Öcalan'ın öz savunma için tespitleri neler?

Her canlı için vazgeçilmez bir gerçekliğe sahip olan öz savunma ve güvenlik boyutu, Kürtler açısından da oldukça hayati önemde...

Her canlı için vazgeçilmez bir gerçekliğe sahip olan öz savunma ve güvenlik boyutu, Kürtler açısından da oldukça hayati önemde. Son dönemde Kuzey Kürdistan’da öz yönetim direnişleriyle yaşanan gelişmeler Kürtler için öz savunmanın asimilasyon ve kırıma karşı kendini korumanın tek seçenek olduğunu bir kere daha ortaya koydu.

Doğada canlıların yaşayabilmesinin temel üç dayanağı var; beslenme, üreme ve güvenlik. Toplumlar söz konusu olduğunda bu üç olgu daha büyük bir önem arz ediyor. Beslenme ve üreme doğal bir olay gibi ele alınırken, mesele güvenlik olduğu zaman devletçi zihniyet ortaya çıkıyor. Toplumların güvenliği dünya genelinde iktidar elitlerinin elinde tutulmakta. Peki, güvenlik adına kurulan ordular ve diğer mekanizmalar toplumu ne kadar koruyabiliyor? Hele hele demokrasi kültürünün gelişmediği, üniter devlet ve tekçi zihniyet ortamlarında toplumlar kendilerini nasıl savunur? Günümüz dünyasında adına 'üçüncü dünya savaşı' denilen Ortadoğu’daki savaşta, toplumların savunma sistemi nasıl gelişecek? Devletleşmiş toplumlar için bir sistem söz konusuyken, Kürtler gibi devletleşmemiş ve her an soykırım tehlikesi altında olan toplumları kim savunacak?

DEVLET TOPLUMU KORUMUYOR

Savunma sistemi olarak devlet ordularının toplumu savunduğu ve bununla meşruiyet kazandığı söylense de gerçek bunun aksi. Ordu düzenlerinin koruduğu, aslında sadece devlet iktidarı ve ondan beslenen çıkar grupları oluyor. Ordunun toplumu savunduğundan bahsedilemez.

Bugün Kürtlere soykırım uygulayan güçler, mevcut ulus-devlet sistemleridir. Dolayısıyla Kürt halkı devletin kendisine özgürlük ve gelecek değil; baskı, şiddet, soykırım ve sömürü getirdiğini görüyor. Onun yerine demokrasi ile kendini savunmak istiyor. Kendi güvenlik ve savunma sistemini de demokrasi temelinde kuruyor. Demokratik öz yönetime dayalı olarak özgücüyle, öz savunması ile kendini savunmak istiyor. Bu noktada 2013 yılından beri hem Rojava Kürdistanı'nda hem de Güney Kürdistan’da gelişen DAİŞ saldırıları, yine Kuzey Kürdistan’da yüz yıldır devam eden ve son olarak AKP-Erdoğan eliyle devam ettirilmek istenen soykırım girişimlerini göz önüne aldığımızda, bu talep oldukça insani ve haklı bir şekilde karşımıza çıkıyor. Türk devlet yetkililerinin her fırsatta Kürtleri silahsızlandırma pozisyonuna çekme istemleri aslında Kürt halkını savunmasız bırakma niyetini ortaya koyuyor. DAİŞ çeteleri gibi insanlık dışı güçlerin her gün saldırılarına maruz kalan Kürtler için öz savunma sisteminden vazgeçmesi demek, 'kuzuyu kurda teslim etmek' anlamına geliyor.

SOYKIRIMA KARŞI ÖZ SAVUNMA

Bitkiler, hayvanlar, toplumlar, bütün canlılar için geçerli olan savunma etkeninin Kürt toplumu açısından düşünülmemesi mümkün mü? Dört parçaya ayrılmış gerçeklik içerisinde 21. yüzyılda Kürtler hala varlık mücadelesi yürütmekteler. Oysa günümüze kadar yok sayılan ve en temel insani hakları engellenen Kürtler, bugün tüm insanlığın korkulu rüyası haline gelmiş olan DAİŞ çetelerini durduran temel güç oldu. Ortadoğu’da yürüyen savaşın temel aktörlerinden biri olan Kürtler bir taraftan da soykırım tehdidi ile karşı karşıya. Ekonomiyle, sosyaliteyle, siyasetle, kültürle, eğitimle, askerlikle Kürtler üzerinde bir “soykırım” politikası uygulanmakta. Fazla uzağa gitmeden son günlerdeki gelişmelere baktığımızda, Türk devletinin Kürt sorununa yaklaşımında bu soykırım uygulamaları açığa çıkıyor. Türk devleti ve AKP hükümetinin başını çektiği sistem, Kürtlerin hem kazanımlarına karşı hem de özgürlük mücadelelerine karşı bir savaş açmış durumda. DAİŞ çeteleriyle mücadelesinde tüm dünyanın ilgisini çeken Kürt halkına karşı Türk devleti de tüm kurumlarıyla saldırıya geçmiş durumda.

AKP hükümeti ve Recep Tayyip Erdoğan’ın özel paralı ordusu ve çeteleri Rojava’da başaramadığını Kuzey Kürdistan’da yapmak istiyor. Dinci ve milliyetçi örgütlenmelere dayanarak olarak oluşturduğu “Esedullah” gibi çeteleri Kürdistan’ın şehir ve kasabalarına sürerek yeni katliam politikalarını devreye koydu. Kürt halkının direnen dinamik kesimlerini hedef alarak Kürtleri yeniden teslim almaya çalışıyor. Kendi anayasasını bile hiçe sayarak soykırım uygulamalarını devreye koydu. Amed, Sur, Cizîr, Silopî, Nusaybin başta olmak üzere aylardır süren 'sokağa çıkma yasakları' ile Kürt halkına karşı sistemli, örgütlü bir saldırı söz konusu.

Tüm bu saldırı ve tehlikelere karşı Kürtlerin kendi güvenliklerini nasıl sağlamaları gerektiği sorusu her geçen gün daha da önem kazanıyor. Herkesten daha fazla günümüzde Kürtlerin güvenlik ve savunmaya ihtiyacı var. Kürtler yok olmamak ve soykırımı durdurabilmek için güvenlik ve savunma gücünü oluşturarak “öz savunma” temelinde kendini savunmaya çalışmakta.

'ÖZ SAVUNMA DİRENCİ KIRILIRSA YEM OLUNUR!'

“Demokratik özerkliğin” dokuz boyutundan biri olan “öz savunma” üzerine pek çok tartışma gelişti. Pek çok kesim öz savunmayı kendine göre yorumlasa da bu konuda en güçlü tanımlamaları Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan İmralı’da yazdığı savunmalarında ifade etti. Canlılar dünyasında tek bir türün savunmasız olmadığını, hatta her elementin, her parçacığın varlığını korumak için gösterdiği direnci öz savunma olarak tanımlayan Öcalan, "Bu direnci yitirdi mi o element veya parçacık bozulur, kendisi olmaktan çıkar, başka bir unsura dönüşür. Canlılar âleminde ise öz savunma direnci kırıldı mı, o canlı ya başka canlılara yem olur ya da ölür" demekte.

İnsan türü ve toplumunun öz savunma olmadan kendini ayakta tutamayacağını ifade eden Öcalan, şu tespiti yapıyor:

"İnsan türünde savunma biyolojik olduğu kadar toplumsaldır. Biyolojik savunma her canlı varlıktaki savunma güdüleri tarafından yerine getirilir. Toplumsal savunmada ise, topluluğun tüm fertleri ortaklaşarak kendini savunur. Savunma topluluğun asli bir işlevidir. Onsuz yaşam asla sürdürülemez.

Canlılar dünyasının öz savunmasından çıkarabileceğimiz diğer önemli bir sonuç, bu savunmanın sadece varlıklarını korumaya yönelik olmasıdır. Kendi türünden, hatta başka türlerden varlıklar üzerinde hâkimiyet kurma ve sömürgeleştirme sistemleri yoktur. İlk defa insan türünde hâkimiyet ve sömürge sistemleri geliştirilmiştir."

Öz savunmayı “ahlaki ve politik toplumun güvenlik politikası” olarak da tanımlayan Kürt Halk Önderi, şöyle diyor: "Kendini savunamayan toplum ahlaki ve politik vasfını kaybeder. Toplum ya sömürgeleşmiştir, eriyip çürümektedir; ya da direniştedir, ahlaki ve politik vasfını yeniden kazanmak ve işlerliğe kavuşturmak istemektedir. Öz savunma, bu sürecin adıdır. Unutmamak gerekir ki, tarihsel-toplumlar uzun süredir sınıflı ve iktidarlı olup, daha uzun süre bu özelliklerini korumak isteyen güçler olacaklardır. Bu güçler varlıklarını korumak için tüm güçleriyle direneceklerdir. Dolayısıyla öz savunma yaygın bir toplumsal talep olarak uzun süre toplumun gündeminde önemli bir yer tutacaktır."

'KÜRTLER İÇİN BÜYÜK ÖNEMDE'

Üniter devlet ve tekçi zihniyet adına dayatılan çok boyutlu soykırım politikaları karşısında Kürt halkı için öz savunmanın hayati önemde olduğuna dikkat çeken Öcalan, şu belirlemede bulunuyor: "Kürtler açısından öz savunma yaşadıkları somut koşullara göre tarih boyunca hep büyük önem taşımıştır. Neolitik devrimi en derinlikli ve uzun süreli yaşayan toplulukların birinci elden ardılları oldukları için hep saldırılara maruz kalmışlardır. Sümer uygarlığından günümüzdeki hâkim uygarlığın son hegemon gücü ABD’ye kadar sayısız uygarlık gücünün aynı bölgeye ve topluluklara dolaylı ve direkt saldırıları hiç eksik olmamıştır. Resmi modernitenin son dört yüz yıllık tarihi; çok etnisiteli, çok kültürlü, farklı siyasi oluşumlu, öz savunmalı toplumu 'homojen ulus' adına bir nevi soykırıma tabi tutma eylemidir."

Kapitalist modernite ile Kürtlerin sadece özgürlüklerinin değil, varlıklarını da yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kaldıklarını ifade eden Öcalan, savunmasız kalan toplumun neyle karşılaşacağını şu şekilde ifade ediyor: "Siyasi sınırlar içinde ‘tek dil’, ‘tek ulus’, ‘tek vatan’ yaratma program ve eylemi, o sınırlar dahilindeki diğer diller, uluslar ve vatanların inkâr ve imhayla karşılaşmalarına yol açmıştır. Kürtler zorla bölündükleri tüm vatan parçalarında, ulus-devletler tarafından inkâr ve imha sürecine alındılar. Hegemonik güçler tarafından desteklenen ulus-devletler Kürtleri ve Kürdistan’ı tasfiye etmeyi temel politika bellediler. Yetersiz kalan öz savunma direnişleri kırılınca, sıra toplumun çökertilmesi ve çözdürülmesine, asimile edilerek tasfiyesine geldi."

Savunmasız bir halkın sorgulama gücünün olmayışı vahim sonuçları doğurur. Kendiliğinden kopuşun bu denli kolay olduğu bir halkın modern toplumlara, ulus-devlet toplumlarına has bir biçimde vatanını, ekonomisini, özgür yaşamını ve kimliğini savunmasını beklemenin nafile bir çaba olduğuna vurgu yapan Öcalan, "Emperyalizm ve sömürgecilik hep savunmasız toplum ve bireyler oluşturma peşindedir. Tüm gücüyle bunu gerçekleştirmeye çalışır. Kürtlerin durumu söz konusu olduğunda durum daha da vahim bir hal alır. Kürtler sadece toplumsal varlığını, vatanını ve özgürlüğünü savunamaz durumda bırakılmamışlar, aynı zamanda kendilerinden korkan, kaçan ve utanan bir konuma düşürülmüşlerdir" diyor.

'PKK İLE KÜRTLER YENİ SAVUNMA SİSTEMİNE KAVUŞTU'

Her dönemde bir varlık mücadelesi veren Kürt toplumu, onlarca defa geliştirdiği isyanlarla direnişini ortaya koydu. Bastırılan her isyan sonrası katliam ve soykırımlarla yüz yüze kaldı. Ama tüm tasfiye politikalarına rağmen Kürtler, günümüze kadar ayakta kalmayı başarmıştır. Özellikle “yirmi dokuzuncu isyan” olarak da ifade edilen Kürt Özgürlük Hareketi PKK ile Kürt halkı yeni bir savunma sistemine kavuştu. PKK’yi Kürt halkının öz savunma hareketi olarak tanımlayan Öcalan, 1984 yılından günümüze kadar gelişen savunma mücadelesine ilişkin şunları kaydediyor: "Önceleri ideolojik ve politik olarak yürütülen öz savunma hareketi kısa sürede karşılıklı şiddete dayanan bir öz savunma aşamasına geçti. Başlangıçta sadece kadro ve sempatizanların varlığını savunmaya dayalı silahlı savunma 15 Ağustos 1984 Hamlesiyle halkı da kapsamına alarak genişledi. Halkın öz savunma savaşına dönüşen hareket tüm ilgili hegemonik güçlerin, özellikle NATO-Gladio güçlerinin planlı saldırılarına uğradı. Kürdistan’da kendi kaderi üzerinde söz sahibi olacak Kürtlerin bölgedeki dengeyi alt üst etmelerinden çekinen tüm güçler bu saldırıların arkasında yer aldılar. Buna rağmen bu direnme savaşları; dayatılan inkâr, imha ve asimilasyon politikalarına büyük darbe vurdu. Halkın kimliğine sahip çıkma ve özgür yaşama arzusunda ısrar etme tavrını kesinleştirdi. Ulus-devletlerin Kürt halkı üzerindeki eski tasfiyeci emelleri tümüyle sona ermemişse de, eskisi kadar iddiaları kalmamıştır. Kürt kimliğinin kabulü ve özerk yaşama saygı aşamasına gelinmiştir. Bu durum öz savunma savaşı açısından yeni bir durumdur."

AKP’nin zihnen ve pratik açıdan demokrasiden uzak olması, onu Kürt sorununun çözümünde de engelleyici konuma getirdi. “Çözüm süreci” olarak yürüyen süreçte AKP siyasi sorumluluk almayarak bugün yaşanan çatışmalı sürece yol açtı. Devlet rantı peşindeki AKP’nin tutumunun Kürtleri ve özgürlük hareketini yeniden yol ağzına getirdiğini belirten Öcalan, "İletilen mesajlara verilecek yanıtlar ya büyük, onurlu barış ve anlamlı, içeriği en azından Demokratik Özerklik olan bir demokratik çözüm yolu doğrultusunda olacak, ya da son otuz yılın düşük yoğunluklu savaşlarının çok üzerinde, KCK’nin tek taraflı yönetimi ile iç içe kapsamlı bir öz savunma savaşları dönemine girilecekti. Bu sürece yeni bir savaş dönemi demek yeterli olmayacaktır” şeklinde ifade ediyor.

NASIL KALICI HALE GELECEK?

İçinden geçtiğimiz süreç açısından öz savunmanın nasıl kalıcılaşacağı önemli bir soru. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, bu soruya özet olarak şöyle yanıt veriyor:

"Tek silahlı güç tekeli olan ulus-devletlerin fırsat buldukça uygulamaktan kaçınmayacağı yeni inkâr, imha ve asimilasyon politikaları KCK’nin öz savunma sistemini kalıcı olmaya zorlamıştır. Ulus-devletlerle ortak yaşamanın asgari koşulu, Kürt öz kimliğinin ve özgür yaşamının anayasal güvenceye kavuşmasıdır. Anayasal güvence yetmez, ayrıca yasalarla belirlenecek statülerle bu güvencenin somut koşulları aranacaktır. Dışa karşı ortak ulusal savunma dışında, güvenlik işlerinin Kürt toplumunun kendisi tarafından karşılanması gerekir. Çünkü bir toplum iç güvenliğini en iyi ve ihtiyaçlarına en uygun biçimde ancak kendisi sağlayabilir. Dolayısıyla ilgili ulus-devletlerin (Türkiye, İran, Irak ve Suriye merkezi ulus-devletleri) iç güvenlik politikalarında önemli reformları gerçekleştirmeleri gerekir. KCK’nin de barış ve demokratik çözümün sağlanması halinde, öz savunma güçlerini yani HPG’yi (Halk Savunma Güçleri) yeniden düzenlemesi gerekir. Şüphesiz yeniden düzenleme yeni yasalar gerektirir. Eski Hamidiye Alayları ve yeni ‘köy korucuları’ gibi bir sistemin söz konusu olamayacağı açıktır. Ancak ulus-devletlerle uzlaşmaya dayalı ve yasal olan iç güvenliğe ilişkin yeni güç düzenlemeleri yapılabilir."