Ne çok zafer yüklü gemiler geçirdi yüreğimizden

Vedat Türkali bugün hayata veda etti. Bir daha da bu dünyaya başka bir Vedat Türkali gelmez, Yaşar Kemal'in, Aram Tigran'ın gelmeyeceği gibi. Şimdi onu bir karanfille uğurlama vakti.

Vedat Türkali bugün hayata veda etti. Bir daha da bu dünyaya başka bir Vedat Türkali gelmez, Yaşar Kemal'in, Aram Tigran'ın gelmeyeceği gibi.

Çünkü O da “başka bir dünyanın”, acılarla, isyanlarla yoğrulmuş bir coğrafyanın sesiydi, vicdanıydı.

Yolu isyandan, mücadeleden geçen herkes bilir İstanbul şiirini. Grup Baran'ın bestesiyle acaba kaç genç, bu şarkıyı seslendirip, hayaller kurmadı ki.

Gönlümüzden ne büyük zafer gemileri geçirdi Vedat Türkali bu şiiriyle.

Romanları resmi tarihin karşısında dimdik çıkar, resmi tarihin gizlediklerini açık eder.

Bitmeyen 12 Eylül askeri darbesini, bu coğrafyanın kaderi katliamları hatırlatır edebiyatın, sözün gücüyle.

1974 yılında yayınlanan ilk romanı Bir Gün Tek Başına ile 27 Mayıs'ı yaratan koşulları anlatır, ki, hala büyük bir keyifle okunur bu roman.

Bu romanının konusunu kitabın arka kapağından alıntılarsak: Kenan, yıllar önce gizli komünist partisine girme suçlamasıyla polis sorgusunda çabucak yılgınlığa düşmüş, eski çevresinden tümüyle kopmuştur. Karısı ve çocuğuyla korunaklı bir yaşam sürdürmektedir. Aslında mutsuzdur, içi ile barışık değildir. Bir meyhanede tanıştığı genç Günsel, içinde çürümemek için direnen ne varsa hepsini ateşleyiverir. Aşk, direniş, devrim günleridir roman.

Mavi Karanlık ile 12  Eylül'ün savurduğu hayatlar vardır.

11 senede tamamladığı  Güven adlı romanıyla ise  Boz Memet'ten Mihri Belli'ye, Doktor Hikmet'ten Reşat Fuat'a 1930 ve 1940'ların TKP'sini anlatır. En çok da tartışılan romanı budur. İtirazlar geldi, “TKP bu mu canım” denildi.

Özetle Güven romanında, İkinci Dünya Savaşı'nın devam ettiği 1940'lı yılların başında İstanbul Üniversitesi'nde okuyan bir avuç antifaşist devrimci genç, dönemin tek muhalefet partisi olan illegal Türkiye Komünist Partisi’ni arar.  Bir avuç insan, 1940'ların Türkiyesi'ndeki karanlığı yırtmak için mücadele verir.

Vedat Türkali, bir edebiyatçı olarak, kendisinin de dahil olduğu bir tarihi, kendi gözüyle anlattı. Vedat Türkali'nin gözünden bir TKP tarihiydi Güven. Ancak yaşayan da kendisi olduğu için bir edebiyat ürünü kadar bir belge olarak da yerini aldı.

Her zaman üretir, çalışır.  Romanın ve şiirin dışında senaryo da yazar. Önsözlerinde Türk Sineması’nın yapısı ile ilgili önemli açıklamaları içeren iki senaryo kitabını geride bıraktı.

1979 yılında yayınlanan Üç Film Birden'de "Bedrana, Kara Çarşaflı Gelin, Analık Davası", 1984 yılında yayınlanan Eski Filmler kitabında "Otobüs Yolcuları, Karanlıkta Uyananlar, Güneşli Bataklık, Umutsuz Şafaklar" filmlerinin senoryaları yer alır.

Yoksulluğundan hiç gocunmadı, hiç gizlemedi. Bu yoksulluğun komünist fikirlerle tanışmasındaki etkisinden gururla bahsetti.

YOKSULLUĞUYLA ONUR DUYDU

Birgün gazetesine verdiği bir röportajda neden komünist olduğunu ve yoksulluk içinde geçen çocukluğunu anlatırken, “Ben siyasi hayata ilgiyi, sosyal şartlarım uygun olduğu için daha ortaokulun son sınıfında ilgi göstermeye başlamıştım. Samsun'da doğdum. En fukara mahalle. Türkiye'nin göstergesi gibi her türden insan vardı. Arnavut, Boşnak, Acem, İranlı yani. Ermeniler. Her türden. Türkiye'de ne kadar insan varsa bizim mahallede birlikte yaşadık biz” diyordu.

Romanları için “Hep kaybetmiş karakterler var” diyenler de oldu. Ancak edebiyat, derdi olanı, kaybedeni anlatmalı ki, kelamın bir anlamı olsun. Öyle de oldu. Söylediği sözün bir anlamı oldu, umudun aslında umutsuzluğun sularında yeşerdiğini bilenler kelamının anlamını da aldı.

PARANTEZİ ERMENİ ROMANI İLE KAPATTI

Yayınlanan son romanı ise Ermeni soykırımı üzerineydi.

Yaşamını yitirdikten sonra yeni yazıları yayınlanacak mı bilmiyorum ama tartışılmayan konuşulmayan bir konuyu, yani Ermeni soykırımını üzerine bir roman yazarak parantezi kapattı. Sadece Ermeni Soykırımı da değil, Kürtlere yönelik katliam da vardır romanda.

Diyarbakır Cezaevi'nde Kürt halkına yönelik aşağılama ve vahşetle açılır roman. Bir tarafta Diyarbakır Cezaevinde işkence görmüş genç Kürt bir yazar. Diğer tarafta 1915 soykırımında ailesini kaybeden genç bir Ermeni kadın. Ve tabi ki aşk. Karşımızdaki ise resmi tarihin unutturmak istediği koca bir gerçek tarihtir.

Her zaman ezilenlerden yana tutum alır. Romanlarıyla, ürettikleri olduğu kadar, güncel politik gelişmeler karşısında da aynı tutumunu sürdürür.

16 Şubat 2009 yılında o az zaman açık olan DTP Meclis grup toplantısında, savaşın bitirin çağrısını yapar, barış ister. “Böyle olmaz”, “Yenemezsiniz” der.

Kendisini konuşmasının başında alkışlayanları susturur, “Dur bakayım, belki de konuşmanın sonunda beğenmeyeceksiniz diyeceklerimi” der.

BARIŞI EZİLENLERDEN YANA DURARAK İSTER

Abdullah Öcalan'dan “Heval” diye bahseder, gerillalar selam gönderir. Barış ister ancak barışı ezilenlerden yana durarak ister, ortada durarak değil.

Hayatı boyunca makbul vatandaş olmadı. Bir televizyon programında siyasetin dışında magazin dünyasında da tartışılan senaryosunu yazdığı “Fatmagül'ün Suçu Ne?” filmine konuyu getirmeye çalışan programcıya, “Söylediklerim sizi rahatsız mı etti” der ve stüdyoyu terk eder.

İlerlemiş yaşına rağmen bilinci hep aydınlık kaldı. 7 Haziran seçimlerinden önce kendisine tercihi sorulduğunda, gönlüm HDP'den yana der ve herkese çağrı yapar.

Yoksullukla geçen gençlik ve çocukluk yıllarını boynunda ağır bir yük olarak değil de bir özgürlük meşalesi olarak taşıdı.

Ve o günleri hiç unutmadı.

Bir röportajında bana çiçek getirmeyin der ve ekler: “Bizim insanlarımız hep fakir fukara. Çiçeğe gerek yok. İlle de bir şey getirecekseniz bir tek karanfil yeter der.”

Bir vasiyet gibidir bu sözler.

Şimdi onu bir karanfille uğurlama vakti.

Bitti, Bitti, Bitmedi romanının son sözü “Bitmedi”dir. Çünkü, O'na göre hayat bitmez.

Aramızdan ayrılan Vedat Türkali “Bitti mi?”.

Bitmedi!