Erdoğan yenilmez değildir…

Erdoğan’ın şahsında vuku bulan faşizm kaybedebilir. Erdoğan yenilmez değildir. Kılıçdaroğu Kürtleri karşısına alırsa asla kazanamaz! Hedef, ikinci turda tek adam rejimine kaybettirmek olmalı.

Türkiye’de son yirmi yıldır “alışık” olduğumuz yeni bir seçimi daha yaşadık. “Alışık” olan AKP’nin, Erdoğan ve kendini kontra biçimde örgütleyen devletin gizli hücresinin yapacağı hile, hırsızlık ve binbir çeşit oyunlarla yönetimi muhalif konumunda olan Millet İttifakı'na vermeyeceği gerçeğiydi. Bu bir gerçekti. Zira Erdoğan’ın yönetimde kalmasını, bu bağlamda faşizm ve diktatörlüğün bir dönem daha devam etmesini isteyen güçlerin konsepti bu temeldeydi…

İşte bu nedenle faşizme, diktatörlüğe ve tek adam rejimine karşı olan, Türkiye’nin bu vahim ekonomik ve politik krizden kurtulmasını isteyen hemen hemen herkes, bu konsepte karşı seçimi kazanmanın oldukça zor olduğunu biliyordu. Ancak “önemli olan zoru başarmaktır” anlayışı ile herkes seçim sürecine yüklendi. Evet, zordu ama “zoru başaracağız, başarmak zorundayız” inancı adeta herkeste anlam bulmuştu.

Hazırlıksız, dengesiz, güç farklılığına rağmen büyük bir maraton süreci başlamıştı. AKP ve Erdoğan devletin tüm olanaklarını devreye koymuş, tüm bakan ve bürokratları harekete geçirmiş, polis ve orduyu adeta seferber etmiş, onlarca gazete ve televizyon kanalını kara propaganda aracı olarak kullanarak seçim sürecine adeta savaşa girer gibi başlamıştı.

Hiç kuşkusuz ki her ittifak ve bileşenin seçim stratejisi vardı. AKP’nin başını çektiği “Cumhur İttifakı, CHP’nin öncülüğünde oluşan Milli İttifakı, Yeşil Sol Parti’nin etrafında bir araya gelen Emek ve Özgürlük İttifakı... Her ittifakın özgün ve özel stratejilerinin yanında hedeflediği ve hitap ettiği kitleler de vardı. Bazı ittifakların hedef kitlesi benzer olsa da yine de farklılıklar bulunuyordu. “Kemik” denilen blok kitle ile partilerin birbirlerinden çalmak istediği “karamsar” grup veya gruplar da mevcuttu.

Her üç ana ittifakın üç ayrı stratejisi kısaca ifade edildiğinde, yaşanan seçimin nasıl bir seçim değil de sözcüğün gerçek anlamında bir savaş olduğunu çok daha rahat görmüş olacağız.

Erdoğan seçim stratejisini küfür, yalan, güvenlik, beka ve Özgürlük Hareket’ini karalama üzerine kurmuştur. Ne kadar yalan ve küfür varsa hepsini utanmadan, yüzü kızarmadan kullandı. Millet İttifakı'nı PKK ile özdeştiren bir noktaya kadar gitti. Hatta Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir görüntüsünü sanki PKK Merkezi Yürütme Kurulu üyesi Murat Karayılan alkışlıyormuş gibi montajlanmış bir videoyu piyasaya sürerek, “ey Türk milleti, bakın, görün, Bay bay Kemal'i kim alkışlıyor” diyecek kadar bir yalan kampanyasına girişti. Erdoğan’ın hedef kitlesi ırkçı, faşist, muhafazakar, rant ve maddiyattan yararlanmak isteyen işsiz, lümpen, mafya diyebileceğimiz kesimdi.

Millet İttifakı'nın kitle hedefi Kemalist, var olan AKP sisteminden rahatsız orta sınıf, neoliberalizm, yeşil sermaye ve tekelci komprador burjuvazi karşısında sürekli iflas tehlikesi ile karşı karşıya olan orta burjuvazi, savaş nedeniyle artık Kurdistan’da yatırım yapamayan Türk burjuvazisi idi.

Millet İttifakı, Kürtlerden oy alamayacağını bildiğinden, Yeşil Sol Parti'nin bir biçimde desteğini almayı hedefledi. Yapılan da bu oldu.

Yeşil Sol Parti’nin kitle hedefi ise özgürlükten, demokrasiden, emekten, barıştan yana olan kesimleri temsil eden parti, kurum, kuruluş, kanaat önderleri, sendika ve diğer tüm sivil toplum örgütleriydi. Elbette ki Kürtler Özgürlük ve Demokrasi İttifakı’nın esas kitlesini oluşturuyordu…

Peki, ortaya çıkan tabloyu nasıl okumak gerek?

Her şeyden önce Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğü, AKP-MHP faşizmi her türlü olanaklara, devletin tüm ilişki ve imkânlarına, yapmış olduğu her türlü karalama ve yalan propagandaya rağmen Türkiye halklarının onayını almamış, halklar yeniden Cumhurbaşkanı olma konusunda “evet” dememiştir. Erdoğan hem önemli oranda oy kaybetmiş hem de birinci etapta seçilememiştir. Seçmen “sana yeniden başkan olmaya onay vermiyoruz”demiştir. En az toplumun yüzde 51’i reddetmiştir. Bu anlamda Erdoğan başarılı olmamış, AKP istediği hedefe ulaşmamış, oluşturmuş olduğu kirli ve şer cephesine rağmen birinci turda sınıfı geçmemiştir. Bu anlamda rakamsal olarak önde gibi görünse de sonuçta başkanlık sisteminin başkanı olarak seçilememiştir.

Seçimden bir gün sonra anlaşıldı ki Erdoğan rakamsal olarak da kazanmamış, tam tersine Kılıçdaroğlu kazanmıştır. O gece “ne olduysa oldu” diyenler var. Gerçekten de ne oldu? Tam bilemiyoruz ama Erdoğan’ın kaybettiği, Kılıçdaroğlu’nun kazanmasına rağmen “seçim bilinçli olarak ikinci tura ertelendi" diyen görüşün daha doğru olduğu söylenebilir. Hatta dış güçlerin, yani Rusya ile ABD’nin bizzat müdahil olduğuna dair farklı yorumlar da vardır. İkinci tura ertelenmesinin ABD ve Rusya ekseninde ortaya çıkan bir konsept olduğunu belirten görüşler de vardır. Bu görüş ve analizleri doğrulamak veya yalanlamak için herhangi bir veri yoktur.

Ancak seçim gecesinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun pasif davranması, ekrana çıkıp ciddi düzeyde herhangi bir uyarıda bulunmaması, CHP’nin elinde bulunan verileri AA’ya alternatif olarak sunmamasıyla birlikte bazı şeylerin olmadığını düşünmek mümkün değildir. Gerçekten de Kılıçdaroğlu hile ve hırsızlığa bile bile neden sessiz kaldı? Kılıçdaroğlu neden halktan destek istemedi, neden halkı YSK’nin önüne çağırmadı? Çünkü söz konusu olan oyların çalınmasıydı, yolsuzluğun bile bile yapılmasıydı ve üstelik daha sonra geri dönüşü mümkün olmayacak olan bir sürecin sonuna gelmek üzereydi…

Evet, seçim gecesi CHP içinde bir klik, Meral Akşener ve Mansur Yavaş'ın, Kılıçdaroğlu’nun seçilmesine izin verilmeyen bir sürecin gelişmesine önayak oldukları yönünde bir düşünceden de bahsetmek gerek. Doğru mu, tam bilemiyoruz ama ihtimal dâhilinde olduğunu da belirtmek gerekiyor.

Baskı, şiddet, sindirme, hırsızlık, silahlı çete, polis ve askerlerle müşahitlere baskı yapma gibi uygulamalar dakika dakika uygulandı. Bu uygulama Kurdistan’da çok daha belirgin bir biçimde hayat buldu. Daha sonra çıkan görüntülerle korkunç düzeyde bir hırsızlık ve oy kaydırması yapıldığı görüldü. Kurdistan’ın birçok bölgesinde Yeşil Sol Parti’ye ait oylar toplu halde MHP’ye kaydırıldı. Binlerce itiraza rağmen bu itirazların çoğu reddedildi, kabul görülmedi. Urfa, Batman, Mardin ve Diyarbakır’da yaşanan hile ve oy kaydırma rezaleti ayyuka çıktı. Tüm bunların yanında Süleyman Soylu’nun bir Rus troll ekibi ile yapmış olduğu hem oy kaydırma hem simülasyon hilesiyle seçimi sözcüğün gerçek anlamıyla iptal etmeyi gerektiren bir süreç yaşandı. Ancak değil seçimlerin iptali Tayyip Erdoğan’ın alelacele balkon konuşması ile “Türk bekası” uğruna sürecin üstünü örten ve her iki tarafı “razı” eden, uzlaştıran bir sürece girilmiş oldu. Evet, Cumhur ve Millet ittifakları açısından süreç böyle okunabilir…

Elbette ki hem Cumhur hem Millet ittifakları hem de verili sisteme tamamen alternatif olan üçüncü yol-çizgi açısından da süreci ele almak önemlidir.

Yapılan baskı ve şiddetin her türlüsü, Demokles'in kılıcı gibi sallanan HDP’nin kapatılma tehdidi, seçime az bir süre kala geliştirilen operasyonlar, tutuklanan gazeteciler, mahalle ve semtlerde birebir seçim çalışmasını yapan komisyon üyelerinin tutuklanması, seçimi planlayan ve bu konuda aktif konumda olan siyasi kadroların tutuklanması gibi nedenler, neredeyse seçim kararı alındığı tarihten itibaren sistematik bir uygulama haline dönüştü. Bunlar bilinen ve seçimden önce de tahmin edilen durumlardır.

Ancak burada HDP’nin çalışma tarzına da birkaç vurgu yapmak gerek.

Bir: Her şeyden önce Kurdistan halkı görevini yerine getirmiştir. Yapılan her türlü baskı ve uygulamalara rağmen Kürt halkı, sandıklara gidip oyunu kullanmış, hem parlamento hem de cumhurbaşkanlığı için üstüne düşen görevini eksiksiz yerine getirmiştir.

İki: Öncelikli olarak seçim kararının ardından olağan çalışma temposu ile sürece giriş yapıldı. Oysa Erdoğan’ın erken ve baskın seçim kararına karşı olağanüstü bir tempo ve çalışma tarzına ihtiyaç vardı. Bu yapılmadı ve sıradan bir çalışma gibi yaklaşıldı.

Üç: Bu çalışma tarzı örgütleme tarzına da yansıdı. Normal koşullarda yapılan örgütleme tarzı bu süreçte de sürdürüldü. Tempoda bir değişiklik olmadığı gibi örgütleme de rutin bir anlayış ve tarzla yürütüldü. Örneğin ev ev, mahalle mahalle, semt semt, hatta teke tek bir çalışma yerine daha çok büro açılışları, genel rutin mitingler ve birkaç televizyon programına katılmakla yetinildi.

Dört: Propaganda gücü yetersizdi. Genellemelerle sürecin anlatılmasının fazla karşılık bulmayacağının anlaşılması gerekiyordu. Artık yerel, lokal, il, ilçe, hatta köyde yaşanan sorunların da anlatılması ama ayını zamanda çözülmesi gerektiğine ilişkin dobra dobra sözlerin de verilmesi gerekiyordu.

Beş: İttifak sürecinde yaşanan tartışmalar oldukça uzun ve gereksiz zaman kaybına neden oldu. Hem gereğinden fazlasıyla uzadı hem de dar ve yüzeysel bir ittifak bileşimi ortaya çıktı.

Altı: TİP ile yaşanan sorun yaşanmayabilirdi. Belli bir tartışmanın ardından tek ittifak, tek liste ve tek duruş temelinde anlaşma yapılırdı, kabul etmeme durumu yaşandığında herkes yolunu belirlerdi. Tartışma polemiğe, giderek suçlama düzeyine varan olumsuz bir sürecin ortaya çıkmasına neden oldu.

Yedi: Sandık güvenliğine dikkat edilmedi. Binlerce oyun geçersiz sayılmasının, MHP’ye kayan binlerce oyun oluşu bu gerçeği ortaya çıkartmış oluyor. Demek ki oy kullanmak önemli ancak oyu kollama da en az onun kadar önemlidir.

Sekiz: Emek ve Özgürlük İttifakı, seçmenlerini sandığa taşımada kesinlikle başarısız oldu. Yoksul olan seçmenine çok daha önce gerekli katkıyı sunma politikasını geliştirmesi gerekiyordu. Ancak bu olmadı, ne yaparsanız yapın ama gelin yaklaşımını sergileyen Yeşil Sol Parti bu konuda seçmenini örgütsüz bıraktı…

Birinci etabın sonuçları böyleyken ikinci etapta ne olacak? Kılıçdaroğlu ikinci etapta cumhurbaşkanı olacak mı, Erdoğan’ın şahsında anlam bulan Türk faşizmi kaybedecek mi?

Evet, Erdoğan’ın şahsında vuku bulan faşizm kaybedebilir. Erdoğan yenilmez değildir. İktidara geldiğinden beri çürümüşlüğünün en kaba halini yaşadığı bir dönemdedir. Türkiye’yi enkaz haline getiren, ekonomiyi tamamen savaşa yatıran, her gün onlarca tabut gelmesine rağmen yine de savaşta ısrar eden Erdoğan’ın Türkiye'ye vereceği tek bir şeyi yoktur. Çürümüş, enkaz haline gelmiş, hile ve zulümle ayakta tutan saray artık yıkılmak üzeredir. Halkın çoğunluğunun güvenini yitirmiştir. İnandırıcı, güven verici, sorunları çözücü olmaktan tamamen çıkmıştır. Bu nedenle kaybetmenin objektif ve subjektif koşulları vardır.

Ancak şu tehlikenin altını çizmek gerekiyor: Kılıçdaroğlu’nun birinci turda kazanmamasının nedenini HDP ile yapılan görüşmeye bağlayan aşırı milliyetçi, ırkçı ve Kürt düşmanları var. Kılıçdaroğu birkaç bin oy yüzünden Kürtleri karşısına alırsa asla kazanamaz! Buna dikkat etmezse Türkiye dört yıl daha diktatör ve tek adam rejimiyle yönetilir ki, bu da Türkiye’nin yıkımı demektir. “Ne olursa olsun Kürtler bana oy verir” yanılgısını yaşamamalı, Kürtlerin oyu çantada keklik değildir. Buna göre yaklaşmak zorunda olan Kılıçdaroğlu, oyuna gelmemelidir.

Birinci turda diktatör Erdoğan’a kazandırılmadı, hedef ikinci turda tek adam rejimine kaybettirmek olmalıdır.

En başta Kılıçdaroğlu olmak üzere seçim sürecine giren herkes, seçmenler de dahil olmak üzere referandum ruhuyla hareket etmelidirler.

Millet İttifakı'nın adayı Kılıçdaroğlu, ikinci turda lafı fazla eveleyip gevelemeden, hiçbir vaatte bulunmadan sadece “demokrasiden mi diktatörlükten mi, baskı ve zulüm rejiminden mi yoksa demokratik bir Türkiye’den mi yanasınız” sloganıyla sandığa gitmeyen seçmenleri ikna etme turuna başlamalıdır.

Bu slogan ve perspektifle yola çıkılırsa kazanmaması için hiçbir neden yoktur…