Karayılan: 3 ayda 1957 kişinin ölmesinden Erdoğan ve AKP sorumludur

AKP neden savaş istedi, bu savaşta ne kadar başarılı oldu, 3 aylık savaşın bilançosu nedir, seçim güvenliği risk altında mı... Tüm bu konuları seçimlere 1 gün kala PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan ile konuştuk..

Diktatörlük sistemini adım adım kurumlaştıran Erdoğan’a 7 Haziran’da HDP tarafından etkili bir şamar atılmıştı. Barajı geçip geçmeyeceği tartışılan bu siyasi yapının hem de 3 puan gibi bir farkla barajı aşması AKP’nin birçok hesabını bozdu. Öyle ki, bu uğurda çözüm sürecini askıya alan AKP, Kürt halkına karşı büyük bir savaşa girişti.

AKP neden savaş istedi, bu savaşta ne kadar başarılı oldu, 3 aylık savaşın bilançosu nedir, ezilenler neden HDP’de buluşmalı, seçim güvenliği risk altında mı ve Dünya Kobanê Günü... Tüm bu konuları seçimlere 1 gün kala PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan ile konuştuk...

DÜNYA KOBANÊ GÜNÜ KUTLU OLSUN

Geçtiğimiz yıl 1 Kasım günü, Dünya Kobanê Günü olarak kabul edildi ve her yıl kutlanması kararı alındı. Yarın 1 Kasım. Öncelikle bu günle ilgili neler söylersiniz?

1 Kasım’ın Dünya Kobanê Günü olarak ilan edilmiş olması çok önemli bir olaydır. Özellikle Kobanê’deki o tarihi direnişin düşmanın ilerleyişini durdurarak artık karşı saldırıya geçiş yapmakta olduğu bir aşamada, 1 Kasım 2014 tarihine ilişkin alınan bu kararın ve uluslararası düzeyde Kobanê’yle geliştirilen bu dayanışmanın, Kobanê’deki halkımız ve direnişçiler için çok büyük bir moral kaynağı olduğu ve direnişin zafere doğru yürümesinde önemli bir rol oynadığı açıktır. Kobanê’de çok zor koşullarda ve dengesiz bir savaş ortamında kendini tamamen halkına ve davaya adayan fedailerin insanüstü bir irade, cesaret ve kararlılıkla direnişi geliştirmesi temelinde bu direniş tüm dünyada yankı yaratmıştır. Bu, kahraman şehitlerin büyük destansı direnişi sayesinde gelişmiş bir şeydir. Bu nedenle 1 Kasım Dünya Kobanê Günü’nde büyük emeği olan tüm kahraman şehitlerimizi Şehit Gelhat ve Şehit Arîn Mîrkan şahsında anıyorum. Onların anıları, Kobanê direnişinin zafere ulaşmasıyla ölümsüzleşmiştir. Onların yürüttüğü o görkemli insanlık direnişi, vahşete, gericiliğe ve sömürgeciliğe, halkımız ile demokrasi güçlerinin cevabını vermiştir. Bu direniş, DAİŞ’in vahşetine karşı insanlığın özgürlük ve demokrasi sesi olmuştur.

Bu anlamlı direniş ve dayanışma gününü, yurtsever Kobanê halkımıza kutluyorum; tüm Kürdistan halkı ve insanlık için kutlu olsun diyorum. Halklar arası güzel bir dayanışma örneği olan bu günün ulusal, demokratik ve enternasyonal değeri ve önemi vardır. Başta Kobanê ve Rojava halkı olmak üzere tüm Kürdistan halkının bu güne sahip çıkması, bu günü gerçek bir bayram olarak karşılaması, yine uluslararası düzeyde bu günün bu biçimde ele alınması çok büyük bir değer taşıyacaktır.

Kobanê direnişi sayesinde tarihte ilk kez bir Kürt ve Kürdistan şehri bu düzeyde dünyaya hitap edebilecek düzeye gelmiştir. Kobanê’de gelişen insanlığın irade direnişi, sesini tüm uluslararası kamuoyuna ulaştırmış ve kendisini kabul ettirmiştir. Aynı zamanda herkesin yüreğine hitap eden görkemli bir kadın direnişi olarak tarihe geçmiştir. “Kobanê’de ikinci bir Stalingrad yaratılacak” denildi; gerçekten de öyle oldu. Kobanê direnişçileri, faşist DAİŞ çeteleri ve onların arkasındaki tüm gerici-sömürgeci güçlerle ev ev, sokak sokak çatışarak ve direnerek bir tarih yazmıştır. Kobanê direnişi, Ortadoğu’nun başına musallat olan bu vahşi, insanlık dışı DAİŞ çetelerine gereken cevabı vermiş ve bu güruhun bitişinin başlangıcı haline dönüşmüştür. DAİŞ çetelerinin bitiş süreci bugün devam etmektedir ama bu süreç Kobanê’de başlamıştır. Kobanê direnişinin tamamen insan iradesine, ideolojiye ve inanca dayanarak şekillendirdiği bu tarihi direniş, bütün insanlığa ilham vermiştir.

Tabi ki bu direniş Kobanê halkının ve gençlerinin omuzları üzerinde yükselmiştir ama başta Kuzey Kürdistan olmak üzere tüm Kürdistan halkının büyük dayanışması, bununla birlikte Türkiye demokrasi güçleri başta olmak üzere dünya demokrasi güçlerinin sahiplenişiyle güç kazanmış ve tamamen kolektif bir direnişe dönüşmüştür. Uluslararası kamuoyunun ve Kürdistan halkının bu direnişi sahiplenmesi ve gençlerin katılım göstermesi, Kobanê direnişini çok daha anlamlı hale getirmiştir. Bu anlamda 1 Kasım gününün Kobanê direnişinin ivme kazanmasında önemli bir dönemeç rolü oynadığını söylemek mümkündür. Bilindiği gibi 5-31 Ekim arası süreç, direnişin en kritik süreciydi. Özellikle 5-15 Ekim tarihleri arasındaki 10 gün, kader belirleyici günlerdi. Bu günlerde gerçekleşen 6-7-8 Ekim Kuzey Kürdistan ayaklanmaları ve sahiplenişi en önemli katkıyı sunmuş ve rolü olmuştur. Uluslararası güçler ise ne zaman ki Kürt halkının bu denli büyük bir iradeyi ortaya koyduğunu görmüşse, o zaman sahiplenmeye başlamıştır. Yani Ekim ayı ortalarından itibaren havadan destekler sunulmuştur. Kobanê direnişi bu biçimde bütün dünyaya hitap eder hale gelmiştir. Bu bağlamda 1 Kasım gününün Dünya Kobanê Günü olarak ilan edilmesi tamamen isabetli ve anlamlı bir dayanışma çıkışı olmuştur. Basında 1 Kasım’ın 5 kıtada ve 400 şehirde kutlanacağı haberi geçiyor. Bu kutlamalara katılan tüm insanlık mücadelecilerini selamlıyorum ve tüm Kürdistan halkını bulunduğu yerlerde gerçekleşecek olan bu 1 Kasım etkinliklerine katılmaya çağırıyorum. 

1 KASIM YALNIZCA DAİŞ’İN DEĞİL, AKP’NİN DE DÜŞÜŞE GEÇTİĞİ GÜNDÜR

1 Kasım’ın diğer bir önemi de genel seçimlerin yapılacak olmasından geliyor...

Evet; yarın aynı zamanda Türkiye ile Kuzey Kürdistan’da kader belirleyici çok önemli bir seçimin yapılacağı gün oluyor. 1 Kasım 2014’de DAİŞ’in yenilgi süreci başlatılınca, esas olarak onunla birlikte AKP’nin de yenilgi süreci başlatılmıştı. Yani bu tarih AKP’nin düşüşe geçtiği tarihtir. Ümit ediyorum ki, Türkiye halkları Kobanê direniş ruhuyla, yarın seçimlere güçlü katılarak 1 Kasım 2015’te AKP’nin bu düşüşünü kesinleştirecektir. Böylece AKP’nin DAİŞ’çi zihniyeti Türkiye halklarından gerekli cevabı alarak iktidardan uzaklaşmış olacaktır.

 Aslında 7 Haziran’da bu iktidardan uzaklaştı. Ancak savaşla geri döndü. AKP niye savaş istedi?

AKP 7 Haziran seçimlerinde aldığı yenilginin sebebini, Önder APO, Kürt halkı ve Türkiye sol hareketinin Kürt halkıyla ortaklık kurmasına bağladı. Bunun için yeniden seçime gitme kararı temelinde Kürt halkını, sol hareketi ve Önder APO’yu baskı altına alma ve sindirme hamleleriyle güçsüzleştirerek 1 Kasım seçimlerinden sonuç almayı hedefleyen bir konsept dahilinde bu savaş başlatıldı. 20 Temmuz’daki Pirsûs katliamı, ardından 24 Temmuz’da ise demokratik kurumlara, yurtsever gençlere yapılan operasyonların ve temel alanlarımıza karşı kapsamlı hava saldırılarının başlatılmasının nedeni, böyle bir konseptin uygulama sahasına konulmuş olmasıdır. Yani bu savaşı Erdoğan bu temelde karar altına almıştır.

Sayın Öcalan üzerindeki tecridi de arttırdı...

Bu savaş esas olarak Önderliğimize karşı başlatılmıştır. Bugün Önder APO’ya İmralı’da yapılan uygulamanın ne bir hukukta, ne bir gelenekte, ne de bir ahlakta hiçbir yeri yoktur. Savaş hukukunda bile yeri yoktur. Önderliğimiz şu an ailesiyle bile görüşememektedir. Ağır bir tecrit altındadır ve bu esasen psikolojik bir işkencedir. Bugün AKP Kürt Halk Önderliğine ve Kürt halkına karşı bu biçimde ahlaksız bir savaş yürütmektedir. Bu savaş dizginsiz bir savaştır. Savaş hukukuna ve savaş yasalarına uymayı gerekli görmeyen bir anlayışla yürütülen bir savaştır. Bu yüzden küçük bebelerden ve 77 yaşındaki dedelerden tutalım, toplumun her kesiminden insanlar bu 3 aylık savaş sürecinde şehit düşmüşlerdir.

ERDOĞAN OY ARTTIRMAK İÇİN YÖNETİMİMİZİ SUİKAST ETMEK İSTİYOR

Peki bu savaşla AKP neyi hedefliyor?

Bu savaşın iki öncelikli hedefi vardır: Birincisi, Kürtlerden hesap sormak ve Kürtlerle dostlarını cezalandırmaktır. İkincisi ise, bunu yaparken güçlerimize önemli darbeler vurmak ve bu darbeler temelinde askeri zaferini ilan ederek MHP tabanından 3-4 puanlık oy alarak yeniden iktidara gelmektir. Yani bu savaş çokça denildiği gibi gerçekten bir Saray Savaşı’dır. Devlet içindeki bir takım derin güçlerin de özellikle Kürt halkından hesap sorma kapsamında Kürdistan Özgürlük Mücadelesine karşı mücadele amacıyla bu kararlaşmaya dahil olma durumu vardır. Yani bu savaş sadece AKP ve Erdoğan’la sınırlı değildir ama Erdoğan’ın amaçları ve konsepti savaşın kapsamını belirleyen pozisyondadır.

Bu konsept Kürdistan’da Kürdün ve yoksul Türk halkının evlatlarının kanını dökerek bir zafer elde etme ve bu temelde seçimlerden sonuç almayı amaçlamaktadır. Nasıl ki 1999’da Önderliğimiz esir alınarak Türkiye’ye getirilince, iktidarda olan Ecevit o zaman büyük bir oy patlaması yapmışsa, Erdoğan da böyle bir şeyi planladı. Hareket yönetimimiz içindeki bazı arkadaşları suikast etme ya da kaçırma arzuları halen bu plan dahilindedir. Onların amacı, gerillaya önemli darbeler vurmak, gerillanın temel üs alanlarına zafer bayrağını dikmek ve böylece PKK’yi tasfiye etme suretiyle Kürt sorununu çözdüğünü söyleyerek tüm milliyetçi çevrelerden oy almaktır. Ama bu yanlış bir hesaptır. Eğer PKK’yi biraz yakından ve derinden izlemiş olsalardı, asla böyle bir amaca ulaşamayacaklarını görürlerdi. Yine Kürt halkının öteden beri gelişen direniş sürecine doğru bir biçimde bakmış olsalardı, Kürt halkının bu tür saldırılardan ürkerek geri adım atmayacağını bilirlerdi. Ama onlar tek yanlı bir şekilde kendi hesapları çerçevesinde özel harekat polisine, ordusuna, tankına, topuna ve uçağına güvenerek, zorla kendisini dayatacağını ve iradesizleştirmeyi geliştirerek seçimde istediği sonucu elde edeceğini düşündü. Bunun için bu savaşı başlattı.

SON 3 AYDA 1957 KİŞİNİN ÖLMESİNDEN ERDOĞAN VE AKP SORUMLUDUR

Yani istediği sonuçları elde edemedi...

Evet. Bu savaşta başarısız olmuştur; istediği sonuçları elde etmemiştir. İşte en son 26 Eylül’den bugüne kadar geçen 34 gün boyunca Çarçella-Oramar hattında büyük bir operasyon ve savaş yürütüldü. En ileri teknolojiyle günlerce bombardıman yaptılar, milyarlar harcadılar, Türkiye halklarının birçok evladı orada (ki bunların 2’si yarbaydır) toprağa verildi ama sonuç olarak ne elde etti? Çarçella’yı yani gerilla üssünü düşürebildi mi? Hayır. İstediği amaçlara ulaşabildi mi? Hayır. Tersine şimdi gerillanın oradaki varlığı daha güçlüdür. Kısaca AKP’nin bu savaş hilesi, yani savaşla iktidara gelme numarası ve planı tutmamıştır. AKP bu hamlesinde kaybetmiştir.

Geçen savaş sürecinin bilançosu mevcutsa paylaşabilir misiniz?

Evet. Türk devleti tarafından ilk hava saldırısının yapıldığı tarih olan 24 Temmuz gününden bu yana geçen 3 ay 6 günün toplam bilançosunu paylaşabilirim: Türk devlet güçleri kırsal alana dönük 140 operasyon düzenlemiştir. 386 uçak ve kobra saldırısı gerçekleştirmiştir. Yine havan, top, obüs ve benzeri ağır silahlarla 976 kez saldırmıştır. Buna karşın güçlerimiz ise 762 eylem ve misilleme yapmıştır. 145 yol kontrolü gerçekleştirmiş ve Türk ordu güçleriyle de 60 çatışma yaşanmıştır. Bütün bu olguların kimisi 1 gün, kimisi 2 gün, kimisi bir kaç saat sürmüştür ama sayısal istatistikleri böyle bir sonuç vermektedir. Bununla birlikte 98 zıhlı araç imha edilmiş, 120 zırhlı araç ve 44 helikopter darbelenmiş, ayrıca 4 keşif uçağı düşürülmüştür.

Şimdi bu operasyonların tümünde gerillanın tespit edebildiği kadarıyla toplam ölen asker-polis sayısı 1561’dir. Yaralı ise 498 kişidir. Gerilla ise 169 şehit vermiştir. 7 yoldaşımız ise yaralı veya sağ olarak esir düşmüştür. Gerillaya karşı yürütülen bu kadar yüksek teknolojiye dayanan operasyonların kesin ve net sonucu budur.

Bununla birlikte tabi halkımız da şehirlerde bir direniş sürecini başlattı; öz yönetimlerini ilan etti. Şehirde de çok önemli direnişler, çatışmalar yaşandı. Kürdistan gençliğinin ve halkının şehirlerde yürüttüğü direniş bu bilançonun dışındadır. Ama insan hakları kuruluşlarının açıkladığı rakamlardan oralarda da 125 sivil insanın şehit düştüğünü biliyoruz. Ankara’da da 102 sivil insanın şahadeti var. Onları da eklesen bu süreç içerisinde toplam sivil şehit sayısı 227’dir. Bunların 23’ü çocuktur. Yani geçen 3 aylık süreç içerisinde 23 çocuk Türk polisinin kurşunlarıyla şehit edilmiştir. Bu sonuç, AKP rejiminin Kürdistan’da geliştirdiği savaşın ne kadar pervasızca yürütüldüğünü, savaş hukukuna ve yasalarına uyulmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu zaman dilimi içerisinde her iki taraftan toplam olarak yaşamını yitiren veya şehit düşen insanların sayısı 1957’dir. Bu 1957 kişinin şahadetinin ve ölümünün tek sorumlusu, bu savaşa karar veren ve saldırıyı başlatan Tayyip Erdoğan ve AKP hükümetidir. Çünkü bu savaşı onlar başlattı. Kirli hesapları ve yeniden iktidara gelmek için bunu başlattılar; bu kadar kan döktüler ama bir sonuç da elde etmediler. Tersine kendileri darbe yedi ve Türkiye’yi çok tehlikeli bir mecraya taşıdı. Halklar arası düşmanlığı körükleyerek derin yaralar açmaya çalıştı.

AKP SAVAŞLA İSTEDİĞİNİ ELDE EDEMEDİ

Sonuç olarak onlar istediği başarıyı elde edemedi, Kürdistan özgürlük gerillası yeni ve çarpıcı taktiklerle güçlü bir performans sergiledi ve etkisini Kürdistan’da daha güçlü hale getirdi. Yine Kürdistan halkı sindirilme bir yana, serhildan hareketinde yeni bir hamleyi başlattı; birçok yerde öz yönetimlerini ilan ederek kitlesel mücadelesini önemli ve yeni bir aşamaya taşıdı. Geliştirilen bu direnişlerle Türk sömürgeciliğinin Kürdistan’daki sistemi önemli bir darbe aldı ve bir tıkanmayı yaşadı. Eğer AKP hükümeti başarılı olup Özgürlük Hareketi’ne önemli darbeler vurmayı başarmış olsaydı, Kürdistan halkının evlatlarının kanı üzerinde zafer bayrağını dikecekti. Her tarafa korku salarak kendi sistemini ve dayatmalarını topluma hakim kılmaya çalışacaktı. Ama gerillanın ve halkımızın direnişi ile başarısı bunun önüne geçti. Eğer bu direniş olmasaydı, AKP başarılı olur ve bunu seçim için propaganda malzemesi haline getirirdi. Bu açıdan bakıldığında gerillanın Kürdistan dağlarında sergilediği direniş, yine halkımızın mahallelerde göstermiş olduğu direniş, AKP faşizmine ve diktatörlüğüne karşı bir demokrasi ve özgürlük direnişi haline gelmiştir. Türkiye halklarına dayatılmak istenen diktatörlüğün önüne geçen, AKP’nin imha ve sindirme konseptini boşa çıkaran esas olarak bu direniş olmuştur. Eğer öyle olmasaydı, AKP-Erdoğan, Türkiye halklarının evlatlarının kanı temelinde kendi diktatör iktidarının propaganda zeminini yaratacaktı. Bunun önüne geçilmiş olması demokrasi mücadelesi açısından önemli bir kazanımdır.

Sonuçta kaybeden AKP’dir; kazanan ise Kürdistan halkı ve Türkiye demokrasi hareketidir. Evet, sivil katliamları yaptılar, kan döktüler ama bu dökülen kanda kendileri boğulma sürecine girdiler. Bugün elde propaganda edecekleri tek bir veri yoktur. Erdoğan’ın zaman zaman ‘kayıpları 2000 kişiden fazladır’ demesi bir palavradır. Bizim toplam kayıplarımız verdiğim rakamlarda somuttur. Ama onlar bu savaş sürecinde bütün çirkefliklerini de açığa vurmuş oldular. Bütün dünya kamuoyu ve halklarımız onların bu gerçek yüzünü de daha açık görmüş oldu.

ABD, TÜRKİYE’YE SİLAH VEREREK HATA YAPIYOR

ABD Dışişleri Bakanlığı’na dayandırılan kimi haberlerde adına akıllı bomba denilen çeşitli ileri teknoloji ürünü malzemelerin Türkiye’ye verileceği belirtildi. Siz bunu nasıl karşılıyorsunuz?

Biz de dün basından duyduk. Bana göre Obama yönetimi büyük bir hata yapıyor. Çünkü Türkiye’ye verdiği bu yeni bombalarla Türkiye’de barıştan değil de savaştan yana olan kesimin elini güçlendirmiş oluyor. Açık ki bu bombalar Kürtlere karşı kullanılacak. Yani Kürtler gibi mazlum, on yıllardır egemen devletlere karşı zor koşullarda direnerek varlığını koruyabilen ve en son DAİŞ’e karşı bütün insanlık adına büyük bir direniş sergileyen bir halka karşı kullanılmak üzere bu bombaların Türkiye’nin eline verilmemesi gerekirdi. Eğer ABD yönetimi, Türkiye’de istikrar ve barıştan yana ise bu silahları vermemesi gerekirdi. Halkımızın bu haberi büyük bir endişe ve kuşkuyla karşıladığı açık. Çünkü bir süre önce ABD yönetimi Kürdistan’da yaşanan savaşta her iki tarafın yeniden barış sürecine dönmesi yönünde çağrılar yapmıştı. Buna rağmen Türkiye’nin böylesi modern silahlarla desteklenmesi kendi yaptıkları bu çağrıya terstir. Açık ki, bu silahlar Kürt halkına karşı kullanılacaktır. Bu nedenle ABD yönetimi eğer gerçekten Türkiye’de ve bölgede istikrardan ve barıştan yanaysa bu karardan vazgeçmeli ve bu silahları Türkiye’ye vermemelidir. Obama yönetimi Türkiye devletini DAİŞ’e karşı sürdürülen mücadeleye çekmek için bunu yapıyor ama büyük bir yanılgı içindedir. Çünkü AKP hükümeti hiçbir zaman gerçek anlamda Selefi örgütlere karşı bir savaşa girmez. Çünkü kan bağı gibi zihinsel bir akrabalığı vardır. DAİŞ’e karşı olsa bile el altından El Nusra ile Ehrar El Şam’ı destekler, güçlendirmeye çalışır. Böylece DAİŞ’i zayıflatma değil, farklı yönlerden DAİŞ’i güçlendiren yönelimler yapar. Zaten AKP’nin şimdiye kadar yaptığı bu değil midir! Bunu ABD’li yöneticiler de çok iyi bilmektedir. Bir taraftan ‘savaşıyorum’ diyor; diğer taraftan da besliyor. Beslediği çok açıktır. Bu yüzden Obama yönetiminin ve diğer uluslararası güçlerin AKP’nin bu gerçeğini dikkate almadan Suriye’de DAİŞ’e karşı başarılı olmaları mümkün değildir. ABD yönetiminin Rojava’da DAİŞ’e karşı gerçek bir savaşı yürüten Suriyeli güçlere verdiği bir kaç ton mermi karşılığında Türkiye’yi Kürtler karşısında üstünlüğünü sağlayacak bu denli teknik açıdan desteklemesi iğrenç bir politikadır. Umarım bu gerçeği ABD kongre üyeleri görür ve Kürt halkının başında Demokles’in Kılıcı gibi sallanan diktatör Erdoğan’ın yönetimindeki Türkiye’yi güçlendiren bu silahların verilmesini veto eder. Aksi durumda Kürtler bir kez daha ABD’nin çifte standartlı yaklaşımıyla yüz yüze kalmış olacaklardır.

AKP KÜRT HALKINA DÜŞMANDIR; AYRICA DİNCİ DE DEĞİLDİR

AKP’nin gerçeği çeşitli çevrelerce yanlış mı anlaşılıyor?

Şimdi AKP hükümeti esas olarak baştan beri bir savaş hükümeti olarak kuruldu. Geliştirdiği İleri Demokrasi, Demokratik Açılım, Milli Birlik Projesi, Çözüm Süreci, vb. politikaların özünde ne Kürt sorununun çözümü, ne de demokrasiyi geliştirme amacı vardı. Tek amaçları kendi iktidarlarını pekiştirmek, kendi çıkarları temelindeki bir diktatörlük sistemini Türkiye’ye hakim kıldırmaktı. Bunun için de bukalemun gibi çok çeşitli renklere girerek, çok çeşitli yöntemlerle kendilerini farklı gösterdiler. Ama bugün Kürt halkı ve Türkiye halkları onların gerçekliklerini daha iyi görmüş bulunmaktadır. Çünkü ortaya birçok veri çıkmış bulunuyor.

 Bunların bir kaçını paylaşabilir misiniz?

Öncelikle bu AKP zihniyeti Kürt halkına dost değil düşmandır. Kobanê’ye karşı geliştirdiği düşmanlık, Rojava politikası açıkça Kürt karşıtlığı eksenindeki bir politikadır. Daha 2 gün önce Girê Spî ile ilgili konuşurken, oranın yüzde 90’ının Arap, yüzde 5’inin Türkmen olduğunu, geri kalanının ise diğer halklardan oluştuğunu söyledi. Yani Kürtlerin oradaki varlığını bile inkar ediyor. Halbuki doğrusuna bakarsan Girê Spî’nin yüzde 25’i Kürt’tür; geri kalanını ise oranını bilmediğim az sayıda Türkmen ve esas olarak Arap halkı oluşturmaktadır. Ama Erdoğan’daki aşırı Kürt düşmanlığı, ‘orada bu kadar da Kürt var’ demesine izin vermiyor. Onun işi gücü, Kürtlerin Türkiye dışında da olsa irade olmasının önüne geçmektir. Zaten, ‘biz ikinci bir Kuzey Irak’ı yaşamak istemiyoruz’ diyor. Açıkça Kürt halkına karşıtlığını bu biçimde ortaya koymaktadır.

Yine AKP’nin geçmişte dini bir araç olarak kullanarak dindar Kürtleri etkilemeye çalıştığı bilinmektedir. Ama şapka düşmüş, kel gözükmüştür. Gerçekten dindar bir anlayışı olsaydı, bu kadar haksızlığı ve zulmü yapabilir miydi? Bir dindar iktidar bu kadar mezar ve şehitliği, yanındaki cami ve cem evleriyle birlikte yerle bir edebilir miydi! Bir Botan evladı olan Hacı Lokman Birlik’in cenazesini zırhlı aracın arkasına bağlayarak Şırnak içinde sürükleyebilir miydi! Nerede dindarlık? İslamiyet’te adalet ve selamet vardır ama bunlar savaş ve şiddetle her gün Kürtlere hakaret ederek bastırmak ve köleleştirmek istiyor. Bunların döneminde Kürtler Konya’da, Antalya’da, Kırşehir’de ve bütün Türkiye’de hedef haline geldi. Salt Kürtçe konuştu diye insanlarımız katledildi. Biz bunları unutacak değiliz. Hiçbir şerefli, namuslu Kürdistanlı insan bunları unutmamalı ve bunlara oy vermemeli. Kürdistan’daki tüm dindar insanlarımız, şimdiye kadar AKP’ye oy veren herkes bu gerçeği görmeli ve bu vahşete, bu zulme kesinlikle ortak olmamalı, onlara oy vermemelidir. Çünkü oy vermek bunların yaptıklarına ortak olmak demektir.

Öyle anlaşılıyor ki eğer bunlar yeniden iktidara gelirlerse Kürdistan’da savaşı geliştirecekler. Zaten Erdoğan ve Davutoğlu bunu defalarca söyledi. Yani 1 Kasım’dan sonra da bu operasyonlar ve savaş sürecek. AKP’ye oy vermek, dökülecek olan bu kana ortak olmaktır. Bunun için dürüst, namuslu, şerefli ve inançlı hiç kimse bir çeteye dönüşmüş bulunan bu Erdoğancı gruba artık oy vermemelidir.

Kısaca şimdi AKP tüm seçim kampanyasını Kürt karşıtlığına endeksli olarak geliştiriyor; Kürdistan toplumuna dönük görülmemiş bir zulüm ve tutuklama furyası eşliğinde yürütüyor. Çok büyük bir namertlik ve haysiyetsizlikle Kürt halkını sindirerek, diz çökerterek teslim almak istiyor. Sadece halkımız değil halkımızla dostluk yürüten Türkiye’deki tüm sol-demokratik güçleri de aynı şekilde hedefliyor. Esasen kendisinden olmayan herkesi hedefleyen, ötekileştiren faşizan bir politikayı geliştirerek sonuç almak istiyor.

KÜRTLER 1 KASIM’DA ULUSAL-DEMOKRATİK BİRLİĞİNİ YÜKSELTMELİ

AKP’nin bu durumu içerisinde 7 Haziran’da Kürt halkının ulaştığı düzeyi nasıl görmek gerekiyor?

Kürdistan halkının 7 Haziran’da ulaştığı sonuç sadece AKP’ye gerekli cevabı vermemiştir; Kürt halkı aynı zamanda tarihinde ilk kez ulusal-demokratik birliğini kurmuştur. Bu çok değerli, çok anlamlı olduğu kadar halkımızın artık kazanma aşamasına geldiğini gösteren bir sonuçtur. Yüzde 60-70 civarındaki birliktelik, Kürdistan tarihinin hiçbir döneminde gerçekleşmemiş bir şeydir. Şimdi Önder APO çizgisinde halkımızın sağladığı bu birlik aslında zaferin müjdecisidir. Şimdi Erdoğan Kürtleri vurarak sonuç almak istiyorsa, tüm Kürdistan halkı da düşüncesi, inancı, mezhebi, kültürü ne olursa olsun, buna karşı birleşerek cevap vermelidir. Tüm halkımızı 7 Haziran’da geliştirdiği kutsal birliğini 1 Kasım’da daha da yükseltmeye ve AKP faşizmi ile sömürgeciliğe gereken cevabı vermeye çağırıyorum.

TÜM EZİLENLER HDP’YE

HDP’nin çatısı altında birçok dinamik birleşmiş durumda. HDP için ne dersiniz?

Türkiye demokrasi güçleri ile Kürt halkının HDP çatısı altında birlik kurmuş olması Türkiye için büyük bir şanstır. Şimdi bunu daha da ilerletmek, Türkiye’de ezilen tüm kesimlerin; kadınların, gençlerin, emekçi sınıfların, Alevilerin, Êzidîlerin, Hristiyanların, Kürtlerin, Arapların, Süryanilerin, Çerkezlerin, Ermenilerin, Lazların, kısaca bu sistemden dışlanmakta olan ve ötekileştirilen tüm kesimlerin birliğini daha da güçlendirmesi ve AKP faşizmine karşı ortak mücadelesini daha da yükselterek 7 Haziran’dan daha güçlü bir cevap vermesi Türkiye demokrasisi açısından büyük önem taşıyacaktır. 7 Haziran başarısı, merkeziyetçi, otoriter, tekçi ve diktatöryal zihniyete karşı dur diyebilmiş, çoğulcu, eşitlikçi, özgürlükçü ve ezilen tüm kesimleri kapsayan bir demokratik çığır açmıştır. Şimdi Erdoğan’ın dayatmasıyla ikinci raunt gündemdedir. Bu ikinci raunda savaşla, şiddetle, tutuklamayla ve her türlü baskı yöntemleriyle giderek sonuç almak istemektedirler. Buna karşı ezilen tüm kesimler de daha güçlü bir iradeyle atak yaparak gereken cevabı verirse, bu, önemli bir kazanım haline gelecektir.

Bunun için HDP çatısı altında birleşen, ezilen kesimlerin bir parçası olan ama henüz bu çatıya gelmeyen, yüreği özgürlük, demokrasi ve barış için çarpan tüm kesimlerin bu çatıya yüzünü dönmesi, bu çatıdaki sese ses vermesi, güçlü kılması Türkiye’ye çok şey kazandıracaktır. AKP 3 aydan bu yana Kürdistan’da bir savaş yürütüyor ve şiddet siyasetini esas alıyor. Herkese baskı uyguluyor. İşte gördük; Koza-İpek medya grubuna nasıl yaklaştı! Tüm dünya AKP’nin basın kurumlarına nasıl yaklaştığını hayretle izliyor. Böylesine anti demokratik, böylesine baskıcı bir anlayış ve yaklaşımı çağımızın anlayışına sığdırmak mümkün değildir ama AKP bugün Türkiye’de bunları uyguluyor. Hem de kendi karşıtı olan tüm kesimleri ezmek için pervasız bir yönelim geliştiriyor. Bu yönelimlere rağmen eğer oyunu arttırarak tekrar iktidara gelirse, bu, ‘bu yolda ilerle’ anlamına gelecektir. Yani savaş gelişir, şiddet gelişir, kutuplaşma derinleşir ve Türkiye çok tehlikeli bir mecraya doğru sürüklenmiş olur. Hem dış hem de iç politikası itibarıyla AKP’nin Türkiye’yi çok kritik bir yere getirdiği açık ortadadır. Bu yüzden AKP değil de, barış ve demokratik çözümü, çoğulculuğu savunan HDP’nin 1 Kasım’da daha ileri başarılar elde etmesiyle demokrasi ve özgürlükler adına önemli bir mevzi elde edilmiş olunacaktır.

Seçim sonuçlarından beklentiniz nedir?

Burada önemli olan HDP’nin yüzde 13’ü geçmesi, birkaç puan daha fazlalaştırmasıdır. Eğer bunu fazlalaştırırsa, Türkiye’deki tüm savaş yanlılarına güçlü bir şamar atılmış olur. Kürt sorununun demokratik-barışçıl yollarla çözümü meşru bir biçimde gündeme girer; böylece savaş değil, barış süreci kaçınılmaz bir biçimde gündeme girer. Aynı zamanda diktatörlük hayalleri yerine Türkiye’nin demokratikleşmesi gelişir. Bu yüzden Türkiye halklarının 1 Kasım’da yapacağı tercih çok önemlidir. Tercih barış ile savaş, demokrasi ile diktatörlük, egemenlik ile eşitlik, tekçilik ile çoğulculuk, erkek egemenliği ile kadın özgürlüğü, merkeziyetçilik ile yerel özerklik arasında olacaktır. Barış, özgürlük, eşitlik ve demokrasi değerlerinden yana olan tercihin kazanması, aynı zamanda Türkiye’nin birliği ve demokratik geleceğinin de kazanması anlamına gelmektedir. Bu yüzden insanlarımızın 1 Kasım’da yapacağı tercihin Türkiye’nin geleceği açısından büyük önem taşıyacağı açıktır. Barışa ve demokratik değerlere karşı samimiyeti bulunan, dini, inancı ve kültürü ne olursa olsun eşitlikten ve insan olmaktan yana olan tüm kesimleri bu seçimde sandık başına gitmeye ve tercihini doğru yapmaya, faşizme ve sömürgeciliğe gereken cevabı vermeye çağırıyorum.

AKP SEÇİMLERE HİLE KARIŞTIRMAK İSTİYOR

 Seçimlerle ilgili gündeme sıkça giren diğer bir konu da güvenlik. Bu konuda ne dersiniz?

Biz hareket olarak bu seçimlerin güvenli, özgür ve demokratik bir ortamda yapılması için eylemsizlik sürecini ilan ettik. Her ne kadar AKP rejimi buna uymadıysa da, tek taraflı da olsa bu kararımıza bağlı kaldık ve bağlı kalmaya devam edeceğiz. Demokratik değerlere Türkiye halklarının iradesine olan saygı ve inancımızdan dolayı seçimlere gölge düşürecek herhangi bir davranışı asla yapma durumumuz söz konusu olmayacaktır. Ancak aldığımız bazı bilgi ve duyumlar vardır. AKP’nin bu seçimlere hile karıştıracağı ve hatta bazı yerlerde özel harekat polislerinin baskı uygulayacağı, çatışma yaratacağı yönünde istihbaratlar almaktayız. Öncelikle tüm yurtsever-demokratik insanlarımız kendi oylarına sahip çıkmalıdır. Gün cesaretle öz iradesini ortaya koyma, bu temelde oyunu kullanma ve oylarına sahip çıkma günüdür. Çünkü AKP polislerinin seçimi silahların gölgesinde yaptırarak baskı uygulayacağı, halkı korkutarak sonuçları etkilemeye çalışacağı yönünde güçlü duyumlar vardır. Bu yüzden halkımız ve tüm demokrasi güçleri herhangi bir biçimde yılmadan, en örgütlü bir biçimde oyunu kullanma ve oylarına sahip çıkarak onları savunmayı bilmelidir. Yine Türkiye’deki tüm tarafsız kesimler ve gözlemciler ile uluslararası gözlemcilerin bu konuda özellikle Kürdistan’da AKP polisinin yaratacağı baskı ortamının etkileyici olmaması için üzerine düşenleri yapması, vicdanlı yaklaşması, kimden kaynaklanırsa kaynaklansın oy kullanımına etki edecek tüm baskı ve şiddet girişimlerine karşı tavır alması gerekmektedir. Bu konuda hem halkımızı hem de ilgili çevreleri hem duyarlı olmaya, hem de görevlerine sahip çıkmaya çağırıyorum.