‘Darbe siyasi iktidarın yarattığı demokrasi boşluğundan doğdu’

Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, siyasi iktidarın yarattığı demokrasi boşluğundan askerin yararlandığını dile getirdi.

Darbe girişiminin ardından yaşanan Türkiye’de halkın cuntacılara karşı tepkisi ve sonrasında devreye konulan milliyetçi ve mezhepçi yapıların tehdit ve tehlikelerine dikkat çeken Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, siyasi iktidarın yarattığı demokrasi boşluğundan askerin yararlandığını dile getirdi.

Hatimoğulları, “Saray hükümet kurdurmadı. Kürtlerle masayı devirdi. Bütün savaş aygıtlarını devreye soktu. Kürt halkıyla şehirlerde savaştı. Sivilleri katletti. Kürtlerin Suriye ve Irak’ta başarısız olması için her türlü entrikaya başvurdu. 1 Kasım seçimlerini bu atmosferde gerçekleştirdi” şeklinde konuştu.

Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, darbe kliği, Kürt sorunu, demokrasi ve özgürlükler, OHAL ile olası etnik ve mezhep çatışması ile ilgili ANF’nin sorularını yanıtladı.  

Darbe girişimi ile toplumun  büyük bir bölümü kaosun eşiğinden döndüğüne dair hem fikir. Siz de parti olarak yaşanan bu darbe girişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

15 Temmuz darbe girişimi kısa bir süre içinde akamete uğratıldı. Çok kanlı bir darbe girişimi oldu. Ne yazık ki Türkiye tarihinde darbeler önemli bir yere sahip. Türkiye defalarca karanlığa sürüklenmiş, askerin siyasete müdahalesi demokrasi kırıntılarını dahi yok etmeye çalışmıştır. Türkiye’de siyaset bu nedenle hiçbir zaman yeterince sivilleşememiştir.

Her darbe sürecinde olduğu gibi 15 Temmuz’da gerçekleşen askeri darbe girişimi başarılı olsaydı Türkiye büyük bir kaosa sürüklenecekti. Bu doğru. Ama darbeyi bertaraf eden ve şu an AKP etrafında kümelenmiş olarak görülen güç de Türkiye’yi kaosa sürüklemiştir. Askeri darbe girişimini bertaraf ederken, darbeci yöntemler kullanan bir siyasi iktidar var karşımızda. Sıkıyönetimin muadili olarak OHAL ilan edildi. Kararnamelerle bu süreci yönetecekler. İlk kararnamedeki icraatları antidemokratik bir uygulama olarak gözaltı süresini bir ay yapmak oldu. Bugüne kadar gerçekleşen askeri darbeler sürecinde kullanılmış tüm işkence yöntemleri yürürlükte.

Dahası 7 Haziran seçimlerinden sonra tek başına iktidar olamayan ve Türk tipi başkanlık sistemini kolaylıkla hayata geçiremeyen AKP, hazırlıklarını önceden gerçekleştirdiği darbe mekaniğini devreye sokmuştur. Bunu söylemek için çok veri var: Saray hükümet kurdurmadı. Kürtlerle masayı devirdi. Bütün savaş aygıtlarını devreye soktu. Kürt halkıyla şehirlerde savaştı. Sivilleri katletti. Kürtlerin Suriye ve Irak’ta başarısız olması için her türlü entrikaya başvurdu. 1 Kasım seçimlerini bu atmosferde gerçekleştirdi.

Bunlara rağmen HDP’nin barajı aşması hazmedilemedi. Milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırdı. Seçilmiş belediyelere kayyum atama programını devreye soktu. Aynı zamanda Türkiye’nin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine her tarafı kapsayan baskıcı bir rejimi adım adım hayata geçirmeye çalıştı. İşçilerin-emekçilerin bugüne kadar kazanılmış haklarını tırpanlamayı hızlandırdı, emeğe yönelik en büyük saldırılardan biri olan “kiralık işçilik” kanununu çıkardı. Toplumun örgütlü bütün yapılarına (sendika, dernek, siyasi parti, meslek odası vs.) içerden ve dışardan müdahale etti. En önemlisi de IŞİD gibi cihatçı çetelerin Türkiye içinde ve dışında önünü açtı.

Suruç ile başlayan ve Atatürk Havalimanı’na kadar uzanan katliamlar zinciri tezgâhlandı. Böylece hem muhalif kitlelerin alana çıkması engellenmek hem de toplumda korku imparatorluğu hâkim kılınmak istendi. ‘Tek adam diktatörlüğünün’ ideolojik arka planı olarak Ilımlı İslam rejimini hayata geçirmek amacıyla, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın resmi ve gayri resmi tüm aygıtlarıyla toplumda İslami kodlar yaratılmaya çalışıldı. Bugüne kadar göreceli de olsa varlığını koruyan laiklik can çekişmeye başladı.

Kısacası Türkiye 15 Temmuz’dan önce zaten bir kaosun içindeydi. Darbe girişimiyle birlikte bu kaos derinleşmiş ve girişimin bastırılmasının ardından da hızlandırılmıştır. Ülkemizin uzunca zamandır içinde olduğu, 7 Haziran’dan sonra ise başka bir düzeye ulaşan kaotik durumunun çözümü asla askeri darbeler, OHAL’ler değildir. Çare siyasette ve yaşamın her alanında demokrasiyi geliştirmektir.

Darbe girişiminden sonra alanlara çıkan bir takım kontrolsüz kitleler diğer farklılıklarda kaygıya neden olmadı. Önümüzdeki süreçte cihat ve ırkçılığı barındıran sloganlar atarak etrafı tehdit eden bu kesimler bilinçli mi sahneye çıkartılıyor?

Başta da ifade ettiğim gibi AKP, kendisinden farklı olan, yani İslam-Türk sentezi kriterleri dışında kalan hiçbir şeye tahammül etmiyor. Ve kitlesini de bu çerçevede konsolide etti. Darbe girişimini bertaraf edeyim derken, darbe karşısında tavır alan kesimlere saldırdılar.

Elbette darbeye karşı sokağa çıkan herkes bu ideolojik şartlanmayla çıkmadı. Sadece darbelere karşı olduğu için sokağa çıkan halkımız da vardı. Ancak özellikle AKP’nin organize ettiği anlaşılan paramiliter/milis ruhlu güruh, adeta sokakları ideolojik hegemonyası altına aldı. Sokağa hâkim olan görüntü ne yazık ki sadece darbeye karşı oldukları için sokağa dökülenlerin görüntüsü değil. Ellerinde palaları, silahları, cübbeleri, dillerinde “şeriat” çağrıştıran sloganları, kafa kesmeleri, işkenceleri, ötekileştiricilikleriyle milislerde olmuştur. 

Alevileri baş düşman gören bu zihniyetin ilk yöneldiği kesim Aleviler oldu. Antakya, Malatya ve İstanbul’da Alevilerin yaşadığı mahalleler sistematik olarak taciz edildi. Aynı zamanda Türkiye’nin birçok yerinde AKP’ye oy vermeyen mahalleleri de taciz ettiler, etmeye de devam ediyorlar. Başı açık kadınlara sokakları, kamusal alanı dar ediyorlar. Açık alanı istimlak etmişçesine sosyalistlerin, demokratların, aydınların yani darbeye karşı olduğu kadar OHAL’e de karşı çıkanların sokakta fikirlerini ifade etmeleri engelleniyor. Bunu sivil güruhlar polis işbirliği ile yapıyor. Bu asla kabul edilemez.  

Böylesi süreçlerde özellikle Hatay’da mezhep çatışması yaratılmaya yönelik çeşitli provake olaylar cereyan ediyor. Hatay bilinçli mi hedef gösteriliyor?

 Şimdi İslam Türk sentezcisi olan anlayışın baş düşmanlarından biri Alevilerdir. Bir de buna Araplık, Kürtlük eklenince düşmanlık iki katına çıkıyor. Türkiye Gazetesi’nin 21 Temmuz tarihli sayısında “Alevi muhtara Sünni katliam emri”, “Darbeciler Hatay’da toplanmış”, “15 Temmuzun gizli kalan yanlarını açıklıyoruz” başlıklarından oluşan bir haber vardı. Ayrıca haberde “300 adamınla saldırıya geç” emri verildiği de belirtildi. Bu haberin gerçekliği tarafımızca henüz teyit edilmemiştir.

Bu haber hangi amaçla ve kim tarafından yaptırıldı, doğruluğu nedir? Türkiye’de oynanan ve darbeye karşı darbe olarak zuhur eden büyük oyunun kurucuları kim? Hatay konusu salt başka bir gündem midir? Yoksa darbenin ardından “demokrasi bayramı” adıyla sokağa çıkan güruhun Alevi yerleşkelerine saldırılarının benzerine zemin hazırlamak mıdır? İstanbul, Malatya gibi... Ve ya darbe girişimcilerinin bir oyunu mudur? Antakya hedef mi gösteriliyor? Yanıtlanması gereken çok soru var.

Bu sorular yanıtlanmaya muhtaçtır. Sıklıkla cihatçı çetelerce tehdit edilen bu bölgenin Arap Alevileri doğal olarak bir tedirginlik yaşamaktadır. “Darbe hengâmesi içinde bir darbe de bize vurulur mu?” düşüncesi oldukça hâkim. Reyhanlı provokasyonunu yaşamış olan Hatay Alevileri, Alevi-Sünni çatışmasını kendi duruşuyla engelledi. Erdoğan’ın deyimiyle “ölen Sünni vatandaşlar”ın acılarına ilk tepki Samandağ ve Antakya/Defne’den (Arap Alevilerin yoğun yaşadığı ilçeler) geldi. Halklar bu oyunların farkında. Orada bir gerilim oluşursa bunun kaynağı halklar değil, paramiliter güçler olur. 

Diğer etnik yapılar gibi Aleviler de bu süreçte sizce kendilerini güvende hissediyorlar mı?

Aleviler Türkiye’de sevgili Hrant’ın deyimiyle “bir güvercin tedirginliğiyle” yaşıyor. Hiçbir zaman kendini güvende hissetmedi. Ama bu topraklarda yaşamaktan da vaz geçmediler. Darbe süreçleri başta olmak üzere kaos dönemlerinde bu ürkeklik artar. Çünkü özellikle bu coğrafyada etnik ve dinsel/mezhepsel farklılıklar kaşınınca hızla kanayacak yaralardandır. Kaosu büyütmek isteyen güçlerin sıklıkla başvurduğu yöntemlerden biri bu olduğu sürece tabi ki halklar kendini güvende hissedemez.    

OHAL uygulaması 2002'de resmiyetten kaldırarak halkın büyük desteğini alan AKP iktidarı, tekrardan OHAL'i resmi prosedür ile  devreye koyması tür sıkıntılar doğurur?

AKP iktidarının ilk dönemde kullandığı dil ve icraatlar “yetmez ama evet”çi bir kesim tarafından olumlu karşılandı. Oysaki bu bir örgütlenme ve var oluş taktiği idi. OHAL konusu da bunlardan biriydi. Kimi yaklaşımlara göre OHAL özellikle Kürt illerinde vardı. Şunu da belirtmek gerekir ki 7 Haziran seçimlerinden sonra OHAL özellikle Kürt illerinde ama aynı zamanda tüm Türkiye’de yeniden kendini hissettirdi.

Buna rağmen, darbe girişiminin akabinde Türkiye’nin batısına da yayılan OHAL uygulamasını yeni bir durum olarak ele almak gerek. Bu süreçte AKP/Saray gibi düşünmeyen herkes darbeci muamelesi görüyor. Kararnamelerle her türlü hukuksuzluğun hukuku oluşturuluyor  / oluşturulacak.  İnsanların en temel hakları yok sayılıyor. Nitekim ilk kararnamede bunu gördük. Gözaltındaki insanlara uyguladığı zulüm ortada. Tecavüz dâhil her türlü işkence yöntemi uygulanıyor.  Bizler fikri-zikri ne olursa olsun işkenceyien büyük insan hakları ihlali olarak görüyoruz. Teslim olanlar, yakalananlar darbeci de olsa, yarın AKP’liler de olsa işkence kabullenilemez.

AKP/Saray’ın bugüne kadar ki icraatlarına bakacak olursak, darbe girişimini bahane ederek OHAL’in bütün nimetlerinden faydalanmaya çalışacağı aşikâr. Bu durum halklar, emekçiler, kadınlar başta olmak üzere herkes için dünyada cehennemi yaşamak anlamındadır.

Darbe girişimi öncesi Kürdistan kentlerinde yaptıkları icraatleri ile  'kahraman' olarak ilan edilen askeri komutanlar şimdi cezaevlerinde. Böylelikle tezat bir durum ortaya çıkmadı mı?

AKP/Saray, 7 Haziran seçimlerinden sonra başlattığı saldırılara rağmen Başkanlık sistemine geçerek tamamlanmak istenen rejim değişikliğini tek başına gerçekleştiremeyeceğinden emin oldu. Aslında çok daha öncesinde, 30 Ekim 2014 MGK toplantısından sonra deklere edildiği gibi eski statüko güçleriyle, Ergenekoncu, Balyozcu olarak tutuklattığı Ordu kliğiyle anlaşarak kendi iktidarını tamamlamak Türkiye’nin yapısı gereği orduda bir klikle anlaşma sağlamadan bunu başarma olasılığının düşük olduğunu görmüştü. Eski statüko güçleriyle Kürt hareketinin FETÖ’nün imhasında uzlaşmışlardı ki, son yıllarda yaşanılanlar tam da bu anlaşmanın gereğine denk düşmekte. Ordu Kürtlerle savaşacak ve Balyoz, Ergenekon gibi davalarda kaybettiği itibarını geri alacaktı. Devlet içindeki etki ve yetkisi tazelenecekti.

Ordu içinde Kürt karşıtlığı zemininde olan diğer klikler (bir kısmı 15 Temmuz darbe girişiminin icracısı) Kürtleri imha etme projesine destek verdi. Basında öne çıkartıldığı gibi darbe girişimcisi olan pek çok üst rütbeli subay Kürt kentlerine yönelik imha operasyonlarının komutanlarıydı. Söz konusu Kürtler iken gayet iyi anlaşıyorlardı. O zaman kimse katil değildi.

Ordu önemli oranda bir güç kullanarak Kürt halkıyla savaştı. Ordu “kahraman” ilan edildi. Aynı zamanda “ataletini” de üzerinden attı. Çünkü savaştı. AKP/Saray dün kahraman gördüğünü bugün darbeci ilan etti. Kürt halkı darbeciler karşısında kitlesini sokağa çıkardığında, öz savunma yaptığında, hendek kazıdığında “terörist” muamelesi gördü. AKP/Saray darbeyi savuşturmak için Kürt halkından öğrendiği yöntemleri uygulayınca “demokrasi”yi savunmuş oldu. Halk dilinde buna “kendine Müslüman” denir.    

Darbe girişiminde bulunanlar kendilerine 'Yurtta Sulh Konseyi' adını vermişti. Ordu içerisinde darbe planlananları Cemaat ve ulusalcılar mı? Yoksa dış güçlerin devreye koyduğu bir klik miydi?

Şu bir gerçek ki ordu bu darbeyi emir-komuta zinciri ile gerçekleştirmiş olsaydı, yönetime el koyabilirdi. Bu konuyla ilgili yazan, konuşan-tartışan herkes ortada büyük soruların var olduğunu ifade etti. “Darbe girişimin mimarı ABD emperyalizmidir” şeklinde kolay bir tanımlamaya gidersek, Türkiye’nin ve dolayısıyla AKP/Saray iktidarının iç/dış (Ortadoğu ve Batı) siyasette çelişkilerle dolu reel pozisyonunu es geçmiş oluruz.

AKP/Saray demokratikleşme yerine, Ilımlı İslam ideolojisine dayalı tek adam diktatörlüğünü kurmaya uğraşırken darbe mekaniğinin çalışmasına alan açmış, imkân tanımış oldu. Bu durum halen başka güçlerin de darbe girişimlerine zemin sunmaktadır.

AKP/Saray Türkiye’de kendi etrafında kümelenmeyen bütün güçleri karşısına aldı. Ortadoğu siyasetinde son derece başarısız bir süreç izledi. Orada da Kürtleri baş düşman gördü, ona göre konumlandı ve daraldı.

ABD ile Rojava üzerinden IŞİD’e açık destek vererek koalisyon güçlerinin konsepti dışında davrandı. Sonradan vaz geçse de Çin ile füze anlaşması yaptı. Bu durum dolaylı olarak Suriye’ye, İran’a ve Rusya’ya yaradı. Son zamanlarda da Rusya ile gerdiği ilişkileri düzeltmeye başlaması bu işlerin tuzu biberi oldu. Suriye’de yürütülen vekâlet savaşının en önemli nedenlerinden biri olan enerji nakil hatlarıyla ilgili Türkiye Rusya ile ortaklık sağlamayı hedefliyor.

AKP/Saray’ın bölgede en öne çıkan sorunları Rojava’nın, PYD’nin, YPG’ninABD ve müttefiklerince meşru görülmesi, Ortadoğu siyasetini Esad düşmanlığı üzerinden kurma yüzeyselliği ve belki de Türkiye’nin bu kaostan faydalanarak depreşen Musul-Kerkük sevdasıdır. AKP/Saray, ABD ve müttefiklerine kendi yönelimlerini kabullendirmek için bir bakıma jeostratejik konumunu şantaj olarak kullandı. Bunlar dahi AKP/Saray’ın hizaya sokulması gerektiği fikrinin fiiliyata geçirilmesi için yeterli nedenlerdir.

17-25 Aralık wikileaks belgelerinin ortaya saçılması AKP/Saray’a karşı bir uyarıydı. RezaZerrab’ın ABD tarafından tutuklanması ve ifade süreci de bu uyarıların bir diğeriydi. Erdoğan ve ekibi bu işlerden bir biçimiyle (en azından şimdilik) sıyrıldı ancak 15 Temmuz darbe girişimini bu süreçlerden bağımsız düşünemeyiz.

Erdoğan’dan rahatsızlığı hat safhaya gelmiş bu kesimlerin darbe girişimiyle ilişkili olabileceğini savlamak yanlış olmayacaktır. En azından bu kesimler darbe girişimine göz yummuş, ilk açıklamalarında başarılı olmaları durumunda darbecilerle çalışabileceklerinin sinyallerini vermişlerdir. Ancak bu kesimlerin tüm kartlarını “Darbenin mutlak başarısına” yatırmadıkları da aşikar.

Bu değerlendirmeleri yaparken Türk ordusunun ABD’nin hegemonyasında olan NATO üyesi olduğunu da unutmamalıyız. Bu anlamıyla uçan kuştan haberdar olan ABD’nin bu darbeden habersiz olma olasılığı yoktur.

Kısacası Türkiye’de AKP/Saray’a henüz alternatif güç bulamayan küresel sermaye bu süreçte farklı kesimlerden şiddetli oyun çıkaracak takım kuruyor. Buna Gülenciler, ulusalcılar dâhil.  Ama hiçbir oyuncunun yeri garanti değil.

Yaşanan süreç ve bundan sonra oluşan gelişmelerin seyri ne olacak? Türkiye darbe mekaniğinden nasıl kurtulur?

Belli ki bir süre daha egemenler arası çelişkilerin ve onları topyekün biçimde ezilenlere karşı saldırılarının şiddeti altında yaşayacağız. Egemenlerin herhangi bir kliğinden halklarımız lehine bir yönelim çıkma ihtimali görmüyorum. Yeni ya da eski statüko güçlerinden herhangi birinin yanında durarak demokrasiyi geliştirmek mümkün görünmüyor.

Kurtuluşumuz ellerimizde, bizde. Ezilen ve emekçilerin yaratacağı bağımsız bir demokrasi cephesinde. Bu bir ajitasyon değil. Bizler odunun darbesi kadar sarayın darbesine, OHAL’e de karşıyız. Farklı odakların iktidar çarpışmaları toplumda şiddetli depremler yaratıyor. Bunun en ağır bedelini bizler ödüyoruz.

Artık fay hattını egemenler arası çelişkiler değil, darbe karşıtları olarak demokratik bir dünya tahayyül eden bizlerin kırması gerek. Ne darbe, ne OHAL diyenlerin kendilerini merkeze koydukları ve geri kalan güçleri de bunun etrafında toparlanmaya ikna ettikleri bir seferberliğe girişmeliyiz.

Türkiye’ye barışı, özgürlüğü, eşitliği getirecek olanlar, darbeci/OHAL’ci, tek adam ve onun düzenine ayak uyduranlar değil demokratik ve sosyal bir Cumhuriyet’tir. Adalet, eşitlik, barış, kardeşlik ve özgürlük için demokratik mücadeleyi büyütmek dışında bir seçeneğimiz yok. Kalıcılaşma olasılığı yükselen faşizme karşı; Gezi ruhu ve kitleselliğini Kobanê direnişi ruhuyla birleştirerek farklılıklarımızla bir arada gerçek demokrasiyi inşa edebiliriz.

...