ANALİZ

Kuveyt fatihi Saddam’dı Cerablus fatihi Erdoğan!..

Artık Türkiye Cumhuriyeti Ortadoğu’da “umduğu”nu değil “bulduğunu” yiyecek. O artık bölgede “aktör” değil, “şimdilik”, sıradan bir “figürandır.”

Neden?

Çünkü İran’ın “Şii kuşağına” karşı, “Sünni kuşağının” liderliğinden, özellikle Rojava devrimi ve bu devrimin küresel güçler üzerinde yaptığı etki nedeniyle vaz geçmek zorunda bırakılmıştır.

Bu olgunun stratejik önemi apaçıktır.

Birincisi: Türkiye kapitalizmi, “dış ülkelerde Pazar ve nüfuz elde etmeksizin” ayakta kalamaz. Çünkü Türkiye kapitalizmi “bölgesel emperyalist” bir kapitalizmdir ve mal ve sermaye ihraç etmeksizin rakip devletlerle arasındaki rekabette üstün gelemez. Gelemezse pazarlarını kaybeder, kendisi basit bir pazar haline gelir. 

İkincisi, bölgedeki pazarlarını kaybetmemek için Türkiye’nin elinde, ne stratejik hammadde kaynakları vardır, ne de rakiplerinden üstün bir teknolojiye ya da kaliteli insan gücüne sahiptir; en büyük “ihraç metaı”, vaktiyle ünlü spekülatör Soros’un dediği gibi, “ordusudur.” Bu ordudan da artık eser kalmamıştır. Bir başka ifadeyle, Türkiye artık resmen olmasa da fiilen bir NATO ordusuna sahip değildir. Elindeki ordu enkazı sadece küresel güçler için artık basit bir alettir ve Türk emperyalizminin “milli amaline hizmet” edecek gücü yitirmiştir.

Üçüncüsü, demek ki, Türk devleti, bölgedeki paylaşım savaşından pay elde etme amacına ulaşamamıştır. O halde “üçüncü dünya savaşında” Türk devleti yenik düşmüştür. Tıpkı İkinci Dünya Savaşında Türk devletinin Stalingrad savaşına kadar Hitler Almanyasını desteklemesi gibi, Üçüncü Dünya Savaşında da Türk devleti son ana kadar IŞİD faşizmini desteklemiş ve tıpkı İkinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi Nazi Almanyası tümüyle ezildikten sonra nasıl ona karşı sözüm ona savaş ilan ettiyse, aynı şekilde Üçüncü Dünya Savaşında da IŞİD sürüleri YPG-YPJ güçleri karşısında önce Kobane’de, ardından Minbic’te bozguna uğratıldıktan sonra TC IŞİD’a sözde savaş açmıştır.

Ve nasıl İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Türkiye, dünya dengeleri gereği ABD tarafından Sovyet Rusya’ya karşı bir tür “peyk” haline getirilerek Kore Savaşında “onere” edildiyse, şimdi de Üçüncü Dünya savaşındaki yenilgiden sonra “Cerablus savaşında” ağzına bir parmak bal sürülerek yeniden Amerikan “peykliğine” mecbur edilmiştir.

Benzerlikler buraya kadar.

Farklar ise sanılandan önemlidir.

ABD, Kore Savaşında “kahramanlar” diye sırtını sıvazladığı Türk devletini Sovyetlere karşı başarıyla kullanmıştır. Çünkü o zamanın Türkiye’si cılız bir devlet kapitalizmine, zayıf bir orduya sahip olan bir “üçüncü dünya” ülkesiydi. Ona verilen ABD sadakalarını kendi arasında paylaşarak durumu idare ediyordu.

Şimdi ise Türk ekonomisi dünya sıralamasında önemsiz olmayan bir yere sahiptir ve "Kemalist devletçi Türkiye kendi yağıyla kavrulabilirken", bugün Türk kapitalizmi artık kabına sığamaz. Ne yapıp edip, bölge pazarlarından pay almaya çalışacaktır. Fırsat bulur bulmaz bunu yapacaktır. Örneğin Cerablus işgali şakaya gelir bir iş değildir.

ABD Türk devletinin Cerablus’u işgal etmesini, ileride Suriye üzerinde kendi operasyonları için bir imkan olarak görebilir. Ama bu riskli bir öngörüdür.

Türk devleti şu anda Cerablus’ta bir “cep” yaratmıştır. İlk bakışta bu cep önemsiz görünebilir. Ama unutmamak gerekir ki, bu “cep” sadece "içi boş bir cep” olarak kalmayacaktır. AKP Kürdistan’ın sınır şehirlerini yıktıktan sonra, buralara göçmen Sünni Arap nüfusu yerleştirme planının zorluğunu gördü. Şimdi bunları Cerablus’a yığma, orada üç-dört milyonluk nüfus içinden silahlandırılmış bir ordu yaratma ve bu yolla Suriye alanında ve Kürt halkına karşı üstünlük elde etme yolundan yürüyecektir. "Mülteciden kurtuldum" diyecek olan AB bile bu "planı" destekleyebilir. 

Üç milyon Sünni Arab'ın Cerablus'a yerleştirilmesinin ne anlama geldiğini anlamak için, tüm Rojava’daki Kürt nüfusun da sadece üç milyon olduğunu hatırlamak yeterlidir.

ABD için böyle bir Cerablus’u, NATO’nun “Suriye içindeki üssü” olarak kullanmak ne kadar mümkün olacaktır? Siz buna bir de Suriye’de bozguna uğrayan IŞİD güçlerinin Cerablus’a yerleştiği durumu ekleyin.

Askersel hinterland olarak sırtını Türkiye’ye dayamış, ekmeğini ve silahını Türkiye’den alan böyle bir Cerablus’un Suriye’de ve Ortadoğu’da oynayacağı rolü kafanızda canlandırın. IŞİD’ı dolaylı ve gizli destekleyen bir Erdoğan rejiminin Cerablus’ta IŞİD’la “can ciğer kuzu dolması” olduğunda neler yapacağını şöyle bir hesaplayın…

Eğer Türkiye bunu başarırsa, bilelim ki, Halep yolu tüm Suriye’deki Sünni Arapları Cerablus’a, yani Ankara’ya bağlar. Bundan sonrası Suriye’deki savaşın en az bir yirmi yıl devam etmesi demektir. Türkiye Sünni cihatçılara alenen silah veremez, ama Cerablus’taki “Türk kökenli Arap” ordusu, Türk askersel-endüstriyel kompleksinin imal ettiği bütün silahları oraya aktarır. Bilmem ne obüsünden, fişmekanca tankına ve MKE'de "casusluk" konusu olan, falanca "piyade tüfeğine" ve bu arada elbette "kimyasal ve bakteriyolojik" silahlara kadar...

Hele Cerablus’un “ikinci bir Hatay” oyunu olma ihtimali karşısında, yalnız Suriye’nin değil, pek çok Arap devletinin Türkiye’yi tıpkı İsrail gibi göreceğini de düşünün.

Neler ve neler olmaz!..Cerablus tüm Ortadoğu için yeni ve tahminlerin çok ötesinde tehditkar bir savaş faktörü olmak üzeredir. 

Erdoğan “büyük oynuyor.” Bu çok doğru.

Ama bu oyun bilelim ki, onun “uzun boyunu” da aşıyor. 

Sevilmeyen bu adama şimdi verilen her destek, "asılan adama ipin verdiği destekten" farklı olmayacaktır. 

Cerablus Türk devleti için ve onun başındaki Erdoğan için büyük bir tuzaktır… Tuzağı anlamak için kendi kendinize şu soruyu sorun: 

Saddam'ı ne zaman Kuweyt'e girmeye teşvik ettiler?

İran savaşında perişan olduktan sonra...

Siz de şu anda hem Suriye savaşında, hem Rojava'ya karşı savaşta, hem FETÖ'ye karşı savaşta, hem de Kuzey'de PKK'ye karşı savaşta darmadağınsınız. 

O halde sorunuz: Yankee sizi neden Cerablus'ta öptü?

Zavallı Saddam’ın ABD teşvikli Kuveyt macerasını kulağınızın bir yerine lütfen küpe olarak asınız…

Çünkü hiç kimse Saddam'ın arkasından ağlamadı, sizin de ağlayanınız olmayacaktır...