye içine dalmıştır. O dönemdeki siyasal atmosfer düşünülürse iç karışıklıklar geçiren ülkeler kısa sürede düşüyordu. Türkiye Suriye’de de böyle olacağını düşünerek Suriye politikasına balıklama atlamıştır. Öte yandan Suriye’de mevcut rejimin yıkılıp yeni bir rejimin erken kurulmasını istemiştir. Suriye ile savaş uzarsa bundan Kürtlerin faydalanacağını düşünüp Suriye’ye müdahale ederek rejimin erken düşmesi ve yeni bir sistem kurulmasını hedeflemiştir. Bu çerçevede o dönemde rejimin düşmesinden sonra iktidar olacağı düşünülen siyasal İslamcı güçlerle ilişki kurmuştur. İhvanla ilişkileri gelişmiştir. Ama ihvan giderek zayıflayıp etkisizleşince El Nusra’yla, daha sonra da IŞİD’le ilişkileri geliştirip Suriye siyaseti üzerinden Ortadoğu'da etkili olmak istemiştir. Esas olarak da Rojava Devrimini önlemeyi hedeflemiştir. Bu açıdan bakıldığında her kesimin siyasi amaçları farklıdır. Bu yönüyle birçok dış güç Suriye’ye müdahale etse de amaçlarında farklılık olunca bu ister istemez ciddi bir karışıklık ve güç çekişmesi ortaya çıkarmıştır.

Büyük güçlerin planları bellidir. ABD ve Avrupa Suriye rejimini düşürüp kendilerine bağlı bir rejim kurmayı hedeflemişlerdir. İlk başlarda işbirlikçi ılımlı İslam olarak gördükleri İhvana destek verseler de sonradan görülmüştür ki bu güçlerin kendi politikalarıyla uyumlu olmayacağı, bu güçlerin varlığının radikal, sapkın çetelere zemin sunmaktadır. Ortadoğu'da İslam maskeli sapkın çeteler bu güçlerin varlığı ortamında güç bulmaktadırlar. Bu açıdan Mısır’da olduğu gibi ordu darbe yapmış, bunu da batı sessizce karşılamıştır.

Mısır’da İhvan-ı Müslim’in gerilemesi, iktidardan uzaklaştırılması doğrudan Suriye’yi etkilemiştir. Suriye rejimi siyasal olarak, toplumsal taban olarak çok güçlü değildir. Klasik iktidar anlayışıyla varlığını ayakta tutamayacak noktaya gelmiştir. Eğer bölgedeki başka dengeler devreye girmeseydi Suriye rejimi bu kadar uzun süre varlığını sürdüremezdi. Ancak bölgedeki güç mücadelesinden ve çelişkilerden iyi yararlandı. Bunu rahatlıkla belirtebiliriz. ABD, Fransa gibi güçler İsrail’in, Lübnan’ın ve Türkiye'nin konumundan dolayı Suriye’de radikal İslamcı bir iktidarın olmasını istemediler. Çünkü Suriye'de İslamcı bir rejimin varlığının yüz elli yıldır hazırladıkları Türkiye'yi çok olumsuz etkileyeceğini ve farklı bir mecraya kaydıracağını gördüler. Yine İsrail böyle bir rejimi kendisi için tehlikeli gördüğünden o güne kadar çatıştığı Esad rejiminin ayakta kalmasını tercih etti. Yine Fransa Lübnan ve Suriye ile tarihi ilişkileri nedeniyle IŞİD gibi, El Nusra gibi ya da İhvan gibi herhangi bir iktidarın Suriye’de hakim olmasını kabul etmedi. Bu durum Esad rejiminin yaşamasına imkan sundu. Esad rejiminin yaşamasında kuşkusuz İran’ın, Hizbullah’ın, Rusya’nın desteği olsa da esas olarak bölgedeki güç çatışması içindeki bu özelliklerden yararlandığını söylemek gerekmektedir.

Ortadoğu, dünya dengelerinin kurulduğu yerdir. Bu temelde Ortadoğu'da Üçüncü Dünya Savaşı da yaşanmaktadır. Suriye üzerindeki çatışmalar uzun sürdüğünden Rusya ve ABD çıkar çekişmesi içinde olsa da bazı konularda uzlaşmaları gerektiğini görmüşlerdir. Rusya ve ABD IŞİD’in, El Nusra’nın vb. radikal örgütlerin Suriye’de hakim olmasını kendi çıkarlarına aykırı görmüşlerdir. Bunun bölgede istikrarsızlık üreteceğini düşünmüşlerdir. Bu açıdan da Suriye’de radikal İslami kesimlerin hakim olmadığı ve bütün farklı etnik ve dinsel toplulukların sistem içinde yer aldığı, yine radikal olmayan İslami kesimlerin de sistem içinde kendisini bulduğu bir ortak noktada uzlaşma yolu bulmaya çalışmaktadırlar. Radikal gruplara karşı tutum ister istemez Rusya ve ABD'yi belli bir siyasi noktada bir araya getirmiştir. Bu durum mevcut dönemin soğuk savaş döneminden farklı karakterde olmasıyla da ilgilidir. Soğuk savaş dönemi cepheden bir çatışmayı, mücadeleyi içeriyordu. Günümüzde ise mücadele daha çok karmaşık, çok boyutlu sürmektedir. Artık Rusya da kapitalist sistem içindedir. Kapitalizmin tüketim toplumu aşaması ve küreselleşen bu süreçte cepheden çatışmalardan çok, her devlet, her bölgede iç içe ve yan yana çekişmeler ve çatışmalar içine girerek güç mücadelesi sonucu çıkarlarını dengelemektedirler.

Suriye de böyle bir alan haline gelmiştir. Ancak Suriye’nin karakteri, Rusya ve ABD'nin ilişkide olduğu güçlerin birbirlerine karşıtlıkları nedeniyle Suriye’de mevcut uzlaşmanın gerçekleşmesi kolay değildir. Rusya üsler kurmuş, ABD kendini etkili kılmaya çalışıyor. Tüm bunlar dikkate alındığında Suriye üzerinde belki de dünyada ilk defa olacak farklı bir uzlaşma örneğiyle karşı karşıya gelebiliriz. Çünkü ya şiddetli bir karşı karşıya geliş olacak -bu şiddetli karşı karşıya geliş de ne ABD'nin ne de Rusya’nın çıkarınadır.- ya da bir uzlaşma yoluna gideceklerdir. Gelinen aşamada Suriye üzerinde mücadele eden güçler arasındaki çekişme ve çatışmanın belki de en hafif yanı Rusya ile ABD arasındadır. Diğer güçler tamamen birbirlerini saf dışı etmek istemektedirler. Rusya ve ABD ise bu güç mücadelesinde ilişkide oldukları güçlerden herhangi birisinin tam hakim olmasını mevcut durumda çok gerçekçi görmemektedirler. Çünkü bölgesel güçlerin aralarındaki şiddetli çatışmaları ABD de kaldıramıyor, Rusya da kaldıramıyor. Bu nedenle bir ilişki-çelişki diyalektiği içinde süreç yürütülüyor. Ancak Suriye’deki siyasal mücadele, dengeler her an değişebilir. Nitekim yakın zamanda belli konularda ortaklaşmak isteyen Rusya ve ABD arasında çok sert bir karşı karşıya gelme durumu ortaya çıktı. Bu durum, Suriye içindeki mücadelenin kolay kolay istikrara kavuşamayacağını göstermektedir.

Büyük güçlerin olumsuz yanını ise şöyle belirtebiliriz; büyük güçler çok çıkarcıdırlar. ABD de, Rusya da öyledir. ABD oradaki Kürtlerle birlikte IŞİD'e karşı en büyük mücadeleyi verdi; Kürtler IŞİD'e karşı mücadelede büyük bedeller ödediler. IŞİD buradaki mücadeleyle gerileme sürecine girdi. Ama sonunda ABD IŞİD'i besleyen, büyüten Türkiye ile Kürtler arasındaki çatışmada Türkiye'yi gözetmeye başladı. Belki Kürtlerle karşı karşıya gelmedi, ama hep Türkiye'yi gözeten bir politika izledi. Bu da ne vicdanidir, ne de ahlakidir. Kürtlerle birlikte IŞİD'e karşı ortak mücadele yürütülecek, bu kadar bedel ödenecek, ama yakın zamana kadar IŞİD’le iç içe olan, IŞİD'e destek veren Türkiye'nin hassasiyetleri dikkate alınacak! Bu tabii ki dış güçlerin karakterini gösteriyor. Bu açıdan dış güçlerle ilişki kurmak, politika yapmak dikkat edilmesi gereken bir husustur. Kürtlerin buna çok dikkat etmesi gerekmektedir.

Rusya da Kürtlere çıkarcı yaklaşmaktadır. Türkiye ile ilişkileri bozulunca Kürtlere bir yakınlık duyuldu. Bu yakınlık Türkiye'yi korkuttu. Türkiye bu yakınlığın korkusuyla Rusya’ya yanaşınca Rusya çıkarları gereği yine Türkiye ile ilişkilerini düzeltmeye yöneldi. Ya da Kürtlerle ilişkisini sürdürürken o da ABD gibi Türkiye'yi gözeten bir yaklaşım içine girdi. Bu açıdan büyük devletlerle ilişkiler zordur; çok ince biçimde yürütülmesi gereken ilişkilerdir. Büyük devletlerle karşı karşıya gelmemek Kürtler açısından olumludur. Kürtlerin bu karşı karşıya gelişte bir çıkarı yoktur. Kürtler mevcut durumda sadece özgür ve demokratik yaşamlarını kurmak istiyorlar. Suriye'de ve Ortadoğu'da bir özgürlük vahası, demokratik vaha yaratmak istiyorlar. O açıdan kendi özgür ve demokratik yaşamlarına kilitlenmiş, buna yoğunlaşmış durumdadırlar. Ama büyük devletler çıkarları gereği bazen buradaki demokratik güçlerle olumlu ilişkiye girerken her an çıkarları doğrultusunda tersi durumda hareket etmektedirler. Bu da Kürtlerin esas olarak büyük güçlere dayanarak değil de, kendi öz güçlerine dayanarak mücadele etme gerçeklerini bir daha ortaya koymuştur. Kürtler ancak kendi öz güçlerine dayandıkları takdirde özgür ve demokratik yaşama kavuşurlar. Öz güçlerine dayandıkları takdirde bu büyük güçlerle ilişkilerinin bir anlamı olur; bu ilişkileri kendi yararlarına değerlendirebilirler. Öz güçlerine dayanmadıkları takdirde bu ilişkilerin Kürtlere fayda getirmeyeceği, ya da şimdi olumlu gözüken ilişkilerin giderek olumsuz sonuçlar doğuracağı açıktır.

Kürtler açısından Rusya ile ABD'nin sert bir mücadele içinde olmaması olumlu bir durumdur. Sert bir mücadelede Kürtler herhangi bir güçle karşı karşıya gelme durumunu yaşayacaklardı. Bu nedenle sert bir çatışmanın olmaması, ABD ve Rusya’daki ilişkilerin belli bir yumuşama göstermesi Kürtler açısından politika yapma imkanını arttırmıştır. Böyle belirtmek gerekmektedir. Ezilen, baskı altına alınan, soykırıma uğratılmak istenen Kürtler açısından büyük devletlerle çatışma çıkarına değildir. Zaten şimdiye kadar sömürgeci devletler bir büyük devleti yanına alarak Kürtler üzerinde baskı ve zulüm uygulamışlardır. Kürtlerin soykırımcı sömürgecilik altında olmasında ABD, Avrupa, Rusya gibi büyük devletlerin rolü de bulunmaktadır. Çünkü Kürtler yürüttükleri mücadelede hep sömürgeci güçlerin arkasında dış güçlerin desteğinin olduğunu görmüşlerdir. Bu açıdan Rojava’da, Suriye’de büyük güçler arasındaki ilişkilerin yumuşaması ve sorunları uzlaşmayla çözme yaklaşımlarının Kürtlere belli avantajlar sunacağını düşünüyoruz.

Kürtler Rojava’da büyük mücadele verdiler, hala da veriyorlar. Hem bir mücadele gücüdürler, hem de IŞİD gibi, El Nusra gibi faşist çetelere karşı mücadele veriyorlar. Öte yandan Kürtler bu mücadeleyi verirken Suriye’deki hiçbir güçte bulunmayan demokratik bir karakter ortaya koymuşlardır. Suriye’nin demokratikleşmesi ve yeni ve istikrarlı bir Suriye’nin yaratılmasında bir projeleri var; buna demokratik ulus projesi diyorlar. Farklı ve etnik inanç topluluklarının yan yana yaşadığı, birbirleri üzerinde hakimiyet kurmadığı, kardeşlik içinde yaşadığı bir siyasal yaklaşımları var. Bu Suriye açısından çok önemlidir, çok büyük bir şanstır. Suriye’de gerçekten böyle bir zihniyet gereklidir. Çok farklı inançlar var, farklı etnik topluluklar var. Bu tabii Kürtlerin pozisyonunu önemli kılıyor. Diğer yandan da Kürtlerin ve müttefiki olan güçlerin ortak savunma gücü olan QSD’nin hakim olduğu alanlarda zaman zaman patlamalar olsa da istikrarlı bir durum var. Toplumsal yaşam belirli bir uzlaşı içinde barışçıl sürmektedir. Farklı grupların birbirine karşı şiddet uygulamadığı, herkesin siyasal görüşünü ortaya koyduğu, örgütlendiği bir coğrafya bulunmaktadır.

Kuşkusuz bazı Kürt gruplarıyla PYD arasında QSD güçleri arasında, MSD arasında çelişkiler vardır. Ama bu onların daha çok dış güçlerle ilişki politikalarından kaynaklanıyor. Yoksa serbest siyasal örgütlenme hakları var, istedikleri gibi örgütlenebilirler. Ama Türkiye ile ilişki içinde, çetelerle ilişki içinde ya da başka güçlerle ilişki içinde devrim karşıtlığı, Rojava yönetimi karşıtlığı sürdürdüklerinden bu yönlü belli bir siyasi çekişme görülmektedir. Ama bir bütün olarak bakıldığında siyasal güçlerin, toplumsal kesimlerin Rojava’da kavga etmeden yan yana, barış içinde yaşadıkları görülmektedir. Bu çok önemli bir modeldir. Hem de Suriye içinde bu oluyor. QSD güçlerinin hakim olduğu bir yerde bir etnik ya da mezhepsel güç diğerlerinin üzerinde baskı kurmuyor, diğerlerini göçertmiyor. Yan yana birlikte yaşama anlayışı gelişiyor. Bu bakımdan Rojava Devriminin temel sosyolojik bakış ve siyasal yaklaşım olarak ortaya koyduğu demokratik ulus anlayışı çok çok önemlidir. Biz bunun da Kürtler açısından siyasal alanda da olumlu bir durum yarattığını görüyoruz.

Öte yandan Kürtler herhangi bir güce karşı değildirler. Kendi özgür ve demokratik yaşamlarını kabul edecek her güçle barış içinde yaşayacak bir politika yürütüyorlar. Kendilerine saldırılmadığı müddetçe hiç kimseye saldırma politikaları yok. Eğer Kürtler IŞİD’le çatışma içine girdilerse, bu IŞİD’in o tekçi, faşist karakterdeki zihniyetle herkese saldırmasından dolayıdır. Yoksa Kürtlerle onlar arasındaki çatışma ne bir etnik çatışmadır, ne de bir mezhebi inanç çatışmasıdır. Tamamen bir despot güce karşı Kürtlerin demokratik direnişini ifade etmektedir.

Rojava’da Demokratik Suriye Tartışma Platformu adı altında çok geniş çevrelerin katılımı ile Suriye’nin demokratik bir sisteme kavuşturulması için iki gün süren bir tartışma oldu. Bu tür çalışmalar konusunda Hareketinizin yaklaşımı ve düşünceleri nelerdir?

Biz Özgürlük Hareketi olarak Önder Apo'nun çizgisinde bir ideolojik ve siyasi yaklaşım içindeyiz. Önder Apo Suriye’de yirmi yıl kalmıştır. Suriye’nin hem toplumsal yapısını hem de siyasal gerçeğini yakından tanımaktadır. Uzun süre Suriye ve Lübnan’da kaldığı için tüm Ortadoğu gerçeğini de yakından tanımıştır. Bu açıdan Özgürlük Hareketi olarak Ortadoğu'yu ve Suriye'yi yakından tanıma şansına sahibiz. Bu da bize Ortadoğu'daki siyasal sorunların çözümünde doğru politika üretmede, doğru ilişki geliştirmede avantajlar sağlamaktadır. Önder Apo hem Ortadoğu'nun yaşadığı sorunlardan, hem de dünyanın yaşadığı sorunlardan dolayı tarihsel toplumu çözme temelinde geliştirdiği çözümlemelerle demokratik ulusun başta Ortadoğu olmak üzere insanlık açısından tek çözüm yolu, çıkış yolu olduğunu kapsamlıca gözler önüne sermiştir. Bu, Ortadoğu halkları açısında da insanlık açısından da büyük bir düşünce açılımını ortaya koymaktadır. Bu yönüyle de Suriye için demokratik ulus çözümünü doğru görmekteyiz. Demokratik ulus çözümü, bütün farklı etnik ve dinsel toplulukların demokrasi içinde varlığını sürdürdüğü, yerel demokrasi temelinde kendi kimliği ve kültürüyle kendini yönetme imkanına kavuştuğu bir demokratik sistemi öngörmektedir. Bu açıdan Suriye’de Önderlik çizgisinden etkilenen Rojava Devrimcileri demokratik ulus çizgisini esas almaktadırlar. Arap halkıyla da, Asuri-Süryani halkıyla da, Ermenilerle de, Çeçenlerle de, Türkmenlerle de kardeşlik ilişkisi içindedirler.

Kuşkusuz milliyetçilik Ortadoğu'daki Türkleri, Farsları ve Arapları etkilediği gibi, Kürtleri de kısmen etkilemiştir. Ama Kürtler içinde milliyetçilikten en uzak olan hareket Kürt Özgürlük Hareketi’dir. Yine Önder Apo’nun düşüncelerinde milliyetçiliğin zerresi yoktur. Tamamen özgürlük ve demokrasi esaslı ve halkların kardeşliğine dayalı bir düşüncedir. Bu açıdan Önder Apo'nun çizgisini esas alan bir hareketin diğer halklarla bazı sorunlar yaşasalar da kardeşlik ve eşitlik içinde bir ilişki sürdüreceği açıktır. Bu yaklaşımla hareket edildiğinde var olan sorunlar da çatışmaya, çekişmeye dönüşmeden rahatlıkla çözülecek sorunlardır. Nitekim ortaya çıkan sorunlar demokratik ulus anlayışıyla, demokratik anlayışla çözülmeye çalışılmaktadır. Bu açıdan biz Rojava’da Demokratik Suriye çalışma platformunu çok değerli bulduk. Halkların, toplulukların duygularını öğrenmek çok önemlidir. Rojava’da, Kuzey Suriye’de Kürtler ne düşünüyor, Araplar, Süryaniler, Ermeniler, Türkmenler, Çeçenler ne düşünüyor, bunların bilinmesi ortak yaşam, ortak bir siyasal sistem açısından çok çok önemlidir. Bu açıdan biz bunları çok değerli, çok anlamlı buluyoruz. Ortadoğu'da olmayanı, yapılamayanı yapıyorlar. Bu, Rojava Devriminin özgünlüğü ve ayrıcalığıdır.

Zaten Rojava Devrimi bu yaklaşım içinde olursa başarıya ulaşır. Rojava Devrimi de diğer topluluklar gibi, farklı siyasal kesimler gibi milliyetçi yaklaşım içinde olursa, dar milliyetçi yaklaşımlarla diğer toplulukların haklarını ve hukukunu gözetmezse, onlarla demokratik ilişkiler sürdürmezse kendini ayakta tutması mümkün değildir. Rojava Devrimini ayakta tutacak tek güç demokratik ulus anlayışıdır. Evet, öz savunma önemlidir, fedakarlık önemlidir, ama bunlar bir yere kadar Rojava Devrimini ayakta tutabilir. Rojava Devriminin varlığını esas olarak ayakta tutacak olan ise demokratik ulus anlayışı temelinde Kuzey Suriye’de halkların birliği ve kardeşliğini yaratmaktır. Bu temelde de demokratik federasyonu ortaya çıkarmaktır. Bu demokratik federasyon ne Kürtlerin, ne Arapların, ne Asuri-Süryanilerin, ne Türkmenlerin, ne de Çeçenlerin federasyonudur. Bu federasyon, Kuzey Suriye’de yaşayan bütün halkların federasyonudur. Ama bu federasyon içinde Kürtler de kendi kimliğiyle kültürüyle, demokratik özerkliklerini yaşayacaklardır; Süryaniler de kendi kimlik ve kültürüyle demokratik özerk yaşamlarını kuracaklardır, Araplar da kendi kimlik ve kültürleriyle bulundukları alanda özerk yaşamlarını kuracaklardır ve demokratik özerk yönetimlere katılacaklardır. Bundan daha demokratik siyasal bir yaklaşım ve proje olabilir mi? Kesinlikle sadece bu yaklaşım Suriye’de halkları yan yana ve birlikte tutabilir.

Biz kesinlikle Suriye’nin birliğinden yanayız. Suriye’nin parçalanması yaklaşımına karşıyız. Milliyetçi yaklaşımlar, mezhepçi yaklaşımlar Suriye’yi parçalar. Biz her türlü milliyetçi yaklaşıma da, mezhepçi yaklaşıma da karşıyız. Mezheplerin de, milliyetlerin de kardeşlik içinde yaşamasından yanayız. Bu açıdan böyle bir zihniyete dayalı bir Demokratik Suriye Federasyonu tüm Suriye’nin demokratikleşmesinin temeli olur, Suriye’nin birliğinin temeli olur. Kürtlerin öngördüğü Demokratik Suriye Federasyonu kesinlikle bölünmeyi değil, birliği güçlendirmeyi esas almaktadır. Zaten Kürtlerin demokratik Suriye içinde birlikte bir sistem kurma dışında ne tercihleri olabilir, ne de varlıklarını sürdürme imkanı bulabilirler. Bu, Kürtler için bir tercih değildir, bir zorunluluktur. Bu açıdan ne Araplar, ne başka güçler Kürtlerin Suriye’yi parçalayacağı gibi bir yaklaşım içinde olmamalıdır. Kürtlerin böyle bir yaklaşımı yoktur. Biz böyle bir yaklaşım görmediğimiz gibi, bu tür eğilimlere de karşıyız. Zaman zaman bu tür eğilimler Rojava Devrimi içinde de kendisini göstermektedir. Özellikle Kürt milliyetçi eğilimler, yine KDP’den ya da başka çevrelerin etkisiyle oluşan milliyetçi eğilimler karşısında Hareketimizin yaklaşımı kesinlikle milliyetçilikten uzak bir siyasal anlayışın olması yönündedir. Bizim tercihimiz de, düşüncemiz de böyledir. Rojava Devrimcilerinin de böyle yaklaşmasını isteriz. Zaten böyle yaklaşmaktadırlar. Rojava Devrimcileri milliyetçi yaklaşımlarla hiçbir şey kazanamazlar, elde edemezler. Ancak demokratik zihniyetle, demokratik anlayışla devrimin varlığını koruyabilirler.

Tabii ki Kürtler varlığını korumada ısrarlı olacaktır. Kürtler kendi kimliğini ve kültürünü geliştirmede ısrarlı olacaktır. Tabii ki Kürtler anadilde eğitimlerini yapacaklardır ve bulundukları yerlerde kendi kendilerini yöneteceklerdir; kendi özyönetimlerini, özerkliklerini kuracaklardır. Bu onların demokratik hakkıdır. Bu konuda farklı bir düşünce yoktur. Ama bunu milliyetçi bir yaklaşımla değil de, demokratik bir yaklaşımla, halkların kardeşliği temelinde Suriye’nin birliği içinde pratikleştirmeleri gerekmektedir. Biz de Rojava Devrimcilerinin yaklaşımını böyle görüyoruz, bunu doğru buluyoruz. Zaten bu yaklaşım Suriye halklarını ve dünya halklarını etkiliyor; Rojava Devrimi konusunda pozitif bir algı ortaya çıkarıyor. Rojava Devriminin güç kaynağı da budur.

Türk devleti Rojava Devrimcilerinin Fırat’ın doğusunda IŞİD'i atmasının önüne geçmek için Cerablus’u işgal ettiği gibi, şimdi de Efrin tarafında özerk Kürt bölgelerine saldırmaktadır. Kürt, Arap, Türkmen, Çeçen ve Süryanilerden oluşan devrimci güçlerin IŞİD’ten aldığı köylere saldırarak bazı devrimcileri ve sivilleri katletmiştir. AKP iktidarının bu politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu politikaya karşı nasıl bir mücadele verilmeli? ABD'nin bu alandaki yaklaşımını nasıl ele alıyorsunuz?

Türk devleti daha ilk günden itibaren Kürtlerin Suriye'de temel demokratik haklarını elde etmesi ve özyönetimlerine kavuşmasını engellemek için her yol ve yönteme başvurmuştur. Rojava Devrimini ezmek için IŞİD’le işbirliğini yapmış, hatta IŞİD’i bu nedenle en fazla besleyip büyüten güç olmuştur. “Kürtlerin Fırat’ın doğusuna geçmesi kırmızı çizgimdir” diyerek IŞİD’in varlığının sürmesini sağlamıştır. Eğer IŞİD şimdiye kadar Fırat’ın doğusunda hala varsa, bunu sağlatan Türk devletidir. Türk devleti IŞİD'i en fazla koruyan güç olmuştur. Ancak uluslararası güçler çıkarları gereği Türk devletinin bu politikasına karşı açık tutum almamışlardır. Açık tutum almadıkları gibi, Türk devletinin şantajlarına boyun eğerek Cerablus’a girmesine göz yummuşlardır. Türk devleti Cerablus’a gireyim, bir tampon bölge oluşturarak mültecileri buraya yerleştireyim dayatmasına sessiz kalmışlardır. Kuşkusuz Türk devletinin derdi mülteciler değildir. Zaten o kadar mülteciyi de Suriye üzerinde politika yürütmek, buralarda beslenen çeteler üzerinden Suriye'de etkili olmak için Türkiye'ye çekmiştir. Hatta bu konuda teşvik edici olmuştur. Bu defa da işgal ettiği alanlarda benzer bir yaklaşımla Suriye politikalarında etkili olmak istemektedir. Bu etkisiyle de Rojava Devrimini boğmayı hedeflemektedir. Türkiye'nin Cerablus’a girmesine izin verilmesi, Ortadoğu'da siyasetin ne kadar kirli ve ahlaksızca yürütüldüğünü bir daha gözler önüne sermiştir.

Şu anda ABD'nin ve Rusya’nın esasta hava destekli olarak savaşa müdahil olması dışında Suriye'deki tek işgalci güç Türk devletidir. Aslında bu işgalciliğe karşı demokratik Suriye federasyonundaki halklar dahil tüm Suriye halklarının bu işgale karşı direnişleri meşrudur. Suriye'deki tüm yurtsever demokratlar bir cephe kurarak bu işgale karşı savaş yürütebilirler. Türkiye böyle bir yurtsever demokratik mücadelenin zeminini yaratmıştır. Türkiye bu politikasıyla ve girişimiyle Ortadoğu'da yeni bir hegemonyacılık dönemini başlatmıştır. Sadece Kürtler değil, Araplar da tehdit altındadır. Öte yandan Türk devleti Ortadoğu'da mezhepçi çatışmaların en temel kaynağı ve tarafı durumuna gelmiştir. Bu da aslında Ortadoğu'da kan ve gözyaşı demektir. Bu açıdan Türkiye'nin işgaline karşı direnmek sadece Kürtler açısından değil, tüm Ortadoğu halkları açısından devrimci demokratik ve insani bir görev haline gelmiştir.

Türk devletinin uçaklarıyla, tankı ve topuyla saldırarak Ceyş El Suwar savaşçılarını ve birçok sivili katletmesi Suriye'de yeni bir durum ortaya çıkarmıştır. Bu durum, Rojava Devrimi ve Kuzey Suriye Federasyonu Güçleriyle Türk devletinin çatışmasının açık hale gelmesini sağlamıştır. Rojava Devrimi ve Kuzey Suriye Federasyon Güçleri bu saldırıya karşı teslim olmayacağına göre, Türk devletiyle bir savaş durumunun gelişeceği anlaşılmaktadır. Bu savaş durumunda ABD ve Rusya’nın tutumu ne olur bilemeyiz. Ancak halkların vicdanı ve tüm Ortadoğu halklarının bu savaşta devrimci güçlerin yanında yer alacağı açıktır. Doğru bir politika ve kararlı mücadele sürdürülürse Türk devletinin bu saldırılarının ters tepeceği ve Türkiye'ye pahalıya mal olacağı açıktır. Erdoğan Bush’u taklit edip ‘Önleyici Güvenlik Stratejisi’nden söz etmektedir. Bu, aslında Türk devletinin Kürtlere karşı yürüttüğü savaşı her yere yayması anlamına gelmektedir. Yine tüm Ortadoğu halklarını tehdit anlamına gelmektedir. Türk devletinin bu düzeyde boyunu aşan bir savaşa girmesi herhalde hayırlı sonuçlar doğuracaktır. Her işte bir hayır vardır kavramı belki de en fazla da bu durumda gerçekleşecektir. Erdoğan ve AKP iktidarı sanki Ortadoğu dünyasını boş ve hiçbir güç yokmuş gibi hareket etmektedir. Türkler bu coğrafyaya bin yıldır gelmiş olsalar da bu coğrafyanın beş bin yıllık yaşayan halkları vardır. Kökleşmiş- kültürleri ve derin yurtseverlik bilinçleri vardır. Eğer hala Orta Asya’dan gelen akıncılar gibi zorla bazı toprakları işgal etme ya da hakim olma anlayışıyla sonuç alacaklarını düşünüyorlarsa, bunun da ne kadar büyük yanılgı olduğu görülecektir.

Kim ne derse desin, Türk devleti hem Kürt düşmanıdır, hem de mezhepçidir. Politikalarının temeli buna dayanmaktadır. Şimdi Musul’da ben mezhepçiliğe karşıyım derken bile kendileri mezhepçilik yapmaktadır. Musul duyarlılığı Kürt karşıtlığı ve mezhepçiliği temelinde şekillenmektedir. IŞİD Telaffer’de Şii Türkmenlere saldırıp onları tümden oradan sürdüğünde Türk devletinin kılı bile kıpırdamadı. Çünkü IŞİD hem Kürt karşıtıydı, hem de Bağdat yönetimine karşıtıydı. Rojava’da nasıl ki Kürt düşmanlığından dolayı IŞİD'e tam destek verdiyse, Irak'ta da Maliki iktidarı karşıtlığı nedeniyle IŞİD'e tam destek verdi. Bu gerçekleri herkes bilmektedir. Hiç kimse Türk devletinin ben mezhepçiliğe karşıyım demesine inanmamaktadır. Karşıyım derken bile bir mezhebe ve bir halka karşı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Türk devletinin Önleyici Güvenlik Stratejisi dediği de, karşısına aldığı mezheplere ve halklara karşı saldırganlığı ifade etmektedir. Ancak yüz yıllar öncesi zihniyette kalan ve bugün ABD gibi büyük güçlerin politikasını taklit eden Tayyip Erdoğan şefliğindeki AKP iktidarı bu politikasının bedelini ödeyecektir. Bunu herkes yaşayarak görecektir.

İran’da Ruhani yönetimi de Doğu Kürdistan’da olumlu adımlar atmadı. Toplu idamlar, büyük güç tahkimatı, zaman zaman askeri saldırıların yanı sıra diğer üç parçada da kendisine bağlı güçlerle boy gösteriyor. Diğer parçalardaki sıcak gelişmelerin gölgesinde kalsa da, sorun tüm varlığıyla duruyor. En son 12 YRK’li gerilla yaşamını yitirdi; buna karşı misilleme eylemleri oldu. Kürtler ile İran arasında gerilim süreklileşen bir çatışma ve savaş biçiminde olmasa da devam ediyor. İran ile Kürtlerin ilişkisi nereye evrilir?

Kuşkusuz İran’da da Kürt sorunu var. Her ne kadar İran Kürtlerin varlığını resmi olarak yok saymasa da, Kürdistan Eyaleti bulunsa da pratikte Kürtler kendi kimliğiyle, kültürüyle, varlığıyla bir özyönetime kavuşmuş değil. Bu da tabii ki sorunların var olmasını sağlıyor. Aslında İran milliyetçi yaklaşımlardan uzaklaşsa, kendi tarihi köklerine, tarih içinde halklarla ortak yaşama geleneğine başvursa, İran'da halklar arası sorunları çözmek daha kolay olur. İran'ın böyle bir geleneği var. Bunu tarih olarak bilmekteyiz. Zaten İran tarih boyu büyük devlet olmasını ve devlet olarak sürekliliğini sağlamasını da farklı halklarla ilişkilenme, onları ortak yaşam etrafında tutma kapasitesine borçludur. Böyle bir tarihsel yönetim anlayışı olmasaydı İran'da süreklileşen bir devlet, bir yönetim gerçeği var olmazdı. Kuşkusuz hanedanlar değişmiştir; iktidar güçleri, odakları değişmiştir, ama kesintisiz bir devlet geleneği buna dayanarak sürmüştür. Ancak ulus-devlet ve milliyetçilik fitnesi Ortadoğu coğrafyasında halklar arası parçalılık, halklar arası kavga ortaya çıkardığı gibi, hakim ulusların Kürtleri yok etme, Kürtleri yok etme temelinde kendi ulus-devletlerini kurma gibi çok olumsuz bir durum ortaya çıkarmıştır. Milliyetçilik fitnesi İran’a da yansımıştır. İran kendi tarihsel geleneğine ters düşen bir yaklaşımla milliyetçi eğilimi kendi devlet iktidar ve yönetim anlayışına taşımıştır. Bu da sorunlarını çözen değil ağırlaştıran, sürekli İran için bir gerilim yaratan bir durum ortaya çıkarmaktadır. Kesinlikle İran içinde halklar arasındaki sorunların ortaya çıkması milliyetçi eğilimlerin şu ya da bu düzeyde İran’a yansımasıyla bağlantılıdır. Her ne kadar İran İslam Devrimi gerçekleşmiş ve bu devrim milliyetçilikten uzak durma gibi bir iddia ortaya atmış olsa da, Ortadoğu'ya giren milliyetçi zihniyet İran İslam devriminin kadrolarını da, İran İslam devriminin yönetimini de siyasal, toplumsal düzenini de önemli düzeyde etkilemiştir. Bunu siyasette ve bu siyasetin ortaya çıkardığı sorunlarda görüyoruz. Halbuki İran tarihsel geleneğiyle, milletçiliği dışlaması gereken İslami anlayışı birleştirerek İran içindeki tüm halkların sorunlarını rahatlıkla çözebilirdi. Böyle bir tarihsel gelenek ve birikimi bulunmaktadır.

Ancak şu andaki İran politikaları tarihsel gelenek ve birikimle ne kadar uyumludur denilirse, olumlu cevap vermek mümkün değildir. İran'da da diğer halkların kimliği, kültürü, özyönetimi konusunda hassasiyet göstermeyen, milliyetçi eğilimlerle yaklaşan bir yönetim yaklaşımı ve pratiği var. Merkeziyetçi yönetim anlayışı İran’da da kendini ortaya koyuyor. İran tarihindeki çeşitli toplumsal kesimlerin bulunduğu alanların belli bir özerk yaşama geleneği bugün merkezi bir anlayışla ortadan kaldırılmış bulunuyor.  Her ne kadar Kürdistan Eyaleti, Azerbaycan Eyaleti, Bellucistan, Huzistan Eyaleti’nden söz edilse de, bunların pratikte bir özyönetime, bir yerel demokrasiye dönüştüğü, burada yaşayan halkların kendi kimliği, kültürüyle bir özyönetim gerçeğine kavuştuğu söylenemez. Aksine merkezi iktidar kendini her yerde en etkin biçimde hakim kılmak istiyor. Ulus-devlet anlayışının o merkezi karakteri İran’da da diğer bölge ülkeleri gibi sürmektedir. Bu da tabii ki İran’da Kürtlerin sorununun da, diğer halkların sorununun da devam etmesi ve İran içinde bir gerilim konusu olması durumunu ortaya çıkarıyor.

Biz her zaman İran’daki Kürtlerle İran devleti arasındaki sorunların diyalog yoluyla, demokratik siyasal yollardan çözümünden yana olduk. Hep bu yönlü hem İran'ı teşvik etmeye, hem de Kürtleri bu yönlü teşvik etmeye çalıştık. İran’da Kürtler arasında sorunların çatışmayla değil de demokratik siyasal yollarla, müzakere yollarıyla çözülmesinin doğru olduğunu söyledik. Bunun hem Kürtlerin yararına olduğunu, hem de bütün İran halklarının yararına olduğunu vurguladık. Bu yaklaşımı başından itibaren benimsemiş bulunuyoruz. Hem İran’la ilişkilerimizde, hem Rojhilatê Kurdîstanlı örgütlerle ilişkilerimizde bu yaklaşımımızı ortaya koyuyoruz. 21. Yüzyılda doğru çözüm budur. Çatışmanın, savaşın İran'a da faydası yoktur. Sorunun ortada ve çözümsüz kalması ister istemez her türlü gerilimi de, her türlü çatışmayı da ortaya çıkarmaktadır. Özellikle Ortadoğu gibi bir yerde bu tür gerilimler her zaman büyük çatışma potansiyellerini ortaya çıkarıyor. Şu güç devreye giriyor, bu güç devreye giriyor, hatta demokratik siyasal yollardan çözüm eğilimi, zemini ortaya çıksa da bunu provoke eden güçler her zaman bulunuyor. İran’ın da bu gerçeği görmesi gerekmektedir.

Kuşkusuz şu anda Bakur’da Kürt sorunu var, Başur’da Kürtlerin bir federasyona ulaşma düzeyleri var; Rojava’da Kürtler kendi kimliğiyle, kültürüyle Suriye’nin birliği içinde özerk yaşama kavuşmak istiyorlar. Bütün bunlar bir gerçeklikken, kuşkusuz İran’ın da Kürtlerin sorununa bir çözüm bulması gerekiyor. İran bu yönlü mutlaka bir politika üretmek istiyor, ama bu üretilecek politikanın sorunlara cevap verecek düzeyde olması gerekiyor. Yoksa oyalayan, geçiştiren, zamana yayan politikanın İran için de bir yararı olmayacaktır. Geçen gün 12 YRK savaşçısı yaşamını yitirdi, arkasından misillemeler oldu. Biz bunların olmaması gerektiğini her zaman söyledik. Sorunların çatışmasızlık içinde karşılıklı anlayışla çözülmesi gerektiği yaklaşımımızı hep gösterdik. Şu anda da aynı yaklaşım içindeyiz.

İran ile Kürtlerin ilişkisi nereye evrilir konusu İran’ı ve Rojhilatlı Kürtleri ilgilendiren bir durumdur. Aslında tarihsel ilişkilere dayanılırsa İran’la Kürtler sorunlarını çözebilir. İran İslam Devrimi kendini milliyetçi, ulus-devletçi anlayıştan uzak tutarsa, Kürtler arasındaki sorunlara bir çözüm bulması mümkündür. Kaldı ki Ortadoğu'daki tüm gelişmeler İran'ın da bu soruna çözüm bulması gerektiğini gösteriyor. Artık Kürt sorununun çözümü İran'da da kendini ihtiyaç haline getirmiştir. Kürt sorununun çözümü İran açısından önünde duran bir görev ve sorumluluk oluyor. Bu açıdan bu dönem, bu yıllar çok önemlidir. Çünkü bu dönemde bu yıllarda eğer bir çözüm bulunamazsa sorunun son olaylarda görüldüğü gibi çatışmalara dönme potansiyeli, zemini var.

Bu açıdan sorun niyetler değildir; sorun, bir sorunun var olup olmadığıdır. Kürt sorunu varsa, ki İran'da vardır, o zaman bunun çözümü gerekir. Şu anda herhalde İran'da Kürtlerin sorunlarının çözüldüğünü söylemek İran için de mümkün değildir. Eğer sorun çözülmemişse o zaman çözülmesi gerekir. Çözülmezse o zaman gerilim, çatışma, her türlü durum ortaya çıkabilir. Bunu söylemek kehanet değildir. Bunu söylemek herhangi bir eğilim ve tercih değildir. Objektif durumun, bölge durumunun, tarihsel durumun ortaya çıkaracağı bir sonuçtur.

Kuşkusuz İran bölgede geleneksel ve tarihi bir güçtür. Her zaman Ortadoğu'da belli bir etkisi olmuştur. Bugün de bölge siyasetinde varlığı olan bir güçtür. Ancak gelinen aşamada artık devletlerin varlıklarını, siyasi etkilerini eski karakterde sürdürme şansları kalmamıştır. Artık özellikle İran gibi, Türkiye gibi bölgede etkisi olan devletlerin geçmişteki Osmanlı dönemi ya da Safavi döneminde olduğu gibi askeri güçleriyle bölgede etkin olma politikalarının zamanı geçmiştir. Böyle ülkeler ancak kendi iç sorunlarını, toplumsal sorunlarını çözdükleri ve demokratik bir karaktere kavuşarak ekonomik, sosyal alanda barış içinde belirli gelişmeler ortaya çıkardıkları takdirde etkili olabilirler. Artık bölgede de etkili olmanın yolu doğru bir yönetim anlayışı, toplum anlayışı, siyaset anlayışı, istikrar ve barışla olur. Bu açıdan İran bölgede etkili bir ülke, bu yönlü bir geleneğe sahip. İran devlet geleneği en fazla olan, en tecrübeli bir devlet ve ülkedir. Diplomatik gücü de vardır, siyasi gücü de vardır, sorunları çözme gücü de vardır, sorunlara müdahale etme yeteneği, kapasitesi tarihsel olarak güçlü olan bir ülkedir. Eğer bunu demokratik bir yaklaşımla çağdaş bir tutumla Ortadoğu'nun bugün ihtiyaç duyduğu biçimde yürütürse İran Ortadoğu'nun bütün sorunlarının çözümünde rol oynayacağı gibi, siyasi, ekonomik ve sosyal gücüyle yaratacağı etkiler olacaktır. Bunu da doğal görmek lazım. Çünkü Ortadoğu toplumu tarih içinde sınırları anlamsız olan, birbiriyle sıkı ilişki içinde olan, çeşitli gelişmelerin birbirini etkilediği bir tarihsel toplumsal geçmişe sahiptir. Bu birikimi ve deneyimi hegemonyacı, işgalci, diğer toplumları kontrol altına alma biçiminde değil de demokratik karakteriyle çağın koşullarına göre, tarihsel toplumsal gücüyle ele alırsa yaratacağı etki tarihsel toplumsal geçmişin doğal bir süreci olarak görülür. Bundan da aslında halklar zararlı çıkmaz. Biz olaylara böyle bakıyoruz. İran açısından da böyle bakıyoruz,  Türkiye açısından da böyle bakıyoruz.  Hatta İsrail bile tarihsel birikimi ve şu andaki varlığıyla doğru bir politik yaklaşım içinde olursa gerçekten Ortadoğu'nun bir avantajı haline gelebilir. Önemli olan Ortadoğu'da sorunların çözümüne doğru yaklaşmakla bağlantılı bir durumdur.

Dört parçası kısmi gelişmelere rağmen işgal altında, büyük nüfus sirkülasyonu mağduru ve her gün onlarca gencini şehit veren Kürtler, büyük özgürlük mücadelesinde orta vadede  nasıl bir projeksiyon tutmalı, askeri ve siyasi varlığı ile kendisine uygun ve doğru gördüğü sistem örtüşüyor mu?

Kürtler son kırk yıldır büyük bir mücadele verdiler. Bunun karşısında sömürgeci güçlerin ağır saldırıları oldu. 1990’larda Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi'ni kırmak için köyleri yakıp yıktılar, dört bin tane köy ve mezra boşaltıldı. Şimdi şehirleri yakıp yıktılar. Buraları boşaltıyorlar ya da sömürgeci soykırım sistemlerini yürütecekleri kamplar haline getirmek istiyorlar. Kürtler böyle zalim bir soykırımcı sömürgeciliğe karşı on binlerce şehit verdiler. Bu yönüyle Kürtler özgür ve demokratik yaşamı fazlasıyla hak eden bir halk haline geldiler. Bu onlarca yıllık mücadele Kürtleri yeniden yoğurdu; çok önemli yeni özellikler kazandırdı. Kürt’ün binlerce yıllık mücadele içinde oluşan karakterine son kırk yılda çok önemli değerler, karakterler kazandırıldı. Bu açıdan Kürtler özgürlüğü ve demokratik yaşamı hak ettiler. Yerlerinden göçertildiler, ama gittikleri yerlerde de özgürlük ve demokrasi mücadelesine katkı sunmaya çalıştılar. Soykırımcı sömürgecilik Kürtleri zorunlu göçe tabii tutarak amacına daha kolay ulaşmayı hedefledi. Ama Kürt halkı koşullar ne olursa olsun mücadelesini sürdürdü. Artık Özgürlük Mücadelesi'nden vazgeçecek bir halk değildir. Kadınıyla, genciyle bu mücadeleyi sürdürmekte kararlıdırlar.

Türk özel savaşı Kürtlerin bu irade ve kararlılığını kırmak için çok kirli bir savaş yürütüyor. Türk devleti insanlık dışı yöntemler kullanıyor. Dünyanın başka yerlerinde olsa tüm insanlığın ayağa kalkacağı saldırılar yapıyor. Ama NATO ülkesi olması, ABD ve Avrupa ile ilişkileri, ekonomik ve siyasi imkanlarını kullanması, kendini pazarlaması bu tür soykırımcı ağır saldırıların bu devletler tarafından görmezlikten gelinmesi durumunu ortaya çıkarıyor. Son zamanlarda bu saldırılarını daha da ağırlaştırmış durumdadır. Sadece özyönetim direnişlerinde halka olmadık saldırılar yapmadılar; nerede sokağa çıkan birisi varsa vuruluyordu. Kadın, çocuk, yaşlı demeden katlediyorlardı. Cenazeler sokak ortasında kalıyorlardı. Cenazelere her türlü hakaret yapılıyordu. Böyle bir zihniyete sahip. Öyle ki, bütün saldırılara rağmen Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi'ni kıramayan Türk devleti şimdi gözaltına aldıklarına tecavüz ediyor. Böyle bir yöntemi kullanmaya başlamıştır. Gözaltına alınanlara tecavüz ederek iradesini kırmaya, düşürmeye çalışıyor. Bu kadar alçaklaşmış bir devlet gerçeği karşısındayız. Artık hiçbir ahlak, vicdan, değer tanımıyor. İnsanlık tarihindeki her türlü en kötü yöntemi Kürtler üzerinde denemeye çalışıyor. Kırk yıllık mücadelesini kıramadığı Kürt halkını bir taraftan her türlü askeri tekniği, araçları kullanıyor, diğer taraftan halka eziyet yapıyor, halkın evini yakıp yıkıyor. Şimdi buna gözaltına aldığı kadınlara da erkeklere tecavüzü de eklemiştir. Gözaltına alınanlar bunu kamuoyuna yansıtmıyor, ama böyle bir gerçeklik bulunmaktadır. Bize her gün bu yönlü bilgiler ve raporlar gelmektedir. 

Şimdi böyle bir soykırımcılıkla karşı karşıyayız. Ama buna karşı da büyük tarihi direniş veriliyor. Tabii ki tüm bu gerçekler Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamı hak ettiğini gösteriyor. Tüm saldırılara rağmen biz Kürt sorununun çözümünü sınırları sorun yapmadan Türkiye halklarıyla, bütün Suriye halkıyla, İran halkıyla, Irak halkıyla çözmek istiyoruz. Önder Apo ulus-devlet yaklaşımının çözüm getirmediğini söylüyor. Devletin özgürlük getirmeyen bir karakteri olduğunu defalarca vurguladı. Bu bakımdan Kürt halkının en fazla da demokrasi altında, Türkiye'nin demokratikleşmesi, Suriye’nin ve Irak’ın demokratikleşmesi altında kazanacağını söyledi. Bu yönüyle biz Kürtlerin devletle değil, demokrasiyle daha güçlü kazanacağına, Ortadoğu'nun yükselen halkı haline geleceğine inanıyoruz. Kesinlikle bu doğrudur. Bugünkü durumla Kürtlerin devlet olma ihtimalini karşılaştırmamak lazım. Demokratik çözümle devletçi çözümün kazandıracakları arasındaki durumu karşılaştırmak lazım.

Türk devleti o kadar zulüm yapıyor ki, ya da soykırımcı sömürgeciler Kürt halkına o kadar zulüm yapıyor ki, Kürtler neredeyse bu devletlerle aramızda hiçbir ilişki olmasın, dünyanın en yüksek duvarları kurulsun, bunların vahşetine, bunların insanlık dışı uygulamalarına maruz kalmaktan çıkalım diyecek. Bu devletle yaşanmaz diyecek. Zaten bizim de kastettiğimiz bu devletle yaşamak değildir. Bu devletle birlikte yaşanamaz. Bu yönüyle halk haklı olarak mevcut devlete tepkisini böyle dile getiriyor. Bu da bir gerçekliği ifade ediyor. Bunu da anlıyoruz. Çünkü Türk devletinin uygulamaları gerçekten de insanlık dışıdır. Kürt’ün iradesini kırmaya yöneliktir, ahlaksızcadır. Özyönetim direnişleri döneminde cenazelere ne yaptıklarını gördük. Şimdi gözaltına aldığı kadın ve erkeklerden bilgi almak için, iradesini kırmak için tecavüz ediyor. Bu kabul edilebilir mi?

Böyle bir devlete karşı tabii ki gençler de, kadın da fedai olur. Böyle bir zalime karşı bütün Kürtler kendini bomba yapıp patlatabilir. Kürt’e böyle zulmü, böyle ahlaksızca uygulama yaparak Kürt’ün iradesini kıracağını sananlar daha büyük bir öfke patlaması ortaya çıkaracağını ve bunun altında ezileceklerini bilmelidirler. Bu açıdan biz bu yönlü uygulamalar yapan polis ve asker kimlerse uyarıyoruz; bu tür uygulamalar yapanlar bilmeli ki, her türlü tepkiyi de hak ediyorlar. İnsanlığın değerleri var, ahlakı var. Savaşın da bir ahlakı ve kültürü var. Savaşın da bir ölçüsü var. Düşmanlığın da bir ölçüsü var. Türk devleti tüm bunları kaybetmiş durumdadır. Herhalde 15 Temmuz darbesinden sonra AKP'nin topluma kazandırdığı IŞİD vari yöntemler ve değerler asker ve polisi bu tür uygulamalara yöneltmektedir. Aşiretlerin, eski toplulukların, eski insanların bir savaş kültürü vardı. Bugün dünyada da bir savaş hukukundan söz edilmektedir. Türk devleti bunların hepsini ayakaltına alarak Kürt’e karşı savaşta Kürt’ün iradesini kırmak için, onu ezmek için her yol mubahtır diyor. Biz buradan sesleniyoruz: evet savaş yürütüyoruz, ama her yol ve yöntem mubah değildir. Savaşı bu yönlü çığırından çıkaranlar sonucuna da katlanırlar. En son böyle bir uyarı yapma ihtiyacı duyuyoruz.

Bizim kısa vadede, orta vadede, uzun vadede projeksiyonumuz Ortadoğu'nun demokratikleşmesi, bölge ülkelerinin demokratikleşmesi temelinde Kürtlerin demokratik özerk yönetimlere kavuşmasıdır. Kendi kimliğiyle, kültürüyle, diliyle özgür ve demokratik yaşama kavuşmasıdır. Kürt bu yönlü özgür ve demokratik yaşama kavuştuğunda kültürüyle, diliyle, varlığıyla, zihniyetiyle tarihte yükselen halk olma onurunu kazanacak, çok güçlü değerleriyle, karakteriyle bütün Ortadoğu halklarının, bütün insanlığın özgür ve demokratik yaşamasında katkısını sunacaktır. Kürt’ün 21. Yüzyıldaki rolü ve geleceği bu çerçevede olacaktır.